Özlenen Rehber Dergisi

121.Sayı

Kelimelerin Kifayetsiz Kaldığı Şiirler...

İsmail TORAMAN Özlenen Rehber Dergisi 121. Sayı
Sultânırüsûl, şâh-ı mümeccedsinefendim,
Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim.
Dîvân-ı ilâhîde ser-âmedsin efendim,
Menşûr-le’amrükemüeyyedsinefendim.

Rasûllerin Sultanısın, övülmüş Şahsın Efendim,
Çaresizlere, değişmez sürekli devletsin Efendim.
İlâhî divanda en başta gelensin Efendim,
’Le’amrüke’ emr-i ilâhîsiyle ebedisin Efendim.’


diye başlar kimisi Sen’i (s.a.v.) methetmeye. Gücü yetmese de senin yüceliğini anlatmaya, tam olarak bilemese de ne diyeceğini ve ne yazacağını, yine de elinden geldiğince birkaç övgü dizebilmiştir Sen’in için. Kimisi de’Var edenin adı ile insanlığa inen Nur’ deyip giriş yapar ve
’Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.’
diye büyük bir temenniyle son verir Sen’i andığı şiirine. Ama hiç biri de Seni ne tam manasıyla methedebilmiştir ve ne de Sen’in güzelliğini layıkıyla anlatabilmiştir. Nitekim yaratılmışların en hayırlısı olan ve diğer bütün her şeyin yaradılış sebebi olan Efendimiz (s.a.v.)’e methiye yazmak, onun üstün vasıflarını sayfalara dökmek hiç de kolay değildir. Beşer lisanındaki kelimeler böylesi bir methiye için kifayet etmez.
Yine de birçok usta şairimiz Seni methetmek namına denizde damla mesabesinde dahi olmasa bile Seni şiirleriyle methetmeye, şiirlerinde Seni anmaya çalışmışlardır. Yeryüzünde gelmiş ve geçmiş hiçbir insan O’nun kadar övgüyü hak etmemiş ve zaten O’nun kadar da övülmemiştir. Dünyanın dört bir tarafındaki İslam ülkelerinin edebiyatları geçmişten günümüze Efendimiz (s.a.v.)’e yazılan methiyelerle, ona karşı duyulan sevginin ve özlemin tezahürleriyle doludur. Edebiyatımız da, bu türde yazılan eserler bakımından en zengin edebiyatlardan biridir. Öyle ki içerisinde birbirinden güzel binlerce naatı, kasideyi ve ilahiyi barındırır.
Bahsettiğimiz bu şairlerin her biri Efendimiz (s.a.v.)’i farklı bir yönüyle ele almıştır. Kimisi O’na beslediği sevgiye, kimisi Hilye-i Şerîfine, kimisi üstün ahlakına ve kimisi de O’na karşı bitmek tükenmek bilmeyen hicranına yer verir şiirlerinde.
Onulması mümkün olmayan bir dert gibidir O’ndan ayrı olmak, vuslatın ne zaman olacağını bilmemek. Böylesi bir derde müptela olmuş kişiyi teselli etmek için boşa zaman harcamanıza gerek yok, böylesi bir ayrılığın içinde bulunan birine teselli fayda verir mi hiç? Her geçen gün biraz daha özleyen, O’nu dünya gözüyle görmek şerefine ermediği hâlde O’nu bir kez görseydik de ne canımız ne evladımız olsaydı diyen, O’na kavuşma gününü düşleyen nice mümin hep bu hicrana bir ömrü bedel olarak ödemiştir.
Sadece gönlü hasret otağı olmuş peygamber şairleri mi? Bazen de cihan sultanları, kıtalara hükmeden padişahlar, maiyetlerinin sayısı belli olmayan hükümdarlar, iki cihan Sultanı Efendimiz (s.a.v.)’e şiirler yazmışlar, O’na karşı içlerinde bulunan muhabbeti dile getirmişlerdir. Osmanlı padişahlarının belki de tamamı beşerin medar-ı iftiharı olan Efendimiz (s.a.v.)’e şiirler yazmıştır. İşte bu padişahlar içerisinde Sultan I. Ahmet’in derdi diğer sultanların derdinden bambaşka… O, Efendimiz (s.a.v.)’in Kadem-i Şerîfine müptela olmuş ve şiirinde de o mübarek ayak izlerini anmıştır.
Rivayetlere göre Osmanlı padişahlarından Sultan I. Ahmet, Mısır’da, Kayıtbay türbesinde bulunan Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek ayak izlerini Eyyûb Sultan türbesine getirtir. O zamanlar Sultan Ahmet Camii inşaat hâlindedir. Daha sonra Sultan Ahmet, inşası tamamlanan ve kendi adıyla anılan camiye Mısır’dan getirttiği Kadem-i Şerîf’i nakil ettirir. Naklin yapıldığı gün Sultan Ahmet bir rüya görür ve rüyasında bütün sultanların hazır bulunduğu bir mecliste Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadılık makamında oturmaktadır. Sultan Kayıtbay’da oradadır ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek ayak izlerinin kendi türbesinden alınmasından dolayı Sultan Ahmet’ten şikayetçidir. Kadılık makamında oturan Efendimiz (s.a.v.) Kadem-i Şerîfin derhal getirildiği yere gönderilmesi yönünde hüküm verir.
Sultan Ahmet rüyasını dönemin büyüklerine tabir ettirir ve bütün hepsi Kadem-i Şerîf’in geri gönderilmesi yönünde fikir beyan ederler. Neticede Sultan Ahmet Kadem-i Şerîf’i Mısır’a geri gönderir. Bunun üzerine Sultan Ahmet, Kadem-i Şerîften ayrılmış olmanın verdiği üzüntüyle Efendimiz (s.a.v.)’in mermer üzerindeki mübarek ayak izlerinin bir maketini yaptırıp onu sürekli başının üzerinde taşır ve bu hadiseyle ilgili olarak da tarihe şu şiiri not düşer:

N’ola tâcum gibi başumda götürsem dâim,
Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Rasûlün.
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidür,
Ahmedâ durma yüzün sür kademine ol gülün!..


Efendimize yazılmış birbirinden güzel daha birçok naat, kaside ve ilahiler var. O’nun sadece teninin kokusu üzerine yazılanlar ciltlerce kitap yapar. Varın O’nu anlatan bütün eserlerin sayısını siz hesap edin. Biz bu yazımıza Arif Nihat Asya’nın yazmış olduğu bir Naat ile hem son verelim ve hem de Peygamber Efendimize, gelip ümmetinin içler acısı hâlini görmesi için bu şiirle seslenelim. Belki O, bizlerin hâline acır da nidamıza bir gün cevap verir:

’Gel, Ey Muhammed, bahardır…
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!
Hacdan döner gibi gel;
Mi’raç’tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Konsun yine pervazlara
Güvercinler;
’hu hu’lara karışsın
Aminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler.’
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.