Fârukiyye Yolu, Terbiye Usülleri, Mesnedleri ve Temel Bazı Anlayışları
Özlenen Rehber Dergisi 121. Sayı
Sallu ala Rasulina Muhammed
Sallu ala tabibi gulubina Muhammed
Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. Ahir zaman Nebisi, Cenâb-ı Hakk’ın ’Habibim’ diyerek vasfettiği Rasul-i Kibriya (s.a.v.) Efendimize salât ve selamların en güzeli, en ekmeli olsun inşallah.
Abdullah Faruki el-Müceddidi hazretlerinin ismine nisbetle isimlendirilen Farukiyye yolunun terbiye usullerini, mesnedlerini ve temel bazı anlayışlarını izah etmeye çalışacağım.
Hakk Dostları
Cenâb-ı Hakk’ın sayısız dostları vardır. Allah (c.c.) bu dostlarının her birine ayrı ayrı ikram ve ihsanda bulunur. Her birine ayrı ayrı ilim kapıları açar. Ve o Salih kullar Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ile hidayet yollarında rehberlik yaparlar. Allah’a itaat yollarını alıştırırlar. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Sünnet-i Seniyyesini ve onun yolunu anlatırlar. Yine Mübârek Efendimin tarifiyle "Allah’tan kaçan kulları Allah’a itaat yollarına sevk ederler." Bu Salih kullar Cenâb-ı Hakk’ın peygamberler gibi kullarının arasından seçtiği insanlardır.
Bir kere her mü’min Cenâb-ı Hakka dosttur. Mümin olmak sıfatıyla Hz. Allah’a dosttur. Bu bahis konusu olan veliler ise Mübârek Efendimin "İslam’da Veli Kavramı" isimli risalesinde tarifini yapmış olduğu üzere, " Cenâb-ı Hakk’ın, bütün işlerinin hal ve murâdını üzerine aldığı" kullardır. Gerek dünyevi gerek uhrevi olsun bütün işlerinin hal ve murâdını Cenâb-ı Hakk’ın kendi uhdesine aldığı kullardır ki, yine Mübârek Efendimin tarifiyle onlar bir çobanın elindeki kaval gibidirler. Çoban ona nasıl üflerse kavaldan ses öyle çıkar. Allah dostlarının halleri de Cenâb-ı Hakk’ın nezdinde çobanın elindeki kaval gibidir. Hz. Allah’a itiraz illetinden uzak, Cenâb-ı Hakk’ın bütün işlerine razı olmuş bir halde, yine Cenâb-ı Hakk’ın sevk ve idaresiyle hareket eden kullardır. Böyle Salih bir insanı bulabilmek, bulunca da ondan istifade edilebilecek bir kapının açılması Cenâb-ı Hakk’ın o kuluna rahmetinin bir eseridir. Çünkü bu Salih kulların bütün gaye ve çabaları, maksatları tevhid üzere ve Peygamber Efendimizin sırat-ı müstakim yolu üzere insanları Allah’a kulluğa ve onun elçisine itaate davettir. Bu manada onlar, Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin varisi durumunda olukları için, varisi bulundukları Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin yoluna davetleri kaçınılmazdır. Çünkü Cenab-ı Peygamber Efendimizle aralarındaki ülfet ve alaka bunu gerekli kılar. Allah (c.c.) onların sözlerine itibar eder. Hallerine itibar eder. Dualarına icabet eder. Sevinçlerine ve üzüntülerine de itibar eder, çünkü onların Allah’tan başka maksatları ve matlupları da yoktur. Ve Cenâb-ı Hakka olan bu itaatlerinde de samimidirler. Öyle söz söyleyip de sözünün sahibi olmayan boş iddiacılar gibi de değillerdir. Ömürlerini gizlisiyle açığıyla Hz. Allah’a tahsis etmişlerdir. Kendi varlıklarından ve nefislerinden öyle geçmişlerdir ki Peygamberimiz (s.a.v.)’in; ’görüldükleri zaman Allah hatıra gelir.’ buyurdukları hadis-i şerifindeki, vasfın da sahibidirler. "Görüldükleri zaman da Allah hatıra gelir" çünkü onun dışında bir maksat ve matlup gütmezler.
Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.)
Rahmetli Mübârek Efendim de Allah’a hamdolsun sıfatlarını nispeten saymaya çalışmış olduğumuz, Rabbimize bu yakınlık nimetine kavuşmuş, büyük bir velidir elhamdulillah. Şeriat sahibidir. Sünnet-i Rasûlullah sahibidir. Bunların zıllında -yani gölgesinde- kerametleri de zahir, açık birçok kerametleri izhar olmuş bir Allah dostudur. Fakat istikameti ve haramlarla olan mücadelesi, Allah (c.c.)’ın murat ettiği emirleri yerine getirme hususundaki gayret, ciddiyet ve samimiyeti, yasak kıldıklarından kaçınma hususundaki titizliği kerametlerinin fevkinde, hassaten zikredilmesi gereken en önemli hususiyetlerindendir.
Mübarek Efendi Hazretleri nefis terbiyesinde cehrî zikri yol edinmiştir. Rabbimizin esmalarını, halkalar kurmak suretiyle ve toplu bir şekilde cemaat halinde zikrederek cehri zikri metot edinmiştir. Mürşidi Alaaddin Fersafi hazretleri ise, icazetleri içerisinde kâdiri icazeti olmasına rağmen, Nakşîlik yolu üzerine nefis terbiyesi metodunu takip eden bir mürşidi kâmildir. Alaaddin Fersafi Hazretlerinin halifesi olmasına rağmen Efendi Hazretleri kadiri bir yolu metot olarak seçmiştir.
Rahmetli Efendim Abdullah Farukî (k.s.) el-Müceddîdî Hazretlerinin veysî oluşu, apayrı bir nimet, apayrı bir üstünlük vesilesidir. Veysîler, Cenâb-ı Hakk’ın murâdları olan kullardır. İnsanların arasında Cenâb-ı Hakk’ın murâd ettiği bir kuldur ki Hz. Allah (c.c.) onu çeker ve kendisine dost eder. Dost edindikten sonra da ona dilediği ilimlerden tevdi eder, onu cahil de bırakmaz. Çünkü Hz. Allah (c.c.) kendi rıza ve yakınlığını, sevgisini ve itaat nimetini kendisine tevdi ettiği bir kulunu cahil bırakmaz.
Allah (c.c.) kendisine dost edindiğini cahil bırakmaz!
1990 yılında efendimle hacca gittiğimiz zaman, 2 tane Mısırlı mühendis, Efendi Hazretleri Beytullah’ı tavaftan gelirken yolunu kestiler ve ellerini öptükten sonra bir müşküllerinin olduğunu söylediler. O zaman İlahiyat Fakültesine okuyordum bu sebeple konuşulanları azda olsa anlıyordum. Rahmetli Efendi Hazretlerine fıkhî bir soru sormak istediklerini ifade ettiler. Mübarek Efendi Hazretleri onların hallerinden bir müşküllerinin olduğunu anladı Türkçe olarak ’sorun’ dedi. Onlar da sorularını Arapça olarak sordular. Efendi Hazretleri de onlara Arapça olarak cevap verdi. Tabi ben hayretler içerisinde baktım kaldım. Ben arapça ders okuduğum halde bir mesleyi anlatacak derecede değilim. Efendi Hazretleri’nin Arapça konuşamadığını da biliyorum. Böyle olduğu halde Mısırlıların sorusunu Allah (c.c.) anlamayı kolaylaştırdı. Efendi Hazretleri de Arapça olarak cevap verdi. Onlar cevaplarını alıp da Efendi Hazretlerine teşekkür edip elini öpüp ayrıldıktan sonra ben hala o şaşkınlık içerisinde üstadıma bakarken Efendi Hazretleri tebessüm ederek döndü dedi ki: "Oğlum niye bu kadar şaşırıyorsun. Allah (c.c.) kendisine dost edindiğini cahil bırakır mı?.." Bu ve bunun gibi daha birçok yerde bu hadiseler cereyan etti.
Veysîler, doğrudan Peygamber Efendimizin terbiyesinde, İmam-ı Rabbani Efendimizin de söylediği gibi "Hz. Allah’ın terbiyesinde yetişen kullardır." Abdullah Faruki hazretleri deveysilik nimetine mazhar veliyi a’zam ve bir mürşid-i kamildir.
Farukiyye Yolu ve Düsturları
Şimdi bize bırakmış olduğu bu yolda, , salikler için nasıl bir yol, nasıl bir anlayış bıraktı, onlar üzerinde kısaca durmak istiyorum. Çünkü kardeşlerimizin bazı durumlarda şeriatın hükümlerini, Sünnetin hükümlerini geriye atıp, yaşadığı bir mana halini, bir rüya halini nassa dayalı olan bir hükmün önüne geçirdiği haberleri geliyor ve bazen de şahit oluyorum. Bu yanlış uygulamalar Abdullah Faruki hazretlerinin tasavvufi meşrebinden istifade etmeye çalışankişilerde faruki yolunun terbiye ve tezkiye metotları hakkında bilgi noksanlığını yada metotlar hakkında yanlış anlamaların olduğunu göstermektedir.
Mübarek Efendi Hazretlerine, genel olarak şöyle bir baktığımız zaman, dışarıdan kendisini gören bir insan, onun haramlara karşı son derece rikkat sahibi yani haramlarla uzaktan yakından alakası olamayan, haramlarla bağını kesmiş âlim bir zat olarak görür. Haram olan hiçbir şeyle alakası yoktur. Bu onun iç dünyasında Hz. Allah (c.c.)’a karşı yaşadığı teslimiyetindeki kemalatın, imanındaki derinliğin, Hakk’ın emirlerine sarılmakla yaşadığı hazzın ve itaatındaki kuvvetin bir tezahürüdür. Evet, ona bakan, haramlarla bağını şiddetle kesmiş bir âlim zat olarak görür. Üstelik yayılma gösteren herhangi bir yanlışın veya bir haramın karşısına, şiddetle durup onun bertarafına gayret ettiği gibi, onun karşısında Cenâb-ı Hakk’ın murâd ettiği emir hüküm neyse, onun yaşanması ve yerleşmesi hususunda da samimi çaba ve gayretin de sahibidir. İster namaz kıl, ister oruç tut, istersen sabaha kadar kıyamda dur; hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü haramlarla iç içe yaşanan bir hal ile Hz. Allah’a yakınlık ve Cenâb-ı Hakk’ın rızası elde edilmez. Değil mi ki sen Allah’ın haram kıldığı bir şeyi hayatında meşru olarak görüyor ve yaşıyorsun. Yapmış olduğun bütün ameller ifsada uğrar. Temiz bir kabı necasetle doldurmak gibidir. Kalp bir kap ise, haramlar da necaset gibidir ve kalbi bu necasetle doldurmak gibidir. Bu hal üzere olan bir kimse, sabahlara kadar tesbihat da yapmış olsa boşuna uğraşır. Ummanın içerisinde, küreği olmayan bir kayıkta eliyle çekip de yol almaya benzer. Şu husus bütün sadırlara kazınmalıdır: Benim yaşadığım hayatın içinde haramlar; nefsimin meylettiği, ahlak edindiği, hevâ heves olarak içimde barındırdığım haramların kuvveti bulunduğu müddetçe, Cenâb-ı Hakka yakınlık benim için muhaldir, uzaktır.
Günahtan Sakınma ve Samimi Bir Tevbe
Örneğin İmam-ı Azam efendimizin borç vermiş olduğu bir insanın evinin gölgesinden faiz olur endişesinden ve korkusundan dolayı geçmeyecek bir şekilde Allah’ın bir emrine, hükmüne riayet ettiğini görürüz. Veya büyüklerimizin buyurduğu gibi; ’Biz bir tane kötülüğe düşmemek için, yetmiş tane mübahtan vazgeçtik’ derler. Bunun manası nedir? Yetmiş tane ayrı ayrı iş. Yaptığın zaman bir günah yok, ama ben bunu yaparım da ola ki bunun arkasından da şu günaha düşerim endişesinden dolayı, bir hataya düşmemek için yetmiş tane mubahı terk ederiz diyorlar. Onlar bunu söylerken öbür taraftan -Allah vermesin- yaşadığın hayata haram, bir insanın hayatına kendi evine girip çıktığın gibi girip çıkıyorsa eğer, kusura bakma bu hal ile Cenâb-ı Hakka ne dostluk olur ne kulluk. Mümin günah işlemez, hataya düşmez mi? Elbette ki düşebilir. Elbette ki kusur işleyebilir, ama bunda ısrarcı olmak, hatasını anladıktan sonra samimi bir tevbe yolunu bırakıp da hatasında ısrarcı olmak işleneni bir hata olmaktan çıkarır. Artık bu kötülük onun ahlakı olmuştur. Sende bu hal kaldığı müddetçe de büyüklerin yoluna girmiş olmazsın. Salihlerin yoluna girmiş olmazsın.
Bu yollara, bir tarikata insan başlangıç yaptığı zaman, ilk işi samimi bir tevbedir. Nedir bunun manası: Hz. Allah’a söz vermedir. Cenâb-ı Hakk’ın hürmetini, onun büyüklüğünü, her şeyin fevkinde tutacağı hususunda Hz. Allah’a ahit vermedir. Vaatte bulunmadır. Kalbinin bu hususta kesin bir kanaat sahibi olduğunu haber vermedir. "Tevbe ettim ya Rabbi, sana söz verdim Allah’ım, senin adını anarak şu kötülüğü terk ettim ya Rabbi, bir daha ona dönmeyeceğim!... demektir."
Ahir Zaman Fitneleri ve Şuyu’ Bulan Haramlar
Abdullah Faruki hazretlerinin nefisleri terbiye ve tezkiye metodu içerisinde haramların terki hususunda mücadeleci olmak son derece önemli bir yer tutar mesela haram söylemek haramdır. Yalan söylemeyeceğine tevbe ettin, ama menfaatine, işine, çıkarına geldiği zaman da rahatlıkla hemen yalana müracaat ediyorsun. Ha o zaman bu tevben samimi değil. Bu ahlak, yalancılık ahlakı sende kalıcı olmuş. ’Yalan söyleye söyleye yalancılar defterine yazılır. Onu ateşe sürükler.’ diyor Peygamber Efendimiz. Ne kötü ahlaktır. Öyleyse bu yoldan istifade edecek olan bir insan.
’-Efendim zor geliyor. İçinde yaşadığımız toplumda, aşağıdan yukarıya gitsen haram, yukarıdan aşağıya gelsen haram, ne yapacağız?’
Ticaretle meşgul olan kardeşlerimiz var. Yapmış oldukları ticaretlerini haramlardan korumaları hususunda sürekli olarak onları nasihatle ikaz ediyoruz. Kul hakkına dikkat etmelerini söylüyoruz. Faize bulaşmamalarını söylüyoruz. Alış verişlerinde, sakın kimseyi kandırmayın, diyoruz; ticaretin en sıkıntılı meselesi faiz
Faizi, herkes öyle kabullenmiş ki, faizsiz bir hayat Müslüman bile düşünemez bir hale gelmiş. Faizin bulaşmadığı bir ticaret yok. Fakat bir müslümanda da ticaretini faiz illetine bulaştırmamanın mücadelesini verecek samimi bir iman ,Allah korkusu Allah sevgisi, peygamber sevgisi ve peygambere itaat gayretinden yosun ise, o zaman sele düşen kuru yaprak misali, "ne yapalım bu ahir zamandayız, hayat böyle devam ediyor. İşte biz de sele düşen kuru yaprak misali, bir selin kuvvetinde savrulmuş gidiyoruz" anlayışındadır. Hâlbuki burada şunu hatırlatırım: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Allah’ın vahdaniyetini ikrar ederek ortaya çıktığı zaman bir tek kimseydi ve o zaman ki düşmanları şimdikilerinin çok daha fevkinde katı bir Allah düşmanlarıydı. Şirk ehliydiler. Ama Efendimiz (s.a.v.)’in Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla ahdinden dönmemesi, davasında gevşeklik göstermemesi sebebiyle şirkin en karanlık yaşandığı bir toplumu bile yerle yeksan etti. Bütün o kötülükleri Allah kaldırdı. ve Efendimiz (s.a.v.)’den sonra da, şu an bile isimlerini zikretmekle, sevgilerini kalplerimizde bulmakla, her birine uymakla Rabbimize yakınlık ve hidayet yollarımızı dosdoğru bulacağımız tertemiz bir nesil nasip etti.
Mücadeleden vazgeçersen, hemen nefsine, hevâ ve hevesine tabi olursan, haramlarla mücadele etmezsen, elbette ki o zaman haramın içerisinde yok olur gidersin.
Tasavvufî Yükseliş ve Meratiplerin Hususiyetleri
Bir müslüman kardeşimizi düşünün ki namazı yok, ibadet-i taatları noksan, orucu bazen tutuyor bazen tutmuyor, malı mülkü var zekât vermiyor... işte böyle bir insan var. İlk etapta bu müslümana tevdi edilecek husus, kâmilen farz olan namazlarını ikmal etmesidir. Buna, tecellilerden, tasavvufun manevi ilimlerinin hallerinden, müşahede hallerinden bahsetmenin bir manası yoktur. Bu süt çağındaki bir çocuğun önüne, kurbanlık eti getirip de "buyur ye" demeye benzer. Ağzında diş yok, nasıl yesin? Öyleyse tasavvufa bir insan ilk adım attığı zaman, sanki yeni doğan bir bebeğin sütle beslendiği gibi iç ve dış dünyasını, zahirini kuvvetlendirecek olan şeylerle yavaş yavaş ikmal edilerek yükselir. Nasıl? Örneğin beş vakit namazı tamam olmayan bir insana sen tutar da tasavvufun manevi hallerinden bahsedersen, teheccüd namazından nafileden bahsedersen, o daha başlamadan kaybeder. Bu Müslüman gündüzün ortasındaki namazı kılmıyor ki geceleyin kalkıp da teheccüd namazı kılsın. Öyleyse böyle bir insanın ilk yapacağı iş, çevresindeki haramlarla olan bağının kesmesidir.
Kulu sağından ve solundan saran dünyevi veya nefsi hastalıklar var, bir de haram ortamlar var. Sürekli kumar oynanan, içki içilen, zina, fuhuş yapılan, faizcilik tefecilik yapılan bir ortamda bulunan bir insana ihlâstan bahsetseniz ne anlayacak ihlâsı. Önce bu insanın alkol ile kumar ile fuhşiyat ile tefecilik ile olan ve onun kalbini kirleten bu kötülüklerden bağının kesilmesi lazımdır. Çünkü bunları kesmezseniz eğer veya bu Müslüman aldığı telkinlerle bu haramlarla olan bağını kesme gayretine girmezse eğer, Kur’an okuyarak, tesbihat yaparak veya nafile namaz kılmaya çalışarak iç âlemini temizleyemez. Sen bir pirinç tanesi gibi hayır elde edersin, öbür taraftan umman gibi senin kalbine pislik akar. Bunun önünü kapatmak lazım. Öyleyse tasavvufun birinci merhalesinde bu haramlarla olan bağ kesilmeli, sonrasında da bir müslümana farzı ayn olarak terettüp eden amellerle muttasıf olup bunları daimi bir hal üzere kâmilen yapması gerekir.
SEVGİLİ MUZAFFER EFENDİM,1998 DEN 2010 YILINA KADAR FARUKİ CEMAATININ İÇİNDE KALDIM.FAKAT ŞU AN GÖRÜYORUMKİ EFENDİMİN YOLUNU BEN HİÇ ANLAMAMIŞIM.SİZ O KADAR GÜZEL İFADE ETMİŞSİNİZKİ ,GEÇMİŞİME TÖVBE EDİYOR VE SİZE TÜM KALBİMLE SEVGİ VE SAYGILARIMI SUNUYORUM. MALATYA ERKENEK KASABASINDAN MUHAMMED IŞIK