Özlenen Rehber Dergisi

121.Sayı

Kutlu Doğum, Hannâne'nin Feryâdı!..

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 121. Sayı
Kütük bile senin aşkından inledi
Hiç kimse onu teskin edemedi
Mübarek eliniz değince dindi
Bir kütük kadar olamadık ki!
Bir kütük kadar sevemedik ki!

Rasûlullah (s.a.v.)’e Candan Öte Sevgi:
Rasûlullah (s.a.v.)’e candan öte sevgi duymak, her Müslüman için;
- farz,
- vefa borcu
- Allah (c.c.)’nun sevgisine yegâne yol
- Allah (c.c.)’yu sevmenin gereği
- imanın gereği
- karşılığı Hakk’ın rızası ve cennette onunla birliktelik
olan büyük bir sevgidir.
Bu sevgi, Ashâb-ı Kirâm efendilerimizde ve onları takip eden ümmetin seçkin âlim ve ariflerinde -Hak katındaki derecelerine göre- en üstün hallerle tezahür etmiştir.
Bu sevgi, öncelerin yaşadığı ve mazide kalan bir hal olmayıp günümüzde var olan ve kıyamete kadar da ehil gönüllerde bir kandil gibi yanarak ışığıyla tüm insanlığı aydınlatacak eşsiz bir nurdur.
Asr-ı Saadet’te bu mübarek sevgiden nasipdar olan yalnızca Efendimiz (s.a.v.)’in seçkin Ashâb’ı değildir. Tüm mevcudat farklı derecelerde bu sevgiyi yaşamış ve tatmıştır. İlgili kaynaklara müracaat edildiğinde bunun birçok misallerinin bulunduğu müşahede edilecektir. Biz bu makalemizde, bunlardan sadece bir tanesine, ’bir hurma kütüğünün Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’e duyduğu derin sevgi’ye, bu hususta varit olan rivayetler ışığında değinmeye çalışacağız.
Kütüğün İnleme Mucizesi:
Bu hadise, Mescid-i Nebevî’de çok sayıda kimsenin bulunduğu bir sırada cereyan ettiğinden, Beyhakî, Sübkî, Kâdî İyâz ve İbn-i Hacer’in ifade ettikleri gibi Sahâbe’den pek çokları tarafından rivayet edilmiş ’mütevatir haber’lerden biridir.
İmâm Beyhakî: ’(Bu kitapta, kütüğün) inlemesi hadisesiyle alakalı zikrettiğimiz hadislerin hepsi sahihtir. (Kütüğün) inlemesi hadisesi, halefin seleften al(ıp naklet)tiği nurlu alametlerden ve açık hadiselerdendir.’ ’Hadiste; Allah’ın bazen cansız (varlık)larda, hayvanlarda, hatta hayvan(lar)ın en şereflisinde (yarattığı) gibi bir idrak yarattığına delil (ve işaret) vardır. Ve yine onda; ’O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.’ (âyetini) zahirine hamleden kimsenin görüşüne bir teyit vardır.’ demiştir.
Bu hadise Peygamberimiz (s.a.v.)’in mucizelerinden, hem de en büyüklerinden birisidir. Nitekim Amr b. Sevvâd (Esved es-Sercî)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: (İmam) Şâfiî bana: ’Allah, hiçbir peygambere Muhammed (s.a.v.)’e verdiğini vermedi.’ dedi. Bunun üzerine (ben): ’(Allah) İsa’ya ölüleri diriltme (mucizesi)ni verdi! (Buna ne dersiniz?)’ dedim. Bunun üzerine (İmam) şöyle dedi: ’(Allah) Muhammed’e, kendisine minber hazırlan(ıp yapıl)ıncaya kadar yanında durup hutbe verdiği (hurma) kütüğünün inleme (mucize)sini verdi. Kendisi için minber hazırlan(ıp yapıl)ınca kütük inledi, öyle ki sesi, (o sırada mescitte bulunan herkes tarafından) işitildi. İşte bu, (yani kütüğü diriltme mucizesi), şu (ölüleri diriltme mucizesi)nden daha büyüktür.’
’İmâm Şâfiî (rh.a.) doğru söyledi. Zira cansızların konuşması ve tesbihi mucize olarak ölüleri diriltmekten daha üstündür. Çünkü ölü, esasen (ölmeden önce) diri idi. Şu halde ölümden sonra kendisine hayatın geri dönmesi, daha önce var olan bir hale dönmektir. (Hurma kütüğü vb.) cansızlara gelince, konuşmak hiçbir zaman onların şanından değildir. Şu durumda (cansızların) kendilerinde devamlı var olan suskunluk halinden konuşma haline çıkışları, delil olma yönünden diğerinden daha acayip ve daha açıktır.’
Mescid-i Nebevî’nin İlk Hali:
Peygamberimiz (s.a.v.), Medine’ye hicretlerinin akabinde ilk iş olarak bir mescit inşa etti. Bu mescit, ’Mescid-i Nebevî/Peygamber (s.a.v.)’in Mescid’i’ diye maruf, inşasında Peygamberimizin bizzat çalışıp taş taşıdığı, içerisinde kılınan bir namazın -Mescid-i Haram müstesna- sair yerlerde kılınan bin namazdan daha hayırlı olduğu , Naaş-ı Nebi’yi barındıran mübarek bir mekândır.
Mescid-i Nebevî, ilk yapıldığı sırada çardak şeklinde idi. Şöyle ki; hurma dallarının bir araya getirilmesinden oluşan tavanı, hurma kütüklerinden direkler yüklenmişti. Duvarları kerpiçten, zemin ise toprak ve kumdan ibaretti.
Minber İhtiyacı:
Peygamberimiz (s.a.v.), bu mübarek mescidinde mü’minlerle sohbet ediyor, onlara vaaz ve nasihatte bulunuyordu. Cuma günleri Cuma namazında ve sair günlerde ise mühim bir hadise üzerine ashâbına yaptığı bazı konuşmalarda hutbe irat ediyordu.
Hatibin sözü kadar yüzünün de dinleyenler üzerinde tesir yaptığı aşikârdır. Araplarda, nikâh hutbesi dışında tüm hutbeler ya ayakta ya da deve üzerinde verilirdi. Ayakta hitap etmenin insanlar üzerindeki tesirini bildiğinden Efendimiz (s.a.v.) de hutbe esnasında ayağa kalkıyor ve çoğu kereler uzun zaman ayakta kalıyordu.
Yaşı ilerleyip de uzun süre ayakta durmak kendisine zor ve yorucu gelmeye başlayınca tavanı taşıyan, kıble tarafında duran hurma kütüklerinden birine dayanmaya başladı. Bir yandan bu iki çentikli kütüğe dayanırken diğer yandan da öbür elinde bulunan asaya dayanıyordu. Sair zamanlarda konuşma yaptığı zaman da sırtını bu kütüğe dayıyor, ona doğru namaz kılıyordu.
Ashâb-ı Kiram’dan birçokları Efendimiz (s.a.v.)’i ilerlemiş yaşıyla kütüğün yanında ayakta hutbe verirken görüp de yorulduğunu anlayınca, kendisine; konuşma yapmak üzere üzerine çıkacağı, yorulduğu zaman oturabileceği bir minber, oturak yapma teklifinde bulundu. Ensâr’dan bir kadın da marangoz bir kölesi olduğunu, dilerse kendisi için bir minber yaptırabileceğini söylemişti.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in ilerlemiş yaşı ve kendisini dinleyen sahâbilerin gün geçtikçe artması bir minber yapılmasını gerekli kılıyordu. Efendimiz (s.a.v.), insanların kendisini rahatça görüp rahat bir şekilde işitmeleri ihtiyacını da göz önünde bulundurarak Müslümanlardan rey sahipleriyle istişare etti. Onlar da görüşlerini bir minberin gerekli olduğu yönünde ortaya koyunca Rasûlullah (s.a.v.), kendisi için bir minber yapılmasını: ’İstediğiniz (gibi olsun)!’ buyurarak kabul, ’Ayakta durmak bana zahmet ver(meye başla)dı.’ buyurarak da talep etti. Sahabeler kendisine: ’Nasıl bir şey yapalım ey Allah’ın Nebisi?’ diye sorunca da: ’Musa’nın tahtı gibi bir taht!’ buyurdu.
Minberin Yapılışı:
Nihayet hicretin sekizinci yılında, Ensar’dan, marangoz bir köleye sahip olan hanım sahabeye: ’Marangoz olan kölene emret, benim için, üzerine oturacağım tahtalar yapsın.’ buyurarak haber gönderdi ve minber yapma işini ona tevdi etti. Nihayet kısa bir müddet içerisinde bu annemiz, kölesine Efendimiz (s.a.v.) için bir minber yaptırdı.
Minbere en uygun ahşap malzemeyi bulmak için Sehl b. Sa’d (r.a.) ile bu marangoz köle, Medine’nin doğu ve batısını araştırdılar. Nihayet uygun malzemeyi, ’Ğâbe’ denilen ağaçlıkta buldular. Minberi, sert bir yapıya sahip olan ’esl /ılgın’ ağacından imal ettiler.
Minberin üç basamağı vardı. Üçüncü basamağı oturma yeri idi.
Minberin Mescid’e Konuşu:
Minber tamamlanınca hanım sahâbe, Peygamberimiz (s.a.v.)’e: ’Köle minberi bitirdi.’ diye haber gönderdi. Rasûlullah (s.a.v.) de ona: ’Minberi bana gönder.’ buyurdu. Akabinde minberi Mescid-i Nebevî’ye getirdiler. Efendimiz (s.a.v.) onu ashâbıyla birlikte yüklenip taşıdı ve her zaman hutbe verirken durduğu köşeye yerleştirdi. Burası kıbleye doğru dönüldüğünde sağa gelen duvarın yanı idi. Ancak kıble tarafındaki duvara tam bitişik olmayıp duvar ile minber arasında bir koyunun geçebileceği kadar bir aralık vardı.
Minber, mescide Cuma günü konmuştu. Rasûlullah (s.a.v.) mescide gelerek minberin üzerine çıktı ve namaz kıldı. Şöyle ki: Minber üzerinde kıbleye dönerek tekbir aldı ve rükûa gitti. Sonra geri geri minberden aşağıya indi ve minberin hemen dibinde secde etti. Sonra (yine minbere) döndü. Bu şekilde namazı bitirince, insanlara döndü ve: ’Ey insanlar! Bunu, (bana) uyasınız ve namazımı öğrenesiniz diye yaptım!’ buyurdu.
Ayrılık Acısıyla Kütüğün İnlemesi:

Nihayet hutbe irat etmek üzere minbere çıkıp da oturunca , daha önce kendisine dayanarak konuşup hutbe irat ettiği hurma kütüğü, çok sevdiği Nebi (s.a.v.)’den ayrı kalışı ve Rasûlullah’ın yanında hutbe okurken işitmekte olduğu zikrullaha olan özlemi sebebiyle çok üzüldü. Bu üzüntüyle sesli bir şekilde; doğumu yaklaşmış on aylık gebe devenin iniltisi , yavrusu kendisinden çekip alınan dişi devenin inlemesi , dişi devenin yavrusuna özlemle inlemesi , öküzün böğürmesi gibi çatlayıncaya ve yarılıncaya kadar inledi ve feryat etti. Öyle bir feryat ki, Mescid-i Nebevî sallanmaya başladı. Öyle bir figan ki, o sırada mescitte bulunan bütün ashâb kütüğün inleme sesini işitti , ürkerek endişeye kapıldı ve şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı.
Rasûlullah (s.a.v.)’in, Kütüğü Teskin Edişi:
Efendimiz (s.a.v.), kütüğün bu dayanılmaz feryadını işitince: ’Bu tahta parçasının inlemesine şaşmıyor musunuz?’ buyurdu. Ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), kütüğün inlemesine dayanamadı ve derhal minberden indi. Kütüğün yanına varınca, mübarek elini onun üzerine koydu , sıvazladı , kucaklayıp sarıldı ve onu bağrına bastı.
Kütük kendisini, Rasûlullah (s.a.v.)’in şefkatli elleri arasında bağrına yaslanmış bir halde bulunca susturulan çocuğun inleyişi gibi hafif hafif inlemeye başladı ve en nihayet sakinleşti ve sustu. Bundan sonra ondan inleme sesi gelmedi. Kütük sakinleşince Efendimiz (s.a.v.): ’Dikkat edin! Muhammed’in canı yed(-i kudret)inde olan (Allah)’a yemin olsun ki; şayet ona sarılmasaydım, Rasûlullah (s.a.v.)’den (ayrı kalmasına) üzüldüğünden dolayı kıyamet gününe kadar böylece (böğürmeye) devam ederdi.’ buyurdu.
Kütüğün İnlemesine Şaşmamalı!
İmâm Suyûtî (rh.a.), Zübeyr b. Bekâr’ın, ’Ahbâru’l-Medîne’ isimli kitabında Muttalib b. Ebî Veddâ’a’dan şöyle bir söz naklettiğini belirtmiştir: ’(Rasûlullah’tan ayrıldığı için inleyen kütüğü) ayıplamayın! Zira Rasûlullah (s.a.v.), bir şeyden ayrılırsa, (o şey) mutlaka, ona (olan özlem ve iştiyaktan dolayı) hüzünlenir.’
Kütüğün Ebediyeti Tercihi:
Daha sonra kütüğe hitaben: ’Şu iki şeyden birini seç: İstersen seni daha önce bulunduğun yere dikerim ve önceden olduğun gibi gür bir ağaç olursun. Ve şayet dilersen, seni cennete dikerim. Cennetin nehir ve pınarlarından içersin. Güzelce yetişir ve meyve verirsin. Meyvenden ve hurmandan Allah’ın dostları yer!" buyurdu ve dünya ile âhiret arasında seçim yapmasını istedi.
Kütük, baki olanı âhireti, fani olan dünya hayatına tercih etti ve Efendimiz (s.a.v.)’in kendisini cennete dikmesini istedi. Peygamberimiz (s.a.v.) de onun bu isteğine: ’Evet, muhakkak ki yaptım!" buyurarak karşılık verdi.
Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.), onun için bir yer kazılıp gömülmesini emretti. Ve kütük minberin altına gömüldü.
Bu zamandan Hz. Ömer (r.a.)’ın devrinde kadar, minberin altında kaldı. Mescid-i Nebevî, Hz. Osman (r.a.) zamanında yeniden yapılmak üzere yıkıldığı zaman ise kütüğü Übeyy b. Ka’b (r.a.) aldı. Çürüyüp ağaç kurdu onu yiyinceye ve un ufak oluncaya kadar da onun evinde, kaldı.
Rasûlullah (s.a.v.)’i Sevmek, Cennetin Anahtarıdır!

Efendimiz (s.a.v.)’in; ’dilersen seni cennete dikeyim…’ teklifini tercih eden kütük, minberin altına gömüldü ki burası cennet bahçelerinden sayılır. Zira Efendimiz (s.a.v.): ’Evimle minberimin arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim de Havz’ım üzerindedir.’ buyurmuştur.
Yine; ’Muhakkak ki şu minberimin ayakları, Cennette sabit(lenmiş direk)lerdir.’ ’Şu minberim, cennet bahçelerinden bir bahçe üzerindedir.’ hadisleri de bunu teyit eder mahiyettedir.
Bu hadis-i şeriflerden dolayı ve Nebi (s.a.v.)’in üzerine çıkıp oturduğu mekân olması hasebiyle Ashâb, minberi mübarek kabul etmiştir. Nitekim İbrâhîm b. Abdirrahmân b. Abdilkâri’den rivayet edildiğine göre; İbn-i Ömer (r.a.), elini Nebi (s.a.v.)’in minberde oturduğu yere sürmüş ve ardından yüzüne sürmüştür.
Görüldüğü üzere, Efendimiz (s.a.v.) duyulan bir sevgi, O’na duyulan iştiyak ve özlem acısıyla bir defa olsun samimi bir inleyiş, kuru bir kütüğe cennetin kapısını aralamıştır. Buna kıyasla gece gündüzü O’nun aşkıyla geçen, sünnetinden ayrılmayan Hak dostlarının âhiretteki derecesi nasıl olur, düşünmelidir!
Şu halde kul, ömrünü fani şeyler ardında koşarak değil, kendisini ebedi âlemde Rasûl-i Ekremle birlikte kılacak işlerle iştigal ederek geçirmelidir.
Hz. Mevlânâ’nın Diliyle:

’Hannâne, yani inler denilen direk, Rasûl-i Ekrem’den ayrıldığı için akıllı insanlar gibi inledi.
Vaaz meclisinin ortasında o suretle inledi ki, o iniltiyi, bulunanların ihtiyarı da genci de duydu.
Böyle eni boyu olan bir direğin -yahut direğin böyle enine boyuna yani sürekli bir surette- nasıl ve niçin inlediğine Rasûlullah’ın sahâbeleri şaştılar.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): ’Ey direk ne istiyorsun?’ diye sordu. O da: ’Senin ayrılığından ruhum pür hûn oldu.’ cevabını verdi.
Direk diyordu ki: ’Hutbe irat ederken bana dayanıyordun, beni bıraktın da minber üstünde kendine mesnet ve mevki yaptın.’
Rasûl-i Ekrem: ’Seni yeniden hurma ağacı yapmalarını, yemişinden şark ve garp ahalisinin yemelerini ister misin? Yoksa âhirette ve cennette Hakk’ın seni bir servi yapmasını ve ter ü taze olarak ilelebet kalmanı mı istersin?’ diye sordu.
Direk: ’Daima baki olanı isterim.’ dedi. Ey gafil kimse, bu cevabı işit de bir direk parçasından daha değersiz olma!
Kıyamette insanlar gibi haşrolsun diye Rasûl-i Ekrem o ağacı yere gömdürdü.
Bilmiş olasın ki Allah, bir kimseyi nezdine davet ederse ve ona kurbiyet ihsan ederse o kimse âlemin bütün işlerinden bî-kar (uzak) olur.
Her kimin işi gücü Allah’tan olursa dergâh-ı ilâhiye duhul ruhsatını bulur. Âlemin nîk u bedi (iyisi-kötüsü) ve dedikodusu ile meşgul olmaktan kurtulur.
Esrâr-ı İlâhiyyeden kendisine bir şey verilmemiş olan, nasıl olur da cemadın (cansız bir varlığın) inlemesini tasdik eder?
Mü’minlere muvafakat etmiş olmak ve kendisine münafık denilmemek için kalbinden değil, yalnız lisanıyla ’evet’ der ve inanmış görünür.’
Kıssadan Alınacak İbret:

Kurumuş bir kütüğün, Rabbimize Habib olan Efendimiz (s.a.v.)’e duyduğu sevgi, özlem ve iştiyak ve alaka böyle olursa, bir insanın, bundan da öte ümmet-i Muhammed’in O’na karşı gönlünde taşıması gereken sevgi, özlem ve iştiyak nasıl olmalı, düşünülmelidir?!
Mübârek b. Fedâle’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Hasan (el-Basrî), bu hadisi (yani kütüğün inleme hadisini) anlattığı zaman ağlar, sonra şöyle derdi: ’Ey Allah’ın kulları! Tahta parçası, Allah katındaki konumundan (değer ve kıymetinden) dolayı Rasûlullah (s.a.v.)’e iştiyak duyarak inley(ip feryat ediy)or. Öyleyse siz, ona kavuşmaya iştiyak duymaya daha müstahaksınız (yani daha çok iştiyak duymalısınız).’ ’Ona kavuşmayı uman kişiler, O’na iştiyak duymaya daha ehil (yani daha çok iştiyak duymalı) değil midir?’
Makalemizi, Bediüzzaman Said Nursi (rh.a.)’in, kütüğün inlemesiyle ilgili rivayetleri aktardıktan sonra ifade ettiği şu sözlerle tamamlamak istiyoruz:
’Evet, hem ona iştiyak ve meyl ve muhabbet; onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittiba iledir.’

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.