Özlenen Rehber Dergisi

116.Sayı

Allah Rasûlü'nün Emaneti 'Ehl-i Beyt'

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 116. Sayı
قُلْ لَآ اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰى
’De ki (ey Rasûlüm!): ’Bu (yaptığım tebliğ görevi)ne karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak (size) akrabalık sevgisini (hatırlatırım).’
(eş-Şûrâ, 42/23)

Kulluk deryasının vasıtaları!
Denizde yol almak isteyen bir kimse tabii olarak şu iki şeye muhtaçtır:
1- Bütün kusurlardan uzak, sağlam bir gemi.
2- Parlak ve apaçık görünen yıldızlar.

Bir kimse sağlam bir gemiye biner ve bakışları da, parlak yıldızlar üzerine düşer, onları izlerse kurtuluş sahiline kavuşma ümidi o nispette büyük olur.
Biz kullar da, ’mükellefiyetler deryası’ içindeyiz. Allah’a ve Rasûlü’ne isyanın, büyük fitnelerin kol gezdiği şu zamanda, şüphe ve şehvet dalgaları, bize her an zarar verebilir, ruh dünyamızı alabora edebilir.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, bu deryada sahil-i selamete ulaşabilmek için ilk olarak Rasûlullah (s.a.v.)’in Ehl-i Beyti’ni sevme gemisine binmişlerdir. Zira Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: ’Ehl-i Beyt’imin durumu, Nuh’un gemisinin misali gibidir. Her kim ona binerse kurtulur, kim de ondan geri durur (binmez)se boğulur.’ (Bezzâr, Müsned –el-Bahru’z-Zehhâr-, c.9, s.343, h.no:3900) buyurmakta, o pak nesli, tüm dünyayı saran büyük tufanda tek kurtuluş vesilesi olan Nuh (a.s.)’ın gemisine benzeterek ümmet içindeki nadide konumlarını ifade etmektedir.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kurtuluş için ikinci olarak gözlerini Sahâbe’ye tabi olma ve onları takip etme yıldızlarına dikmişlerdir ki, Peygamberimiz (s.a.v.): ’Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz.’ (İbnu’l-Esîr, Câmiu’l-Usûl Fî Ehâdîsi’r-Rasûl, c.8, s.556, h.no:6369; İbn-i Abdilber, Câmiu Beyâni’l-İlmi Ve Fadlihî, c.2, s.898; Âcurrî, Şerîa, c.2, s.423, h.no:1226) buyurmuş, onlara tabi olmadan kurtulmanın mümkün olmadığını ifade etmiştir.
İşte bu iki vesileye tutunmakla salihler, Allah (c.c.)’dan hem dünya hem de âhiret hakkında selâmet talep etmişlerdir. (Bkz., er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, c.27, s.168)
Bugün bizlerin de kendilerini sevmek ve yollarına tabi olmakla kurtuluş ümit ettiği Ehl-i Beyt’e, Kur’ân’da işaret eden âyetlerden biri de Şûrâ suresi 23. âyet-i kerimesidir. Bu âyette Rabbimiz Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
’De ki (ey Rasûlüm!): ’Bu (yaptığım tebliğ görevi)ne karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak (size) akrabalık sevgisini (hatırlatırım).’
الْقُرْبٰى dan kastolunan nedir?
Âlimler, bu âyette geçen الْقُرْبٰى nın manası hakkında üç görüş ileri sürmüşlerdir:
1- Bundan maksat, ’Efendimiz (s.a.v.) ile Kureyş kabilesinin her bir kolu arasında var olan akrabalık’tır.
İbn Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, kendisine, (Allah Teâlâ’nın) ’…Ancak (size) akrabalık sevgisini (hatırlatırım).’ (eş-Şûrâ, 42/23) buyruğu hakkında soruldu da Saîd b. Cubeyr: ’Âl-i Muhammed’in yakınları!’ dedi. Bunun üzerine İbn-i Abbâs şöyle dedi: ’Acele ettin! Kureyş’ten hiçbir batın yoktur ki, onlar içinde Peygamber’e bir akrabalık bulunmasın. (Maksat, Rasûlullah’ın): ’ancak sizinle aramdaki yakınlığı gözetmeniz müstesna’ de(mesi)dir. (Buhârî, Tefsîr, Şûrâ 1)
Şu halde âyet: ’Siz, benim kavmimsiniz. Hiç olmazsa aramızdaki akrabalık hakkını gözetin. Bana eziyet etmeyin, bana ve davama karşı çıkmayın. İnanmıyorsanız dahi davetime mani olmayın. Zira yakınlık ve akrabalık hukukunun gereği zulüm ve kötülük değil, iyilik ve ihsandır.’ manasına gelmektedir. Nitekim bir diğer rivayette İbn-i Abbâs (r.anhümâ) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) onlara (yani Kureyş’e) şöyle demiştir: ’Bu (yaptığım tebliğ görevi)ne karşılık sizden, sizle olan akrabalık bağımdan dolayı beni sevmenizden ve benimle sizin arasında olan akrabalık bağını muhafaza edip bana eziyet etmemenizden başka bir ücret istemiyorum.’ (Taberânî, Evsat, c.2, s.293, h.no:3323)
2- Bu kelimeden kast olunan, ’itaat ve ibadetle Allah’a yakınlık’tır.
İbn Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Size getirdiğim âyetler (mucizeler) ve hidayet mukabilinde sizden Allah’ı sevmeniz ve O’na itaat etmek suretiyle O’na yaklaşmanızdan başka bir ücret istemiyorum.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, s.238, h.no:2415)
Buna göre âyetin manası: ’Bu tebliğime karşılık sizden istediğim; küfrü, fısk-ı fucuru, isyanı terk etmeniz ve iman etmeniz, ibadet ve itaatlerle Allah’a yaklaşmanızdır.’ şeklinde olur.
3- Bundan maksat, ’Peygamber Efendimiz (s.a.v.) temiz ve pak olan Ehl-i Beyt’i’dir.
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’De ki (ey Rasûlüm!): ’Bu (yaptığım tebliğ görevi)ne karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak (size) akrabalık sevgisini (hatırlatırım).’ (eş-Şûrâ, 42/23) âyeti inince (Sahâbeler): ’Yâ Rasûlallah! Sevgileri, üzerimize vacip olan bu akrabaların kimlerdir?’ dediler. (Rasûlullah): ’Ali, Fâtımâ ve onların iki çocuklarıdır.’ buyurdu. (Taberânî, Kebîr, c.2, s.181, h.no:2575)
Buna göre âyetin manası: ’Ben, yaptığım tebliğe karşılık sizden mal, makam ve mevki gibi dünyalık karşılık ve mükâfatlar istemiyor ve beklemiyorum. Ancak sizden Ehl-i Beyt’imi yani yakın akrabalarımı, özelde Ali, Fâtımâ ve onların iki çocuğu Hasan ve Hüseyin’i, genelde ise tüm aile efradımı sevmenizi, onlara saygı ve hürmet göstermenizi istiyorum.’ şeklindedir.
Ehl-i Beyt’i sevmek vaciptir:

Peygamberler, yaptıkları tebliğden dolayı insanlardan bir karşılık beklemek ve talep etmekten menolunmuşlardır. Buna (Bkz., el-Furkân, 25/57; Sebe’, 34/47 vb.) birçok âyet-i kerime işaret etmektedir.
Bu âyette ifade olunan ’akrabalık sevgisi’ talebi ise hakikatte bir ücret ve karşılık değildir. Zira tüm mü’minler arasında bir sevginin var olması İslâm’ın en temel prensiplerindendir. Peygamberimiz (s.a.v.) başta olmak üzere tüm Ehl-i Beyt ve Sahâbe’yi sevmek ise birçok âyet ve hadisle sabit olan, her Müslüman üzerine farz olarak gerekli olan bir haktır. Dolayısıyla Efendimizin bu talebi, Cenâb-ı Hakk’ın sair emirlerinden bir emri tebliğ etmesinden ibarettir.
Seçilmiş nesil, Ehl-i Beyt:

Ehl-i Beyt’i sevmek, onlara hürmet ve ikramda bulunmak, o tertemiz zürriyetin hakkıdır. Zira onlar, yeryüzündeki en şerefli nesil olan Peygamber (s.a.v.)’in pak neslidirler. Vâsile b. Eska’ (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim: ’Şüphesiz ki Allah, İsmailoğullarından Kinâne’yi seçti, Kinâne’den Kureyş’i seçti, Kureyş’ten Benî Hâşim’i seçti, Benî Hâşim’den de beni seçti.’ (Müslim, Fedâil, 1)
Bu seçilmiş neslin bir özelliğini Efendimiz (s.a.v.) şöyle ifade etmişlerdir: ’Benim sebebim ve nesebim hariç, kıyamet günü her sebep ve nesep kesilir.’ (Taberânî, Evsat, c.5, s.70, h.no:6609)
Bu hadiste ifade olunan sebep, nikâh veya süt emzirmeye dayalı olan akrabalık bağıdır. Nesep ise, birbirinin sulbünden gelenler arasındaki akrabalık bağıdır.
Peygamberimizin emanetleri:

Ehl-i Beyt, Allah Rasûlü (s.a.v.)’in biz ümmete bir emanetidir.
Zeyd b. Erkam (r.anhümâ) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.), bir gün Mekke ile Medine arasında ’Hummâ’ denilen bir suyun yanında hutbe irad etmek üzere aramızda kalktı. Allah’a Hamd ve sena etti. Vaaz etti, hatırlatmada bulundu. Sonra şöyle buyurdu: ’Bundan sonra (derim ki!) Dikkat edin ey insanlar! Muhakkak ben bir beşerim. Rabbimin elçisinin gelip de (kendisine) icabet etmekliğim (vefatım) yaklaşıyor. Ve ben içinizde iki ağırlık bırakıyorum. Onlardan birincisi, Allah’ın Kitabı’dır. O’nda hidayet ve nur vardır. Allah’ın Kitabı’nı alın ve ona (sımsıkı) tutunun.’ (Bundan sonra) Allah’ın Kitabı’na teşvik edip O’na rağbet ettirdi. Sonra şöyle buyurdu: ’(Ve diğeri de) ehl-i beytimdir. Ehl-i beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım! Ehl-i beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım! Ehl-i beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım!’ Husayn ona dedi ki: ’Ey Zeyd, O’nun (yani Rasûlullah’ın) ehl-i beyti kimlerdir? Zevceleri ehl-i beytinden değil mi?’ (Zeyd) dedi ki: ’Zevceleri ehl-i beytindendir. Fakat O’nun (yani Rasûlullah’ın) ehl-i beyti; kendisinden sonra sadaka (zekât) almaları haram olan kimselerdir.’ dedi. (Husayn): ’(Peki,) onlar kimdir?’ deyince, (Zeyd): ’Onlar; Ali’nin âli, Abbas’ın âli, Cafer’in âli ve Akil’in âlidir).’ dedi. (Husayn): ’Bunların hepsine mi sadaka (zekât) almaları haram kılınmıştır?’ (Zeyd): ’Evet’ dedi. (Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 36)
Diğer bir rivayette ise Efendimiz (s.a.v.): ’(Öyleyse) o ikisi hakkında, (ardımdan) bana nasıl bir halef olacağınıza bakın.’ (Tirmizî, Menâkıb, 32) buyurmuştur.
Halef, birinden sonra gelen, birinin yerine geçen manasına gelir. Buna göre hadis: ’Benden sonra bu ikisi hakkında nasıl davranacağınızı düşünün. Hayırlı bir halef mi yoksa kötü bir halef mi olacaksınız, tefekkür edin. Zira onlar, size bıraktığım emanetlerimdir.’ manasına gelmektedir.
Ehl-i Beyt sevgisi, imanın bir gereğidir:
Ehl-i Beyt sevgisi, imanın bir gereğidir. Özellikle –her ne kadar müfessirlerin çoğunluğu âyet üzerinde zikrettiğimiz üç ihtimalden birincisini tercih etmiş olsalar da- Şûrâ 23. âyet-i kerimesi bunun en önemli delilidir.
Efendimiz (s.a.v.)’e itaatı emreden âyetler de zımnen bunu gerektirmektedir. Zira O (s.a.v.), birçok hadislerde geçtiği üzere genel manada ve özel anlamda fert fert Ehl-i Beyt’ini sevdiğini ifade etmiş ve: ’Allah’ı, nimetleriyle sizi beslediği için sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beyt’imi de benim sevgim için sevin.’ (Tirmizî, Menâkıb, 32) buyurarak bunu emretmiştir. Peygamberimize itaat farz olduğuna göre, O’nun sevdiklerini sevmek de aynı şekilde farz olmaktadır.
Efendimiz (s.a.v.)’den nakledilen şu iki rivayet de, bu hususun iman için olmazsa olmaz olduğunu açıkça ifade etmektedir:
’Bir kul, ben ona nefsinden ve ailesinden, itratim ona kendi itratinden ve zatım ona kendi zatından daha sevgili olmadıkça (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’ (Taberânî, Evsat, c.4, s.223, h.no:5790)
Abdulmuttalib b. Rabîa b. Hâris b. Abdulmuttalib (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre; (bir keresinde) Abbâs b. Abdulmuttalib öfkeli bir halde Rasûlullah (s.a.v.)’in (yanına) girdi. Ben de (o vakit) O’nun (Rasûlullah’ın) yanındaydım. (Rasûlullah): ’Seni öfkelendiren şey nedir?’ buyurdu. (Abbâs) dedi ki: ’Yâ Rasûlallah! Biz (Haşimoğulları) ile Kureyş (arasında) ne var, kendi aralarında buluştukları zaman (birbirlerini) güler yüzle karşılıyorlar. Bizimle karşılaştıkları zaman ise bundan başka bir (şekilde, asık yüzle) karşılıyorlar.’ Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) kızdı, ta ki yüzü kıpkırmızı oldu. Sonra şöyle buyurdu: ’Canım yed-i kudretinde olan (Allah)’a yemin olsun ki; sizi Allah ve Rasûlü için sevmedikçe, bir kimsenin kalbine iman girmez.’ Sonra şöyle buyurdu: ’Ey insanlar! Her kim amcama eza verirse bana eza vermiş olur. Bir kimsenin amcası, onun babası gibidir.’ (Tirmizî, Menâkıb, 3758)
Ehl-i Beyt’i sevmeyen, kendisini helak etmiş demektir. Zira Rasûlullah (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: ’Canım yed(-i kudret)inde elinde olan (Allah’a) yemin olsun ki, bize (yani) Ehl-i Beyt’e buğzeden bir kimseyi Allah mutlaka cehennem (ateşin)e sokar.’ (İbn-i Hibbân, Sahîh, Îmân, 15, c.15, s.435, h.no:6978)
Ehl-i Beyt’i sevmek, Sahâbe ahlâkıdır:
Ehl-i Beyt’i sevmek, onları kendi nefsine, aile ve akrabalarına tercih etmek Sahâbe (r.anhüm) efendilerimizin ahlâkıdır. Buna misal teşkil etmesi açısından şu rivayetleri zikretmek yerinde olacaktır:
Şa’bî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Fâtımâ (r.anhâ) hastalandığı zaman Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) (ziyaretine) geldi. (İçeri girmek için) izin istedi. (Bunun üzerine) Ali (r.a.): ’Ey Fâtımâ, bu (gelen) Ebû Bekir’dir. (Yanına gelmek için) izin istiyor.’ dedi. (Fâtımâ): ’Ona izin vermemi ister misin?’ dedi. (Ali): ’Evet!’ dedi. (Fâtımâ da) ona izin verdi. (Ebû Bekir) onun rızasını istemek üzere yanına girdi ve: ’Allah’a yemin olsun ki, evi, malı, aileyi ve aşireti, yalnızca Allah’ın rızasını, Rasûlü’nün rızasını ve sizin (yani) Ehl-i Beyt’in rızasını kazanmak için terk ettim.’ Sonra ondan rızasını talep etti. Nihayet (Fâtımâ, ondan) razı oldu. (Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, Kısmu’l-Fey’i ve’l-Ğanîme, Bab:5, c.6, s.491, h.no:12735)
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ömer b. el-Hattâb, Abbas (b. Abdilmuttalib)’a: ’Müslüman ol! Allah’a yemin olsun ki, senin müslüman olman (babam) Hattâb’ın müslüman olmasından bana daha sevimlidir. Bu (yani benim daha çok sevinmem), ancak Rasûlullah (s.a.v.)’e daha sevimli olduğundandır. Öyleyse Müslüman ol ki, sebkatin(in ecri) senin için olsun.’ dedi. (Bezzâr, Müsned –el-Bahru’z-Zehhâr-, c.11, s.182, h.no:4924)
Ehl-i Beyt’i sevmek, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in alamet-i farikasıdır:

Sahâbe ahlâkı olan Ehl-i Beyt sevgisi, tarih boyunca Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in en önemli alamet-i farikalarından birisi olmuştur. Ne var ki birçok önemli hassasiyetin unutulduğu, ihmal edildiği gibi bu husus da zamanla ihmale uğramış ve birçoklarında, bu sevginin Şiîlere ya da Alevîlere has bir olgu olduğu anlayışı yerleşmiştir.
Âyet-i kerimelerle ve yüzlerce hadis-i şerifle sabit olan bir hakikati, ehl-i sünnet dışı fırkalara mal etmek, son derece hatalı bir anlayıştır. Maalesef bu yanlış:
- Cahil birçok müslümanın, imana kuvvet veren bu sevgiden uzaklaşmasına,
- Bu sevgiden haberdar olan bazı Müslümanların ise ’Rasûlullah’ın emanetine sahip çıkıyorlar’ düşüncesiyle sapık Şiî mezheplerine rağbet edip sempati duymasına sebep olmaktadır.
Bu yanlış algıları değiştirmek adına bugün bizlere büyük görevler düşmektedir. Bu hususta özellikle Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.)’nin çizgisi ve üstlendiği misyon çok önemlidir. Zira o, Sahâbe ve Ehl-i Beyt sevgisini en doruk noktada yaşayarak birleştirmiş, bu sayede şeriatı, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat çizgisini muhafaza etmiş, istikamet üzere sevgide bizlere numune-i imtisal olmuştur.
Cenâb-ı Hak, razı olduğu sevgilerle gönlümüzü tezyin etsin! Yalnızca rızası için sevip ve yalnızca rızası için buğzetmeyi bizlere nasip eylesin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.