Tesettür eksenli söylemler başörtüsü noktasından meydana çıktı belki ama gelinen bu son kertede bir bütün olarak ele alınması ve müslümanların gündeminde yer tutması, var olan arızaya şümullü ve tüm zamanlarda geçerli vahyin çizdiği doğrultuda çözümler üretilmesi vazgeçilmez oldu.
Burada ben, bu yazıda asıl değinmek istediğim husus değil belki ama es geçmek istemediğim ve yazının bütünüyle alakalı olduğunu düşündüğüm bir konuyu zikredip asıl söylemek istediğim mevzuya geçeceğim. Müslüman kadın ve erkekler arasında tesettür noktalı arızaların başlangıç yeri hangi farzın ’daha mühim’ olduğu gerçeğidir. Mesela ’başörtüsü bireyle sınırlı bir farz, ilim öğrenmek, hizmet etmek umumi faydası açık olan farzlardır. O halde toplum yararına haiz bir hususta birey yarar ve menfaati ıskalanılabilir.’ Bu düşünce maalesef bugün dahi ’hizmet’ endeksli bütün faaliyetlerin meşru zemin noktası gibi görülmekte ve gelecek nesillere de böyle gösterilmektedir. Ama burada asıl ıskalanan gerçek nedendir bilemiyorum gözlerden ırak tutulmakta. O da şudur; Hangi farzın ’daha mühim’ olduğu kanaati neye ve kime göre verilecek? Mesela siz böyle dediğinizde karşınıza çıkan bir başka kişinin, öyle mi, o halde tesettür farz-ı ayın, diğerleri ise farz-ı kifayedir demesi, durumu tam tersine döndürmüş olmaz mı? Bir farz-ı ayın çiğnenerek bir farz-ı kifaye yerine getirilebilir mi? Ya da daha ilmi/teknik dil kullanmak gerekirse bir konuda farz-ı ayın ile farz-ı kifaye tearuz (çatışma, karşı karşıya kalma) ederse hangisi tercih edilir? Bu ve bunun gibi onlarca söylem bizim tesettür ortaklı algılarımızı şekillendiren durumlardır, varsayımlardır.
Konunun tahlîli
Tesettür merkezli konuşmalar artık asli mecrasının dışına çıkan ve özellikle de birileri tarafından gerek bilerek ve bilinçli, gerekse de bil(e)meyerek ve bilinçsiz bir şekilde farklı yerlere çekilen konuşmalar oldu.
İslam dinine zarar vermek isteyen dâhili ve harici düşmanlar, din kalesinin burçlarında birçok gedik açmayı, kadın merkezli sorunlara el atıp olayı asli mecrasından çıkartarak en ciddi tahribatı yapmayı başarmış durumdalar. Buna yaklaşık bir asırdır devamlı suretle tartışılagelen kadın eksenli arızaların müslümanların gündeminden düşmemesi en belirgin örnek olarak verilebilir.
Buraya kadar anlatılanlar ve bu anlatılanların hayatımızda var olması, evet büyük problemler teşkil etmektedir mutlaka; ama bana kalırsa bundan daha büyük ve daha vahim arıza dışarının ’yumuşak karın’ olarak görüp devamlı suretle darbe indirdiği ’kadın’ merkezli sun’i arıza ve problemlerin maalesef ’bizde’ de karşılık bulmasıdır. Mesela en meşhur feminist söylemlerin içimizde yankı bulması, kadın erkek ilişkilerinde yaşanmaya başlanan rol karmaşaları, dini ve onun etkisiyle şekil almış kadim kültürümüzün, geleneğimizin kadına tevdi ettiği role bizzat mütedeyyine kadınların dudak büküyor oluşu, İslam’ın erkeğe sosyal hayat, kadına ev merkezli bir yaşam tarzı telkin ediyor olduğu gerçeğinin artık muhafazakâr kesimce bile demode sayılması, bütün bunların ’bizim’ aile ve toplum algımıza ilişmeye başlaması, yaşanan sosyal buhran ve bunalımlar, nesillerin heder oluşu, hep bu arıza çığlıklarının sinelerimizde bulduğu yankının izharıdır.
Ucuz ve zoraki kadın-erkek eşitliği tezlerine iltifat ediliyor olması, kadının kendi ayakları üzerinde durması gerektiğine dair analizlerin serdedilmesi, bu meyanda sorun çıkaracak âyet ve hadisler ile ilgili ’tarihsellik’ ve ’uydurma’ yaftalarının devreye sokulması, medyanın genelinde bu yeni ve modern algıya arka çıkan kişilerin desteklenmesi, ilahiyat camiasında bu senaryoya yardakçılık yapmaya razı zevatın önlerinin sonuna kadar açılması, yaşanan yüzyılın hâkim paradigmasına ters düşen hadislerinin ayıklanması gibi hezimet ve garabet bir işin, din işlerini resmi anlamda yürütmeye memur bir kuruma ihale edilmiş olması mevcut problem ve arızaların sanıldığı kadar ’kof’ olmayıp, planlı ve belli bir proje dâhilinde olduğu izlenimlerini veriyor.
Asıl problem;
Tesettür merkezli konuşmalarda gözden kaçırılmaması gereken bir diğer husus da, tahribat yapmaya memur kişi ve kuruluşların işe kadını sosyal hayatın içine sokmak gayesiyle onu evinden dışarı çıkartması mevzuudur.
Bu noktada kadının da erkek kadar sosyal hayata karışması gerektiği, kendine yetecek ve ayakları üzerinde duracak bir ekonomik özgürlüğü elde etmek zorunda olduğu, ikinci sınıf insan olmadığı türünden modern ve seküler telkinler duyduk. Bütün bunların üstünde İslam’a hizmet etme mevzuunda kadınlara da en az erkekler kadar ciddi vazifeler düştüğüne dair varsayımların etrafımızı çevreliyor olması ise işin noktası mesabesindeki ciddi argümanlardandır. İddialı bir cümle olduğunun farkındayım ama ispat hususunda nazarlarınızı ihtilat/haremlik selamlık konusunda vaki olan gevşekliğe, ’dine hizmet’ parolasıyla kadını tesettür olgusundan uzak bir ölçüde evinden dışarı çıkmaya teşvik eden hamasetvari tahribata celbetmeye davet ediyorum.
Bu noktada yukarıda da değindiğim gibi her ne maksat ve niyet ile olursa olsun kadını evinden sosyal hayat (?) olarak nitelendirdiği sokağa çıkmaya teşvik eden zihniyet, mütedeyyine kadınların tesettür algısında epey sapma meydana getirmiş vaziyettedir. Kadını sokağa iten bu zihniyet kendi içinde tutarlı ve muhataplarını ikna edebilecek bir mantık kurgusuna sahiptir kuşkusuz. Mesela bu çerçevede dillendirilen onlarca janjanlı cümleler bugünün hizmetperver kadınları için bile sığınılacak liman mesabesindedir.
Hayatın gerçekleri içerisinde müslümanların kızlarına kim sahip çıkacak? ’Biz’ gibi düşünmeyenlerin memur kılındığı işlere ’bizden birileri’ el atsa daha iyi olmaz mı? Neden dine mesafeli bayanları doktor, öğretmen, avukat, hâkim vb. oluyor da ’bizim’ hanımların hissesine hep ev hanımlığı düşüyor? Eller aya çıkarlarken müslümanlar yaya mı kalsın? Hem İslam ilim öğrenmeyi kadın erkek herkese farz kılmadı mı?
Birilerinin bu fedakârlığı yapması gerekli değil mi? ’İman kurtarma’ adına dünya ve gerekirse ahiret saadetinden feragat etmek ahir zaman mücahideleri için cihad mesabesinde değil mi? Hem Hz Ebubekir (r.a.) ’vücudumu o kadar büyüt ki cehennemi sadece ben doldurayım’ diye niyazda bulunmamış mıydı? Bunlar gibi onlarcası...
Bütün bunlar öyle ya da böyle uygulanmakta idi ama işte tam bu noktada gözden kaçırılan mevzu, bu fedakârlık denilen tavrın gitgide temel prensiplerin ve hassasiyet noktalarının feda edilip, kırmızıçizgilerin ihlal edildiği savruluşlara eviriliyor, ’biz’leştirmeye çalıştığımız zamanın bizi ’kendi’leştirdiği hakikati ortaya çıkıyordu. Hak verirsiniz ki iş bununla da kalmıyor ve bundan sonrası çorap söküğü gibi kendiliğinden geliveriyordu. Mesela yaşadığı gibi inanmaya başlayan insanlar peyda oldu önceleri. Sonrasında ise sadece baş açmayla başlayan süreç, makyajsız sokağa çıkmamaya, erkeklerle aynı ortamda bulunmanın eskisi kadar sorun sayılmadığı bir cibilliyetin sahiplenmesine sebep oldu. Daha sonrası ise, Hak-batıl ayrımının buharlaştığı, aile mefhumunun kan kaybettiği, ’anne-baba işe, çocuklar kreşe’ çarpıklığının bütün andemiyle hayatımızda cirit attığı bir ortama, oradan sonrası ise; sabah erkenden evden çıkıp kalabalık toplu taşıma araçlarına binen, gün boyu ağır iş hayatının yıpratıcı stresi ile boğuşup çoğu zaman erkeklerle iç içe geçirdiği mesai saatlerinin ardından işinin yorgunluğunu da beraberinde getirerek evine dönen bir kadın profili modern zamanların bir hediyesi olarak hayatımızın tam orta yerine oturuverdi.
Kadının genel manada tesettürü olan ev hayatından bir anda ve hazırlıksız olarak sokağa çıkmaya ikna edilmesi özelde sokağımızın genelde ise sosyal hayatımızın müslümanlığına esaslı bir darbe vurdu. Bunun tabi bir sonucu olarak ise sosyal hayatımız eskisi kadar İslami izler taşımaz oldu. Hassasiyetler buharlaştı, tesettürsüzlük bizden öncekilerin dert edindikleri gibi dert edinilmez oldu. Hatta olay öyle bir yere geldi ki mütedeyyine kadınlara dahi İslam’ın emrettiği gerçek tesettür anlatılamaz, anlatıldığında da dinlenilmez oldu.
Netice;
Hülasa olarak adına ister çağdaşlaşma deyin ister modernlik deyin isterseniz daha farklı şeyler söyleyin, İslami olmadığı kesin olan bu zaman dilimi Müslümanların zihin dünyasında tamiri en azından bugün için çok da kolay olmayan yaralar açtı, tahribatlar yaptı. Öyle bir tahribat ki; kadını ve erkeğiyle genel manada tesettür algımızda ciddi yozlaşmalar meydana geldi. Kadını gözden uzak tutmayı merkeze alan tesettür, itina(?) ile seçilen renk ve modellerle kadını ilgi odağı haline getirdi. Bu çözülüş kadın adına evden sokağa çıkmakla başladı, makyaja, abartılı topuklara, rengârenk giyinmeye, parfüm, güneş gözlüğü gibi her nevi alet ve edevat ile dikkat çekmeye kadar gitti. Tesettür içi boşaltılmış ve ’gözden ırak olmak’ yerine, göze daha çok görünmenin adı oldu. İhtilat diye bir derdimiz kalmadı artık. Kadın erkek mahremiyetini dert edindiğimiz günler çok gerilerde kaldı. Modern algı kıskacında tutsak edilen diğer kadınlar gibi ’bizim kadınlarımız’ da sosyal hayatın tam merkezindeler şu zamanlarda; ve annelik iş’ten sayılmıyor buralarda...
Uzaklardan bir mahremin geldiğini görünce yolunu değiştiren, en azından başını çevirip yüzünü göstermeyen hanımlar bizi çoktan terk ettiler. Şimdilerde hizmetperver kadınlarımız ve mücahid erkeklerimiz namahremleri de olsa muhataplarının gözünün içine baka baka konuşuyor ve dini(?) anlatıyor! Günahın etrafımızı çepeçevre sarıp bizi esir aldığından mıdır nedir, ne kadınımızın ve ne de erkeğimizin yüzü karşı cinsin yüzüne bakınca hayânın tesiriyle kızarmıyor! Karşı cinsten birini görünce gözlerini kaçıranların sayısı epey azaldı eskiye oranla. ’Edep’ kitap sayfalarından, gönül sahilimize uğra(ya)madı. Döne döne okuduğumuz tefsir ve hadislerle fiiliyatımız arasında ölçüye tartıya gelmeyecek uçurumlar var şimdilerde. Modernlik çarkının dişlileri, öğüttü İslami duyarlılığımızı; çağdaşlık yarasası emdi dini hassasiyetimizi. Bütün bunların nihayetinde evet yenildik galiba bizi yenmeğe and içmiş İslam harici bütün herşeye.
Bilemiyorum yaptığımız yanlışın ne zaman farkına varır ve tesettüre mahkûm ettiğimiz ’İslami hassasiyetimiz’in üzerinden örtüyü ne zaman kaldırabiliriz.
Bütün bunlar sinelerimizde bir yara olarak durmakta hem de; ’Kadın avrettir. Evinden çıktığı zaman şeytan ona yoldaş olur (yani nazarları ona yönlendirir, insanların nazarında süslü gösterir).’ (Tirmizî, Rada’, 18) ’Kadının Rabbine en yakın olduğu zaman evinde olduğu zamandır’ (İbn-i Huzeyme, Sahîh, Salât, c.3, s.93, h.no:1685) ’Sizden her kim evinde oturursa o Allah yolunda cihad edenlerin ameline ulaşır. Odalarınızda kıldığınız namaz salonlarınızdakinden, salonlarınızda kıldığınız binalarınızdakinden, binalarınızda kıldığınız da cemaatle kıldığınız namazlardan daha faziletlidir.’ (İbn’ül Esir, Üsdü’l Ğabe, VII/311) ihtar-ı Nebevileri kulaklarınıza ilişirken.
NOT : Bu yazının hazırlanmasında Burak ERTÜRK’ün ’Ahir Zamanda Tesettürü Konuşmak’ adlı makalesinden istifade edilmiştir. Makalenin orijinali için bkz; Rıhle Dergisi 11. Sayı sayfa 30-42
Tesettür Eksenli Değişen Zihnî Algılarımız
Özlenen Rehber Dergisi 98. Sayı
Burada kadının salt olarak evinde otursun algısının öne çıkmış olması yaşanılan yüzyılın kadın eksenli problemleri üretmiş olmasındandır. Ayrıca modern düşünce Kadim anlayışa alternatif olarak zihinlerin oluşturduğu bir kurgudur. Dolayısıyla alternatife alternatif üretilmez. Çıkış ilk üretilen alternatifin asliyetini ortaya çıkartabilmektir. Bu da İslamın Kuran sünnet eksenli algılanmasıyla mümkündür.
İslami açıdan kadının toplum içindeki rolü, hizmet alanı tam olarak nedir, Kadınların bugünkü konumunun problemli olduğu onca yazılan çizilenden rahatça anlaşılabilir. Bir problem var ama neden kimse çözüm üretemiyor. Evinden çıkmasın ortada problem de kalmaz demek bir çözüm olabilir mi, Modernist zihniyeti eleştiriyoruz ama bizim bu konudaki alternatif cevabımız nedir,