Özlenen Rehber Dergisi

98.Sayı

İtaat Toplumu Olma Yolunda...

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 98. Sayı
وَمَآ اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُوٓا اَنْفُسَهُمْ جَآؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا
’Biz, her peygamberi sırf, Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelselerdi de Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Peygamber de onlar için (Allah’tan) bağışlanma dileseydi, elbette Allah’ı tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulurlardı.’ (Nisâ, 4/64)

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize karşı bir mü’mini sorumlu kılan hususlar şu üç ana başlık altında incelenmelidir. Bunlar; Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimize iman, itaat ve sevgidir.

1) HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZE İMAN
İman, tasdik ve kabul etmek demektir. Bir insan tasdik ve ikrar etmezse iman dairesine giremez.
Müminlerin iman etmeleri gereken hususlar, bizzat Hz. Allah (c.c.) tarafından hükümleştirilmiştir. Allah’a imandan sonra, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ve bütün Peygamberlere iman etmek, bu hususların başında yer alır.
Cenâb-ı Hak, mü’minleri Peygamber Efendimizi her yönüyle tasdik etmekle mükellef kılmıştır. Bu sebeple kişinin Efendimiz (s.a.v.)’e iman etmemesi, Hz. Allah’a isyan demektir. İmanın yokluğu kişiyi ebediyen Hz. Allah’a düşman kılar, ebedi azaba müstahak eder. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: ’İman etmedikçe cennete giremezsiniz…’ buyurmuş ve cennete girmenin yegâne yolunun iman etmek olduğunu ifade etmiştir. (Müslim, Îmân, 22) Görülüyor ki, Hidayet sahibi olabilmek, büyük bir ilâhî lütuf ve ebedî âlemde sürur sebebidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile mü’minlerin arasındaki en önemli bağ iman bağıdır. İman ile ölenler, amelleri zayıf da olsa –günahkar ise ya Allah’ın affetmesiyle doğrudan ya da günahlarının cezasını çektikten sonra- mutlaka cennete girecektir. Zira cennet kapılarının anahtarı ’Lâ ilâhe İllallâh, Muhammedü’r-Rasûlullah’ kelime-i tayyibesidir.
Bir hadislerinde Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: ’Muhakkak ki Allah, Kıyamet günü ümmetimden bir adamı mahlûkatın huzurunda seçer ve ona (günahlarının yazılı olduğu) doksan dokuz sicil (yani büyük kitap açıp) yayar. Her kitap, gözün alabildiği kadar (büyüktür). Sonra (Allah): ’Bundan bir şey inkâr ediyor musun? (Sevap ve günahları) kaydeden yazıcı (me¬lek)lerim sana haksızlık ettiler mi?’ buyurur. (Kul): ’Hayır ey Rabbim!’ der. (Allah): ’(Beyan edeceğin) bir özrün var mı?’ der. (Kul): ’Hayır ey Rabbim!’ der. (Allah): ’Bilakis vardır! Muhakkak ki senin bizim katımızda bir iyiliğin var. Şüphesiz bu gün sana hiç bir haksızlık yoktur.’ buyurur. Bunun üzerine bir kâğıt çıkar ki onda ’Eşhedü ellâ ilâ¬he illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûluhû’ (yazılıdır). Bunun üzerine (Allah): ’(Amellerinin) ağırlığına hazır ol!’ buyurur. (Kul): ’Ey Rabbim! Bu kitapların beraberindeki şu kâğıt da nedir? (Ağırlığı ne olabilir ki!)’ der. (Allah): ’Muhakkak ki sen haksızlığa uğramayacaksın.’ buyurur.’ (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: ’Bunun üzerine kitaplar bir kefeye, kâğıt da bir kefeye konur. Kitaplar hafif kalır, kâğıt ise ağır gelir. Zaten Allah’ın isminin yanında hiçbir şey ağır olamaz.’ (Tirmizî, Îman, 17)
Farkında değiliz belki ama hidayet üzere olmakla ne büyük bir lutüf ve nimete mazhar edilmişiz. Rabbimize bu nimetinden dolayı sonsuz hamd olsun.

İmanın İnsana Kazandırdığı Nimet,
İmanın insan üzerinde meydana getirdiği tesirler vardır. İmanın tadını duyan bir insana zorluklar, sıkıntılar, yokluklar imandan ayırma yönünden tesir edemez. İman-ı hakîkiye kavuşmuş bir kula malı ve canı, onu kaybetme adına perde olamaz. Efendisinin kırbacı altında inleyen bir köle olduğu halde, Hz. Bilal (r.a.) efendimizin imanı karşısında küfür ehlinin çaresiz kalması, hicret yolunca bütün malını müşriklere vererek Rasûlullah’a (s.a.v.) kavuşmayı tercih edip Hakk ile ticareti övgüye mazhar olan Hz. Süheyb-i Rumî (r.a.) bunlara en güzel birer misaldir.

İmanla meydana gelen değişiklikler ve Musab b. Umeyr

İman, Sahâbelerde öyle bir değişim meydana getirmişti ki, onlar için iman ve iman ehli, her türlü kardeşlik ve akrabalığın fevkindeydi. Bunun en bariz örneğini Mus’ab b. Umeyr (r.a.)’da müşahede ediyoruz.
Rasûlullah (s.a.v.), Bedir’den esirlerle birlikte geldiği zaman onları Ashâbı arasında taksim etti. Ve: ’Onlara iyi davranın.’ buyurdu.’ Mus’ab b. Umeyr’in anne baba bir kardeşi Ebu Aziz b. Umeyr b. Hâşim de esirler içerisindeydi.’ Ebû Azîz şöyle der: ’Kardeşim Mus’ab b. Umeyr bana uğradı, Ensar’dan bir adam beni esir tutuyordu. Mus’ab, Ensar’dan olan o adama: ’Onu iki elinle sıkı bağla. Zira onun annesi varlık sahibidir. Umulur ki o, fidye karşılığı onu senden kurtarır.’ dedi… Ben ona: ’Ey kardeşim! Benim hakkımdaki tavsiyen bu mu?’ dedim. Bunun üzerine Mus’ab: ’Benim kardeşim odur, sen değilsin!’ dedi.’… Ve daha sonra annesi, dört bin dirhem göndererek onu esirlikten kurtardı. (B.k.z., İbn-i Kesîr, es-Sîratu’n-Nebeviyye, c.2, s.475)

2- HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZE İTAAT
Her mü’min ’Peygamber Efendimize (s.a.v.) itaat eden bir mü’min olmalıyım’ düşüncesini kalbinin merkezine yerleştirmeli, kendisini Peygamber Efendimize itaat eden bir mü’min kılacak olan anlayışın sahibi olmaya gayret etmelidir. Bir mü’min o hale gelmeli ki; ancak Efendimiz (s.a.v.)’e itaat etmeye muvaffak olunca kalbinde sürur ve itminan hâsıl olmalıdır. Şayet nefsine yenilir, bâtıl olan arzularına mağlup olur da O’na itaate muvaffak olamazsa, üzülmeli, pişman olmalı ve gözyaşı dökebilmelidir.
Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkına uymayan bir ahlâkımız, bir davranışımız ve bir sözümüz bize haber verildiği zaman, o alışkanlığımızı Sahâbe-i Kirâm Efendilerimiz gibi Efendimizin ahlâkına tebdil edebilmemiz gerekir. Dinî veya dünyevî hangi alanda olursa olsun Efendimizden sadır olan telkinleri, kendi düşünce ve işlerimizden üstün tutmamız, kul ve ümmet olmamızın zorunlu bir neticesidir.
İmandan sonra bir mü’minin vazifesi; Peygamber Efendimize bağlı kalma, onun izini takip etme, emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınma, O’na karşı gelmeme ve O’nun getirdiği ve örnekleriyle ortaya koyduğu hayat dışındaki bütün hayat nizamlarını terk etme, O’nun rehberliğindeki yaşam şeklini yegâne istikamet olarak kabul etmektir. Bu hususlar imanın sıhhat ve samimiyetini belirleyecek hususlardır.
İmandaki samimiyete, en güzel örnekler, kuşkusuz, iman-itaat ikilisinin üstün vasıflarını, kuvvet ve halâvetini kâmilen üzerlerinde barındıran Peygamber Efendimiz’in ’arkadaşlarım’ diye isimlendirdiği, Peygamber gülistanında yetişen Ashâb-ı Kirâm’dır. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Ümmetimin en hayırlısı, benim asrımdır. Sonra onların peşinden gelen (tabiîn)ler, sonra onların peşinden gelen (tebeu’t-tâbiîn)lerdir.’ (Buhârî, Fedâilu’s-Sahâbe, 1) buyurarak onları örnek almamızı emretmiştir.
Onlar, Peygamber Efendimiz’in gönlündeki güzelliklerin mâkes bulduğu tertemiz gönüllerin sahipleridir. Gerçekten onlar, bir Peygamber’e yani Peygamber Efendimiz’e arkadaş olabilecek ahlâkın, sadakatin ve fedakârlığın sahipleriydiler. Buna en güzel örnek Hz. Ebu Bekir (r.a.) efendimizdir. O, Peygamberlerden sonra ümmet-i Muhammed’in en üstünü, Peygamberimize ilk iman edenlerden, O’nun ilk halifesi ve kayınbabasıydı. Rasûlullah (s.a.v.)’in gökteki iki veziri Cebrâil ve Mikâil’e mukabil; yeryüzündeki iki vezirin birincisiydi. (Hâkim, Müstedrek, Tefsîr, 175, c.2, s.290, h.no:3046) Daha dünyadayken cennetle müjdelenmişti. İmanı o denli kuvvetli ki, sıddîkiyet makamını hak etmiş, Efendimiz (s.a.v.) onun iman hususundaki ulvî derecesini: ’Ebû Bekri’s-Sıddîk’ın imanı yer(yüzü) ehlinin imanı ile tartılsa (Ebû Bekr’in imanı) onlardan ağır gelir.’ (İshâk b. Râhûye, Müsned, c.3, s.672, h.no:723-1266; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, h.no:36, c.1, s.69) buyurarak ifade ve tasdik etmişti.
Peki, Hz. Ebû Bekir (r.a.)’ı imanda bu noktaya getiren husus neydi? Hiç şüphesiz, evvela Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in getirdiklerinin tümüne şeksiz, tam bir teslimiyetle iman edip itaat etmesiydi. Tüm Sahâbelerin ortak vasfı olan; malda, canda fedakârlıkta, hicrette, hizmette o en önde olmuştur.
Şu halde o eşsiz Sahâbe gibi bizim de tasdik ettiğimiz Peygamber (s.a.v.)’in sözünü dinleyip itaat etmemiz gerekir. Zira Peygamber Efendimiz şu an aramızda olsa bizler, Sahâbe efendilerimiz Peygamber (s.a.v.) Efendimizin yanındayken neyle mükellef idilerse onlarla mükellef olacaktık. Şu zamanda bize düşen; Akabe’de, Hudeybiye’de Şecere-i Rıdvan’ın altında, Mekke’nin Fethi günü Safa Tepesi’nde Peygamber Efendimize biat eden ve o biatlerde belirtilen hususlarda Efendimize itaat eden Sahâbe gibi, elimizi Peygamber Efendimize uzatıp biatimizi ikrar etmektir.
Gayretleri, fedakârlıkları, teslimiyetleriyle bu dinin bozulmadan bize ulaşmasına vesile olan Sahabe Efendilerimiz, Peygamberimiz (s.a.v.)’e özetle şu hususlarda biat etmişlerdi:
1) İslâm; yani kelime-i tevhid, yalnızca Allah’a kulluk yapmak, bütün varlığını Allah’a yöneltmek ve şirkin her türlüsünden uzak durmak üzerine
2) Namazı vaktinde kılmak, zekâtı vermek, oruç tutmak, haccetmek üzerine
3) Hicret, cihat, Allah yolunda hiç bir kınayıcıya kulak asmamak üzerine
4) Çalmamak, zina etmemek, hak dışında Allah’ın haram kıldığı kimseleri öldürmemek, yağmalamamak, çocukları öldürmemek, iftira atmamak, ölülerin arkasından ağıt yakmamak, câhiliye döneminde olduğu gibi açık-saçık gezmemek üzerine
5) Rasûlullah (s.a.v.)’e yardım etmek, nefislerini ve ailelerini korudukları şeylerden Rasûlullah (s.a.v.)’i de korumak üzerine
6) Sevinçli, üzüntülü, sıkıntılı ve bolluk zamanlarında Rasûlullah (s.a.v.)’ı dinleyip itaat etmek üzerine.
Bugün Müslümanlarda, Peygamber Efendimizi bir peygamber olarak kabul edip tasdik etme açısından bir noksanlık yok; ancak itaat noktasında noksanlıklar var. Yukarıda sıraladığımız hususlar üzere Peygamberimize biatten yüz çevirmek, cennetten yüz çevirmek demektir. Zira Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
’İmtina edenler hariç ümmetimin hepsi cennete girecektir.’ (Sahâbeler): ’Yâ Rasûlallah! Kimler imtina edecekler?’ dediler. {Rasûlullah (s.a.v.)}: ’Her kim bana itaat ederse cennete girer. Her kim de bana asi olursa imtina etmiş olur.’ buyurdu. (Buhârî, İ’tisâm, 2)
Ebu’l-Müsennâ’l-Abdî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: es-Sedûsî’yi -(Beşîr) b. el-Hasâsiyye (r.a.)’ı kastediyor- şöyle derken işittim: Nebi (s.a.v.)’e (İslam üzere) biat etmek için geldim. -(Beşîr devamla) şöyle dedi- (Rasûlullah) bana, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şahadet etmeyi, namaz kılmamı, zekât vermemi, İslâm haccı (üzere) haccetmemi, Ramazan ayı orucunu tutmamı ve Allah yolunda cihat etmemi şart koştu. Bunun üzerine ben: ’Yâ Rasûlallah! İki şey var ki, Allah’a yemin olsun ben o ikisine güç yetiremem. (Onlar) cihat ve zekâttır. Zira (insanlar cihattan) kaçan kimsenin Allah’ın gazabına uğrayacağını söylüyorlar. Ben ise ona (yani cihada) katılırsam nefsimin korkuya kapılıp ölümü istemeyeceğinden korkuyorum. Zekâta gelince, bana ait yalnızca küçük bir koyun sürüsü ve on deve var. Onlar da ailemin maişet kaynağı ve binekleridir.’ dedim. (Ravi) şöyle dedi: ’Bunu üzerine Rasûlullah (s.a.v.) (Beşîr’in) elini tuttu, sonra elini salladı, sonra da: ’Cihat yok, zekât yok, öyleyse cennete neyle gireceksin?’ buyurdu.’ (Beşîr devamla) şöyle dedi: ’Yâ Rasûlallah! Sana biat ediyorum.’ dedim ve -(Beşîr devamla) şöyle dedi- (koştuğu) bütün (şartlar) üzerine biat ettim. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.36, s.284, h.no:21952)
Bizler, Efendimiz (s.a.v.)’e imanımızla, o gün Efendimiz’in elinden tutan Sahâbe’nin halefleri olarak verdiğimiz biatimize ne kadar sadık kalabildik?
Namaz kılacağımıza söz verdik. Acaba beş vakit namazı eksiksiz ne kadar yerine getirebiliyoruz? Yalan söylemeyeceğimize, iftira etmeyeceğimize söz verdik. Acaba gün içerisinde ne kadar yalan konuşuyoruz, kimlerin gıybetini, dedikodusunu yapıyoruz, bir düşünelim!
Umeyme binti Rukeyka annemiz gibi; Cahiliye döneminin açık saçıklığıyla dolaşmayacağımıza, haram helale dikkat edeceğimize, haram yerlerimizi iffet abidesi Hz. Hatice, Hz. Fatıma annelerimiz gibi örteceğimize, gözlerimizi haramdan sakınacağımıza söz vermiştik. Acaba evlerimizde, işyerlerimizde, cadde ve sokaklarımızda buna ne kadar uyuyoruz.
İnsanları aldatmamak, faiz yememek üzere biat etmiştik. Bugün ise birçoğumuzun kazancı faize dayalı, birçoğumuzunkine de karışmış durumda.
Bugün mü’minlerin hayatına yön ve şekil veren; maalesef Allah ve Rasûlü değil, nefsin hevaları, dünyaya düşkünlük, gösteriş, daha fazla refah ve bunun için mal ve mülk biriktirmektir.
Bugün itaat, İslâm denince hemen akla ibadetler geliyor. Hayır kardeşlerim, din sadece ibadetleri yerine getirmekle tam bir şekilde yaşanmış olmaz. Hem namaz kılıp, hem faiz yemek, hem oruç tutup hem mahremiyete dikkat etmemek mü’min ahlâkı değildir. Ticaretimiz, giyim kuşamımız, insanlarla olan muamelelerimiz Peygamber Efendimize benzemedikçe tam manasıyla ona itaat ettiğimizi söyleyemeyiz.
Müslüman toplumunda olması gereken güven, sadakat, sabır, şükür, kardeşlik gibi güzel ahlâklar maalesef bir bir çekilmekte ve yerini daha önce hayal bile edemediğimiz, ancak kâfir toplumlarda müşahede edilen çirkinliklere, cinayetlere, suçlara bırakmaktadır.
Tüm bunlara rağmen, mü’minlerde, Peygambere itaat ettikleri anlayışı hâkimdir. Bu hususta Müslümanların cehalet, tembellik gibi ferdî hatalarının yanı sıra din adına konuşanların da büyük bir etkisi var. Bugün âlim, vaiz geçinen birçokları insanlara dini; yaşadıkları hayatın yanlışlarına hiç temas etmeden, şu zamanın haramlarla dolu dünyasına uyarlamak suretiyle anlatmaktadır. Onların, dini tebliğde izledikleri bu hatalı üslup, dinin emir ve yasaklarının bir süre sonra insanlar tarafından aşılmasına, yaşantıdan çıkarılarak unutulmasına, kısacası mü’minlerin Allah’a ve Rasûlü’ne itaatten uzaklaşmalarına sebep olmaktadır. Bu sebeple bugün, dinin tartışılmayacak bir emir veya yasağı Müslümanlar tarafından yadırganmakta, günümüz şartlarında yaşanması çok zor veya imkânsız görülmektedir. İnsanlara, güzel gözüksün diye tavizlerle dolu bir din takdim etmek, onu tahrif ve yok etmek demektir.
Peygamberimiz (s.a.v.), Cenâb-ı Hakk’ın tanımış olduğu ruhsatlarla amel etmiş ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. Ancak bu; hiçbir zaman bir haram, ya da mekruhu meşrulaştırma; farz, vacip ya da sünneti de saf dışı bırakma şeklinde tezahür etmemiştir.
Bugün, Peygamberimizle olan iman, itaat ve sevgi bağlarımızı yeniden bağlamak, kuvvetlendirmek ve Sahâbe gibi ahde vefa göstermek günüdür. Peygambere iman sadece sevgi yoğunluyla kalmamalı, itaat ve teslimiyetle perçinleşmelidir. Bunun için şu üç hususa dikkat etmelidir:
1- Haramları terk etmeye gayret göstermek
2- İbadet hayatını olması gerektiği şekilde tanzim etmek
3- Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetlerine sımsıkı tutunmak.


3- HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZE SEVGİ
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize karşı bir mü’minin sorumlu olduğu üçüncü husus sevgidir. Mü’min, Peygamberimiz (s.a.v.)’i Allah (c.c.) ve O’nun dışındaki her şeyden daha çok sevmeli, ailesinden, sevdiklerinden ve hatta kendi canından daha aziz bilmeli ve öncelik vermelidir. Zira Cenâb-ı Hak, ’Peygamber, müminlere kendi canlarından daha önce gelir…’ (el-Ahzâb, 33/6) buyurarak bunu biz mü’minlere emretmiştir.
Sevgi, imanın bir gereği olmakla birlikte, vasıfları, kuvveti ve tezahürü açısından her bir mü’minde farklı derecelerde bulunur. Sevgisi ziyade olanın itaati de kuvvetli olur. Sevginin vasfını Efendimiz (s.a.v.) şu hadisleriyle beyan etmişlerdir: ’Sizden biriniz ben kendisine (anne ve) babasından, çocuk(lar)ından ve tüm insanlardan daha sevgili olmadıkça (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’ (Buhârî, Îmân, 8)
Peygamberimizi sevmenin en kısa ve selametli yolu; O’nun tebliğ ettiği dini ve sünnetlerini yaşamak, insanlara anlatmak suretiyle ihya etmektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Her kim benim sünnetimi ihya ederse muhakkak beni sevmiştir. Her kim de beni severse cennette benimle beraberdir.’ (Taberânî, Evsat, c.6, s.471, h.no:9439) buyurarak bu hususu bize ifade etmiştir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • MUHARREM ÇETİNER

    mürekkebinden şerbet akıyor efendim... bu tadı anlatabileceğim bir cümle kurmaktan acizim.

2 kişi yorum yazdı.