Hz. Hamza (r.a.)’nın Şehadeti
Seyyidü’ş-Şüheda Hz. Hamza, Uhud Savaşı öncesinde yapılan istişarede, savaşın Medine’de mi yoksa Medine dışında mı yapılması gerektiği hususunda Efendimize (s.a.v.) şöyle hitap etti: “Sana Kitap’ı gönderene yemin ederim. Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim.” (es-Siyretü’l-Halebiyye, II/491.)
“Hz. Hamza Efendimiz Cuma günü oruçluydu, Cumartesi günü Uhud’da müşriklerle karşılaştığı zaman da oruçlu bulunuyordu.” (Vakıdî, Megazî, s.165)
“Uhud Savaşı başlamış, Allah Rasûlü’nün fedaileri Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Ebû Dücane ve mücahitler kılıçlarını kınlarından sıyırmışlar, şiddetle savaşmaya koyulmuşlardı. Hz. Hamza en önde zırhsız süvarilerin başında görev almıştı. İki elinde de kılıç olduğu hâlde: “Ben Allah’ın Aslanı’yım!...” diyerek düşmanı önüne katmış, müşrikleri öldürerek ilerliyordu. Safvan b. Ümeyye, etrafındakilere: “Hamza, nerededir? Bana gösterin.” diyor, savaş meydanını araştırıyordu. Bir ara gözleri, iki kılıç ile düşmanlarını kıyasıya kesip biçen bir adamı görünce sordu: “Bu dehşetli çarpışan kim?”
Çevresindekiler: “İşte aradığın o kimse Abdulmuttalip oğlu Hamza.” deyince Safvan b. Ümeyye kendisini şu sözleri söylemekten alamadı: “Ben bugüne kadar düşmanını öldürmek için onun gibi hırslı saldıran, onun gibi korkusuz, gözüpek bir kimse daha görmedim.”
Uhud’da iki ordu savaşırken bir ara Rasûlullâh (s.a.v.) ile Hz. Hamza arasında hiç kimse kalmadı. Hz. Hamza hiç arkasına bakmıyor, hep ileri doğru hücum tazeliyordu. “Ben hacılara su veren zatın oğluyum.” diye nara atıyordu. Harbin başından beri 30 müşriki öldürmüştü. Bu sırada Siba b. Ümmü Ammar: “Bana karşı koyabilecek bir yiğit var mı?” diyerek Hz. Hamza’ya meydan okudu. Hz. Hamza: “Demek sen Allah’a ve Rasûlü’ne meydan okuyorsun öyle mi?” diyerek onu da birkaç hamleden sonra cehenneme yolladı. (es-Siyretü”l-Halebiyye, II/502)
Hz. Hamza o gün iki elinde, iki kılıç olduğu hâlde Allah’ın kelimesinin galip gelmesi için kükremiş bir yiğit aslan edasıyla önüne gelen müşrikleri kılıçtan geçirerek tepeliyor, nereye hamle yapsa orasını çil yavrusu gibi dağıtıyordu. Adeta bir ölüm makinesiydi. Tarihler, Hz. Hamza Efendimiz gibi bir yiğitten söz etmemiştir, etmeyecektir. Bugün Batı, Avrupa tarihinde bu şekilde bir yiğit olsaydı. Bu yiğidin hayatını ve savaşlarını konu olan birçok film yapılırdı. Ne yazık ki bizim Hz. Hamza Efendimiz gibi madden ve mânen çok büyük bir yiğidimiz var hem de bu yiğit Cihan Peygamberi’nin en sevdiği amcası- bu yiğidimizin, Allah ve Rasûlü’nün Aslanı’nın kıymetini takdir edemiyor; onu lâyık-ı vecih ile sevemiyoruz ve anlatamıyoruz.
Vahşi, Hz. Hamza Efendimizi şehit ettiği anı şöyle anlatıyor: “Ben savaş alanına girdiğimde kendi kendime: Muhammed’i öldüremem, Hamza’yı uykuda bulsam uyandıramam; ama Ali’ye harbe atabilirim.” diyordum. Savaş başladığında Ali’yi gördüm, gayet iyi savaşıyordu.
Dört yanındaki pusulara karşı dikkatli ve tedbirliydi. Ona bir şey yapamayacağımı anladım. Bir ara Hz. Hamza’yı gördüm. Kızgın bir deve gibi düşmanın ortasına girmiş, yiğitçe savaşıyor, harp hilelerine başvurmuyor, Kureyş askerlerini birbirine katıyordu. Bu sırada ben bir taşın arkasına gizlenmiş, Hz. Hamza’nın zayıf bir anını gözetliyordum. Ben iyi harbe (mızrak) kullanırdım. Öyle ki attığım harbelerden boşa giden, hedefini bulmayan çıkmazdı. Bir ara Hz. Hamza bana iyice yaklaşmıştı, harbeyi attım. Harbe kasığının bir yanından girmiş, diğer yanından çıkmıştı. (Bir aslan gibi) can havliyle üzerime saldırdı, ben kaçtım. Birazdan canı kesilip düştü.
Arkadaşları koşup etrafını sardılar. “Yâ Ebâ Ammera!” diye seslendiler, cevap vermedi. Anladım ki ölmüş. Biraz bekledim. Yanında kimse kalmadı. Varıp harbemi kasığından çektim. Sonra bedenini yarıp ciğerlerini çıkarttım. Hind’in yanına vararak: “İşte babanın katili Hamza”nın ciğerleri.”
Hind, Peygamber Amcası’nın ciğerini elimden aldı. Bir parça ağzına aldı, çiğnedikten sonra tükürdü. Yanında bulunan bir elbise ile bütün takılarını bana verdi. Mekke dönüşü on altın daha vereceğini vaad etti. Daha sonra onun cesedinin bulunduğu yere kendisini götürmemi istedi. Ben de onu Hz. Hamza’nın cesedinin bulunduğu yere götürdüm. Müslümanlar savaş alanından çekilince Hind, Hz. Hamza’nın cesedinin yanına geldi. Hz. Hamza’nın burnunu ve kulaklarını kesti. Onlardan bilezik ve gerdanlık yaptı. Bunları takınmış olarak Mekke’ye girdi.” (es-Siyretü”l-Halebiyye, II/529)
Savaş bitip de ortalık sakinleşince Müslümanlar Uhud meydanına inip şehitlerini kontrol ettiler. Efendimiz (s.a.v.), Hz. Hamza Efendimizi sordular: “Amcam Hamza, görünmüyor. Nerededir?” Haris b. Samme, Hz. Hamza’dan bir haber getirmek için gitti; ancak geri dönmedi. Hz. Ali, Haris b. Samme’nin ardınca gitti. Haris’i Hamza Efendimizin parçalanmış, mübarek ve muallâ cesetlerinin başında buldu. (Siretü İbni İshak, III/314) Hz. Ali ağlayarak geri döndü. Efendimize (s.a.v.), bu durumu haber verdi.
Bilindiği üzere Efendimiz (s.a.v.), İslâm uğruna göç eden, malını ortaya koyan ve en sonunda canından da vazgeçen amcası Hz. Hamza’yı pek ziyade severdi. Onun parçalanmış, temiz bedenini Batn-ı Vadi denilen yerde buldular. Bedeni, göğüs bölgesinden yarılmış, burnu ve kulakları kesilmiş bir haldeydi. Rasûlullâh (s.a.v.): “Daha önce hiç bu kadar elem verici bir manzara ile karşılaşmamıştım. Bana senin gibi bir musibet bir daha erişmez, daha önce bana bu şekilde bir acı veren bir mekânda bulunmamıştım.” diyordu. Allah Rasûlü (s.a.v.) Hz. Hamza Efendimizin o mübarek, müberra vücudunu kıble tarafına koyduktan sonra başında durdu; kendinden geçecek hâlde şiddetli bir şekilde ağlıyor: “Ey Allah Rasûlü’nün Amcası, ey Allah’ın Aslanı, ey Rasûlü’nün Aslanı, ey hayır sahibi, ey Hamza, ey zorlukları aşan Hamza, ey Rasûlullâh’a yönelmiş engellere mani olan Hamza!..” diye onu medhediyordu. İbn-i Mesud, “Rasûlullâh (s.a.v.)’i Hz. Hamza’ya ağladığı gibi şiddetli ağlarken hiç görmemiştik.” derdi.” (es-Siyretü’l-Halebiyye, II/534)
Nihayet Cibril-i Emin Allah Rasûlü’nü teselli için geldi. “Yedi kat semavât ehli için, Hamza b. Abdulmuttalip, Allah’ın ve Rasûlü’nün Aslanı’dır, yazılmıştır.” diye muştuladı. (Türabitü’l-İdariyye, II/37)
Efendimiz (s.a.v.)’in halaları Safiye, kardeşi Hz. Hamza’nın başucuna geldi. Onun için Rabb’ine duada bulundu; ancak kendisini tutamayıp ağlamaya başladı. Bununla birlikte hem kendisi içli içli ağlıyor hem de Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ve Cennet Kadınlarının Efendisi Fatıma Annemizi ağlatıyordu.” (Ebû Abdullah el-Hakim, el-Nisaburî, el-Müstesreku ale’s-Sahiheyn, Beyrut 1977, III/214-218)
Uhud şehitleri kanlı elbiseleri ile mezarlarına konuldu. Efendimiz (s.a.v.), “Kıyamet günü onlar (şehitler) kabirlerinden kanlarını akıtarak (kanları akar vaziyette) kalkar.” (Nesaî, Sünen, IV/29)
Uhud’da önce Hz. Hamza Efendimizin cenaze namazı kılındı. Daha sonra diğer şehitler birer birer getirilip Hz. Hamza’nın önüne konuldu; her birine ayrı ayrı namaz kılındı. Hz. Hamza’nın cenazesi üzerine, yetmiş defa cenaze namazı kılınmış oldu.” (Tabakât, II/44)
Hz. Hamza Efendimizin mübarek cesetlerini kabire; Hz. Ebû Bekir, Ömer, Ali ve Zübeyr b. Avvam (r.a.) indirdiler. Bir müddet (İki Cihan Serveri) Efendimiz (s.a.v.), amcasının kabri başında oturarak tefekküre daldılar.
Uhud şehitlerinden dünyada aralarında kardeşlik akdi olanlar aynı kabre kondu. Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş ile aynı kabre kondu. İkisi teyze çocuklarıydı. Kur’ân’ı çok okuyanlar, önce kondular. (Buharî, Megazî, 26)
Efendimiz (s.a.v.) şehitlerin mezarları başında durmuş şu hakikati ifade ediyordu: “Ben şehitlerin, Allah Tealâ’nın yolunda canlarını feda ettiklerine kıyamet günü şahitlik edeceğim. Onları kanlarıyla (kanlı elbiseleriyle) gömünüz. Vallâhî, kıyamet günü mahşere, yaraları kanayarak gelecekler. Kanlarının rengi (bugünkü gibi) kan rengi, kokuları da misk kokusu olacaktır.” (Buharî, Cihat 10)
Hz. Peygamber Medine’ye döndü. Özellikle şehidi olan Müslümanların evlerinden ağıt sesleri yükseliyordu. Kadın ve çocuklar şehit olan yakınları için gözyaşı döküyordu.
Hz. Hamza’nın evinde hiçbir ses yoktu. Bu hâl Efendimizi (s.a.v.) hüzünlendirdi. “Hamza (r.a.) bu şehrin garibi olduğu için onun ardından ağlayan yok.” diye buyurdular. Rasûlullâh (s.a.v.)’den bu sözü işiten Sahâbe’nin büyüklerinden olan Sa’d b. Muaz doğruca Beni Eşhel kadınlarının yanına gitti. Onlara Hz. Peygamber’e gitmelerini ve Hz. Hamza Efendimiz için ağlamalarını emretti. Kadınlar doğruca Peygamber Efendimiz’in evine gelerek Hz. Hamza için ağlamaya başladılar. Hz. Hamza için ağlayan kadınların sesleri Rasûlullâh (s.a.v.)’in kulağına geldiğinde: “Bunlar kimdir?” diye sordular. Kendilerine: “Hz. Hamza için ağlayan kadınlar.” dendi.
Efendimiz de kadınların yanına çıkarak: “Evlerinize dönün. Bugünden sonra ağlamak yok.” dedi ve Hz. Hamza Efendimiz için ağlayan kadınların evlât ve torunlarına dua buyurdular. Uhud’dan sonra Medine kadınları bir şehide ve ölüye ağlayacakları zaman önce Hz. Hamza için ağlarlar sonra kendi ölülerine ağlarlardı.”(es-Siyretü’l-Halebiyye, II/546)
Yıllar sonra Uhud Şehitlerinin Mezarları Açılıyor
Rasûlullâh (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve adını burada sayamayacağımız birçok Sahabe Efendilerimiz nice hayırlı işlerden sonra bâkî âleme göçmüştür. Kimi Allah’ın kelimesinin yüceliğini dünyaya duyurma ve insanlara Hakk’ın mesajını ulaştırma uğrunda şehit olmuş, kimisi de Allah’a ve Rasûlü’ne itaat dolu, güzel bir hayattan sonra ruhunu Rabbi’ne teslim etmiştir.
Devir, Hz. Muaviye devri olup Uhud Savaşı üzerinden 40 yıl geçmiştir. Medine’de baş gösteren su sıkıntısı, Uhud suyunun şehre getirilmesiyle çözüme kavuşturulacaktır. Yapılan su ölçümleri, suyun; ancak Uhud Şehitliği üzerinden geçirilerek Medine’ye getirilmesi gerekliliğini, zorunlu kılmıştır. Durum bir mektupla Emevî Saltanatı’nın payitahtı Şam’da bulunan Muaviye’ye bildirilir. Muaviye, Uhud’da şehit olan Sahâbe mezarların uygun bir yere naklini emreder. Şehit ailelerinden, kendilerine ait olan ve Uhud Şehitliği’nde mezarı bulunan yakınlarını kaldırmaları istenir. Şehit kabirleri kırk yıl sonra açılır.
Şehit kabirlerinin açılması üzerine etrafa misk kokuları yayılır. Şehitlerin cesetlerinin bozulmadığı, yaralarından hâlâ taze kan aktığı ibretle müşahede edilir. Oysa Medine toprağının sıcak olduğu için çok kısa zamanda cenazeleri çürüttüğü herkesçe bilinen bir gerçektir.
Nakil gününde babasının kabrini açan Hz. Cabir şunları anlatıyor: “Medine”ye su getirildiğinde Uhud şehitleri için (ikinci kez) ağladık. Hicretin kırkıncı yılı başında, şehit oluşlarından kırk yıl sonra henüz yeni ölmüş gibi olan cesetlerini çıkarttık, başka bir yere naklettik. Mezarlığın etrafını bir duvarla çevirdik. Hz. Hamza’nın cesedinden hâlâ kan akıyordu. Ben şehitleri insanların omuzlarında gördüm. Sanki onlar uyuyakalmış insan gibiydiler.” (Tabakat, III/11)
Abdullah b. Amr b. Haram (r.a.) da Uhud Savaşı’nda yüzünden yaralanmış ve elini yarasının üzerine koymuş olduğu hâlde ölerek bu şekilde defnedilmişti. Cesedi, yeni kabrine konulurken eli yarasının üzerinden alınınca yara, tekrar kanamaya başlar. Bunun üzerine eli, yarasının üstüne eskisi gibi konularak toprağa verilir. Uhud şehitlerinin canlı bir insan gibi omuzlara alınarak yeni kabirlerine nakilleri yapılıyordu. Taşınma esnasında Hz. Hamza Efendimizin bir ayağına kürek demiri değince mübarek ayağı kanamaya başladı.
Son Sözler
Elbette kalemler, Hz. Hamza Efendimizi anlatmada kifayetsiz kalacaktır. Tekrar ifade etmek istiyorum ki dünya tarihi, savaş tarihi meydanlarda onun gibi bir cengâverden bahsetmemiştir ve bahsetmeyecektir. Onu asıl büyük kılan; ölü iken kalbini dirilten, yürürken önünü aydınlatacak bir nur veren, kendisini karanlıklarda kalıp oradan çıkılmayan bir kimse kılmayan Rabbi’nin yoluna hâke yeksan (toprak olmak, toprak ile bir olmak) olmasıdır.
İslâm edebiyatında Hz. Hamza ile ilgili şiirler yazılmış, onun destansı hayatı İslâm mücahitlerine, şehit olduğu günden itibaren örneklik teşkil etmiştir. Hz. Hamza’nın Allah ve Rasûlü için Bedir’de, Uhud’da ve farklı yerlerde gösterdiği olağanüstü kahramanlıklar; dilden dile, kuşaktan kuşağa Ümmet-i Muhammed içerisinde, sözlü ve yazılı anlatılarak hem “İ’lâyi Kelimetullâh” (Allah’ın kelimesinin kabul görerek yüceltilmesi; İslâm dininin tevhid akidesini, şanına lâyık şekilde yüceltip yayılması) uğruna savaşanlara büyük bir azim olmuş, hem hatıratı canlı tutulmuş, hem de kendisine karşı büyük bir sevgi oluşmuştur.
Hz. Hamza’dan rivayet edilen tek hadis: “Allah’ım en büyük isminin hürmetine, en büyük rızanı istiyorum.” (el-Firdevsü bi Me’seri’l-Hitab, I/485) hadisidir.
Peygamber Amcası Hz. Hamza, bir dua olan bu hadis metnini, Efendimiz (s.a.v.)’den işitmiş; bu hadisi, bizlere nakletmiş ve hadis olarak naklettiği bu duayı; canını, rızası için sattığı Allah Tealâ, Hz. Hamza Efendimiz’den kabul buyurmuştur.
Rabbim bizleri Hz. Hamza Efendimiz’in şefaatlerine nail eyleyerek cennette çevresinde oturan ashabından eylesin.
Not: Yazımında, Ramazan Balcı’nın, “Uhud’da Hamza Olmak,” (Nesil Yayınları, İstanbul, 2005) adlı kitabından ve kitabın kaynakçasından yararlanılmıştır. Rabbim, yolunda kalem oynatanlardan razı olsun!
Seyyidü'ş-şüheda Allah ve Rasûlü'nün Aslanı
Özlenen Rehber Dergisi 59. Sayı
Allah beni eba ammara hz hamza r.a efendimize hizmetci kilsin insallah allah hamza r.a efendimize rahmet etsin amin
islamın en büyük savaşçısı allah hepimizi cennette onun komşusu eylesin
Allah razı olsun çok güzel bir yazıydı.Dilerim allahtan onu bize cennette komşu eder inşallah.Tek isteğim bir oğlum olunca adını Hamza koymaktır.Allah cümlemizi onun şefaatine layık eylesin.
Allah razı olsun. bu yazıyı okurken, sanki kendimi uhud şehitliğinde hissetim. rabbim, H. Hamza ve onun arakadaşlarının şafaatına nail eylesin.
ALLAH RAZI OLSUN COK GUZELDI OKURKEN BILE SANKI O AN GELDI GÖZUMUN ÖNUNE :(:( ALLAHIM BIZI HZ HAMZA VE DIYER PEYGAMBER VE SAHABILERLE BERABER CENNET EHLINDE OTURMAMIZI NASIL EDER:(:( AMİN ECMAİN
ALLAH bin kere razi olsun, Hz. Hamza efendimizin kissaca Uhud Savasindaki Aslanligini bizlere aktardiginiz icin. tek isteyim bi oglum olunca adini HAMZA koymaktir
allah razı olsun istıfade ettik