عَنِ الْحَسَنِ بْنِ عَلِىٍّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
رَحْمَةُ اللّٰهِ عَلٰى خُلَفَائِى. قِيلَ: وَمَنْ خُلَفَاؤُكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟
قَالَ: اَلَّذِينَ يُحْيُونَ سُنَّتِى وَيُعَلِّمُونَهَا النَّاسَ.
(İbn-i Asâkir; Ebû Nasr)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:”Allah’ın rahmeti halifelerim üzerine olsun. Halifelerin kimlerdir ya Rasûlallah? diye sorulduğunda, halifelerim sünnetimi yaşayan ve Allah’ın diğer kullarına öğretenlerdir”.
Hadiste Efendimiz (s.a.v.) halifelerine Allah’ın rahmet, mağfiret ve ikramını istemiş bu isteğe nail olacak halifelerinde olması gereken özellikleri de kısa ve öz bir şekilde ifade etmiştir ki o da Sünnet-i Rasûlullah (s.a.v.)’a olan ittiba ve arzudur.
Öncelikle hadis-i şerifte de geçen halife sözcüğünün manasının ne olduğuna bir bakalım.
Halife, kelime olarak ‘arka’ manasında “hlf” kökünden ism-i fail kalıbında bir sözcüktür. Aslı ‘hilâfetün’ olan sözcüğün sonundaki ‘t’ harf-i mübalâğa için olup, sözcük halk arasında ‘halife’ şekline dönüşmüştür ve ‘halifeh’ diye okunur. Sözcüğün anlamı da; ‘arkadan gelen’ yani ‘zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçen’ demektir. Örneğin bir ülkenin 16. başkanı, 15. başkanının halifesidir. Keza bir kurumun mevcut yöneticisi, kendisinden evvelki yöneticinin halifesidir. Hilâfet sözcüğü de, zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçmek demektir.
Halife kelimesi Kur’ân’da da bazı yerlerde geçmektedir. “Ve bir zaman Rabbin, meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife kılacağım (yapacağım)” demişti. “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın (yapacaksın)? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” demişlerdi. “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” dedi. (Kur’ân-ı Kerim, 2/30)
Safvetü’t-Tefâsir’de bu ayette geçen ‘halife’ sözcüğü şöyle açıklanır. Halife, başkasının arkasından gelen ve onun yerine geçen kim¬se demektir. Bu kelime fail kalıbında olup, fail manasınadır. So¬nundaki tâ mübalağa için gelmiştir. İnsan, Allah’ın hükümlerini icra etme ve O’nun rabbanî emirlerini uygulama hususunda O’na vekalet ettiği için halife diye isimlendirilmiştir. Nitekim ’Ey Davud! Biz seni yeryü¬zünde halife yaptık” mealindeki âyette de bu manada kullanılmıştır.
Buradan anlaşılıyor ki insan yeryüzünde Allah’ın hükümlerini icra etme, emir ve yasaklarını yerine getirme hususunda halifedir. Emir ve yasaklara uyma konusunda insanların en üstünü peygamberler, onların en üstünü de Rasûlü Kibriyâ (s.a.v.) Efendimizdir. Dolayısıyla yeryüzünde Allah’ın halifesi olmaya en layık kişi Rasûlullah (s.a.v.)’dir.
İnsanların en seçkin ve üstünü olan Rasûlullah (s.a.v.), kendisinden sonra O’nun vekili olabilecek kulların varlığından bahsederek onlarda bulunan vasıfları da açıklamıştır.
“Ümmetimin âlimleri, Peygamberlerin varisidirler” (Ebû Davud, İlim 3641) buyuran Efendimiz (s.a.v.), Ku’rân, Tefsir, Hadis, Fıkıh vs. ilimleri sahabe, tâbiin, etbeü’t-tâbiin ve daha sonraki nesiller tarafından bize kadar ulaşmıştır. İşte bütün bu ilimlere vakıf âlimler varis-i Nebi’dirler. Varislik güzel ama o mirasa sahip çıkabilmek varisliğin ötesinde Efendimize (s.a.v.) halife olabilmek daha önemlidir. Rasûlullah (s.a.v.)’a halifelik, bu mirası iyi kullanıp kullanmamaya göre ortaya çıkmaktadır. Yani bütün bu varisler kendilerine bir rahmet eseri olarak tevdi edilen bu mirasa hakkıyla sahip çıkıp, onu özümseyerek hayatlarına tatbik edip yeni nesillere aktarabilmekte midirler? Asıl önemli olan budur. Şu misal konumuzu açıklama açısından önemlidir.
Varlıklı bir babanın beş oğlu var hepsi kendisinin varisi; kendisi Hakk’ın rahmetine kavuştuktan sonra oğullarından dördü o mirası hemen bitirip tüketerek kendi aile ve ehlini zor durumlarda bırakırken oğullarından sadece biri akıllı davranarak mirası daha da çoğaltmış ve etrafındaki ailesine faydalı olmuştur.
Bu örnekten anlaşılacağı üzere Efendimize (s.a.v.) gerçek halife olanlar; İslâmî ilimlere vakıf ve onları kendi hayatlarına tatbik etikleri gibi diğer insanlara da öğretenlerdir. Gerçek varis-i Nebi’ler bu şekilde olanlardır. Aksi halde İslâmî ilimlere vakıf olup da onu kendi hayatına tatbik etmeyen ve böyle bir derdi de olmayan sadece dünya metaı, şan, şöhret ve makam için ilim sahibi olanlar şu ayeti kerimenin muhatabıdırlar:
“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkar eden topluluğun hali ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Kurân-ı Kerim, 62/5)
Gerçek varis-i Nebi’ler “Andolsun, Allah’ın Rasûlünde sizin için, Allah’ı ve ahireti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için uyulacak en güzel bir örnek vardır.” (Kur’ân-ı Kerim, 33/21) ayetinin sırrına mazhar olup her şeyiyle Rasûlullah (s.a.v.)’ın hayatını kendi yaşantısına tatbik edip diğer insanlara da bu şekilde örnek olan o bahtiyar kullardır.
Böyle kimselerin söyledikleriyle yaptıkları aynıdır. Allahın emirleri ve Rasûlullah (s.a.v.)’ın sünnetleri onların boğazlarından aşağıya inmiş kalp dünyalarında yoğrulmuş ve Efendimizin (s.a.v.) nurlarından bir nurla dışarıya yansıyarak hem suretlerini güzelleştirmiş hem de ahlaklarını güzelleştirmiştir. Bu noktada onlar sûretleriyle; “Allahın dostları o kimselerdir ki görüldüklerinde Allah’ı hatırlatırlar” (Mecmeu’z-Zevâid; Bezzâr) hadisinin sırrına mazhar olmuşlar, ahlâklarının güzellikleriyle de güzel ahlakın gerçek sahibi Efendimizin (s.a.v.) halifeleri olmuşlardır.
Bizim bu nokta da yapmamız gereken bu Peygamber varislerinin sohbetlerini, ilim meclislerini takip etmek onların bizim için bıraktıkları eserleri defalarca okuyarak onları anlamaya çalışmaktır. Onları anlamanın Efendimizi (s.a.v.) anlamak olduğu bilincinde olmak gerekir. Zaten varis-i Nebi olan kişiler gerçek bir Allah ve Peygamber aşığıdırlar. Onlar, “De ki: Ey Habibim! Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin.” (Kur’ân-ı Kerim, 3/31) ayetinin manasını gönül derinliklerinde iyi özümsemiş Allah erleridir.
Onlar, sünnetleri en ince ayrıntısına kadar hayatlarına tatbik ederler ve insanlara da bu sünnetleri öğretebilmek için var güçleriyle gayret ederler, gerekirse binlerce kilometrelik yolları Allah’ın kullarına bir sünneti öğretebilmek için kat ederler. Onlar, Rasûlullah (s.a.v.)’ın unutulmuş olan bir sünnetini yeniden insanlar arasında dirilttiklerinden dolayı yüz şehit sevabının da sahibidirler. Gönül dünyalarına girebilen talebelerine de Efendimize (s.a.v.) ittibanın önemini kavratırlar.
Sonuç olarak günümüzde de Rasûlü Kibriya (s.a.v.) Efendimize vekil olduğunu söyleyen, ilim sahibi çok insan var. Biz bu ilim sahiplerinin hatipliğine, çok olan bilgisine değil, doğru yol üzere yani istikamet üzere olup olmadıklarına bakmamız gerekir. İstikameti de Efendimiz (s.a.v.)’in bir hadisiyle açıklayalım: “Ben size iki şey bırakıyorum bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız. Bunlar: Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Allah’ın Nebisinin sünnetidir.” (Muvatta, Kader 3)
Rabbimiz bize de istikamet üzere olmayı ve bu hal üzere olan Peygamber vekillerinden son nefesimize kadar istifade etmeyi, onların gönül dünyalarında bir yer edinerek Allah’ın (c.c.) ve Efendimizin (s.a.v.)’nın sevgisiyle taltif olmayı nasip etsin. Âmin.
Rasûlullah'ın Vârisleri: Âlimler
Özlenen Rehber Dergisi 59. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.