Kelime anlamı itibariyle münacat;
fısıldamak, Allah’a yakarmak anlamına gelir. Edebiyatta ise Allah’a karşı yapılan yalvarış ve yakarışları anlatan şiirlere verilen addır. Kulun acizliğinden dem vurulup, Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğüne ve merhametine varılır. Bu, bir nevi duadır. Edebiyatta daha çok kaside adı verilen nazım şekliyle kaleme alınmıştır. Ancak diğer bazı nazım şekillerinde de münacata yer verildiği görülür. İslâmiyet’in tesiriyle öncelikle Arap edebiyatında ortaya çıkan münacat, X. ve XI. asırlarda Fars (İran) edebiyatında; XII. asırda da Anadolu’da Türk Divan şiirinde kullanılmaya başlanmıştır.
Münacatta dinî konular ağırlıklı olarak yer alır. Şair, kudret ve azamet sahibi olan Allah’ın (c.c.) yüceliği karşısında çaresiz, zavallı ve küçük bir kul olarak Allah’a dua ve yakarışta bulunur. Bu tarz şiirlerde öncelikle kulun aczi ve Allah’a karşı olan muhtaçlığından dem vurularak bu düşünceler âyet ve hadislerle desteklenerek şiirin anlam ve tesiri kuvvetlendirilmeye çalışılır. Elbette bu durum Divan şiiri kapsamında ele alınan münacat içerikli şiirler için geçerlidir. Divan şiirinden sonra günümüze kadar gelen Türk şiirinde de birçok şekli açısından farklı olmakla beraber, konusu açısından münacat özelliği taşıyan şiirler kaleme almışlardır.
Münacat (dua ve yakarış) içeren şiirler, edebiyatımızın farklı dönemlerinde farklı türler olarak karşımıza çıkmaktadır. Muhtevası Allah’a dua ve yakarış olan; adı ise farklı olan şiir türleri mevcuttur. Tasavvufî Halk edebiyatımızda konusu Allah sevgisi olarak ifade edilen ilahi, nefes, ayin, durak vb. türler; içerisinde Allah’a dua ve yakarış ifade eden bölümler de mevcuttur. Halk edebiyatında ayrıca türkü, mani, bilmece ve tekerleme gibi türlerde de bu anlamda bölümlerle karşılaşmak mümkündür. Münacat ismi tür olarak Divan edebiyatımız için söz konusu iken, adı münacat olan ancak formu (şekil) açısından münacattan farklı, konusu ise dua ve yakarış içeren şiirler görebiliriz.
Münacatlarla ilgili bir diğer husus da bu şiirlerin bestelenip bir musiki biçimi olarak okunmalarıdır. Bu açıdan münacatların, toplumun dinî duygu ve düşünüşlerini çok yönlü olarak üzerinde mezceden bir özelliğe haiz olduğunu söylemek mümkündür. Bu türün, daha doğrusu bu türdeki (konudaki) şiirlerin kabul görmesi biraz da konunun dinî boyutuyla ilgili olsa gerek. Allah’ın (c.c.), “Siz bana dua edin ki, ben de size icabet edeyim (karşılık vereyim)” (Kur’ân-ı Kerim, 40/60) emri dikkate alındığında bunun böyle olduğu görülecektir. Bu emirle Cenâb-ı Hak, bizleri kendisine duaya ve yalnız kendisinden istemeye teşvik buyurduğunu görüyoruz. Şairlerimiz de imanın, ihlasın çok önemli bir nişanı ve yansıması olan münacattan uzak kalamamışlardır.
“Aşktır bu derdin dermanı, aşk yolunda verem canı,
Yunus Emre eydür bunu bir dem aşksız olmayayım.” diyen Yunus Emre Allah’a yakararak, O’ndan, bir an olsun aşkından uzak kalmamayı diliyor.
“Ey Allah’ım beni senden ayırma
Beni senin didarından ayırma
Seni sevmek benim dinim imanım
İlâhî din ü imandan ayırma.” (Eşrefoğlu Rûmi)
Yukarıdaki mısraların sahibi Eşrefoğlu Rûmi’de de, Yunus’taki duyuş ve düşünüşü takip eden bir çizgi görüyoruz. Eşrefoğlu Rûmi, bu duasında Cenâb-ı Hakk’ın yakınlığını arzu etmektedir. Allah sevgisinin dinin ve imanın özü olduğu düşüncesinden hareketle “din ü imandan” dolayısıyla Allah’tan uzak kalmamayı, yine kendisinden istiyor.
Şairlerimizden Bayburtlu Zihni, duasının kabul olması için Allah’a dua ve yakarışta bulunurken şiirine aşağıdaki mısralarla başlıyor:
“Müstecab eyle duamı yâ Rahîm
Sırr-ı Bismillâhirrahmânirrahîm”
Yakın dönemin önemli İslâm âlimlerinden Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır ilahi adını verdiği aşağıdaki şiirinde:
... ... ... ... ... ..
. ... ... ... ...
“İnayetine sığındık kapına geldik
Hidayetine sığındık lütfuna geldik
Kulluk edemedik affına geldik
Şaşırtma bizi, doğruyu söylet”
... ... ... ... ... ... ... ... ... ... diyerek niyazda bulunuyor.
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy, Peygamberimiz’in doğduğu gece hakkında kaleme aldığı “Bir Gece” isimli şiirin son mısraında:
“Dünya neye mâlikse O’nun vergisidir hep,
Medyûn ona cemiyeti, medyûn ona ferdi;
Medyûndur o masuma bütün bir beşeriyet,
Yâ Rab, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret!’
diyerek şiirini nihayetlendiriyor.
Münacat
... ... ... ...
“Ömür boyu aramaktan yorulmuş,
Kapını çalacağız soluk soluğa;
Senden bir ses gelecekse eğer,
Ne soracaksa sorsun melekler.
Bu gürültülü sessizlikten diğer yanda çektiğimiz yeter.”
diyen şair Hüsrev Hatemi, eninde sonunda insanın Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda durup O’nun merhamet ve bağışlama kapısını çalacağını ifade ediyor.
Münacat
“Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
... ... ... ... ...
Hata yapmak fırsatını Âdem’e veren sendin
... ... ... ... ...
Şimdi tekrar ne yapsam, dedirtme bana yâ Rabbi,
Taşınacak suyu göster, kırılacak odunu kaldı.
Bu silinmez yaşamak suçu üzerimde,
Bileyim hangi suyun sakasıyım yâ Rabbe’l-âlemîn, tütmesi gereken ocak nerde?”
Şiirinin adını münacat olarak belirleyen şair İsmet Özel, kendi ruh dünyasının yansımalarını Allah’a yakarışla birleştirmiş.
Dua ve yakarış içerikli şiirlerimizin örnekleri arttırılabilir. Divan ve Halk şairlerimizde daha yoğun olarak gördüğümüz dua ve yakarış (münacat) şiirlerini son dönem şairlerimizde de görmek mümkündür. Hatta bu konuda şiir yazmamış veya en azından şiirinde duaya yer vermemiş şairimiz yoktur diyebiliriz. Şiirinde dinî konulara ve hislere hiç yer vermemiş olduğunu düşündüğümüz şairler de bile dua bölümlerine rastlıyoruz. Bu da insanların bir şekilde Yüce Yaratıcı Cenâb-ı Hakk’ın af ve mağfiretine olan ihtiyaçlarının bir göstergesidir.
Şiirimizde Münâcât
Özlenen Rehber Dergisi 59. Sayı
çok güzel