Özlenen Rehber Dergisi

50.Sayı

Hz. Mevlânâ Muhammed Celaleddin-i Rûmî - İ (2007 Mevlânâ Yılı)

Cahit DOĞAN Özlenen Rehber Dergisi 50. Sayı
Mevlânâ’nın asıl adı Muhammed Celaleddin’dir. Mevlânâ ve Rûmî de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlânâ ismi, ona, daha pek genç iken Konya’da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu isim Şems-i Tebrîzî ve Sultan Veled’den itibaren Mevlânâ’yı sevenlerce kullanılmış; adeta adı yerine sembol olmuştur.

Mevlânâ’nın, Rûmî diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyar-ı Rûm denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya’da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır. Mevlânâ’nın doğum yeri, bugünkü Afganistan’da bulunan, eski büyük kültür beldesi Belh’tir. Mevlânâ’nın doğum tarihi ise 30 Eylül 1207’dir.

Asil bir aileye mensup olan Mevlânâ’nın annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mü’mine Hatun’dur. Babası, Sultanu’l-Ulemâ (Âlimlerin Sultanı) unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled’dir. Kaynaklar ve Mevlânâ’nın sevgi yolunda gidenler eserinde Sultanu’l-Ulemâ Bahâeddin Veled’in nesebinin, anne cihetiyle on dördüncü göbekte Hz. Muhammed (s.a.v)’in torunu Hz. Hüseyin’e; baba cihetiyle de onuncu göbekte Hz. Muhammed (s.a.v)’in seçilmiş dört dostundan ilki Hz. Ebû Bekir Sıddîk’a (r.a) ulaştığını kaydediyorlar.

Hz. Mevlânâ’ nın Babası ile Belh’ ten Çıkışları ve Konya’ya Gelişleri

Sultânu’l-Ulemâ, aile ve dostlarıyla, Belh şehrini 1212 1213 tarihlerinde terk ettikten sonra göç kervanıyla Bağdat’a yaklaştığında, kendisine hangi kavimden olduklarını ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafızlara Sultânu’l-Ulemâ Şeyh Bahâeddin Veled şu manidar cevabı verir:

’Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz. Allah’tan başka kimsede kuvvet ve kudret yoktur.?

Bu söz, Şeyh Şehâbeddin Sühreverdî (1145-1235)’ye ulaştığında: ’Bu sözü Belh’li Bahâeddin Veled’den başkası söyleyemez.? dedi. Samimiyetle ve muhabbetle karşılamaya koştu. Birbirleriyle karşılaşınca Şeyh Sühreverdî, katırından inip nezaketle Bahâeddin Veled’in dizini öptü, gönülden hürmetlerini sundu.

Göç Yolunda Hz. Mevlânâ’ya Teveccühte Bulunan Mutasavvıflar

Belh’i terk ettikten sonra Bağdat’a doğru yola çıkan Bahâeddin Veled, Nişabur’a vardığında ziyaretine gelen Şeyh Feridüddin Attar (1119-1221) ile görüşüp sohbet eder.

Sohbet esnasında Şeyh Attar, Mevlânâ’nın nasiyesindeki (alnındaki) kemali görür ve ona Esrarnâme adlı eserini hediye eder ve babasına da; ’Çok geçmeyecek ki, bu senin oğlun, âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır.? der.
Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddin Veled, Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam’a uğradı. Orada Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile görüştü. Şeyh-i Ekber, Sultânu’l-Ulemâ’nın arkasında yürüyen Mevlânâ’ya bakarak; ’Sübhânallah! Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor!? demiştir.

Hz. Mevlânâ’nın Konya’daki Hayatı

Bahâeddin Veled, Mevlânâ’nın ilk mürşididir. Yani Mevlânâ’ya Allah yolunu öğretip, tasavvuf usûlünce hakikatleri ve sırları gösteren tarikat şeyhidir. Bütün İslâm âleminde yüksek bir itibar ve şöhrete sahip olan Bahâeddin Veled, Selçukluların Sultanı Alaaddin Keykubat’tan yakın alâka ve sonsuz hürmet görür. Alaaddin Keykubat, bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevî terbiyesi altına girer. Eşsiz Allah dostu mana ve gönül sultanı Bahâeddin Veled, 24 Şubat 1231 tarihinde cuma günü kuşluk vaktinde ebedi âleme göçer. Geriye Muhammed Celâleddin gibi bir hayırlı oğul ile Maârif gibi bir eser bırakır. Maârif, Bahâeddin Veled’in ilim meclislerinde anlattıklarının, va’z ve nasihatlerinin bizzat kendisi tarafından yazılarak bir araya getirilmesiyle meydana gelmiş, tasavvufî, ahlâkî bir eserdir. Maârif, hem kitabın kendi açısından, hem de Mevlânâ üzerindeki tesiri bakımından büyük bir önem taşır. Bahâeddin Veled’in irtihalinde Mevlânâ yirmi dört yaşında idi. Babasının vasiyeti, dostlarının ve bütün halkın ısrarları ile babasının makamına geçti. Mevlânâ, babasından sonra, Seyyid Burhâneddin’in manevî terbiyesi altına girdi.

Seyyid Burhâneddin, mertebesi yüksek bir kâmil mürşid idi. Mevlânâ babasının halifesinin terbiyesine teslim oldu. Mevlânâ candan, samimiyetle, Seyyid Burhâneddin’i babasının yerine koydu ve mürşid bilerek gönülden, tam dokuz yıl ona hizmet etti. Bu zaman zarfında, o kâmil mürşidin kılavuzluğu ile mücahede ve riyazetle meşgul olup, o kâmil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pişti, olgunlaştı, baştan ayağa nur oldu; kendinden kurtuldu, mânâ sultanı oldu. Nitekim Mesnevi’sindeki şu iki beyit, piştiğinin, kâmil insan mertebesine ulaştığının ifadesidir:

’Pis ol da bozulmaktan kurtul... Yürü, Burhân-i Muhakkik gibi nur ol.?
Kendinden kurtuldun mu, tamamıyla burhan olursun. Kul olup yok oldun mu, sultan kesilirsin.

Hz. Mevlânâ’nın Konya Dışına Seyahati

Mevlânâ, yüksek ilimlerde daha çok derinleşmek için, Seyyid Burhâneddin’in izniyle Halep’e gitti. Mevlânâ, tahsilini bitirdikten sonra Şam’a geçti. Bu zaman zarfında Şam’daki âlimlerle tanışıp, onlarla sohbet etti. Eflâkî’ye göre Mevlânâ, Şam’da Şems-i Tebrizî ile görüşmüştür; fakat bu görüşme kısa bir müddettir ve şöyle cereyan etmiştir:

Şems-i Tebrizî, bir gün halk arasında, Mevlânâ’nın elini yakalayıp öper ve ona; ’Dünya’nın sarrafı beni anla!’ diye hitap eder ve kaybolur. İşte bu sohbet veya bir anlık görüşme tarihinden takriben sekiz sene sonra Şems, Konya’ya gelecek ve Mevlânâ ile içli dışlı sohbet edecektir. Yedi yıl süren Halep ve Şam seyahatinden sonra Konya’ya dönen Mevlânâ, Seyyid Burhâneddin’in arzusu üzerine birbiri arkasına, candan istekle ve samimiyetle, üç çile çıkardı. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhâneddin, Mevlânâ’yı kucaklayıp öptü; takdir ve tebrikle: ’Bütün ilimlerde eşi benzeri olmayan bir insan; nebilerin ve velilerin parmakla gösterdiği bir kişi olmuşsun... Bismillah de yürü, insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete boğ; bu suret âleminin ölülerini kendi mânâ aşkınla dirilt.? dedi ve onu irşad ile görevlendirdi.

Seyyid Burhâneddin, daha sonra, Mevlânâ’dan izin alıp Kayseri’ye gitmiş ve orada ebedî âleme göçmüştür. Mevlânâ, Seyyid Burhâneddin’in Konya’dan ayrılışından sonra, irşad ve tedris makamına geçti. Babasının usullerine uyarak beş yıl bu vazifeyi başarı ile yaptı. Rivayete göre dinî ilimleri tahsil eden dört yüz talebesi ve on binden çok müridi vardı.

Yana yakıla, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan Şems’in bir gece kararı elden gitti, heyecan içinde idi. Allah’ın tecellilerine gömülüp mest olmuş bir halde münacatında:

’Ey Allah’ım! Kendi, örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum.? diye yalvardı. Allah tarafından, istediğinin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belh’li Sultânü’l-Ulemâ’nın oğlu Muhammed Celâleddin olduğu ilham edildi. Bu ilham ile Şems, 29 Kasım 1244 yılı Cumartesi sabahı Konya’ya geldi.

Hz. Şems ile Hz. Mevlânâ’nın Buluşmaları

Mevlânâ ile Şems, bu iki kabiliyet, bu iki nur nihayet buluştular, görüştüler.
Bu iki ilâhî âşık, bir müddet yalnızca bir köşeye çekilerek kendilerini tamamıyla Hakk’a verdiler ve gönüllerine gelen ilâhî ilhamlarla sohbetlere koyuldular.
Sultan Veled der ki: ’Ansızın Şems gelip ona ulaştı; ona maşukluk hallerini anlattı, açıkladı. Böylece de sırrı yücelerden yüceye vardı. Şems, Mevlânâ’yı şaşılacak bir âleme çağırdı.?

Hz. Mevlânâ’nın Maşukluk Mertebesine Erişmesi

Bu hususu Sultan Veled şöyle açıklar:

’Âlemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir derece vardır ki o, maşukluk durağıdır. Âleme bu maşukluk durağına dair haber gelmemiş; bu durakta bulunanların ahvalini hiçbir kulak işitmemişti. Tebrizli Şemseddin zuhur edip, Mevlânâ Celâleddin’i aşıklık ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmamış olan maşukluk mertebesine eriştirmiştir. Esasen Mevlânâ, ezelde maşukluk denizinin incisiydi; her şey döner, aslına varır.?

Hatırlara gelebilecek, ’Şems mi Mevlânâ’yı aradı; Mevlânâ mı Şems’i? sorusuna şöyle cevap verebiliriz: Şems, Mevlânâ’yı Mevlânâ da Şems’i aramıştır. Şems Mevlânâ’ya âşık ve taliptir; Mevlânâ da Şems’e âşık ve taliptir. Çünkü âşık, aynı zamanda maşuk; maşuk aynı zamanda âşıktır. Mevlânâ der ki: ’Dilberler (gönül alıp götüren, manevî güzeller), âşıkları, canla başla ararlar. Bütün maşuklar, âşıklara avlanmışlardır.

Kimi âşık görürsen bil ki maşuktur. Çünkü o, âşık olmakla beraber maşuk tarafından sevildiği cihetle maşuktur da. Susuzlar, âlemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.?

Mevlânâ, manevi yolculuğunu, olgunluğa ermesini şu sözünde toplamıştır:
’Hamdım, piştim, yandım.? Mevlânâ’nın pişmesi, babası Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddin Veled ve Seyyid Burhâneddin’in feyizli nefesleriyle; yanması da Şems’in nurlu aynasında gördüğü kendi güzelliğinin aşk ateşiyledir.

Mevlânâ, Şems ile Konya’da buluştuğu zaman tamamıyla kemale ermiş bir şahsiyetti. Şems, Mevlânâ’ya ayna oldu. Mevlânâ, Şems’in aynasında gördüğü kendi eşsiz güzelliğine âşık oldu. Diğer bir ifadeyle Mevlânâ, gönlündeki Allah aşkını Şems’te yaşadı.

Mevlânâ’nın Şems’e karşı olan sevgisi, Allah’a olan aşkının ölçüsüdür; çünkü Mevlânâ, Şems’te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu.
Mevlânâ açılmak üzere bir güldü. Şems ona bir nesim oldu. Mevlânâ zaten büyüktü, Şems onda bir gidiş, bir neşve değişikliği yaptı. Şems ile Mevlânâ üzerine söz tükenmez. Son söz olarak şöyle söyleyelim: Şems, Mevlânâ’yı ateşledi; ama karşısında öyle bir volkan tutuştu ki, alevleri içinde kendi de yandı.

Hz. Şems’in Konya’dan Ayrılışı

Şems ile buluşan Mevlânâ, artık vaktini Şems’in sohbetine hasretmiş, Şems’in nurlarına gömülüp gitmiş, bambaşka bir âleme girmişti. Şems’in cazibesinde yana yana dönüyor, ilâhî aşkla kendinden geçercesine sema ediyordu. Bu iki ilâhî dostun sohbetlerindeki mukaddes sırrı idrakten aciz olanlar, ileri geri konuşmaya başladılar. Neticede Şems, incindi ve Mevlânâ’nın ricalarına rağmen, Konya’dan ayrıldı.

Hz. Şems’in Konya’ya Dönüşü

Şems’in ayrılığından derin bir ıstıraba düşen Mevlânâ, manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu, Sultan Veled’in başkanlığındaki kafileyle Şam’a, Şems’e gönderdi. Sultan Veled, kafilesiyle Şam’a vardı. Şems’i buldu ve babasının davet mektubunu, hediyelerle birlikte Şems’e sundu. Şems:

’Muhammedî tavırlı ve ahlâklı Mevlânâ’nın arzusu kafidir. Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkılabilir?? diyerek, Mevlânâ’nın davetine icabet etti ve 1247’de, Sultan Veled’in kafilesiyle, Konya’ya döndü.

Kıymetli Rehber okurlarımız, Mevlânâ ve Mevlevîlik üzerine ele aldığımız makalemize inşallah önümüzdeki sayımızda da devam edeceğiz. Allah’ım, bütün iman ehlini sâlihlerin yoldaşı kılsın!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.