Zühd ve Takvası
Hz. Ebû Bekir (r.a) huşu ve takva üzere ibadet ederdi. Namaza kalktığında havf ve haşyetinden dolayı titrer, fakat kalbindeki huzur hâli sebebiyle huşûunu korurdu. Gözü yaşlıydı. Yanık sesiyle Kur’an okurken ağlar, dinleyenleri de ağlatırdı. Allah aşkı ile ciğeri püryan olduğundan, yanında duranlar onun ağzından yanık ciğer kokusuna benzer bir koku duyduklarını anlatırlardı. ’Biz keremi takvada, zenginliği yakîn elde etmede, şerefi engin gönüllülükte bulduk.’ derdi.
Bir gün Efendimiz (s.a.v) soruyor: ’Bugün içinizde oruçlu olan var mı?’ Bir tek Hz. Ebû Bekir’den ’Evet!’ cevabı geliyor. Allah elçisinin peş peşe sorduğu; ’Bugün hiç cenaze teşyiine iştirak edeniniz oldu mu? Bugün bir yoksulu doyuranınız var mı? Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız oldu mu?? şeklindeki sorulara da sadece ondan müspet cevap gelince, Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: ’Bütün bu faziletleri kendisinde toplayan kimsenin gideceği yer cennettir.’ Müslim’in rivayet ettiği bu hadisten Hz. Ebû Bekir’in hem şahsî, hem de topluma hizmet açısından en mühim faziletleri şahsında topladığı görülmektedir. Bu faziletler, onun üsve-i hasenesi; yani en güzel örneği olan Allah Rasûlü’nden öğrendiği ve ümmete örnekler halinde sunduğu faziletlerdir.
Onun coşkulu ibadeti, yanık ve ağlamaklı bir sesle Kur’an okuyuşu pek çok Mekkeli’nin dikkatini çekerek müslüman olmasını sağladığı için müşrikler onu açıktan namaz kılmaktan ve Kur’an okumaktan menetmeye çalışmışlardı.
Haram ve şüphelilerden son derece sakınırdı. Nitekim bir kölesinin sihir karşılığı aldığı sütten bilmeden içmiş, durumu öğrenince parmağını boğazına sokarak bu sütü midesinden çıkarmıştı.
Takva ve verâ duygusunun bir gereği olarak zaman zaman parmağıyla dilini tutup; ’Başıma ne geldiyse hep bunun yüzünden!’ derdi. Bazen da diline sahip olmak için ağzına çakıl taşları koyduğu rivayet edilir.
Hutbe ve öğütlerinden birisi şöyledir:
’Ey insanlar! Size her işte ve her durumda Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sevdiğiniz ve sevmediğiniz her işte hakka tutunmanızı öğütlerim. Çünkü doğru olmayan sözde asla hayır yoktur. Yalan söyleyen facir, fısk u fücura meyleden kişi helâk olur. Kendinizi övmekten sakınınız! Hakikatte topraktan yaratılmış ve toprağa döneceği kesin olan çaresiz insanın, kendini övmesini anlamak mümkün değildir. İnsan bugün diri ise yarın ölür. O halde güzel işleri yapınız, sâlih ameller işleyiniz ve kendinizi ölmüş gibi kabul ediniz. Aslına eremediğiniz şeyin bilgisini Cenâb-ı Hakk’a havale ediniz. Kendiniz için hayırlar yapınız ki; yarın onları karşınızda hazır bulasınız. Çünkü Allah (c.c) Kur’ân-ı Kerim’inde; ’Kıyamet gününde herkes, dünyada hayır ve kötülükten yaptığı şeyi hazır bulacak ve ister ki, o kötülüklerle arasında uzak bir mesafe bulunsaydı. Yine Allah (c.c) kendisinden korkmanızı emreder. Allah kullarını çok esirgeyicidir.’ (Âl-i İmrân, 3/30) Öyleyse ey Allah’ın kulları, Hakk Teâlâ’dan gerektiği şekilde korkunuz ve sizden önce bu fânî âleme gelip geçenlerden ibret alınız ve biliniz ki, Allah Teâlâ’nın huzurunda büyük küçük yaptığınız bütün işlerin hesabını verecek, mükâfat veya ceza göreceksiniz. Hiç şüphesiz ki Allah (c.c) esirgeyici ve bağışlayıcıdır. Şimdi siz, canınızı kurtarmanın çaresine bakınız.? (İbn-i Kuteybe ed-Dineverî, el-İmame ve’s-Siyase, c.I, s.22)
’Rasûlullah vahiy ile korunuyordu. Benim ise beni yalnız bırakmayan bir şeytanım vardır... Hayır işlerinde acele edin, çünkü arkanızdan acele gelen eceliniz var... Allah için söylenmeyen bir sözde hayır yoktur... Herhangi bir yericinin yermesinden korktuğu için hakkı söylemekten çekinen kimsede hayır yoktur... Amelin sırrı sabırdır... Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan daha üstün bir nimet verilmemiştir... Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz.? (Ebû Nuaym, Hılye, l)
Hz. Ebû Bekir (r.a) Hakkında Vârid Olan Bazı Hadis ve Haberler
Rasûlullah (s.a.v) buyurmuştur: ’Muhakkak ki arkadaşlığı ve malı hususunda insanların bana en çok ihsanlısı Ebû Bekir’dir. Ümmetimden kendime bir dost edinseydim Ebû Bekir’i edinirdim. Lakin İslâm sayesinde oluşan kardeşlik, şahsî dostluktan efdaldir?? (Taberî, IV, 49; İbn-i Sa’d Tabakât, c.3, 169; Suyûtî, Tarihu’l-Hulefâ, 27)
Amr b. el-Âs’tan rivayette: ’Yâ Rasûlallah! İnsanlar içinde sana en sevgili olanı kimdir?? diye sordum. ’Âişe’dir? buyurdu. Ben, ’Erkeklerden kimdir?? dedim. Rasûlullah (s.a.v): ’Âişe’nin babasıdır (Ebû Bekir’dir)!? buyurdu. Ben, ’Sonra kimdir?? dedim. Rasûlullah (s.a.v): ’Ömer’dir? buyurdu, sonra birtakım kimselerin adlarını saydı.? (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 2; Tirmizî, Menâkıb 14/3655)
Rasûlullah (s.a.v) bir gün mescide gitti. Biri sağında, diğeri sol yanında Ebû Bekir ve Ömer vardı. Ellerinden tutarak ’Kıyamette böylece ba’solunuruz!? buyurdu. (eş-Şeyh Mansur Ali, Tâc, trc. Bekir Sadak, III, 589, h.no:967)
İbn-i Ömer (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) zamanında Ebû Bekir (r.a) üzerine hiç kimseyi üstün tutmazdık. Sonra Ömer’i, Osman’ı sayardık. Sonra da Sahâbe arasında tefrik yapmazdık.? (Sahîh-i Buharî, Tecrîd Terc. IX, 331)
Ömer (r.a)’dan: Rasûlullah (s.a.v) bize tasadduk etmemizi emretti, ben de buna mal ile katıldım. Dedim ki; bugün tasaddukta Ebû Bekir’i geçeyim, ve malımın yarısını getirerek Rasûlullah (s.a.v)’a verdim. Rasûlullah (s.a.v), ’Ehline ne bıraktın?? dedi. Ben de, ’Geri kalan yarısını.? cevabını verdim. Ebû Bekir ise malının hepsini vermişti. Rasûlullah (s.a.v), ’Ey Ebû Bekir, ehline ne bıraktın?? diye sordu. O da, ’Onlara Allah ve Rasûlü’nü bıraktım yâ Rasûlallah!? dedi. Artık ben kendi kendime şöyle dedim: ’Onu hiçbir şeyde ebediyen geçemem.? (Tirmizî, Menâkıb 16/3675)
Hz. Ebû Bekir’in ölümünde Hz. Ali şu sözleri söyledi:
’?Sen, fırtınaların ve en şiddetli kasırgaların kımıldatamadığı bir dağ idin. Rasûlullah (s.a.v)’in dediği gibi sen bedeninde zayıf, Allah’ın dininde kuvvetli, gönlünde mütevazı, Allah’ın katında ve yeryüzünde makamı yüce, mü’minlerin nazarında büyük idin. Sende hiç kimsenin kini, hiç kimsenin değersiz bulduğu bir taraf yoktu; senin katında kuvvetli, ondan hak alıncaya kadar zayıf; zayıf da hakkını alıncaya kadar kuvvetliydi. Allah (c.c) senin sevabından bizi mahrum etmesin, senden sonra bizi saptırmasın.? (İbn-i Sa’d Tabakât, 3/169; Suyûtî, Tarihu’l-Hulefâ, 27; ed-Dineverî, el-İmâme ve’s-Siyâse, I/12)
Zikirdeki Meşrebi
Hz. Ebû Bekir’in tasavvuftaki ve altın silsile’deki en önemli yeri, hafî zikrin onun vasıtasıyla öğrenilmiş ve yaşanmış olmasıdır. Tabakât kitapları ve hakkında yapılan araştırmalar, onun hafî meşrepliğinde birleşiyor. Hz. Ömer sadakasını açıkça halkın arasında getirip teslim ettiği halde Ebû Bekir (r.a) gizlice veriyor. Hz. Ömer, gece kıldığı namazlarda Kur’ân’ı yüksek sesle okuduğu halde o, alçak sesle okumayı tercih ediyor. Niçin öyle yaptığı sorulduğunda da; ’Kendisine münacatta bulunduğum zatı dinliyorum. Ondan anlıyorum ki, O bana uzak değildir, O’nun işitmesi açısından alçak sesle yüksek ses birdir.’ karşılığını verirdi.
Hz. Ebû Bekir’de ’hafî zikir’ sırrı tecelli ederken, Hz. Ali ve Hz. Ömer’de ’cehrî zikir’ sırrı tecelli ediyor. Allah Teâlâ Kur’ân’da zikrin hafîsini de cehrîsini de; yani gizlisini de açıktan olanını da emrediyor. (en-Nisâ, 4/103; el-Arâf, 7/205; en-Nûr, 24/37; el-Ahzâb, 33/35-41) Her iki zikrin de öğreticisi ve icracısı Efendimiz (s.a.v)’dir. Bu bakımdan tasavvufî telâkkiye göre Rasûlullah (s.a.v), Hz. Ebû Bekir’e Sevr mağarasında gizli zikri telkin ve talim buyurmuştur. Hadis kaynaklarında geçmediği için, bazılarının karşı çıktığı bu rivayeti Kur’an doğrulamakta ve, ’İkisi mağarada iken o, arkadaşına ’Üzülme Allah bizimle beraberdir.’ (et-Tevbe, 9/40) diyordu. Âyete de konu olan Rasûlullah (s.a.v)’ın bu haberi lafızda ve mânâda Hz. Ebû Bekir’de zâhir olmuştur. Maiyeti, yani Allah ile olmak; O’nu unutmamak ve hiçbir an hatırdan çıkarmamaktır. Hafî zikir de bu değil midir? Gönüldeki Allah bağını sürdürmek değil midir? (Temir, Fatma, Gönül Dostları (Silsile-i Âliyye), s.28-29)
Hz. Ebû Bekir’le açılan hafî zikir yolu, tasavvufun tarihî sürecinde bu yolu temsil eden kimselerin isimlerine nispet edilerek anıldı ve günümüze şu isimler adı altında ulaştı. Hz. Ebû Bekir Sıddîk’tan (r.a) sonra bu yola ’Sıddîkiyye’ ismi verildi. Ayrıca Hz. Ebû Bekir’in soyundan gelenler ’Bekrî? ve ’Sıddîkî? nisbeleriyle anılır. (Ayrıca bkz; Muhammed Tevfik b. Ali el-Bekrî, bu aile mensuplarının şecere ve hâl tercümeleri hakkında Kitab-u Beyti’s-Sıddîk ve İbrahim b. Emir el-Ubeydî de Umdetü’t-Tahkîk fî Beşâ’iri âli Sıddîk adlı eserleri kaleme almışlardır.) Bâyezid-i Bistâmî (k.s)’ye kadar bu isimle anıldı. Ondan sonra ’Tayfûriyye’ ismi verildi. Tayfur, Bâyezid-i Bistâmî ’nin bir diğer adıdır. Abdulhâlik Gücdevânî hazretlerine kadar bu isimle anıldı. Ondan sonra ’Hâcegâniyye’ ismi verildi. Bu yol, Mevlânâ Halid Bağdâdî’den sonra ’Nakşibendî Hâlidiyye’ ismiyle anılıp yayıldı. Bugün Anadolu’da yaygın olan kol ’Hâlidiyye’ koludur. Bu yol, günümüzde Şâh-ı Nakşibend hazretlerine nispet edilen meşhur ismiyle ’Nakşibendîlik’ olarak anılmaktadır.
Yüce Allah, bizleri şefaatlerinden, âlî himmet ve nazarlarından ayırıp mahrum etmesin!
Silsile-i Farukiye....hz. Ebû Bekir (r.a) - İv
Özlenen Rehber Dergisi 50. Sayı
Güzel konuşmanın sırrı, lüzumsuz sözleri terk etmektir. (Hz. Ebubekir) Mal cimrilerde, silah korkaklarda, karar da zayıflarda olursa işler bozulur. (Hz. Ebubekir (r.a)) Fırsatlar da bulutlar gibi çabucak geçer gider. (Hz. Ebubekir (r.a)) amin inşALLAH mahrum etmez,emeginize saglık ALLAH razı olsun