Yakîn;
’Bir şeyi gerçeğe uygun olarak şüphesiz bilmek’ olarak tarif bulmuş ve yakîn ilminin üç ana mertebesi şöyle zikredilmiştir: İlmelyakîn, aynelyakîn, hakkalyakîn. (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)
İlmelyakin: Bir hakikatin varlığını iki kere iki dört eder gibi kat’î bilmektir.
Aynelyakin: O hakikati, gördüğü yahut işittiği, kısacası his âlemine giren bir şeyi bilir gibi kat´î bilmektir.
Hakkalyakin: Yaşadığı bir hakikatin varlığını bilir gibi bilmek ise hakkalyakîndir.
Hafızamızın olduğunu ilmen ve yakinen biliriz. Ve bundan kesinlikle şüphe etmeyiz. Aynı şekilde, elimizin varlığını görerek, aynelyakin biliriz. Bundan da katiyen şüphemiz olmaz. Bir de, hayatta olduğumuzu bilmemiz vardır ki, bunu ne düşünerek ne de görerek değil, bizzat yaşayarak biliriz. Bu biliş ise hakkalyakindir.
Mü’min olan kimse, kendi varlığına inanmasının çok üstünde bir iman ile Allah´ı bilecek, O´na iman edecektir. Yani kendi varlığından şüphe etse bile, yaratanından etmeyecektir. İşte imanı bu dereceye ulaşan mü´min, yakine ermiştir.
Hakkalyakin, imanı hal edinmektir. ’Aklını, O´nun ilmi karşısında eritmek, iradesini O´nun mutlak iradesi karşısında yok etmek, O´nun uluhiyeti karşısında benliğinden geçmektir’ diye tarif edilen yüksek makam, hakkalyakin imandır.
Mü’min kardeşini sevmesi gerektiğine kesinlikle inanan bir insan, bu sevgide ilmelyakine varmıştır. Mü´mini sevmenin hazzını ruhunda duymaya başladı mı aynelyakine ulaşmıştır. Kendi nefsi için istediğini, mü´min kardeşi için de isteme noktasına geldi mi, hakkalyakine erişmiş demektir. Allah Teâlâ bu mânâda şöyle buyurmuştur: ’ Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberi’ne, Peygamberi’ne indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.’ (en-Nisa, 4/136) Bazı müfessirlerin açıklamasına göre, iman eden kimselere tekrar iman etmeyi emretmenin mânâsı şu demektir: Ey şeklen îman edenler, emredilen ibadet vazifelerini yerine getirerek gerçekten îman ediniz.
İmâm-ı Rabbânî Hz., hakikati ’şeriatın bâtını’ diye tarif eder. İnsan, fiil, hâl, sözlerini İslâm´a uygun bir hale getirdiğinde, inandığı hakikatlere karşı kalbinde yakin oluşmaya başlar. Sonunda, bu hakikatlere olan îmanını hâl edinme noktasına ulaşır.
Dünya fâni, âhiret bâki. Bunu bildiğimiz halde, fâniye teveccühümüz bâkiden fazla ise, işin henüz zahirindeyiz demektir. Namazda omuz omuza verdiğimiz, kendisine dua ettiğimiz bir mü´minle namaz dışında kavgalı isek, duamızda zahirden hakîkate geçememişiz demektir. (Basar Alaaddin, Nurdan Kelimeler)
Tevazuun yüksek bir sıfat olduğunu çok iyi bildiğimiz halde, gururlu, dik başımız dağlara ulaşma sevdasına kapılmışsa, hakikatten nasibimiz çok azdır. Hakikatten bahsetmek kolay, ona erişmek ise çok zordur. Hele ilâhî emirlere isyan ederek onu bulmak imkânsızdır.
Yakîn
Özlenen Rehber Dergisi 50. Sayı
hanfendi yakîni hiç anlamamışsınız biraz osmanlıca tasavvuf telif eserlere göz atmanız tavsiyeye şayandır. kaldı ki bu malumatlar halihazırda çok fazla ve harc-ı alem bilgiler. çalışmalarınızda başarılar.