Özlenen Rehber Dergisi

42.Sayı

Dua

Abdurrahman ÖZCAN Özlenen Rehber Dergisi 42. Sayı
Dua; davet, çağrı, yardım istemek, yalvarmak, dert ve ihtiyacı Hakk’a arz etmektir. Yürekten gelen yalvarışın dil ile ikrarıdır. Dua; kulluğun şuuruna varmak; kusurunun farkında olmak; acizliğinin, çaresizliğinin bilinciyle dergâhı ilâhiye durmaktır. Dua; kulların, Allah’ın rahmetine, nimetine ve davetine kavuşmasıdır.

Dua; mü’min’i inkar edenlerden ayıran, Allah katında değerli kılan ibadetlerden ve imanın en açık göstergelerinden biridir. Dua; Allah Teâlâ’nın kaderini değil, kulun kendisini değiştirmesi için bir nedamet anıdır. Dua; mü’min’in, Cenâb-ı Hakk’la konuşmasıdır. Tüm varlığıyla; ruhen, kalben ve bedenen O’nun manevi huzurunda durmasıdır. Dua; ibadetin özü, inanan insanın her an Hakk’a yönelen sözüdür. Dua; mü’min için büyük bir nimettir.

Dua ediyor olabilmek; O’na muhatap olmak ve O’nu muhatap olarak bulmak gibi eşsiz ayrıcalıkları içerdiği için, öncelikli bir duanın kabul edilmiş halidir. Dua edemeyen, dua edemediğinin farkında değildir; dua etmek için dua etmek gerektiğini bilemez. Dua edemeyen, bu haliyle neyi kaybettiğinin farkında değildir. Bir şeyi kaybettiğini bilmeyen ise aramaz, aramadıkça bulamaz, bulsa bile eline almaz. Öyleyse, dua edebiliyor olmakla nasıl derin bir kuyudan çıkarıldığımızı görelim. Dua eden adam bilmeli ki, dua ediyor olmakla kaybettiğini bulmuştur. Birileri hakkında dua etmiş olmalı ki, dua edebiliyordur.

İnsanın secdesi tevekkül seccadesinde gerçekleşir. Kul alnını yere değdirdiğinde, Rabb’inden başka kimseye muhtaç olmadığını kabullenir. Secde ile sadece kafasını değil varlığını da toprağa indirir. Bu itibarladır ki, imanın zevkine ermiş ve ibadette hassaslaşmış ruhlar, katiyen duada kusur etmezler. Aksine böyleleri, ibadeti varlıklarının gayesi gibi duyar ve duaya da fevkalâde önem verirler.

Dua, insanda fıtrî bir olgudur. Bu sebepledir ki, bütün dinlerde mevcuttur. İnsanlar, hayatları boyunca üstesinden gelemeyecekleri birçok şeylerle karşılaşmakta; keder, sıkıntı, acz ve ümitsizliklere maruz kalmaktadırlar. Böyle durumlarda hemen duaya sarılmakta ve Allah’tan yardım talep etmektedirler.
Yüce Allah (c.c.) bu hakikati Kur’ân-ı Mübîn’inde şöyle ifade etmektedir: ’İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır. Ama biz onun sıkıntısını giderince sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir.?(Yûnus, 10/12.)

’Onları denizde, gölgelikler gibi bir dalga kapladığında, dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Allah onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkar eder.?(Lokmân, 31/32.)

Bu âyetlerden de anlaşıldığı gibi dua, insanda fıtrîdir ve özellikle sıkıntılı anlarda Allah’a dua etmek, sadece samimî olarak Allah’a inananlara has bir durum değildir. Allah’a ortak koşanlar da bu gibi durumlarda Allah’a yönelir ve O’na dua ederler.
Dua ettikten sonra insan, gönlünde bir ferahlık ve serinlik hisseder. İsteğinin yerine getirileceği konusunda ümidi artar. Bu yönüyle dua, insana bir şifa ve ruhî bunalımlara karşı koruyucu bir ilaçtır. Bu nedenledir ki, dua etmeyen toplumlar ruhen çökmüş toplumlardır.

Âyet ve hadîslerde dua tavsiye edilmiştir. Rabbimiz Teâlâ, şöyle buyurmuştur: ’Bana dua edin, size cevap vereyim (duanızı kabul edeyim).’(el-Mü’minûn, 23/60.)
Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurur: ’Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur.’(Tirmizî, Daavât 1.)

Dua, ibadetlerin özü, aynı zamanda ibadetin ta kendisidir. ’Dua, ibadetin ta kendisidir.’(Tirmizî, Daavât 16.)

Dua eden kişi gönülden etmeli, duasında iyi şeyleri isteyerek kendisi de o doğrultuda çaba sarf etmelidir. Duasındaki samimiyetini tavırlarıyla ortaya koymalıdır. Meselâ; duasında Allah’ın emirlerine itaat eden samimi bir müslüman olmayı istiyorsa, hareketleriyle de böyle bir müslüman olma çabası içerisinde olmalıdır. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: ’Biliniz ki, Allah Teâlâ, kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez.’(Tirmizî, Daavât 64.) İnsan dua ederek Allah’a yöneldiğinde, dileği, Allah’tan istediği şeylerin gerçekleşmesine yardımcı olacak sebeplerin yaratılmasıdır. Bu sebeple kul, istediği şeye eylemiyle yakınlaşmazsa, ettiği duanın manası olmaz. Tembelliği huy edinmiş biri rızık için dua edebilir, ama rızka kavuşabilmek için önce çalışması lâzımdır.

Müslüman, müslüman kardeşi için dua etmelidir. Rasûlullah (s.a.v.); ’Kim bir hidâyete çağırırsa, o hidâyete tabi olanların mükâfatının aynısı onların mükâfatından hiçbir eksilme olmaksızın bu kimseye de verilir.’ buyurmuştur.(Tirmizî, İlim 15.)

Ebeveyn, çocuklarının kendilerine ettikleri dualardan istifade eder. ’İnsanoğlu öldüğü zaman artık ameli kesilmiştir. Yalnız şu üç şey bunun dışındadır: Sadaka-i cariye, faydalanılan ilim ve dua eden salih evlât.’(Müslim, Vasiyet 14.)

Rasûlullah (s.a.v.), ümmetinden kendisine salât ve selam ile dua etmelerini istemiş, Cenâb-ı Hakk (c.c.) da; ’?Ona salât ve selam getirin.’(el-Ahzâb, 33/56.) diye emretmiştir. Mü’min, Allah’tan Peygamber (s.a.v.) için vesileyi isterse kıyamette o kimseye O’nun şefaati haktır. Rasûlullah (s.a.v.) umreye giden Hz. Ömer (r.a.)’a de; ’Bizi de duanda unutma kardeşim.’ demiş ve ondan dua talep etmiştir.(Tirmizî, Daavât 109.)

Meşhur bir menkıbe şöyle anlatılır: Horasan’da hırsızlardan birkaçı hapisten kaçar. Hiratlı bir demirci, gece evine dönerken, zaptiyelerce yakınında yakalanan hırsızlarla beraber tutuklanarak hapsedilir. Demirci, zindanda namaz kılıp; ’Yâ Rabbi! Bu işte suçum olmadığını, ancak Sen bilirsin. Beni buradan, ancak Sen kurtarırsın!? diye dua eder. Adil bir vali olan Abdullah bin Tâhir, o gece bir rüya görür. Kuvvetli dört kimsenin, tahtını tersine çevirirken uyanır. Hemen abdest alıp, iki rekât namaz kılar. Tekrar uyur. Yine o dört kişi, tahtını yıkmak üzere iken uyanır. Kendisinde, bir mazlumun âhı bulunduğunu anlar. Zindan müdürünü çağırtıp der ki: ’Zindanda bir mazlum mu var?? ’Bilmem; ama biri dua edip gözyaşı döküyor.? Dua eden mahkûmu çağırıp halini sorunca mesele anlaşılır. Vali, özür dileyip der ki: ’Şu parayı al ve herhangi bir arzun, bir işin olunca da bana gel.? Demirci, minnetsiz konuşur: ’Hakkımı helal ettim, ancak ihtiyacımı görmek için gelmem.? Vali, ’Niçin?? diye sorunca demirci; ’Benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çeviren sahibimi bırakıp da, dileğimi başkasına arz etmem kulluğa yakışır mı?? diye karşılık verir.

’Ey varlığı canlarımızın canı, nuru gözlerimizin ziyası olan Yüce Hâlık! Sen tenlerimize can vermeseydin, bizim çamurdan, balçıktan ne farkımız olurdu! Sen gözlerimize ziya çalmasaydın, kâinatları, eşyayı nasıl değerlendirebilir ve Sen’i nasıl bilebilirdik! Sen bizi önce taştan-topraktan, sonra da iman ve marifet bahşederek iki kez var ettin. Sana kâinatın zerreleri adedince hamd-ü senâda bulunsak, yine de hakkıyla şükür vazifesini yerine getirmiş sayılmayız.

Ey her zaman güzellikler izhar edip çirkinlikleri örten ve en çirkin görünen şeyleri dahi güzelliklerle bezeyen Güzeller Güzeli! Gönüllerimizi güzellik duygularıyla mamur kıl ve bize her zaman güzel kalmanın yollarını göster!

Ey günahlarla kirlenmiş kimseleri hemen cezalandırmayan, haddini bilmezlerin ayıplarını görmezlikten gelerek onlara manevî kirlerinden arınma fırsatları veren Merhametliler Merhametlisi! Bizi günahlarla, hatalarla kirlenmekten koru; kirlendiğimizde de mağfiret ve merhametini bizden esirgeme! Biz, Sen’in var etmenle var olduk ve Sen’in lütuflarınla ayaktayız. Her zaman Sen’in cömertliğini soluklamakta ve Sen’in ihsanlarını yudumlamaktayız. Ruhlarımıza aydınlık veren Sen; gönüllerimizi iman zevkiyle mamur kılan da Sen’sin. Akıl, Sen’i buluncaya kadar şaşkınlıklar içinde bocalayıp duruyor, nefis de çirkinlikler peşinde koşturuyordu. Sen’in lütuflarınla kendimizi bulduk ve zayi olup gitmekten kurtulduk.

Bizler, ellerimiz Sen’in kapının tokmağında boynu bükük dilencileriz. Dualarımızla Sen’i mırıldanıyor, içlerimizi çekiyor ve vereceğin cevabı bekliyoruz. Bugüne kadar Sen’den başka bizi duyan, yüzümüze bakan ve şefkatle başımızı okşayan olmadı. Ne bulduk, ne gördükse Sen’de bulduk, Sen’de gördük ve Sana inancımız sayesinde hayretten, dehşetten, gurbetten ve yalnızlıktan kurtulduk. Bütün benliğimizle bir kere daha Sana yöneliyor, af ve afiyet dileniyoruz!
Yâ Rabbî! Bizim hâlimize bakarak muamele etme. Kendi ikram ve ihsânına göre bize muâmele eyle.

Yâ Rabbî! Kerem ve lütfunla hidayet ettiğin kalbi tekrar dalâlete, sapıklığa meylettirme. Belâları bizden sarf eyle, çevir ve değiştir. Ey affı çok olan, günahları örten Rabbim! O günahlar dolayısı ile bizden intikam alma, bize azap etme!
Ey âlemin yaratıcısı! Kasvetli, kararmış, katılaşmış âdeta taş gibi olmuş kalbimizi mum gibi yumuşat, feryâdımızı, âh-u vâhımızı hoş eyle ki rahmetini celp etsin. Bizi köle gibi kullanan bu serkeş nefisten bizi satın al. O nefis bıçağı kemiğe dayandı (zulmü canımıza yetti).

Yâ Rabbî! Sana ne arz edeyim. Çünkü Sen gizli ve açık her şeyi bilirsin.? Âmin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • FEVZİ

    allah sızden razı olsun soyleyecek baska bısıy bulamıyorum selam ve dua ıle

1 kişi yorum yazdı.