“İmân edip de Allah yolunda hicret ve cihâd edenler, barındıranlar, yardım edenler var ya, işte gerçek mü’min olanlar bunlardır. Mağfiret ve uçsuz bucaksız rızık da onlarındır.”(1)
Peygamber (s.a.v) ile Ashabının ya?ayı?ları ve târihleri, îmâna has kuvvetin, dine özgü sevgi ve rabıtanın en güçlü kayna?ını olu?turur. Ümmet-i İslâm ve din dâvetçileri, îman me?’alesini müteselsilen onlardan alır, o me?’ale ile maddî kasırgalar ve fırtına esintileri içinde hızla küllenip sönme?e yüz tutmu? gönül korlarını alevlendirirler; ki bu közler söndü?ünde; millet, İslâmî gücünü, mümeyyiz vasfını, te’sirini kaybeder. Bir ceset hâlini alır da, hayat onu omuzlayıp götürür.
Onlar Allah ve Rasûlü’ne ça?rıldıklarında: “Ey Rabbimiz! Do?rusu biz, Rabbinize inanın diye (insanları) îmâna ça?ıran bir dâvetçiyi i?itip hemen îmâna geldik.” (2)
diyen erlerdir. Onlar, ellerini Peygamber’in ellerine koyarak bîatte bulununca canlarını, mallarını, yakınlarını görmez oldular. Allah’a davet yolunda çektikleri acıları ve sıkıntıları, her ?eyin Hakk’tan oldu?u sırrına tam mânâsı ile vâkıf oldukları için ho? kar?ıladılar. İslâm u?runa zevklerini unuttular. Rahatlarını bıraktılar.
Vatanlarından uzakla?tılar. Canlarını feda ettiler. En de?erli mallarını harcadılar. Neticede din mecrâsını buldu. Gönüller Allah’a yöneldi. İman rüzgârı bereketler, hayırlar saçarak mütemadiyen esti. Tevhîd, îmân, ibâdet birle?ince İslâm devleti kuruldu. Cennet pazarları açıldı. Kâinata hidâyet saçıldı. İnsanlar fevc fevc Allah’ın dînine girdi.
İbn Mes’ûd (r.a) ?öyle demi?tir: “Müslümanlıklarını ilk îlân edenler sekiz ki?idir: Peygamber Efendimiz (s.a.v), Hz. Hatice (r.anha), Ebû Bekir (r.a), Ammâr (r.a), Ammâr’ın annesi Sümeyye (r.anha), Suhayb (r.a), Bilâl (r.a) ve Mikdâd (r.a).”
İbn İshak naklediyor: “Ö?le sıca?ı bastırınca Ümeyye, Bilâl’i sahraya çıkarır. Sırtı üzerine Mekke kayalıklarına bırakır, sonra emir vererek gö?sü üzerine büyük bir kaya koydurur, müteakiben ?unları söylerdi:
“Ya ölene kadar böyle çekersin, yahut Muhammed’i inkâr edip Lât ve Uzza putlarına taparsın!” Bu i?kenceler altında yine Bilâl (r.a): “Ahâd (bir)! Ahâd (bir)!” derdi.
Ammar b. Yâsir, Bilâl (r.a) ve arkada?larını, onların u?radıkları belaları, Ebû Bekir’in Bilâl (r.a)’i azad edi?ini hatırlıyor ve ?u beyitleri terennüm ediyordu:
“Allah (c.c), Bilâl’ı ve kendisini azad eden arkada?ını (Ebû Bekir’i) hayırla mükâfatlandırsın! Fakiha ile Ebû Cehl’in de belâlarını versin; ki ak?amleyin Bilâl için bir kötülük dü?ündüler. Akıl sahibi bir ki?inin çekindi?i ?eyi yapmaktan çekinmediler. Bilâl’in suçu da mahlukatın Rabbini birlemesi, Rabb’im Allah’tır diye ?ahadet etmesi. Beni öldürürlerse öldürsünler, ölüm korkusuyla Rahmân’a ortak ko?acak de?ilim demesiydi. (O ?öyle niyaz ediyordu): Ey İbrahim’in, Yûnus’un, Musa’nın, İsa’nın ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) Rabbi! Beni kurtar. Beni, iyilik ve adaletten yoksun, zulüm heveslisi galip o?ullarına bırakma.” (3)
Hz. Ali (r.a) diyor ki: “Allah’ı en iyi tanıyanlar, Tevhîd ehlini en çok seven, onlara en ziyade hürmet gösterenlerdir.” (4)
Abdullah b. Mes’ud (r.a) diyor ki: Rasûlullah (s.a.v) ?öyle buyurdu: “Allah (c.c), rızıklarınızı bölü?türdü?ü gibi aranızda ahlâkı da taksim etmi?tir. Allah serveti sevdi?ine de sevmedi?ine de verir. Lâkin imânı ancak sevdiklerine bah? eyler. O, bir kulu sevdi?inde ona imânı lutfeder.” (5)
Ya’lâ b. Şeddad anlatıyor: “Babam Şeddâd (r.a) bana bir hadis nakletmi?ti. Ubâde b. Sabit (r.a)’de yanımızdaydı. Babamın rivayetini do?ruluyordu. Şöyle nakletmi?ti: “Bir gün Peygamber (s.a.v)’in yanındaydık. Bize: “Aranızda yabancı var mı?” diye sordu. Bu soruyla Yahudî ve Hristiyanları kastediyordu. “Hayır Yâ Rasûlallah, yoktur.” dedik. Kapının kapatılmasını emretti ve: “Haydi ellerinizi kaldırın, “Lâ İlâhe İllallah” deyin buyurdu. Biz de bir süre ellerimizi kaldırdık. Sonra Rasûlullah (s.a.v) ellerini kaldırdı ve: “Allah’a hamd olsun. Allah’ım sen beni bu kelimeyi tebli? etmek üzere gönderdin. Onu bana ö?rettin. Kar?ılı?ında bana cenneti va’d ettin. Hiç ?üphesiz sen, sözünden caymazsın.” dedikten sonra bize: “Sizlere müjde! Allah sizleri ba?ı?ladı.” buyurdu.(6)
Yahya b. Mürre anlatıyor: “Ali (r.a) halife iken nafile namaz kılmak üzere sık sık geceleri mescide çıkardı. Bir gece kendisini korumak için ardından gittik. Namazını bitirince yanımıza geldi ve sordu:
- “Burada oturmanızın sebebi ne?”
- “Seni koruyoruz.”
- “Gök halkından mı, dünyalılardan mı?”
- “Dünyalılardan.”
- “Gerçekle?mesine gökte hüküm verilmemi? hiçbir nesne yer yüzünde meydana gelmez. Hiç kimse yoktur ki kendisine iki koruyucu melek verilmi? olmasın! Bu iki melek, korumakla mükellef bulundukları ?ahsın kaderinin tahakkuku anına kadar kendisini himaye ederler. Kaderinin gerçekle?me ânı hulul edince de onu kaderiyle ba? ba?a bırakırlar. Benim üzerimde Allah’ın sa?lam koruyuculu?u vardır. Ecelim gelince bu koruyuculuk yanımdan çekilecektir. Bir kul kaderinin hiç ?a?madan kendisini bulaca?ını, kaderi olmayan bir ?eyin de kendisine ili?meyece?ini bilmedikçe imânın tadını alamaz!” dedi.(7)
Kaynakça
1) Enfâl 8 / 74 .
2) Âl-i İmrân 3 / 193.
3) Ebû Nuaym, el-Hılye, 1 / 148.
4) Ebû NUaym, a.g.e., 1 / 71.
5) Taberânî, 10 / 90.
6) İmâm Ahmed, 1 / 19.
7) M. Yusuf Kandehlevî, 3 / 167.
Ashâb-ı Kirâm'ın İman ve Teslimiyeti
Özlenen Rehber Dergisi 7. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.