Cenâb-ı Hakk Celle ve Ala Hazretleri Tevbe Suresi 100. âyet-i celîlesinde şöyle buyurmaktadır: “Müslümanlıkta birinci dereceyi kazanan muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabî olanlar yok mu? Allah onlardan razı olmu?, onlar da Allah’tan razı olmu?lardır. Allah onlar için (içinde ebedî kalmak üzere) altından ırmaklar akan cennetler hazırlamı?tır. İ?te bu en büyük bahtiyarlıktır.” Bu âyet-i kerîmeden çıkarılacak çok önemli dört hikmet vardır. Bunları ?öyle sıralayabiliriz:
1-Bu âyette geçen “Önde gelen” mânâsındaki Sâbikûn’dan murad, Ashâb-ı Rasûlillah’tır. Zîrâ Ashab, Rasûlullah (s.a.v)’in sohbetiyle mü?erref olan kimselerdir. Bundan dolayıdır ki, tüm ümmet-i Muhammed’in en hayırlılarıdır.
2-Ashâb-ı Kiram ve onların amellerinden Cenâb-ı Hakk’ın kendi diliyle doğrudan razı olması ve onların da Cenâb-ı Hakk’tan razı olmalarıdır.
3-“Güzellikte ashaba tabî olanlar”dan murad; ashabın îmanları veçhile îmân edip kıyamet gününe kadar onlara tabî olmakla, sünnet-i Rasûlullah’ı ihya ederek ve onları hayırla zikrederek dua edenlerdir.
4-Âyette beyân olunan rızâ ve cennetlere dâhil olmak ve korktukları her ?eyden emîn olmak mânâsına gelen ’Fevz-i Azîm’ üç sınıf kimseye vaat olunmu?tur:
a)Muhacirler b) Ensar c) Güzellikte onlara ittibâ edenler.
Ashâb’a tabî olan ümmet-i Muhammed’in onlara ihsanı: Haklarına tecâvüz etmemek, kadr-u kıymetlerini bilmek, onları hayırla yâd edip medh-ü sena etmek ve dualarıyla me?gul olmaktan ibarettir. Rasûlullah (s.a.v) bir hadîs-i ?eriflerinde buyuruyorlar ki: ’Sahâbîlerimi kötülemeyiniz. Uhud Da?ı kadar altını sadaka olarak verseniz sahâbîlerimin bir avuç sadakasına veya onun sevabına eri?emezsiniz.’(1)
Bir di?er hadîs-i ?eriflerinde de ?öyle buyurmu?lardır: ’Allah’tan sakının, sahâbîleri hedef alarak çirkin sözler söylemeyiniz. Beni sevdi?inizden ötürü onları da seviniz. Her kim onlara dü?manlık ederse bana dü?manlık etmi? olur. Her kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmi? olur. Ve her kim bana eziyet ederse Allah’a eziyet etmi? demektir. Allah eziyet edeni cennetine koymaz. Cehenneme atar.’ (2)
Ashâb-ı Kiram efendilerimiz o kadar yücedirler ki; kendilerine İslâm daveti geldi?inde kayıtsız ve ?artsız îmân ettiler ve kalpleriyle onu tasdik ettiler. Allah’a, ve Rasûlüne ça?rıldıkları zaman hemen; ’Ey Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize inanın’ diye îmâna ça?ıran bir ça?ırıcı i?ittik ve îmân ettik.’(3) dedikten sonra ellerini Rasûlün eli içine koydular. O anda Rasûlullah (s.a.v)’in ifâdesi ile: ’Canları Rasûlullah (s.a.v)’in canı, kanları Rasûlullah (s.a.v)‘in kanı.’ olma ?erefine nail oldular. Allah’a davet yolunda kendi canlarını, mallarını ve a?iretlerini hor tutup acıları ve zorlukları ho? kar?ıladılar. İmânın kesin ve açık seçik bilgisi kalplerini co?turdu. Bu duygu kendilerini ve akıllarını istilâ etti.
Bütün güçleriyle insanları İslâm’ın adaletine, dünyanın darlı?ından İslâm’ın geni?li?ine çıkardılar. Dünya süslerini ve onun menfaatlerini hor görüp cennete kavu?ma ?evkini ve Allah(c.c) ile bulu?ma i?tiyakını gönüllere yerle?tirdiler. Bu u?urda onlar lezzetlerini unuttular. Rahatlarını bir yana bıraktılar. Vatanlarını terk ettiler. Canlarını cömertçe saçtılar ve mallarını da?ıttılar.
Hiç ?üphesiz ki, Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in ve ashabının hayatı, ya?ayı? ve davranı?ları, îmân kuvvetinin ve din sevgisinin en güçlü kaynaklarından biridir. Öyleki İslâm toplulu?u ve dîne davet eden mür?idler hep bu kaynaktan ilham almı?, gönüllerdeki îmân kandilini hep bu kaynaktan aldıkları alevle tutu?turmu?lardır. Zamanımızda da gönüllerdeki îmân kandilini bu kaynaktan aldı?ı alevle tutu?turan, Hakk dostu Abdullah Fârûkî el-Müceddidî Hazretleri Ashâb-ı Kiram ve onların büyükleri hakkında ?öyle buyuruyorlar:
’Ey Sâlik! Din demek Hz. Muhammed (s.a.v)’e ve ashabına uymaktır. İslâm’da gedik açıp onu savunanlar ise fâsık ve fâcirlerdir.
Ey Â?ık! Allah Teâlâ, Hz Rasûlullah (s.a.v)’in vechini kendi katında bir perdeyle örtmemi? olsaydı, onun nazarı her tarafı parçalardı. Hatta ondan sonra en büyük insan olan Hz. Ebû Bekir (r.a) dahi Rasûlullah (s.a.v) ‘in manevî nazarına dayanamamı?tır.
Ey Sâdık! Hz. Ebû Bekir (r.a)’daki manevî kuvvet kimsede yoktur. Ona bu kuvvetin verilmesinin sebebi Rasûlullah (s.a.v)’i en önce tasdik eden olu?udur.
Ey Tâlib! Hz. Ömer (r.a)’daki manevî kuvvet Hz. Ebû Bekir (r.a)’e nazaran güne?le yıldız gibidir. Buna ra?men Hz. Ömer (r.a) güne?e baktı?ı zaman onun nazarıyla güne? kararmı?tır.
Ey Yolcu! Hz. Ömer (r.a): ’Bütün ömrümü veririm, tek Ebû Bekir o bir geceyi bana versin.’ demi?tir. Sordular: ’Hangi gecedir?’ Cevabı ?u oldu: ’Rasûlullah (s.a.v) ile ma?arada kaldı?ı ve Allah’ın kendini; ’İkinin ikincisi’ diye adlandırdı?ı gecedir.’
İbn-i Ebî Dünyâ’nın yazdı?ına göre, Ebû Erâke anlatır:
’Bir gün sabah namazını Hz. Ali (r.a) ile kıldım. Hz. Ali (r.a) namazdan sonra sa? tarafına dönüp durdu. Üzgün ve benzi solgundu. Güne? mescidin duvarında bir mızrak boyu kadar yükselince kalkıp iki rekat namaz kıldı Sonra ellerini döndürüp:
’Vallahi ben Hz. Muhammed (s.a.v)’in ashabını gördüm. Bugün hiç bir ?ey onlara benzemiyor. Onlar sabahları kalkarken renkleri sarı, saçları darmada?ınık ve elbiseleri tozlu idi. Ka?larının arası keçilerin dizleri gibi idi. Geceleri sabahlara kadar secde ve kıyamlarda geçiriyor ve Allah’ın Kitabı’nı okuyorlardı. Sabah olunca da Allah’ı zikretmeye ba?layıp, rüzgarlı havada sallanan a?açlar gibi sallanıyorlardı. Gözya?larından elbiseleri ıslanırdı’ dedikten sonra kalkıp gitti. Ve dü?manı olan ibn Mülcem tarafından öldürülünceye kadar yüzünün güldü?ünü kimse görmedi.’
Ebû Nuaym, Ebû Salih’den nakil ile ?öyle anlatıyor:
’Dırar b. Damre el-Kinânî, Muâviye (r.a)’nin yanında idi. Muâviye (r.a) ona ’Bana Hz. Ali (r.a)’ın vasıflarını anlat’ dedi. .Dırar:
’Yâ Emire’l-Mü’minîn beni bundan mazur gör’ dedi.
Muâviye (r.a):
’Seni mazur göremem, anlatacaksın’ deyince Dırar anlatmaya ba?ladı:
’Hz. Ali (r.a) üstün gayeli ve çok kudretli bir insandı. Her sözü bir çözüm ve hikmet, her hükmü bir adi ve hakkaniyet idi. İlim onun her tarafından akıyor, hikmet onun dilinden dökülüyordu. Dünyadan ve onun zînetinden nefret ediyor, geceden ve gecenin karanlı?ından ho?lanıyordu. Allah’a yemin ederim ki; gözleri hep ya?lı idi. Her zaman kederli ve dü?ünceli idi. Bize çok yakın oldu?u ve yakınlık gösterdi?i hâlde heybetinden onunla konu?amazdık.
Allah için ?ahitlik ederim ki; bir gece karanlık perdesini indirmi? ve yıldızlar kaybolmu?tu. Kendisi mihraba çekilmi? sallanıp duruyor, sakalından tutup yılan sokmu? kimsenin ıztırâbı gibi inliyor ve bayku?un ötü?ü gibi a?lıyordu. Hâlâ onun sesi kula?ımdadır. ’Ey Rabbim! Ey Rabbim!’ deyip Allah’a yakarıyor ve ondan sonra; ’Ey Dünya sen beni mi aldatıyorsun? Beni mi aldatmak istiyorsun? Heyhat! Heyhat! Git ba?kasını aldat. Ben seni kesin olarak bo?adım. Senin ömrün kısadır, senin meclisin hordur, senin büyük ?eylerin küçüktür. Ah! Ah! Azı?ın azlı?ından, yolculu?un uzunlu?undan ve yolun karanlı?ından yüz defa ah!’ diyordu.’
Bunun üzerine Muâviye (r.a) hüngür hüngür a?lamaya ba?ladı ve sakalını ıslatan göz ya?larını tutamadı. Oradakiler de a?lamaktan bo?uldular.
İ?te böyle Hakk ate?iyle yanan, gerçek İslâm erleri olan Ashâb-ı Kiramın büyüklü?ünü, yüceli?ini ne kadar anlatsak kâfî gelmeyecektir. Bizler onların ?efaatlerine muhtacız. Dua edelim, gönlümüzde sevgilerinin artması için, dua edelim onlardaki îmân kuvvetinin kalplerimize yansıması için. Ve dua edelim ?efaatlerine nail olmak için.
Kendisine bu dâvadan dön denildi?inde; ’Bir elime ayı bir elime güne?i verseniz yine de dönmem’ diyerek ümmetinin kalbine okyanuslar kadar derin, sarp da?lar kadar yüce sadâkat mührünü vuran, Cenâb-ı Hakk’ın ’Âlemlere Rahmet’ olarak bah?etti?i, adını adının yanına lâyık gördü?ü EY ALLAH’IN RESULÜ (S.A.V). ŞEFAAT!
Ma?arada Cenâb-ı Hakk tarafından ikinin ikincisi diye taltîf olunan, ?ehîd olma özlemiyle yanan Hz. Nevfel’in karısına onun ?ehâdetini haber verirken; ’Âh!’ diye inledi?inde Cenâb-ı Hakk’ın tekrar can verdi?i Hz. Nevfel gelince Cebrail (a.s)’ın Cenâb-ı Hakk’tan; ’E?er bir ’ah!’ daha deseydi bütün ?ehitleri diriltirdim’ müjdesini getirmesine sebep olan, sadâkat imsâli EY EBÂ BEKRİ’S-SIDDIK ŞEFAAT!
Kenar-ı Dicle’de kaybolan bir keçiden dahi kendini sorumlu tutacak kadar yüce adalet men?ei, Allah Resulü (s.a.v)’in; ’Benden sonra Peygamber gelseydi o gelirdi’ dedi?i, Cebrail (a.s) vasıtasıyla Hz. Resulullah (s.a.v)’e; ’Ey Allah’ın Resulü! Allah (c.c) selâm eder buyurur ki: Ömer’e söyle güne?e ?efkatle baksın. Yoksa kıyamete kadar böylesine kararmı? kalacaktır.’ diyerek Cenâb-ı Hakk’ın ?ânını yüceltti?i. Fârûkîmizin ceddi EY ÖMERÜ’L-FÂRÛK ŞEFAAT!
Meleklerin bile kendisinden utanaca?ı kadar hayâ sahibi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in ’Bütün Peygamberler hayatlarında bir kimse ile iftihar etmi?lerdir. Ben de seninle iftihar ediyorum’ dedi?i, kendisinin ?efaatiyle yetmi? bin ki?inin cennete girece?i müjdelenen EY OSMAN-1 ZlNNURREYN, ŞEFAAT!
Hz. Peygamber (s.a.v)’in ilmine açılan yolun kapısı Zülfikârın sahibi, kendisini cennetin dahi özledi?i, cennetin dire?i , hikmetin onda dokuzunun sahibi, Resul-i Ekrem (s.a.v)’in; ’O benim varlı?ımdır, canımdır, kanımdır’ dedi?i Hakk arslanı, gönüller sultanı EY HZ. ALİ (K.V), ŞEFAAT!
Âlemlerin serveri, yaratılmı?ların en hayırlısı Allah’ın sevgilisinin biricik kızı, yavrusu, göz bebe?i, hasret okyanusu, nikâh mehrini tüm ümmete ?efaat olarak isteyecek kadar ana ?efkati ile dolu analar anası, nübüvvetin parçası EY HZ. FÂTI MATÜ’Z-ZEHRÂ, ŞEFAAT!
Yeryüzünün güzîde torunları, ehli beytin yavrucukları, Allah (c.c)’ın, gözlerinden dökülen iki damla ya?a kar?ılık ar?ı sarstı?ı, cennetin seyyidleri, Kerbelâ’nın susuz ?ehitleri. Fârûkîmin karde?leri EY HZ. HASAN VE HUSEYN, ŞEFAAT!
Sana hangi kara sevdalılık fark ettirmedi kopup giden aya?ını, bu ne co?kunluk, bu ne heyecan Allah a?kına... Ve bu sana kalacak mı sana has yi?it, YA HZ. ABBAS ŞEFAAT!
İpek elbiseleri, görkemli sofraları, güzelli?i kar?ısında pencereleri aralayanları bırakıp, mızrakların, kılıçların gölgesinde, yâd ellerde; ’Hele bir dinleyin, inanmazsanız yine giderim’ diyen EY GÜZELLER GÜZELİ MUS’AB, ŞEFAAT!
Atını Atlas Okyanusuna sürüp; ’Engin derya önüme çıkmasaydı, adını daha ileriye götürürdüm. Allahım. dem bu dem’ diyen, EY HZ. UKBE. ŞEFAAT!
Hz. Resulullah (s.a.v) buyuruyor ki: ’Sahâbîlerimin her biri kıyamet günü mezarlarından kalkarlarken öldükleri memleketin mü’minlerinin önlerine dü?erler. Onlara nur ve ı?ık saçarak Arafat meydanına götürürler.’ EY ANTEP BELDEMİZİN ŞEHÎDİ, YA HZ. UKKAŞE, ŞEFAAT!
Ey kollarını, ayaklarını, mal ve evlâdlarını Allah yolunda feda eden sizler! Malını canını dünya yolunda ifna eden biz âcizlere ?efaat! AMİN.
KAYNAKÇA
1- Müslim, Fedailu’s-Sahâbe 221, (2540)
2-İ.Canan, Kütüb-i Sitte, c.I, s. 525, H. No: 7
3-Âl-i İmran 3/97.
Ashâbı Kiram Aleyhimü'r-rıdvân
Özlenen Rehber Dergisi 6. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.