Bela; gam, keder, musibet, âfet, ceza, gayet zor iş, büyük gâile, imtihan, sınama demektir. Bu lügat manaların yanı sıra kulun Allah tarafından nefsine ağır gelen ?eyler ile imtihanı olarak da terim anlamı kar?ılı?ını alır. Bela içerik itibarıyla mü’minlere hakkı görmeleri ve ?ükre daim olmaları için bir vesileyken, kafirlere farklı mahiyette tezahür eder.
Allah (c.c) kendine tâbi olan kullarını neden belalarla imtihan eder? Bunun hikmeti nedir? Bunların cevabını yine Allah (c.c.)’den ö?reniyoruz. “Andolsun ki sizi biraz korku, (biraz) açlık, (biraz da) mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltmekle imtihan edece?iz. Sabredenlere lütuf ve keremini müjdele ki onlara bir musibet geldi?i zaman; “Biz Allah içiniz ve yine O’na dönece?iz derler.”(1) “Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edece?iz.”(2)
Birinci ayeti kerime de geçen “Biraz” kelimesinin manası veya biraz ifadesinin kullanılmasının sebebi; insana isabet eden her bir beladan, daha büyük bir belanın bulundu?unu ve bu ba?a gelenin, gelecek veya gelebilecek bir belaya nispetle az oldu?unu ifade etmek içindir. Sabır telkin ederken, Allah daha büyü?ünden saklamı? deriz. Allah (c.c)’nun rahmetine bakınız ki belaların gelip çatmasından önce bunları bildirmektedir ki, nefislerimizi bu belalara ve musibetlere kar?ı hazırlasın.
Yine ilk ayetteki “Biraz korku” ifadesiyle; dü?man korkusundan ve zarar gelebilecek insan ve hayvandan, “Biraz açlık” sözü; kıtlık, rızk darlı?ı, fakirlik, muhtaçlık, para kaybetme para kaptırma, alaca?ı tahsil edememe, alı? veri?te aldatılma vb. durumlar i?aret edilirken, “Mallardan yana eksiklik” ibaresi ile; canlı ve cansız mallarımızın herhangi bir sebepte yani yangın, sel, deprem, hırsızlık, hastalık gibi sebeple de telef olması, “Canlardan (yana eksiklik)” ile arkada?ların, yakınların, sevilenlerin ölümleri, hastalıkları, trafik kazaları, ihtiyarlıkları veya onların belalara duçar olmalarından dolayı imtihan gerçekle?ebilece?i hatırlatılıyor.
“Sabredenleri müjdele” kısmı; Peygamberimize bir hitap olup, Efendimizin “Sabreden, ba?ına gelmi? musibetlere tahammül eden ve sıkıntının geldi?i esnada Allah (c.c)’a istircada bulunan yani “İnnalillah ve innâ ileyhi râciûn” diyen kullara, cenneti müjdelemesi demektir. Yani Allah’tan gelene, sıkıntı duymadan razı olma, sızlanmama, itiraz etmeme sabrın ve kullu?un en üst hallerindendir.
Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki: ’Mü’min ki?inin durumu ne kadar ?a?ırtıcıdır! Zira her i?i onun için bir hayırdır. Bu durum, sâdece mü’mine hastır, ba?kasına de?il: Ona memnun olaca?ı bir ?ey gelse ?ükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır.’(3) Ki?i gerçek bir imana sahip de?ilse, kar?ıla?tı?ı acılar onu sıkıntıya sokar ve öfkeye iter. Sorsan kadere inandı?ını söyler; ama kadere rızasızlık gösterir. Bu davranı? sevabı yok etti?i gibi, Allah korusun isyan sebebi ile imanı da yok edebilir. Acılara sabır ise, ki?inin inancını tehlikelerden korur ve ezaya sabır nispetinde derecesi yükselir.
İnsanlar, iman ehline dünyada birçok bela ve musibetin isabet etti?ini; fakat kafirler, zalimler ve günahkarların ise mallara, makamlara sahip olduklarını görürler. Bu durumda sanki Allah’ın nimetlerinin yalnızca kafir, mü?rik ve günahkârlar için oldu?unu, müminlerinde bundan pek nasiplerinin olmadı?ına hatta ?eref ve üstünlü?ün kafir ve münafıklarda oldu?unu sanabilirler; oysa Allah (c.c):
“Şeref, Allah(c.c), Rasûlullah(a.s) ve mü’minler içindir.”(4) buyuruyor. İnancın da zayıflama olan ki?iler bu cihetteki ayetleri görünce, müminlere sadece ahrette ferah vardır sanabilirler. Hatta Allah’ın dünyadaki taksimatını adaletsiz bulabilirler. Fakat bu inanç onların Kur’an’ı anlayamamı? olma, hatta sa?lam bir dini donanım yerine zihinsel kurgu ve evhamlarla oyalandıklarının alametidir. Zira yazımızın ba?ında bir imtihan yeri olan bu dünyada Allah’ın kullarını açlık, korku, mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltmekle, ölüm, hastalık vs. ile sınayaca?ını ve iyi kulluk edenleri, sabredenleri, çalı?anları, mükafatlandıraca?ını zikrettik. Unutulmamalıdır ki kul, dünya ve ahiret nimetlerinden çalı?tı?ı kadar isifade edecektir. “Herkese çalı?tı?ı kadar vardır.”(5)
Dinî bilgi ve de?erlerden yoksun olan ki?iler, hepimizin ?ahit oldu?u gibi bir sıkıntı gördükleri zaman Rablerini hatırlayacakları yerde isyanları artmakta ve sınavı kaybetmektedirler. Öyle ki yanlı? inanı?ları ile kalbi zayıf olanları da etkilemektedirler. Mesela; Marmara Depremi sonrası, bir televizyonun muhabiri; “Evler yıkılıyor. Mallar telef oluyor. Ülke ekonomisi çöküyor. Büyükler ölüyor ya küçük çocukların ölümüne ne demeli....” diye isyan ederken, “Bunlar da Allah’ın adaletindendir.
Sabret ve Allah’tan kork.” denildi?inde, muhabir: “Biz böyle adalet istemiyoruz.” diye söyleyebiliyor veya Allah’ım benim günahım ne idi ki bunları bana reva gördün.” diye isyan ile sınavı kaybederken; ba?ka birisinin ba?ına da bir hal geldi?inde: “Ben bu hallere dü?ecek adam mıydım.” veya ölen birisi için: “Zamansız öldü.” diye söz ederler. Ayrıca “Beni gününden evvel mezara sokacaklar.” Sözü ve daha buna benzer bir sürü hatalar bela geldi?i zaman yapılan büyük yanlı?lardan sayılabilir.
Bu ve bunlar gibi yanlı?, sapık fikirlerin sebebi nedir?
Bu konuda Merhum Seyyid Kutub’un iki tespiti vardır:
Birincisi: Kulun kendisi ve dindarlı?ı hakkında husn-ü zanna sahip olmasıdır: Ki?i, dinin gereklerini yerine getirdi?ini ve yasaklarından tamamın kaçındı?ını zannederken, dü?manları hakkında onlar üzerlerine dü?en görevi, yani gereken tebli?i yapmamasıdır.
İkincisi ise: Allah (c.c)’nun hakk dine inananları dünyada desteklemedi?ini, onlara yardım etmedi?ini, açık ve gizli tüm emirlerine uymalarına ve yasaklarından sakınmalarına ra?men dünyada mü’minleri mazlum, ezilmi? ve zavallı bir ?ekilde terk etti?ini zannetmeleridir. Dinin gere?i hakkındaki ve kendisine isabet eden nimetlerin hakikati hakkındaki bilgisizli?idir. Oysaki kulun mükemmelli?i, arzuladı?ı nimeti elde etmesi ve ona götüren yolları bilmesi, bunu yapabilecek iradeye sahip olması, nimete kar?ı sonsuz sevgiye sahip olmasıyla ölçülür. Bunu ba?arabilmesinde özel bir çalı?ma sistemi olmazsa olmaz. Sabır olmazsa nimet elde edilmez.
Yüce Allah Hac Suresinde 35. ayetinde ?öyle buyuruyor. “Muttaki kullar, öyle kimselerdir ki, Allah anıldı?ı zaman kalpleri titrer; ba?larına gelene sabrederler.” İnsan, kendisinin tam hak din üzere oldu?una inanırsa, gizli açık yasakları tamamen terk etti?ine inanmı? olur. Bu inanç, onun dinin hakikatini inceliklerini bilmemesinden ileri gelir. Allah (c.c) bunu istemez. Dinden murat da bu de?ildir. E?er bir insan Allah (c.c)’nun, mü’mine yardım etmedi?ine, zalimlere yardım etti?ine inanırsa bu Allah’ın kullar için vaadi ve tehdidi hakkındaki bilgisizli?indendir. Bilgisizli?in temeli, o konuyu ö?renmekten kaçınmaktır.
Bazı kimselere “Neden kitap okumuyorsunuz?” diye sordu?umuz zaman, size verece?i cevap “Okur ö?renirsem sorumlulu?um artar. Bu sebeple okumuyorum.” olacaktır. Tamamen bir bilgisizlik neticesi olarak sanki bu ki?iler ö?renmeyince sorumluluktan kurtulacaklarını zannetmektedirler. Bu ne büyük bir gaflettir. Bu gafletin sebebi, beyin dünyasından çok, gönül dünyasındaki problemlerdir. Kalbî vazifeler, esasında bedenî vazifeden daha mühimdir. İlk tedavi edilmesi gereken yer de kalp olmalıdır. Namaz müminleri kötülüklerden alıkoyar. Ki?i, e?er namaz kılındı?ı halde kötülüklere de devam ediyorsa, o gönülde bir problemin oldu?u â?ikardır. Namazlardan bit tat ve hu?û alınamamasının sebebi de bundandır.
“Gerçek müminler namazlarından hu?û duyanlardır.”(6) Madem ki problem kalp problemidir. Öyle ise evvelâ kalbi arındırmanın yolları aranmalıdır. Ekseriyetle, bir ki?inin kendi ba?ına bu mühim hastalıktan kurtulabilmesi iddiası bir evhamdır. Zira bu maharet onda olsa idi; içerisinde bulundu?u bataklı?a saplanmaz ve bir rehbere ihtiyaç duymaz idi. Fakat kendisine bir faydası olmamı?tır. En kısa bir deyi?le kalp doktorları olan Allah dostlarının ?ifa hanelerine müracaat etmeli ki, zira bu ocaktan nice hastalar hem ?ifa bulmu? hem de tabip olarak çıkmı?tır.
Kulun bela ve imtihanlarla mücadelesi, yüceli?i, imanın gücüyle orantılıdır. Kötülüklere kar?ı güç yetiremiyorsa, uzak duramıyorsa bu iman gücünün zayıflı?ındandır. Allah (c.c)’ın yardımı da kulun imanın miktarıyla orantılıdır. İman kalptedir, kalpler ise ancak kendisine iman etti?imiz Rabbimizin gizli ve a?ikar zikri ile tatmin olur, sükun ve ?ifa bulur.(7) “Ey Rasûlum! Sana ve sana tabi olan müminlere Allah yeter.” (8)
İmtihan hakkındaki genel prensipleride ?öyle sıralıyor büyüklerimiz
1- Mü’mine isabet eden bela, kafire isabet eden beladan daha hafiftir.
2- Mü’minin kar?ıla?tı?ı belalar Allah’ın (c.c.)rızasına onun affına ula?ma amacına yöneliktir.
3- Güzel âkıbet, Allah’tan hakkıyla korkanlar içindir.
4- Sevgi kalpte yerle?ip orada derinle?ince sevenin sevdi?i u?runda çekti?i sıkıntılar, dert olmaktan çıkar, hatta çok tat verir.
KAYNAKLAR
1-Bakara Sûresi 2/155- 156.
2-Muhammed Sûresi 47/ 31.
3- Müslim, Zühd 64, (2999)
4- Münafikun Sûresi 63/8.
5-Necm 53/39
6- Müminûn 23/2.
7-Ra’d 13/28
8- Enfal 8/64
Bela ve İmtihan
Özlenen Rehber Dergisi 6. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.