Hizmet, Mü’min’in aynasıdır.
Hizmet, imanın ve güzel Müslümanlığın ölçüsüdür.
Hizmet, Cenâb-ı Hakk’ın ahlâkının kulda yansımasıdır.
Kul, Rahmân ve Rahîm olan Rabbi’ni tanıdığı ölçüde O’nun kullarına merhametli, faydalı ve yakın olur. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in tarif buyurduğu gibi, gerçek Müslüman, insanların kendisinden bir zarar görmediği, herkesin ondan rahat ettiği, emin olduğu, fayda gördüğü bir kimsedir. Kendisine güvenilmeyen, insanları sevmeyen ve kimse tarafından da sevilmeyen kimse imanın tadını tadamaz.(Buhârî, İman 4,5)
Manevî terbiyenin sonu, halktan kaçmak, işten el etek çekmek değil, halkın arasına dönmek ve hizmet etmektir. Tasavvuf terbiyesinin en büyük hedefi insanı herkese rahmet olacak bir kıvama getirmektir. Öyle bir kimseden Cenâb-ı Hakk da razı olur, bütün yaratılmışlar da razı olur.
Allah dostları, âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’in sünneti üzere hareket etmeyi en büyük gaye edinmişlerdir. Efendimiz (s.a.v.) hiçbir ayırım yapmadan bütün insanları muhatap almış ve hepsine rahmet olmuştur. Muhataplarına Allah Teâlâ’nın kulu gözüyle bakmıştır. Yaptığı iyilikleri kimsenin başına kakmamıştır, hiç kimseyi minnet altına sokmamıştır. Onun en büyük sünneti, başkasının yükünü çekmek, ihtiyaçlarını gidermek ve yüzünü güldürmektir.
Nakşibendî yolunun piri Şâh-ı Nakşibend (k.s.), bu yolun usulünü şöyle tarif etmiştir: “Bizim usulümüz, halkın içinde Cenâb-ı Hakk ile beraber olmaktır. Yolumuz sohbet ve halka hizmet yoludur. Halktan kaçmakta şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır, halkın içinde bulunup herkese Allah rızası için hizmet etmektedir.”(1)
Allah rızası için bir hizmetin içinde bulunmak kadar kazançlı bir iş yoktur. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz hizmet ehlini şöyle övmektedir:
“Bir topluluk içinde en büyük sevabı onlara hizmet eden alır.”(Saîd b. Mansur, Sünen, h.no: 2406)
“İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara en faydalı olandır.”(Ebû Dâvûd, Edeb 57)
Mü’min’e yapılan hizmet, nafile ibadetten daha üstündür. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bir Mü’min’in ihtiyacına koşmanın faziletini ve şerefini şöyle belirtiyor:
“Bir Mü’min kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem bana, şu mescitte (Mescid-i Nebevî’de) oturup bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir.”(Taberânî, el-Kebîr, h.no:13646)
Hizmetin en büyük kerameti, insanı Allah Teâlâ’nın sevgi ve yardımına mazhar etmesidir. Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Bir kul, din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.”(Tirmizî, Hudûd 3)
Ashâb’tan Abdullah b. Abbas (r.anhümâ), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mescidinde itikâfa girmişti. Yanına bir adam geldi, selam verdi ve oturdu. İbn-i Abbas adamın yüzüne baktı, onu biraz kederli gördü:
- “Ey falanca! Seni kederli ve üzüntülü görüyorum, bir sıkıntın mı var?” diye sordu. Adam:
- “Evet, ey Allah Rasûlü’nün amcasının oğlu. Falancanın üzerimde vefa hakkı var, para karşılığında beni hürriyetime kavuşturdu. Fakat şu kabirde yatan Peygamber hakkı için söylüyorum, üstlendiğim borcu ödeyecek gücüm yok.” dedi. İbn-i Abbas:
- “Ona senin hakkında konuşsam olur mu?” diye sordu. Adam:
- “İstersen bir konuş!” dedi. İbn-i Abbas hemen ayakkabılarını giydi, mescitten çıktı. Adam:
- “İtikâfta olduğunuzu unuttunuz herhalde!” diye hatırlatmada bulundu. İbn-i Abbas (r.anhümâ):
- “Hayır unutmadım. Fakat ben şu kabirde yatan Hz. Peygamber (s.a.v.)’i işittim. O aramızdan ayrılalı çok geçmedi.” Bu arada İbn-i Abbas’ın gözlerinden yaşlar boşandı. Sözüne devam etti. “Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Kim bir din kardeşinin ihtiyacını gidermek için yürür ve sıkıntısını giderirse, bu yaptığı onun için on senelik itikâftan daha hayırlıdır. Hâlbuki kim Allah Teâlâ’nın rızası için bir gün itikâfa girse Allah Teâlâ onunla Cehennem ateşi arasında üç hendek koyar. Her bir hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.”(Münzirî, et-Terğîb, II, 272)
Ashâb’ın büyüklerinden Muaz b. Cebel (r.a.) demiştir ki: “Allah yolunda cihada giden arkadaşlarımın eşyalarını hazırlamam, yüklerini düzeltmem ve bineklerini çekip çevirmem bana on nafile hacdan daha sevimlidir.”(Ebû Dâvûd, Edeb 60)
Ebû Kilâbe el-Basrî (r.a.) şu hadiseyi anlatmıştır: Rasûlullah (s.a.v.), yolculuk yaparken ashâbını gruplara ayırıyordu. Bir defasında grubun birisi Efendimiz (s.a.v.)’in huzuruna gelerek gruptaki bir şahsı şöyle övmeye başladılar:
- “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz bunun gibisini görmedik. Bir yere indiğimizde hemen namaza koşar, durmadan namaz kılar. Hareket edince tek işi Kur’an okumaktır. Bir de devamlı oruç tutar.” dediler. Rasûlullah (s.a.v.):
- “Ona bunları yapma imkânını kim veriyor. O bunları yaparken ihtiyaçlarını kim görüyor?” diye sordu. Arkadaşları:
- “Bizler!” diye cevap verdiler. Rasûlullah (s.a.v.), aynı soruyu bir kere daha sordu. Onlar tekrar:
“Bizler!” diye cevap verince, Efendimiz (s.a.v.):
- “Bu durumda sizin hepiniz ondan daha hayırlısınız.” buyurdu.(İbn-i Mübârek, Kitâbu’l-Cihâd, II, 180)
Abdurrahman-ı Tâhî (k.s.) şöyle buyurur: “Nisbet (manevî feyiz ve yardım) hizmete göredir. Hizmetteki ilâhî rahmet hiçbir şeyde yoktur. Nakşibendî tarikatında rahmete sebep olacak her türlü amel ve hizmet vardır. İbadet için evine kapanıp halkın hizmetinden kaçan kimse, pek çok hayırdan mahrum kalır. Sadece zikirle yetinmek olmaz. Mal ve can ile Allah yolunda cihat ve gayret etmek gerekir.”(2)
Hizmetin temeli ve ruhu ihlâstır. İnsanın Allah rızası için yaptığı bütün ameller, gayretler, harcamalar hizmetin içine girer. İhlâsla yapılan hiçbir işe küçük denmez. Allah rızası için mescitten atılan bir çöp bile hayırdır, hizmettir. İnsan bir hayır yaparken ne yaptığından çok, onu kim için yaptığına bakmalıdır.
Hizmeti kullanıp içimizdeki nefsanî hisleri tatmin etmek, insanların rağbetini çekmek, özel çıkarlar sağlamak, baş olma hevesine kapılmak, hizmet edip hürmet beklemek doğru değildir. Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s.) der ki: “Ben bu yolun feyzini tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi de hizmet yolundan götürdüler. Ben hizmette insan ayırımı yapmadım, hayır umduğum herkese hizmet ettim. Heri’deyken sabahları hamama gider ve Müslümanlara hamamda hizmet ederdim. Hizmette iyi veya kötü, beyaz veya siyah, kuvvetli veya zayıf ayırımı yapmadan herkese hizmet ederdim. Hizmetime karşılık olarak kimse bana bir ücret vermesin diye, işimi bitirir bitirmez hemen hamamdan uzaklaşırdım.”(3)
Hizmet ehli nefsini değil hizmeti düşünür. Hizmet ayağa kalksın diye gerekirse nefsini ayaklar altına serer. Bu yolda Allah için tevazu gösterip alçak gönüllü olan kimselerin başı Arş’a değer. O kimseyi Yüce Allah (c.c.) sever. Bu şeref de ona yeter.
Hizmet için yola çıkan kimsede şu niyet ve ahlâkların bulunması gerekmektedir:
1- Allah rızası için yola çıkmak.
2- Başındaki imama ve başkana itaat etmek.
3- Sevdiği malından Allah rızası için kardeşlerine infak ve ikram etmek.
4- Beraber olduğu arkadaşlarıyla iyi geçinmek, onlara yumuşak davranmak.
5- Fitne ve fesattan çekinmek.
Hak yolu, kardeşini kusuruyla birlikte sevme yoludur. Bu yol, vermeyene verme, gelmeyene gitme yoludur. Bu yol, canla başla hizmet edip sonunda kendi kusuruna istiğfar etme yoludur.
Hizmette iş ve yer seçilmez, verilen hizmet çeşidi ne olursa olsun onu ihlâs ve samimiyetle güç yettiği kadar yerine getirmelidir. Önemli olan Allah rızası için hayırlı bir işin içinde olmaktır. Hayırlı işlerde başkan olmak bir maharet olmadığı gibi, geri hizmetlerde koşan birisi olmak da utanılacak bir şey değildir.
Gönlü Allah’a bağlı olan kimsenin hizmette nasıl davranacağını Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle ifade buyurmuştur: “Müjde olsun o kula ki, bineğini alıp Allah yolunda cihada ve hizmete çıkar. Başı açık, ayakları toz toprak içinde var gücüyle bu yolda koşar. Kendisine ordunun önünde gözcülük verilse onu hakkıyla yapmaya çalışır. Eğer ordunun arkasında geri hizmetleri verilse onu hakkıyla yapmaya çalışır. İleride veya geride hangi iş verilse o işin gereğini yapmakla meşgul olur.”(Buhârî, Cihad) Bu hâl gerçek hizmet ehlinin ahlâkı olmalıdır. Bu gün amir olan yarın memur olabilir. Bir yerde müdürlük yaparken, öbür yerde tuvaletleri yıkamak, yolları temizlemek, sırtında çuval taşımak, soba yakmak, misafirlere hizmet etmek gerekebilir. Hizmet ehli, her iki işi de gönül hoşluğu ile yapar, kimseden utanmaz, yaptığı işi basit ve gereksiz görmez. Amir iken kibre düşmediği gibi, Mü’min kardeşlerine, fakirlere hizmet ederken de basit bir iş yaptığını düşünmez. Şu örnekleri bir düşünelim:
Hz. Ebû Bekir (r.a.), önceleri ticaretle uğraşıyor, çarşıya inip alış veriş yapıyordu. Ayrıca koyun sürüsü vardı ve zaman zaman onlarla meşgul oluyordu. Bazen mahallesindeki yardıma muhtaç kimselerin koyunlarını sağıyordu. Halife olup kendisine biat edildiği zaman, daha önce koyunlarını sağdığı bir ailenin kızı:
- “Artık bundan sonra koyunlarımız sağılmaz!” diyerek hayıflandı. Kızın sesini işiten Hz. Ebû Bekir (r.a.):
- “Hayır, vallahi davarlarınızı sağmaya devam edeceğim. Üzerime aldığım bu işin daha önceki ahlâkımı değiştirmeyeceğini ümit ediyorum.” diye kızı teselli etti ve halife iken de mahallenin koyunlarını sağmaya devam etti. Hatta bazen koyunlarını sağdığı kimselere:
- “Nasıl istersiniz, sütü köpüklü mü sağayım, köpüksüz mü olsun?” diye sorar, onlar nasıl isterse öyle sağardı. Daha sonra bulunduğu mahalleden Medine’nin merkezine taşındı. Ticaret işiyle halifeliğin beraber yürümediğini görünce, ticareti bıraktı, bütün vaktini Müslümanların hizmet ve idaresine ayırdı. Devlet hazinesinden kendisine ve ailesine yetecek miktar maaş bağladı. Vefat edeceği sırada, elinde biriken bütün malını devlet hazinesine geri teslim etti. “Üzerimde Müslümanların mallarından hiçbir şey kalmasın.” dedi. Bu duruma şahit olan Hz. Ömer (r.a.):
- “Ebû Bekir, peşinden gelenlerin işini zorlaştırdı, onun gibi kim yapabilir?” dedi.(4)
Bedir harbinde Ashâb-ı Kirâm’ın yeterli bineği yoktu. Üç kişi bir deveye nöbetleşe binerek gidiyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in de özel bineği olmadığı için, bir deveye Hz. Ali (k.v.) ve Hz. Ebû Lubâbe (r.a.) ile nöbetleşe biniyordu. Efendimiz (s.a.v.) kendi sırasında deveye bir müddet bindi, sıra diğerlerine geldi. Onlar:
- “Siz bininiz ey Allah’ın Rasûlü, biz yürüyelim.” dediler. Efendimiz (s.a.v.):
- “Ben Allah’ın vereceği sevaba sizden daha az muhtaç değilim; siz de yürümek için benden daha kuvvetli değilsiniz. Herkes sırasıyla binecek ve yürüyecek.” buyurdu.(Hâkim, Müstedrek, II, 91)
Hizmette öncelik sırasına dikkat etmelidir. Farz bir ibadeti ihmal edip nafile ile uğraşmak hizmet değil hezimettir. Hizmetin hedefi Yüce Mevla’nın rızasına ulaşmaktır. Kulu Allah rızasına ulaştıracak en büyük sebep farz amelleri yapmaktır.
İmam Rabbânî Hazretlerinin belirttiği gibi; bir farzı yerine getirmek bin sene nafile ibadetle meşgul olmaktan hayırlıdır. Bir farzın içindeki sünneti veya edebi yerine getirmek de farzın dışındaki nafile ibadetlerden hayırlıdır.(5)
Hizmet ehli, önce farz vazifeleri ve hizmetleri yerine getirmeye çalışmalıdır. Hayır ve hizmet yapmaya en yakınlardan başlamalıdır. İnsanlar içinde anne-baba hukuku en ön sırayı alır. Anne babayı aç bırakıp mahallenin muhtaçları ile uğraşmak doğru değildir. Cihadın en büyüğü Allah Teâlâ’ya kulluktan sonra anne-baba hukukunu korumaktır. Ancak anne veya baba bir haramı emreder veya bir farzı yapmaktan engellerse o durumda kendilerine itaat edilmez.
Hizmet ehli, ailesinin haklarını da dikkate almalıdır. İşini ve eşini ihmal ederek yapılan hizmet başarıya ulaşamaz. Ancak hizmetin gerektirdiği fedakârlıktan da kimse kaçmamalıdır.
Bir kadın kocasının hak yolundaki hizmetlerini destekler, yardımcı olur ve elinden geldiği kadar ona zemin hazırlarsa, onunla aynı sevabı alır.
Allah yolundaki hizmetlere katılan bir kadın, evli ise kocasının haklarını göz ardı edip nefsinin istediği gibi serbest hareket etmemelidir. Müslüman bir kadının koca ve çocuklarına karşı farz olan vazifelerini yapması zaten dinî bir hizmettir, en büyük hayırdır.
Allah yolunda çekilen çilelerin karşılığı Cennet ve ilâhî rızadır. Hizmet esnasında önümüze çıkan zorluklar, daha fazla sabır gösterip sevap kazanmamız içindir. Kolay elde edilen şeyler kalıcı olmaz. Hak yolunda koşan bir insanın en büyük hizmeti kendisinedir. Hizmetteki ilk fayda hizmet edene aittir. Bunun için Allah rızası için yola çıkan bir kimse, bu yolda bütün çileleri baştan kabul etmelidir.
Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, yeri Arş-ı A’la ve Cennet iken yeryüzündeki insanların arasında zahmet çekmeyi tercih etmiştir. Onun insanlar tarafından yerli yersiz rahatsız edildiğini gören amcası Abbas (r.a.) bir gün Efendimiz’in huzuruna gelip:
- “Yâ Rasûlallah! Görüyorum ki şu insanlar size çok eziyet veriyorlar, çıkardıkları tozlar zat-ı âlinizi rahatsız ediyor. Kendinize yüksekçe özel bir yer yaptırsanız da onlarla oradan konuşsanız!” diye üzüntüsünü dile getirdi. Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in cevabı şu oldu:
- “Hayır! Allah beni içlerinden alıp huzuruna kavuşturana kadar onların arasında duracağım. Varsın ökçelerime bassınlar, elbiselerimi çeksinler, bir şey olmaz.”(6)
Bütün hizmet ehli, şu âyetteki edeplere dikkat etmelidir: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”(Âl-i İmrân, 3/159)
İşte bir istişare örneği: Hendek Harbi’nin yapıldığı günlerde Müslümanlar ciddi sıkıntılar çekmeye başlamışlardı. Bu durumu gören Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, müşriklerle iş birliği yapan ve karşı cephede bulunan Gatafan Kabilesi’nin reisleri Uyeyne b. Hısn ile Hâris b. Avf el-Mürrî’ye haber göndererek kendileriyle bir anlaşma yapmak istedi. Savaştan vazgeçmelerine karşılık olarak kendilerine Medine’nin senelik hurmalarının üçte birisini vermeyi teklif etti. Onlar da bunu güzel buldular. İki taraf arasında durum konuşuldu ve anlaşma metni yazıldı. Henüz imzalanıp yürürlüğe girmeden önce Rasûlullah (s.a.v.), Sa’d b. Muâz ile Sa’d b. Ubâde’yi huzurlarına çağırıp durumu ve varılan anlaşmayı onlarla da istişare etti. Onlar da:
- “Yâ Rasûlallah! Bu işi siz mi istiyorsunuz? Eğer böyle ise, biz sizin arzunuza uyarız. Yahut bu mutlaka uymamız gereken ilâhî bir emir mi? Yoksa sizin bizi düşünerek yaptığınız bir anlaşma mı?” diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.):
- “Hayır, bunu sizin için yapıyorum. Görüyorum ki bütün Araplar birleşerek tek vücut olmuşlar, her taraftan size saldırıyorlar. Bu şekilde bir dereceye kadar güçlerini kırmayı düşündüm.” buyurdu. Bunun üzerine Sa’d b. Muâz (r.a.):
- “Yâ Rasûlallah! Bizler bir zaman Allah’a şirk koşardık, putlara tapardık, Allah’a ibadet etmez ve O’nu tanımazdık. O günlerde bile, bunlar misafir olarak ikram ettiğimiz veya parasıyla sattığımızın dışında zorla bizden bir hurma tanesi yiyemezlerdi. Şimdi Allah bizi İslâm’la şereflendirmişken, sizinle ve İslâm’la bizi kuvvetlendirmişken, nasıl olur da onlara mallarımızı veririz? Onlarla böyle bir anlaşma yapmaya hiç ihtiyacımız yoktur. Allah onlarla bizim aramızda hüküm verinceye kadar onlara kılıçtan başka verecek bir şeyimiz yok.” dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- “Evet, dediğin güzel!” buyurdu. O zaman Sa’d (r.a.) anlaşma metnini aldı, içindeki yazıyı sildi ve “Bize karşı ellerinden geleni yapsınlar!” dedi.(7)
Bu hadisede hizmet ehli için önemli prensipler mevcuttur. Görüldüğü gibi Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz bile kendi fikrini ashâbı ile istişare edip değerlendirmeye tabi tutmuştur. Bunu, âyetle sabit olmayıp, içtihada açık olan bir konuda yapmıştır. Ashâb-ı Kirâm Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) istedikten sonra değil bütün mallarını, canlarını bile vermeye hazır iken, işin aslını öğrenmek için soru sormaktan çekinmemişler, içtihada müsait konularda, Allah için bildikleri doğruyu söylemeyi dinî bir vazife saymışlardır.
Hizmet, Allah’ın biz kullarına emanetidir. Her Mü’min, Allah yolundaki hizmetlere bir şekilde katılmalıdır. Malı ve canı ile bizzat hizmetin içinde olamayan kimseler, hiç değilse kalbi, niyeti, duası, sevgisi ve rızası ile hizmetlere destek vermelidir.
Ârifler; “Hizmetteki edep hizmetten daha üstündür” demişlerdir. Bütün ilâhî emirler, ibadetler, hayır ve hizmetler bir yönüyle Mü’min’e edep öğretir. Her işi edep güzelleştirir. Bunun için hizmetteki edepleri bilmemiz ve korumamız gerekmektedir.
Rabbim bizleri tembellikten muhafaza buyurarak, kendi katında razı olacağı hizmetleri yine razı olacağı edep ile yapabilmeyi nasip eylesin! Âmin!
Kaynakça:
1. Ahmed Sıddîkî, Şâh-ı Nakşibend, 107.
2. Abdurrahmân-ı Tâhî, İşaretler, 188.
3. Sâfî, Raşâhat, Sadeleştiren: N. Fazıl Kısakürek, 263-264.
4. Kandehlevî, a.g.e., II, 379-380.
5. İmam Rabbânî, Mektûbât, 29. Mektup.
6. Kandehlevî, a.g.e., III, 335.
7. Kandehlevî, a.g.e., II, 281.
Allah Yolunda Hizmet
Özlenen Rehber Dergisi 44. Sayı
çok güzel teşekkür ederim bize hizmeti hatırlattıginiz için...
allah sızden razı olsun ınsallah