Misyonerlerin nihaî amaçlarının insanları dindaşları yapıp ?kendi inançlarına göre- kurtuluşa erdirmekten ibaret olmadığı yüzyıllardır yürütülen faaliyetlerin sonucundan anlaşılmaktadır. Zira misyonerler vasıtasıyla Hıristiyanlaşan toplumların yerli halkının hiçbir zaman özgür olduğu görülmemiştir. Onlar her ne kadar aynı dine inanan insanlar olsalar da, yeni kurulan düzen adeta bir işgal ve sömürge anlayışıyla kurulmuştur. Amerika’dan Afrika’ya, Uzak Doğudan Slav Milletlerine kadar dünya bunun örnekleriyle doludur. Yeni gelenler hep efendi, birinci sınıf insan; yerliler ise hep köle, ikinci, üçüncü sınıf insan muamelesi görmüşlerdir.
Türkler misyonerlerin ulaşmayı çok arzuladıkları; ama emellerine bir türlü istedikleri oranda ulaşamadıkları bir millettir. Müslüman olduktan sonra Türklerin İslâm’a yaptığı hizmetler ortadadır. Aynı şekilde tarihte Müslümanları, Hıristiyanların zararlarından koruma noktasında gösterdikleri üstün başarı ve fedakârlık her türlü takdirin üzerindedir. Bütün bunları, Hıristiyan dünyası kendisi için bir zarar olarak telakki etmiş ve yıllarca bunun intikamını almak için fırsat kollamıştır.
Yapılan araştırmalar, 1990’dan itibaren son on beş yılda Türkiye’de misyonerlik faaliyetlerinin arttığını ve buna bağlı olarak pek çok yeni kilisenin açıldığını göstermektedir. Yayınlanan raporlarda din değiştirenlerin sayısı hakkında birbirinden farklı rakamlar verilse de bu rakamlar, 1990 öncesine nazaran ciddi bir tehlikenin varlığına işaret etmektedir. Misyonerlerce 2020 yılına kadar toplumun %10’unun Hıristiyanlaştırılmasının hedeflendiği belirtilmektedir. Bu hedefin gerçekleşme ihtimali tartışılabilir. Ancak, gerekli ve yeterli önlemler alınmazsa, ileriki yıllarda bu tehlikenin daha da artması imkân dâhilindedir.
Peki, 1990 yılından itibaren misyonerlik faaliyetlerinin artmasına zemin teşkil eden faktörler nelerdir? Bu sorunun cevaplanabilmesi için çeşitli alanlarda araştırmaların yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte, hemen göze çarpan birkaç nedeni burada sıralamak mümkündür. Bu nedenlerden biri ve en önemlisi, 1990 sonrasında oluşan medya alanındaki artış ve çeşitliliktir. Özellikle, özel televizyon kanallarının yayın faaliyetine katılmasıyla Müslüman Türk toplumu bir kültür bombardımanına maruz kalmıştır. Hıristiyan Batı değerlerinin yer aldığı çeşitli televizyon programları aracılığıyla ’misyonerlik? gizlice evlere girmiş ve zaman içerisinde Müslüman Türk kültürünün savunmacı, koruyucu ve dışlayıcı yapısının direnç noktalarını zedelemiştir. Deyim yerinde ise, gizli bir inkültürasyon süreci başlamıştır. Bunun sonucunda Müslüman insan, modern Batılılıkla Hıristiyanlık arasındaki ayırımın farkına varmakta zorlanır olmuştur. Bu, özellikle yetişmekte olan genç nesilde gözlemlenen bir durumdur. Diğer yandan Batı kültürünün bireyselci ve sınırsız özgürlükçü büyüsünün tesiri altında kalan genç nesilde millî ve manevî değerler anlamını yitirmeye başlamış, bu tür değerler ’vatan, millet, sakarya? edebiyatı olarak değerlendirilir olmuştur.
1990’ların sonlarına doğru hızla yayılan interneti de bu noktada hatırlamak gerekmektedir. Gerek ev ve işyerlerinde internet kullanımının hızla artması, gerek sokak aralarında internet kafelerin mantar gibi çoğalması, gençlerin gizli ve açık her türlü misyonerlikle karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Zira hemen hemen tüm misyoner gruplar interneti misyonerlik aracı olarak kullanmaktadır.
Müslüman Türk toplumunun Hıristiyanlığa karşı direnç noktalarını zayıflatan ve toplumun çeşitli kesimlerini misyonerlik faaliyetlerine açık hâle getiren diğer önemli bir unsur da, 1990’dan itibaren artan dinler arası diyalog girişimleridir. Yakın zamanda ölen Papa II. Jean Paul’e göre; ’Dinler arası diyalog, Kilise’nin insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır.?(John Paul II, Redemptoris Missio, Libreria Editrice Vaticana, Roma 1991, s. 55) Katolik Hıristiyanların geleneksel misyonerlik uygulamalarından ve geçmişte yaşanan Müslüman-Hıristiyan çatışmalarından kaynaklanan olumsuz imajı yok ederek karşı tarafın direncini kırmak amacıyla başlattığı dinler arası diyalog girişimleri, Türkiye’de doğrudan misyonerlik yapma konusunda zorlanan Evanjelik Protestan grupların önünü açmıştır. Bu açıdan, son zamanlarda bazı basın yayın organlarında, misyonerlik faaliyetlerinin abartıldığı, bundan kaynaklanan gereksiz tepkilerin diyalog faaliyetlerine zarar vereceği, bunun da Avrupa’da Türkiye’yi zora sokacağı yönündeki açıklamalar üzerinde dikkatlice düşünmek gerekmektedir.
Son on altı yıl içerisinde cereyan eden İslâm’la ilgili tartışmaların da misyonerlik faaliyetlerine dolaylı yoldan katkı sağladığı bir gerçektir. Din-irtica ilişkisinin abartılı bir şekilde gündeme getirilmesi ve irticaî gelişmeleri önlemek amacıyla din eğitim ve öğretiminde bir takım sınırlamalara gidilmesi, ’dinde yeniden yapılanma? ve ’dini hurafelerden arındırma? gibi söylemlerin din uleması tarafından yüksek sesle dile getirilmesi, İslâm’ın savunmacı ve koruyucu fonksiyonu üzerinde ciddi zedelenmeler oluşturmuştur. Bu ise, hedef kitleye ulaşma konusunda misyonerlere bir kapı açmış; İslâm’ın karmaşık, gelişmeyi engelleyici, bireysel özgürlüğü kısıtlayıcı bir din olduğu iddiasında onlara destek sağlamıştır.
Her insanın inancını ve düşüncesini başka insanlara anlatması ve anlattığı insanın da kendisi gibi inanması ve düşünmesini arzu etmesi tabiî bir şeydir. Ancak Hıristiyan misyonerlerinin tarihî süreç içerisinde böyle masum bir anlayışla hareket etmedikleri bir gerçektir. Baştan beri yaptığımız açıklamalarda da görüleceği gibi misyonerlerin tek amacının Hıristiyanlığı yaymak olmadığı, bunun yanında onu sömürge vasıtası olarak kullandıkları anlaşılmaktadır. Bu sebeple onların faaliyetlerine karşı bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir. Örnek olarak bunlardan birkaçını sıralayalım:
1- İnsanımız mutlaka milli kültürle beslenmeli, özellikle gençlerimize her yaşta ve her çağda ders, seminer ve konferanslar verilerek misyonerlerden etkilenmemeleri sağlanmalıdır.
2- Radyo ve televizyon programlarıyla dinî ve millî kültürü kuvvetlendirici yayınlara ağırlık verilmelidir.
3- Bu konuda kitap ve broşürler bastırılmalı ve vatandaşın okuması temin edilmelidir.
4- Yıkıcı cereyanlar tanıtılmalı, bu cereyanların zarar ve tehlikeleri çeşitli yollarla anlatılmalı, başta gençler olmak üzere tüm halk bu zararlı cereyanlara karşı uyarılmalıdır.
5- Yıkıcı cereyanların mahiyetini ve dayandıkları prensipleri çok iyi bilen ihtisas sahibi kimseler yetiştirilmeli, bu konuda ilmî araştırmalar yaptırılmalıdır.
6- Vaaz ve hutbeler yoluyla halk zaman zaman bu konuda bilgilendirilmeli, mahallî tedbirler alınmalı, idari merciler bu konuda halkla iş birliği yapmalıdır.
7- Yıkıcı cereyanların ağına düşenler tatlılıkla, incitmeden uyarılmalı, sinsi propagandaların arkasındaki gaye bunlara anlatılmalıdır.
8- En önemlisi de devletin denetimi altında yeterli seviyede din eğitiminin önü açılmalı, din dersleri muhteva ve miktar bakımından yeterli seviyeye kavuşturulmalıdır.
Faydalanılan Eserler:
1. ERDEM Mustafa, Misyonerlik.
2. ADAM, Baki, Türkiye’de Misyonerliğe Zemin Oluşturan Faktörler.
Tarihten Günümüze Misyonerlik Faaliyetleri -ıı-
Özlenen Rehber Dergisi 42. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.