Başı ’rahmet’, ortası ’mağfiret’ ve sonu da ’cehennem ateşinden kurtuluş’ olan mübarek Ramazan Ayı’nın son günlerini yaşıyoruz. Bu mübarek ayda iyiliklerin karşılığının kat kat verilmesine karşın, kötülüklerin karşılığının da kat kat verilecek olması, bu ayda yapılan yaygın yanlışlıkları dile getirmeyi, birbirimizi bu konularda uyarmayı gerekli kılmaktadır.
İnsanın davranışlarını düşünceleri yönlendirir. İnsan kavramlarla düşündüğünden, kavramların içini nasıl ve ne ile doldurduğu, insanın düşünce ve davranışlarını doğrudan etkiler. ’Ramazan Ayı’ kavramının içini zihin dünyamızda doldurduğumuz hususlar da bizlerin Ramazan Ayı’ndaki tutum ve davranışlarımızı belirlemektedir.
Kavramların içini doldurmada ya da boşaltmada medyanın etkinliği bilinen bir gerçektir. Ramazan Ayı’na, geçmişe nazaran her geçen yıl medyada daha çok yer veriliyor. Ancak bu duruma sevinmeli mi, üzülmeli mi, insan karar veremiyor. Çünkü ’Ramazan Ayı’ dendiğinde ilk akla gelmesi gereken ’Kur’an-ı Kerim, oruç, sahur, imsak, iftar, teravih, itikaf, Kadir Gecesi, sadaka ve zekat’ gibi ibadete dönük kavramlar olmalıyken, ’Ramazan davulcusu, Ramazan mânileri, mahyalar, Ramazan pidesi, Karagöz-Hacivat..’ gibi gelenek, görenek, âdete dönük kavramlar ön plana çıkarılıyor.
Asıl kavramlar ele alınırken de adeta içleri boşaltılıyor, insana düşündürmesi gerekenlerden çok daha başka şeyler düşündürür hale getiriliyor. Örneğin ’oruç, sahur ve iftar’ kavramlarının ibadet boyutundan çok az bahsedilirken, beslenme ve sağlık yönleri daima ön plana çıkarılıyor. İnternette arama motorlarına ’Ramazan’da…’ diye başlayan bir cümle yazmaya kalksanız, karşınıza ’Ramazan’da nasıl beslenmeli?’, ’Ramazan’da diyet’, ’Ramazan’da kilo almaya dikkat’ gibi başlıklar çıkıveriyor. Televizyon kanallarında Ramazan Ayı boyunca yemek tarifi programları, yiyecek-içecek reklamları hep Ramazan Ayı ve oruçla ilişkilendirilerek yayınlanıyor. Haberlerde Ramazan Ayı ve oruçla ilgili beslenme ve diyet uzmanlarının tavsiyeleri yer buluyor. Böylece oruç denilince maalesef kavramın aslıyla taban tabana zıt olan yemek-içmek akla geliyor. İnsanların bir çoğu, gün boyunca akşam iftarda nerede, ne yiyeceğini düşünerek oruç ibadetini (!) ifâ ediyor.
İftar ve sahur saatlerinde televizyonlarda yer alan programların bir çoğu da, maalesef dinî kavramları öğretme, yerleştirme adına kavramların içini boşaltıyor, hatta dine uygun olmayan davranışların uygunmuş gibi algılanmasına zemin hazırlıyor. Ülkemizin tanınmış hocalarının tesettürlü-tesettürsüz pek çok kadınla erkeği karışık oturtup dinî konulardan bahsetmeleri, adeta birbirine yabancı kadınlarla erkeklerin karışık oturup kalkmasının haram değil de sanki helal olduğunu zihinlere yerleştiriyor. Dolayısıyla insanların yaşam tarzları da bu düşüncelere göre şekilleniyor. Ülkemizdeki tüm dinî mekânların bahçeleri iftar saatlerinde piknik alanına dönüyor, hiç birbirini tanımayan insanlar aileleri ile birlikte iç içe oturup ’çok yoğun dini duygular’ yaşadıklarından bahsedebiliyorlar.
Kimi belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği iftar programları da ibadet boyutundan uzaklaşıp, festival havasına bürünmüş durumda. Bu uygulamaların başlangıcı olan ’iftar çadırları’ ihtiyaç sahiplerine veya yolda kalmış, eve yetişememiş Müslümanlara hizmet veriyordu ve çok yerinde, hayırlı bir faaliyet idi. Ancak günümüzdeki şaşaalı sokak iftarları gösterişe dayalı, haramın helalin birbirine karıştığı uygulamalar durumuna geldi. Öyle ki kimi iftar programlarında müzisyenler getirilip, iftar öncesi veya sonrası kadınlı erkekli eğlenceler tertip edilir oldu. Medyanın bu tür uygulamaları överek sürekli gündeme taşıması da toplumda gittikçe kabul görmesine, yeni nesillere İslam’da Ramazan’ın bu şekilde değerlendirilmesi (!) gereken bir ay olduğu düşüncesini yerleştirmektedir.
Meydanlarda ve dinî mekanların çevrelerinde ’Ramazan Etkinlikleri’ adı altında düzenlenen faaliyetler ise tüketim toplumunu körükleyici, her saniyesi çok kıymetli olan Ramazan gecelerini haram veya faydasız işlerle heba ettiren, adıyla hiç uyuşmayan uygulamalardır. Bu uygulamalar televizyonlardaki iftar ve sahur programlarındaki hocalarımız tarafından hiçbir tenkide uğramayıp, aksine canlı bağlantılarla reklamı yapılınca, ne kadar üzücü ki gün geçtikçe yaygınlaşmakta, kaldırımlar iftar sonrası çay ocaklarının ve kahvehanelerin masalarıyla doldurulup, sahur vaktine kadar Ramazan geceleri heba edilmektedir.
Tüketime dönük bu uygulamalar beraberinde israfı da getirmektedir ki, israf bu mübarek ayda yapılması gereken en önemli ibadetlerden biri olan infakın, zekat ve sadakanın da önündeki en büyük engeldir. Akşama kadar televizyonlarda sunulan yemek programları ve reklamlar iftar sofralarının çeşit çeşit yiyecek içecekle donatılmasına, dolayısıyla büyük miktarlarda israfa neden olmaktadır. ’Ramazan geldi hoş geldi, sofralara şenlik geldi..’ gibi sloganlarla Ramazan Ayı’nı tüketim çılgınlığına ve israfa endeksleyen, insanı bencilleştiren, infak ve cömertlikten uzaklaştıran bu bozuk anlayışlara karşı Müslümanlar uyanık olmalı, ailelerini medyanın bu yıkıcı etkilerinden korumalıdırlar. Hele hele Ramazan Ayı’nda her saniyesi daha bir kıymetlenen zamanımızı dinî bilgiler öğreneceğiz diye televizyon karşısında geçirmemeli, Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve sahabelerinin yaşadığı Ramazan Ayı’nı evimize taşımanın gayretinde olmalıyız ki bu mübarek ayın hürmetini muhafaza edebilelim ve rahmetinden istifade edelim.
Ramazan Ayı ve Yanlışlarımız
Özlenen Rehber Dergisi 125. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.