Nedir sevgi? Bir eşyaya, bir canlıya veya bir insana tutkuyla bağlanmak, karşılık beklememek midir? Yoksa bir evi, bir arabayı, bir toprak parçasını veya Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in ’Kıyamete yakın kadınlar çocuk doğurmak yerine kedi, köpek beslemeyi tercih edecekler? buyurduğu gibi bir hayvanı canından ileri tutmak mı; yoksa kendi yaptıklarını meşru göstermek adına sınırsız özgürlüğü yakalamak mıdır? Hayır?
Bu cevap herkes için aynıdır. Sevgi de asıl olan ise Yaratan’ı ve O’nun Peygamberi’ni canından aziz bilmektir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de çok defa Rasûl’üne tabi olunması gerektiği hakkında kullarını uyarmıştır. ’Kim Rasûle tabi olursa; Allah’a tabi olmuş olur.?(1) ’(Ey Habib’im!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki; Allah da sizi sevsin.?(2)
Âyet-i kerimelerde tabi olma emri verilenler, genel anlamda bütün insanlardır. Özel anlamda ise bu tabi olma örneklerini yaşantılarıyla ortaya koyan, her zaman ve şartlarda Efendimiz (s.a.v.)’e malı ve canıyla sahip çıkan O’nun güzide sahabeleridir ve ümmetidir. Hz. Ali (r.a.), Hz. Ömer (r.a.)’a bunun nasıl yapılacağını şöyle tanımlıyor: ’Dostumuz Allah’ın Rasûl’üne kavuşmak istersen yamalı gömlek giy, nâlinini onar, emelini küçült, karnını doyurmadan ye.?(3)
Hakikaten sahabenin hayatına baktığımızda onlar için dünyanın gelip geçici nimetlerinin pek önemli olmadığını, varsa yoksa Rasûlullah Efendimiz ve O’nun sünneti seniyyelerine tabi olmanın gerekli olduğunu görürüz. Bu insanlar, O’nun sünnetlerine hudâî olsun zevâid(4) olsun hiçbir ayırım yapmadan tabi olmuşlar ve hatta O’nun yaptığı latifeleri bile bir emir telakki etmişlerdir. Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ın anlattıkları konuyu daha iyi açıklamaktadır: ’Bir gün Rasûlullah Efendimiz ve bazı sahabelerle hurma yiyorduk. Herkes hurma çekirdeklerini Efendimizin önüne bırakmış ve bütün çekirdekler Efendimizin önünde toplanmıştı. Ben, ’Ya Rasûlallah, ne kadar çok hurma yemişsiniz!’ dedim. O da: ’Sen de ne kadar acıkmışsın ki, bütün hurmaları çekirdekleriyle yemişsin.’ buyurdular. Ve ben, o günden sonra bütün hurmaları çekirdekleriyle yedim.?
Yine Hz. Hubeyb’in Reci vakasından sonra Mekkeli müşriklere köle diye satılarak yine onlar tarafından öldürülmeden önce söyledikleri de Allah’ın Rasûl’üne olan sevginin ne kadar büyük olduğunun görülmesi açısından önem arz etmektedir. O, ’Şu anda senin yerinde Muhammed olsaydı da sen ölümden kurtulsaydın’ diyenlere; ’Bırakın O’nun benim yerimde olmasını, Medine sokaklarında yürürken ayağına bir diken batmasına dahi razı olmam!’ cevabını vermiştir.
Yukarıdaki âyeti kerimede geçtiği gibi O’nu sevmenin Allah’ı sevmek olduğunu anlamayan veya anlamak istemeyenler, O’nun Allah’ın Rasûl’ü olduğunu kavrayamayanlar, bu gün bile Ebû Leheb gibi O’nun yollarına dikenler atıyor(5) ve O’na hakaretler ediyorlar. Bu dikenler, 1427 yıl önce Rasûlullah Efendimiz için atılmış ise de şimdi O’na tabi olanların ayaklarına atılmaktadır. Hakaretlere gelince, ’Muhakkak Allah Rasûl’ünde sizin için güzel örnekler vardır?(6) âyet-i kerimesinde belirtilen Rasûlullah Efendimizin güzel ahlâkı ile bırakın hakaretin kendisini, hakaret kelimesini bile yan yana getirmek bize rahatsızlık vermektedir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in peygamberliği, ’Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik?(7) âyeti mucibince evrensel olduğundan, bütün insanlık için karanlıktan aydınlığa büyük bir değişim olmuştur. Aslında peygamberlikten önce O’nun dünyaya teşrifleri bile olağan üstü hadiselerle doludur. Mecusilerin bin yıllık ateşinin sönmesi, Sâve gölünün kuruması, Semave deresinin taşması, Kisra’nın sarayının sütunlarının devrilmesi gibi.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in dünyaya teşriflerine gelince?
Kâbe’yi yıkmaya gelen Fil ordusunun Ebâbil’lerle helak edilmesinin ardından henüz elli gün geçmişti.(8) 571 yılı Rebîu’l-Evvel ayının 12. günü pazartesi sabahı, yüz deve karşılığı kurban edilmekten kurtulan Abdullah’ın yetimi(9), Âmine’nin göz bebeği, dünyanın seyrini değiştirecek bir çocuk doğmuştu Mekke’de. Ve adına da gökte Ahmet, yerde Muhammed denilmişti.
Sabah erkenden bir ses duyulmuştu Mekke sokaklarında. Adı Yusuf olduğu söylenen bir Yahudi, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in doğduğu gün henüz Kureyş’in ve Mekke müşriklerinin hiçbir haberi yokken şöyle seslendi Kureyşlilere: ’Ey Kureyş! Bugün sizin ümmetinizin peygamberi doğdu.? Yahudi böyle dedikten sonra o gün Mekke’de çocuk doğup doğmadığını araştırmaya başlamıştı. Nihayet Abdulmuttalib’in toplumuna geldiğinde, onun ailesinden bir erkek çocuğun dünyaya geldiğini söylediler. Bunun üzerine Yahudi: ’Tevrat’a yemin ederim ki bu çocuk peygamberdir.? dedi.(10)
Aynı olayı Hassan bin Sabit de o gün Medine’den şöyle nakleder: ’Vallahi ben yedi sekiz yaşlarında duyduğunu anlayabilecek bir yaştaydım. Yesrib’de(11) bir Yahudi’nin evinin damından şöyle seslendiğini duydum: ’Ey Yahudi milleti! Bu gece beklediğiniz ve adı Ahmed olacak olan peygamberin yıldızı doğdu.?
Evet? Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz, peygamber olarak seçilmiş ve 610 yılında da peygamberlik görevine başlamıştır. Hicret’ten evvel Mekke döneminde önce alay, sonra hakaret ve işkence, sonra da boykot zulümlerine maruz kalmıştır. Kendisine yapılan çeşit çeşit zulüm ve işkencelere hiç aldırış etmeden şirk içerisindeki insanlara tek olan Allah’ı tanıtmak için insanüstü gayretler sarf etmiştir. Bu gayreti ve O’na olan sevgi ve bağlılığın güzel bir örneğini Hz. Ali (r.a.) halifeliği döneminde insanlara sohbet ederken şöyle ifade ediyor: ’İnsanların en cesuru kimdir bilir misiniz?? Oradakiler: ’Sensin yâ Emire’l-Mü’minin!? dediler. ’Hayır! Rasûlüllah Efendimiz bir gün Kâbe’de müşriklere dini tebliğ ederken onların hakaret ve darbına maruz kalmıştı. Biz ise bir anda daha ne olduğunu bile anlamadan kala kalmıştık. O esnada birisi öyle bir geldi ve Allah’ın Rasûl’ünün üzerine kapandı ki, artık bütün zulme kendisi maruz kalıyor ve Rasûlullah’ı korumaya çalışarak; ’Rabbim bir tek Allah’tır, dediği için mi O’na bunları yapıyorsunuz?’ diye müşriklere karşılık veriyordu. İşte o kişi Hz. Ebû Bekir idi.?(12)
Rasûlullah (s.a.v.)’in bizzat kendisine yapılan kötü muamelelere karşı tavrı ise her zaman güzel ahlâk olmuştur. O, hiç kimseyi incitmemiş ve hiç kimseyi kırmamıştır. O’nun bu yüce ahlâkı karşısında aciz kalanlar ya inatları sebebiyle Muhammdü’l-Emin demekten öteye geçememişler(13) veya îman etmekten başka çare bulamamışlardır. Ne var ki; âlemlerin O’nun geleceğinden haberdar olmasına, önceki kutsal kitaplarda müjdelenmesine ve peygamberlerin haber vermelerine rağmen insanlar O’nu tanımamış veya tanımak istememiştir. Mesela yahudiler, O’nun geleceğini bildikleri ve haber verdikleri halde inkâr ettiler(14) ve üzerlerine lânet yüklendiler.(15) Mekke’nin müşrikleri de tanımadılar ve O’nu yalanladılar. Nitekim Ebu Cehil: ’O, Benî Hâşim’den olduğu için inanmıyorum?(16) diyordu. Dinimizde ehl-i kitap olarak kabul edilen din mensuplarının veya ilâhî kaynaklı olmayan dinlere inanların Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e karşı tavırlarının yanında ne üzücüdür ki O’nun ümmetinin içinden ’Peygamber bir Arap’tı. O’nun hareketlerine yani sünnetlerine arzu edersem uyar, arzu etmezsem uymam. O’nun hareket ve davranışları beni bağlamaz.? şeklinde bir takım ifadeler kullananlar da yok değildir. Bizi asıl üzen ve derinden yaralayan da işte budur. Allah Teâlâ şiirleriyle peygamberini hicvedenler hakkında ’Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar, Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar. Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır. Onlar, her günahkâr yalancıya inerler? Öldükten sonra hangi makama gideceklerini bileceklerdir.?(17) buyurmaktadır.
Bunlar gibi çirkin tavır ve ifadeler Allah ve Rasûlü’nün sevgisi ile dolu bir kalbi asla sarsmamalı, aksine o gönlü bu sevgi ve aşkla daha da doldurmalıdır. Zaten bu sevgi ve rahmet nurunun taşkınlığının önünü kesmeye kimsenin gücünün yetmediği bilinen bir gerçektir.
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.)’e karşı takınılan bu tavırlar sanki dinler arası diyalog çalışmalarının bir neticesi gibi gözükmektedir. İslâm ile diğer dinler arasında karşılıklı bir alışverişe bu dinin ihtiyacı yoktur. Zira Rasûl-ü Ekrem Efendimiz ’İslâm yücedir, yüceltilmeye de ihtiyacı yoktur? buyuruyorlar; ama illa da diyalog söz konusu olacaksa bu teklifin ilk önce Müslümanlardan gelmesi icap etmektedir. Nitekim Âl-i İmran 3/64’te ’Rasûlüm! De ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz Müslümanlarız! deyiniz.? buyrulmaktadır. Hicretten hemen sonra Allah Rasûlü’nün Medine’nin ileri gelenleri bir araya toplayarak onlarla görüşmesi ve ortak bir karar alarak ilk anayasa kabul edilen Medine Vesikası’nın şekillenmesi de âyet-i kerimede işaret edildiği üzere olmuştur. Tabi ki teklif bizden değil de onlardan gelince, biz onların şemsiyesi altında toplanmak zorunda kalıyoruz. Bu da arkasından bir takım cüretkârlıklar getirir ki, yapılanlar herkese âyandır.
Öyleyse örnek alınması gereken Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’dir. Zira Kur’ân O’na indirilmiş, din O’na gönderilmiştir. Hz. Âişe’nin ifadesiyle de Kur’ân’ı kendisine ahlâk edinmiş(18) ve Rabb’inin rızasını kazanmıştır.(19) Bir âyet-i kerimede ise ’Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir?(20) buyurmaktadır. Yine Rasûlullah (s.a.v.)’a itaatin Allah (c.c.)’a itaat olduğunu vurgulayan, Allah’ı sevmenin alâmetinin Rasûlullah’ı sevmek olduğunu bildiren âyetler(21) de vardır.
Görülüyor ki; güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen(22) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e itaat, Allah’a itaattir ve farzdır. Sünnetleri kısımlara ayırmak(23) ise aslında Hz. Rasûlullah’ın hayatını daha iyi tetkik etmek ve O’nu daha yakından tanımak içindir. Yoksa sünnetin bir kısmını terk etmek veya reddetmek için değildir.
Yapılması gereken, her halimizi sahabeler misali O’na benzetmek(24) bizim en önemli görevimiz ve sorumluluğumuzdur. Böylece Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) gibi sadece Allah’a kulluk borcumuz olur. Bir başkasına da minnet borcumuz olmaz.
İşte gerçek sevgi budur. Allah’ın Rasûlü’nü sevmek. Dünya var olduğundan bu yana beşer içerisinde hiç kimse O’nun kadar sevilmemiş ve yine hiçbir beşer, kıyamete kadar O’nun kadar sevilmeyecek. Zira Rabbi tarafından terbiye edilen, ikiz kardeş bile verilmeyerek kıskanılan, diğer bazı peygamberlere Kelâmullah (Allah’la konuşan), Halîlullah (Allah’ın dostu), Rûhullah (Allah’ın izni ile ölüleri dirilten) gibi vasıflar verilirken sadece Habîbullah (Allah’ın sevgilisi yani Allah’ın en çok sevdiği ve Allah’ı en çok seven kul) vasfına muhatap olan O’dur. Bu ise Rabbi tarafından sevilmenin bir işaretidir.
???????
1. en-Nisâ, 4/80.
2. Âl-i İmran, 3/31.
3. Yılmaz, H. Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, 99.
4. Hadisler genel olarak iki kısma ayrılır: Hudâî sünnet, Peygamber Efendimizden ibadet olarak ortaya çıkan sünnetlerdir. Zevâid sünnet ise bir beşer olarak yaptıklarıdır. Yemesi, içmesi, yürümesi, konuşma tarzı gibi.
5. Bkz. Tebbet sûresi.
6. el-Ahzab, 33/21.
7. el-Enbiya, 21/107.
8. Fil, 105/1-5.
9. SIRMA, İ.Süreyya, İslâm Öncesi Mekke Dönemi ve Hz. Muhammed, s. 56.
10. SIRMA, İ.Süreyya, a.g.e., s. 62.
11. Hicretten önce Medine’nin ismi.
12. el-MÜCEDDİDÎ, Abdullah Fârukî (k.s.), Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar, Hz. İmam Ali’nin sözleri.
13. Küfrün en şiddetlisi inadî küfürdür.
14. el-Bakara, 2/146.
15. el-Bakara, 2/89.
16. SIRMA, İ.Süreyya, a.g.e., s.60.
17. eş-Şuara, 26/221-227.
18. Müslim, Müsafirin 139; Buhârî, Halk’u Efali’l-İbad 68.
19. el-Fecr, 89/28.
20. el-Haşr, 59/7.
21. Âl-i İmran, 3/32-132; en-Nisâ, 4/59; el-Mâide, 5/92.
22. İmam Malik, Muvatta, Hüsnü’l-Huluk 8; A. Hanbel, Müsned, II/281.
23. Ayrıntı bilgi için bkz. Hadis Usulü kitapları.
24. Bkz. KANDEHLEVİ, M. Yusuf, Hayatü’s-Sahabe.
Sevgi...
Özlenen Rehber Dergisi 37. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.