Özlenen Rehber Dergisi

37.Sayı

Hilm ve Tevazu Membaı Olarak Fahr-i Kâinât

Döndü ERDAL Özlenen Rehber Dergisi 37. Sayı
Cenâb-ı Hak kullarına bahşettiği nimetlerin en güzelini Habîb-i Edîbi, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Rasûl-ü Kibriya Efendimize tahsis etmiştir. O, kulların en güzelidir. Güzelliğini Cemîl olan Allah’tan almıştır. O’nun ne denli eşsiz bir insan oluşunu, diller anlatmakla bitirememiştir ve kıyamete dek Rasûl âşıkları hep O’ndan bahsedecektir.
Kutlu Doğum Haftası’na tekabül eden dergimizin bu sayısında, güzel ahlâk timsali olan Rasûlullah Efendimizin hilm ve tevazuda (yumuşak huyluluk) gösterdiği kemalden söz etmek istiyoruz. Allah’ımız ruhlarımı bu güzel ahlâkların taliplisi kılsın?
Hilm, Allah Rasûl’üne ihsan edilmiş en mümtaz sıfatlarından olup ayrı bir hidayet anahtarı durumundadır. O (s.a.v.), bu anahtarla pek çok gönlü açmış ve bu gönüllerde taht kurmuştur. Eğer O’nun bu hilmi olmasaydı, pek çok hazımsız gönül, İslâm güzelliklerinden uzak kalacak, isyankâr nefislerin bahaneleri artacak, İslâm’a cephe olacak, anlayamayacaklardı. Ancak, Allah Rasûl’ünün hilmi ve tevazusu o kadar çoktu ki dinimizle müşerref olan, İslâm’a koşanların adedi ziyade oldu hamdolsun.
Efendimiz, Hilm Peygamberiydi
Buhârî ve Müslim, Ebû Said el-Hudrî’den rivayet ediyorlar:
Zü’l-Hüveysî (r.a.) adında birisi, Rasûl-ü Ekrem aleyhi’s-selâm’a geldi. Allah Rasûlü o esnada mal taksiminde bulunuyordu. Efendimiz’e hitaben küstahça şöyle demişti: ’Yâ Muhammed, adaletli ol?!’ O sırada, orada bulunan Hz. Ömer (r.a.), bu saygısızca hitap karşısında birden kükrer ve ’Bırak beni şu münafığın başını alıvereyim, yâ Rasûlallah!’ der. Allah Rasûlü (a.s.), Hz. Ömer ve onun gibi düşünenleri teskin ettikten sonra bu adama döner ve şöyle seslenir: ’Yazık sana! Eğer ben de adil olmazsam başka kim adil olabilir ki??(1) Evet, İki Cihan Serveri, işte bu adama bir şey dememişti. Eğer başını kımıldatsa veya Hz. Ömer’den gelen teklife bir an sessiz kalsaydı, bu densiz insanın cezalandırılması kaçınılmazdı; ancak Allah Rasûlü, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine talim buyurduğu üzere hareket ediyor ve bu türlü cahillere takılıp kalmıyordu. ’?Sen cahillerden yüz çevir?(2) Bu vb.lerine takılıp kalmıyor, nefsine yapılan haksızlıklara misliyle dahi olsa mukabelede bulunmuyor, affediyor, çünkü Rasûl-i Zîşân (a.s.) âlimler âlimidir, câhil değildir ki câhilin kendisine davrandığı davransın. O (s.a.s) bu güzel ahlâkıyla en umutsuz görülen nice gönüllerde bile taht kurmuştur. Ne zaman ki, biraz önce zikrettiğimiz neviden bir hadise olsa, önceden kendisini sevmediği için saygısızca davrananlar, O’nun hilmi ve tevazusu sebebiyle Efendimiz (a.s.)’a âşık olmuşlar, dünyada en sevdikleri kişi Allah Rasûl’ü olmuştur artık.
Ebû Dâvûd ve Nesâî, Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet ediyorlar: Allah Rasûlü, mescitte Ashâbı’yla sohbet etmiş ve saadethânelerine çekilmek üzereyken bir bedevî Allah Rasûl’ünün cübbesini arkadan çekmiş ve: ’Yâ Muhammed, bana hakkımı ver! İki devemi de yükle. Zira Sen, ne kendi malından ne de babanın malından veriyor değilsin.’ demiş. Bu bir terbiyesizlikti ki, Allah Rasûlü’ne mücerred ismiyle hitap etmekle başlayan bu saygısızlık, diğer dedikleriyle de sıralanmıştı. Efendimiz (s.a.v.)’i elbisesinden çekerek rahatsız etmesi de ayrı bir küstahlık idi. Derken yine Ashâb-ı Güzîn kükredi ve tabi Hz. Ömer’in sesi yankılandı birden bire: ’Bırak şunun başını koparayım, yâ Rasûlallah!? Ancak, Allah Rasûlü Ashâb’a hitaben: ’Bu adama istediğini verin? buyurunca, bu peygamber nefesi Hz. Ömer’i de, Ashâbı da bir nebze yatıştırmıştı.(3) ve o bedevîye bu çirkin davranışından ötürü hiçbir şey de söylememişti. Düşünelim: Allah Rasûlü’nün, o, insanı incelerden ince hale getiren sohbetinden sonra böyle bir davranış, davranış sahibinin nasıl bir kalp katılığına ve nasıl bir karaktere sahip olduğunu göstermesi bakımından yetmez mi? Bununla beraber, herkesin bilebileceği bir hakikat vardır ki, o da Allah Rasûlü, sohbetlerinde kendi varlık atmosferinin üstünde bir menfez açıp, haktan gelen tecellilere ayna haline getirdiği vicdan ve kalbiyle huzurunda oturanları bir nazar ve himmetle o değiştirici insibag yoluyla zirvelere çıkarmaktadır. Evet, çok kısa dahi olsa O’nun huzurunda bulunabilenler beşerin ulaşabileceği en seçkin yerlere sıçramışlardı ve sinelerinde hiçbir kötülük de kalmazdı. Ancak bu bedevî yine de seviyesiz davranabilmişti? Allah’ımız kalplerimize, kulaklarımıza, gözlerimize Rasûlüne karşı perdeler koymasın?
Efendimiz, Tevazu Peygamberiydi
Allah Rasûlü tevazuda da insanlara tam bir örnekti. O her zaman kendisini insanlardan herhangi bir insan olarak görmüş ve hiçbir zaman, kendini onlardan ayrı tutmamıştır. Hayatla kaynaşmış ve insanların dertlerine onların hallerine vukûfiyetle derman oluştur. Çok kere O’nun meclisine ilk gelenler, Peygamber (s.a.v.)’in kim olduğunu bilmezler, ancak sahabenin tavırlarıyla veya O, konuşmaya başlayınca, Allah Rasûlü olduğunu fark edebilirlerdi. Hicret esnasında, Medineliler’den Allah Rasûlünü görmemiş olanların pek çoğu o gün, Ebû Bekir Efendimiz’in elini öpmeye koşmuşlardı. Yani O’nu Allah Rasûlü sanmışlardı; ancak O, eline bir yelpaze alıp Efendimizi serinletmeye başlayınca, Allah Rasûlü’nün kim olduğu anlaşılmıştı. Zira Allah Rasûlü (a.s.) kendisini Hz. Ebû Bekir’den ayıran her hangi bir davranışta bulunmuyordu.(4)
Gönüller Sultânı’nın Mekke’yi fethedip şehre girerken nasıl bir mahviyete büründüğü de dillere destandır. Biniti üzerinde o denli iki büklüm idi ki, neredeyse başı bindiği hayvanın eğer kaşına değecekti. O Şanlı Nebî, o şanlı beldeye işte böyle bir mahviyet ruhuyla girmişti.(5)
Hz. Âişe validemizden rivayet edilen bir hadis bizlere şunları anlatır:
’Allah Rasûlü evinde, herhangi bir insan gibi davranırdı. Kendi elbisesini yamar, ayakkabılarını tamir eder ve ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu.? O, bunları yaptığı sırada, O’nun adı cihanın dört bir yanında anılıyor, herkes O’ndan ve getirdiği dinden bahsediyordu. O zamanını öyle ayarlamıştı ki, bu kadar mühim sorumlulukları arasında, bu gibi işlere de fırsat bulabiliyordu. O, her güzel hasletin zirvesinde oturmaya layıktı ve öyle de oldu?
Buhârî ve Müslim naklediyor: ’Bir gün aklından zoru olan bir kadın geldi, Allah Rasûlü’nün elinden çekti ve O’na: Gel benim evimdeki şu işimi gör, dedi. Kadın Allah Rasûlü’nün kolundan çekiyor, O da arkasına takılıp gidiyor? Derken sahabe de onların arkasına düşüyor? Ve Allah Rasûlü gayet rahat bir şekilde kadının dediği işi görüyor sonra geri dönüyor.’ Bu işin keyfiyeti ne olursa olsun, belki de bazı ev işleri de olabilirdi, nihayetinde Allah Rasûlü bu işi yapmıştı. Zira O bir fıtrat insanıydı ve O’nun bu hareketi asla zillet de değildi. Zillet O’nun rüyalarına bile girmemişti. Nasıl girer ki, O küfür ve isyan karşısında kükremiş bir aslan gibiydi. Ve yukarıda söylediğimiz gibi, O insanların en şecaatlisiydi.
Allah Rasûlü kendisini insanlar arasında bir fert ve onlardan bir parça olarak görüyor, sonra da davranışlarını bu anlayışa göre ayarlıyordu. Kendisine müracaat eden, insanların dertlerini paylaşıp, onlara sanki kendi derdine çözüm buluyor gibi çözümler getiriyordu.
Bir gün Hz. Ömer gelip, Allah Rasûlü’nden umre için izin istemişti. Umre için de O’ndan izin alınıyordu. Zira onlar, disiplin insanıydılar. Her işlerinde, her müşküllerinde Allah Rasûlü’nün yanına koşar, iş ve müşkillerini hep O’na arz ederlerdi. Evinde gelinlik kızı olan O’na gelir: ’Ya Rasûlallah! Evimde gelinlik kızım var. Evlendirmek istediğin biri varsa emir buyur.? der? Bir başkası bahçesini vakfetmek istiyorsa gelir durumunu evvela Allah Rasûlü’ne arz eder. İtikâfa girmek isteyen, sefere çıkmak murat eden hep Allah Rasûlü’ne gelir ve O’ndan izin alırlardı. İşte şimdi Hz. Ömer de gelmiş, umre için izin istiyordu. Allah Rasûlü O’nun bu talebini geri çevirmediği gibi, Hz. Ömer’i hayatının sonuna kadar heyecanlandırıp coşturacak bir talepte de bulunacaktı: ’Kardeşim, duana bizi de ortak et.? Bu münasebetle Hz. Ömer bir gün şöyle diyecektir: ’O gün dünyalar benim olsaydı, o kadar sevinmezdim.?(6)
Merhametli bol Rabbimiz, şefkât dolu Habîbi’nin güzel ahlâklarını özümseyen, her hâlinde Peygamberine tam bir intibakla bağlanan Muhammed Ümmeti’nden olmayı cümlemize nasip eylesin, şefaat-ı Rasûl-i Kibriyâ’dan nasîp dâr elesin, gönüllerimizi Habîb-i Zîşân’ın teveccühü ile şerefyâb kılsın?

Kaynakça
1. Buhârî; Edeb 95.
2. el-A’raf, 7/199.
3. Ebû Dâvûd, Edeb 1.
4. Mecmau’z-Zevâid, 6/169; İbn-i Hişam, Sire, 4/47-48.
5. Müsned, 1/86.
6. İbn Mâce, Menâsik 5; Tirmizî, Daâvât 109.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.