Bizleri yaratıp, sayamayacağımız kadar çok ve çeşitli nimetlerle hayatımızı sürdürmemizi sağlayan Rabbimiz’i sevmek, kul olarak hepimizin birinci vazifesidir. Seven insan, sevdiğinin sevdiklerini de sever. Rabbimiz’i bize tanıtmasının yanı sıra, O’nun en sevdiği kulu olması hasebiyle de Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’e, Kur’ân-ı Kerim’de övülen ve Allah’ın kendilerinden razı olduğu bildirilen ehl-i beyt ve sahâbesine karşı duyulan sevgiler de, Rabbi’ni sevdiğini iddia eden bir kulun gönlünde taşıması gereken sevgilerdir. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’e, O’nun ehl-i beyt ve sahabesine duyduğumuz sevgilerde noksanlık var ise, bunu gidermeye öncelikle onlar hakkındaki bilgilerimizi tazelemekle başlamalıyız. Çünkü kişi, tanımadığı kimseyi sevemez. Bu maksatla bu yazımızda iki cihan serveri Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek hanımlarından biri olan mü’minlerin annesi Hz. Âişe (r.anhâ)’yı tanıtmaya çalışacağız.
Babası, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in en yakın arkadaşı ve birinci halifesi Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.)’dır. Annesi, Kinâne Kabilesi’nden olan Ümmü Rûmân bint-i Âmir b. Uveymir’dir.
Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz bi’setin 4. yılında (m. 614) Mekke’de doğmuştur. Rasûlullah Efendimiz’le nikahı Mekke’de kıyılmıştır. Babası, Rasûl-i Ekrem ile daha önceden hicret ettiği için aynı yıl (m. 622) annesi, ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esmâ, Efendimiz’in hanımı Hz. Sevde, kızları Hz. Fâtımâ ve Ümmü Külsûm ile birlikte Medine’ye hicret etti. Hicretin ikinci yılı Şevval ayında (Nisan 624) Efendimiz’le evlendi.
Hz. Âişe (r.anhâ), Rasûl-i Ekrem Efendimiz’le evlendikten sonra üstün bir mevkie ve haklı bir şöhrete ulaştı. Peygamber hanımlarının, mü’minlerin anneleri olduklarını bildiren ve Efendimiz’den sonra, başkalarının onlarla evlenmesini yasaklayan âyet gereğince “ümmü’l-mü’minîn / mü’minlerin annesi” diye anılmaya başladı.
Hz. Âişe (r.anhâ), Uhud Gazvesi’nde su taşıma, haber toplama ve yaralılara bakma gibi hizmetlerde bulunmuştur. Hendek Savaşı’nda ise Benî Hârise Kabilesi’nin kalesinde Sa’d b. Muaz (r.a.)’ın annesiyle birlikte bulunmuştur. Hudeybiye Antlaşması’na katılmış, Hayber’in fethinden sonra Efendimiz diğer hanımlarıyla beraber ona da ganimetten bir hisse ayırmıştır. Mekke’nin fethi için hazırlanıldığında seferin ne tarafa olacağını herkesten gizleyen Efendimiz, bunu sadece Hz. Âişe’ye bildirmiştir. Veda Haccı’na da Peygamberimiz’in diğer hanımları ile birlikte katılmıştır.
Hz. Âişe’nin katıldığı en mühim seferlerden biri, hicretin 5. yılındaki Benî Mustalik Gazvesi’dir. Efendimiz (s.a.v.) sefere çıkarken Hz. Âişe validemizi de yanına almıştı. Savaş sonrası Medine’ye dönülürken ordunun konakladığı bir yerde Hz. Âişe, devesinden inip bir ihtiyacını gidermek için ordugâhtan uzaklaşmış, dönüşünde boynundaki gerdanlığın düştüğünü fark etmişti. Gerdanlığı aramaya çıktığı sırada onun mahmilde (devenin sırtındaki örtülü bölmede) olduğu düşünülerek orduya hareket emri verilmişti. Hz. Âişe annemiz geri dönünce konak yerinde kimseyi bulamadı ve kendisini almaya gelecekleri ümidiyle beklemeye başladı. Ordunun artçısı Safvan b. Muattal Hz. Âişe annemizi görünce onu devesine bindirip orduya yetiştirdi. Bu savaşa katılmış olan münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy b. Selûl, annemiz hakkında iftira ve dedikoduya başladı. Bazıları da onun bu çirkin iftirasına alet oldular. Efendimiz (s.a.v.) ve Ebû Bekir (r.a.) bu iftiralar sebebiyle çok üzüldüler. Savaş dönüşü bir ay kadar hastalanan annemiz, bu iftirayı çok sonra tesadüfen öğrendi. Efendimiz’den izin alarak babasının evine gitti ve üzüntüsünden günlerce ağlayıp ıstırap çekti. Nihayet Nûr sûresinin 11-21 âyetleri nâzil oldu ve Rabbimiz yapılan dedikoduların tamamının asılsız olduğunu, annemize iftira edildiğini bildirerek, onun iffetini muhafaza ettiğini ilan etmiştir.
Yine Hz. Âişe annemiz katıldığı başka bir seferde kardeşi Esmâ’dan aldığı gerdanlığı kaybetmiş, Efendimiz de gerdanlığın aranması için bazı kimseleri göndermişti. Müslümanlar susuz bir yerde bulunuyorlardı. Sabah namazı vakti yaklaştığı ve su da olmadığı için gerek Hz. Ebû Bekir, gerekse diğer bazı Müslümanlar bu sıkıntılara sebep olarak gördükleri Hz. Âişe’ye çok kızdılar. Bunun üzerine teyemmüm âyeti nâzil oldu. Ebû Bekir (r.a.) ve diğer Müslümanlar hayırlı bir işe vesile olduğu için ona dua ettiler.
Efendimiz, hicretin 11. yılı Safer ayının son haftası rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak Hz. Âişe annemizin odasına geçti. Mübarek başı onun kucağında olduğu halde âhirete göç eyledi ve yine annemizin odasına defnedildi. Efendimiz’den sonra 47 yıl daha yaşadı ve 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine’de vefat etti. Cenazesi aynı gece kaldırılmış, vefatı Medine’de büyük bir üzüntüye sebep olmuştu. Medine ve civarındaki bütün halk geceleyin Cennetü’l-Bakî Kabristanı’na gelmiş, cenaze namazı Medine vali vekili Hz. Ebû Hureyre (r.a.) tarafından kıldırılmış, vasiyeti üzerine Bakî Mezarlığı’na defnedilmiştir. Onu kabre, erkek ve kız kardeşlerinin çocukları koymuşlardır.
Hz. Âişe validemizin hiç çocuğu olmamıştı. Bununla birlikte Araplarda anne ve babaların büyük erkek çocuğun adını künye olarak almaları âdeti sebebiyle bir künyesi olmadığına üzülmüş, Efendimiz de ona kız kardeşi Esmâ’nın oğlu Abdullah b. Zübeyr’e nispetle Ümmü Abdullah künyesini vermişti.
Efendimiz (s.a.v.), annemizi çok sevdiği için kendisine Ayşe, Uveyş, Âiş diye hitap ederdi. Babası Hz. Ebû Bekir, “es-Sıddîk” olarak tanındığından Hz. Âişe validemize de “Es-Sıddîka” veya “es-Sâdıka” lakabı verilmiştir. Ayrıca beyaz tenli olması nedeniyle Efendimiz’in kendisine “Humeyrâ” şeklinde hitap ettiği de rivayet edilmiştir.
Efendimizle Hz. Âişe arasındaki aile bağı, sevgi, anlayış ve hürmet esasına göre kurulmuştu. Hz. Âişe annemizin kendisine büyük yakınlık ve sevgi gösteren Efendimiz’le birlikte koşu yaptığı, Efendimiz’in omzuna dayanarak Mescid-i Nebevi’de mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşîleri seyrettiği ve Efendimiz’e nazlanmaktan hoşlandığı bilinmektedir. Efendimiz de onunla bir arada bulunmaktan, sohbet etmekten, davetlere onunla birlikte katılmaktan, sorularına cevap vermekten pek memnun olurdu. Hz. Âişe annemiz zekâsı, anlayışı, kuvvetli hafızası, güzel konuşması, Kur’ân-ı Kerim’i ve Efendimiz’i en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi vasıfları sayesinde Efendimiz’in yanında müstesna bir mevki kazandı.
Efendimiz, hanımları arasında Hz. Hatice validemizden sonra en çok onu sevmiş, dünyada en çok kimi sevdiği sorusuna cevap olarak onun adını vermiş ve bu sevgisini dile getirmiştir. Hanımları içinde yalnızca Hz. Âişe validemizle birlikte iken kendisine vahiy geldiğini açıklaması, onun diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu ve Efendimiz’in ona duyduğu sevginin ilahî kaynağa dayandığını göstermektedir. Sahâbe efendilerimiz de Efendimiz (s.a.v.)’e sunacakları hediyeleri, Hz. Âişe annemizin odasında bulunduğu günlerde sunarlardı. Hanımları arasında Efendimiz (s.a.v.)’i en çok kıskanan ve sevgisini kazanmak için gayret gösteren de o idi.
O, Efendimiz’e beslediği sevginin yanı sıra, itaat ve emirlerine riayet etmekle de seçkin bir yere kavuşmuştur. Geceleri namaz kılar, günlerin çoğunu oruçla geçirirdi. Yaptığı her işte, Efendimizin (s.a.v.) ahlâkını sergilerdi. Azat ettiği köle sayısının 62’ye ulaştığı rivayet edilmiştir.
Annemiz, ilmî yönüyle de hanımların başında gelir. Efendimiz (s.a.v.) vefat ettiğinde çok genç olmasına rağmen Kur’ân-ı Kerim’i ve Efendimiz’in sünnetini en iyi bilen, anlayan, muhafaza eden Sahâbelerin önde gelenlerindendi. Önce babasının, sonra Efendimiz’in evinde başkalarına nasip olmayan ilimlerle yetişti. Arap dilini maharetle kullanmasının yanı sıra Arap şiirini de çok iyi bilirdi. Fesahat ve belagatinden dolayı konuşması insanlara çok tesir ederdi. Arap tarihi, örf ve adetleri, nesep ilmi hakkında geniş bilgi sahibi idi. Ahlâk ve davranışlarında olduğu gibi ilme merakı bakımından da babasına benzeyen Hz. Âişe, şiir, edebiyat, tarih ve nesep ilimlerini Hz. Ebû Bekir Efendimiz’den öğrendi.
Hz. Âişe (r.anhâ), Efendimiz’den aldığı feyizle İslâm esaslarının en mümtaz öğreticisi oldu. Kur’ân-ı Kerim’i tefsir etti. Bilhassa Medine’de nazil olan âyetlerin nüzûl sebeplerini, delaletlerini, tahlil ve değerlendirmelerini ve her âyetten nasıl hüküm çıkarılacağını çok iyi bilirdi. Kuvvetli hafızası sayesinde Efendimiz’in hadis ve sünnetinin daha sonraki nesillere ulaştırılmasında emsalsiz hizmetler ifa etti. Rivayet ettiği hadislerin sayısı 2210’dur. Binden fazla hadis rivayet eden ve “muksirûn” diye adlandırılan yedi sahabenin dördüncüsüdür.
Annemiz, sünnet-i nebevîyi nakil ve şerh etmekle kalmadı, aynı zamanda onun doğru anlaşılması hususunda ilmî kaideleri ortaya koyarak Peygamberimiz’den sonra ortaya çıkan meselelere yeni hükümler çıkardı. Efendimiz’in ashâbı arasında çok sayıda fetva vermesiyle meşhur olan yedi kişiden biri de Hz. Âişe annemizdir. Onun içtihat ve fetvaları, kendisinden sonra gelen fakih ve müçtehitlere rehber olmuştur.
Bir çok fıkhî mesele yanında, usûl-i fıkıh ve bilhassa ferâiz sahalarında derin bir ilim ve anlayışa sahipti. Talebelerinden Kûfe fakihi Mesrûk’un söylediğine göre Ashâb’ın büyükleri ferâize (miras ilmi) dair meseleleri hep ondan sorarlardı. Tabiîn devrinin birçok hukukçusu, yüksek seviyedeki hukuk bilgisinden faydalanmak üzere kendisiyle ilmî istişarelerde bulunmuşlardır.
Ashâp’tan bazılarının vefat etmiş, bazılarının da fetihler nedeniyle çeşitli yerlere dağılmış olmalarından dolayı Medine’de çok az Sahâbe’nin kaldığı bir dönemde, Hz. Âişe annemizin varlığı sayesinde, peygamber şehri Medine ilim merkezi olmaya devam etti. Onun evi, Efendimiz’in irtihalinden sonra kadın erkek, büyük küçük birçok kimsenin gelip kendisini dinlediği, varsa sorusunu sorup, cevabını aldığı ilim ve irfan ocağı olmuştu. Annemiz, yalnızca sözlü sorulara değil, aynı zamanda çeşitli bölgelerde yaşayan Müslümanların mektupla sordukları sorulara da cevaplar vermiştir. Böylece hadislerin ve bazı fıkhî meselelerin de yazılmasına öncülük etmiştir. Diğer taraftan vefatına kadar her yıl hac için Mekke’ye gittiğinde çeşitli yerlerden gelenlerin kendisini çadırında ziyaret etmelerine ve soru sormalarına izin verdi. Böylece o, hem kendisi, hem de yetiştirdiği öğrencileri vesilesiyle, İslâm dünyasında kadınların ilimle meşgul olmaları gerektiğini göstermiş oldu. O, örnek yaşantısı ve İslâm’a yaptığı hizmetlerle Efendimiz’in onu, Hz. Hatice hariç diğer annelerimizden üstün tutmasının ve onunla küçük yaşına rağmen evlenmesinin hikmetinin anlaşılmasını da sağlamış oldu.
*Bu yazının hazırlanmasında T.D.V. İslâm Ansiklopedisi’nden yararlanılmıştır.
Hz. Âişe-i Sıddıka (r.anhâ) Validemiz
Özlenen Rehber Dergisi 40. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.