Kâinatı yoktan yaratan Rabb’imiz Teâlâ, bütün zîruhlara fanilik libasını giydirmiştir. Yarattığı her şey fanidir, zamanı gelince ölümü tadacaktır. Ölmeyen, bâkî olan yalnızca Allah’tır (c.c.). ’Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak (her şey fanidir); ancak celâl (azamet) ve ikram sahibi olan Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır.’(1) O’nun mukaddes zâtı, ezeli ve ebedîdir. Fanilikten münezzehtir. Yerde gökte bulunan her hayat sahibi ise bir gün ölmeye mecbur kalacaktır. Tekrar diriltilmesi ise yine ilâhî takdir ve kudret ile olacaktır.
Cenâb-ı Hakk’ın yarattıklarının içinde zâtına Habib (sevgili) seçtiği İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bile bu ilâhî kanun gereği dâr-ı fenâ’den dâr-ı ukbâ’ya irtihal eyleyeceğini Kur’an’da şöyle belirtilmiştir: ’Biz Senden önce de hiçbir beşere dâimi bir hayat (ebedilik) vermedik. Şimdi Sen vefat edersen sanki onlar bâki (ebedi) mi kalacaklar?’(2), ’Şüphe yok ki Sen vefat edeceksin ve muhakkak ki onlar da öleceklerdir.’(3)
Hz. Âişe (r.anha) annemiz anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) sıhhati yerinde iken şöyle buyururdu: ’Hiçbir Peygamber cennetteki makamını görmeden kabzedilmez. Bundan sonra hayatı devam ettirilir. Veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır.’ Aleyhissalâtu ve’s-Selâm hastalandığı zaman O’nu (mübarek başını) dizimin üstünde baygın vaziyette gördüm. Bir ara kendine geldi ve gözlerini açıp: ’Refik-i Â’lâ’da’ dedi. Bu sözü işitince ben (kendi kendime): ’Demek ki (makamı gösterildi) ve bizimle olmayı tercih etmiyor.’ dedim. Rasûlullah (s.a.v.)’in telaffuz ettiği son sözü: ’Allah’ım, Refik-i Âlâ’da’ cümlesi oldu.’(4)
Evet, yukarıda da belirttiğimiz üzere Efendimiz (s.a.v.) kendisine sunulan tercih nedeniyle dilerse bu dünyada kıyamete kadar yaşardı; ama Efendimiz (s.a.v.), ilâhî davete büyük bir sürurla cevap vererek ruhunu teslim eylemiştir.
Ölümü merak etmeyenimiz yoktur. O, kimsenin tadıp da anlatamayacağı; ama âriflerin görüp de anlattığı bir şeydir. Acaba ölmeden önce ölenlerden olmayı, hesaba çekilmeyi, hesaba hazır hale gelmeyi tadanlardan olsaydık haramlarla aramıza ne kadar mesafe koyardık? Allah’a itaatte ne kadar samimi ve içten davranırdık? Kökleşmiş günahlarımızın kökünü kazımak için neler yapardık? Karanlık geçen gecelerimizi Kur’an’la, namazla, zikirle nurlandıramaz mıydık? Boş geçen vakitlerimizi, Allah’a itaatle dolduramaz mıydık? Yaratanımızdan bizi yüz çevirmemize çalışan nefsimize, heva ve hevesimize, ölümün acısını düşünerek bir darbe indiremez miydik?
Cenâb-ı Hak ölümü ve hayatı niçin yarattığını, âyet-i celîlede şöyle zikrediyor: ’O (Allah) ki, ölümü ve hayatı yarattı, hanginizin amelce daha güzel olduğunuzu imtihan için ve O Aziz’dir, Gafur’dur.’
Bu imtihandaki hikmet ise kullarının hallerini kendilerine bildirmek içindir. Bu imtihan neticesinde kimlerin mükâfata ve kimlerin cezaya lâyık bulunmuş oldukları ortaya çıkacaktır.
Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerde Ölüm
’Her nefis ölümü tadacaktır ve muhakkak ki sizlere yaptıklarınızın karşılığı kıyamet gününde ödenecektir. Artık kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete girdirilirse kurtuluşa ermiş olur ve dünya hayatı ise aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir.’(5)
’Her nerede olursanız, size ölüm yetişir velev ki tahkim edilmiş (sağlam) yüksek kuleler içinde bulunmuş olsanız bile.’(6)
Rivayet olunur ki Hz. Süleyman’ın yanında bir şahıs oturuyordu. Azrail (a.s.) arkadan geldi ve adama dikkatle bakmaya başladı. O şahıs tanıyamadığı Azrail (a.s.)’ın bakışından huylandı ve Hz. Süleyman’a: ’Bu adam kimdir, yâ Nebiyyallah?’ dedi. Hz Süleyman: ’Bu Azrail’dir’ dedi. Adam: ’Ne olur beni buradan uzaklaştır, Azrail benim canımı almasın!’ dedi. Hz. Süleyman rüzgâra bu adamı Hindistan’a götürmesini emretti. Derhal Azrail’de rüzgârın o adamı bıraktığı yere gitti ve adamın ruhunu kabzetti. Daha sonra Hz. Süleyman’ın yanına tekrar dönünce Süleyman (a.s.) Azrail (a.s.)’a biraz önce rüzgârın götürdüğü bu adama niçin dikkatli dikkatli baktığını sordu. Azrail (a.s.): ’Rabb’im beni o adamın ruhunu Hint toprağında kabzetmekle görevlendirmişti; fakat ben o adamı senin yanında görünce kendi kendime; ’Bu adam Hindistan’da olmalı değil miydi?’ diye merak ettim. Bu sebeple teacccüp edip adama dikkatli bir şekilde baktım.’ dedi.(7)
’Allah (c.c.), nefislerin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini ise muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki bunda iyi düşünecek kavim için ibretler vardır.’(8)
’Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz. (O anda) biz ona (ruhunuza) sizden daha yakınız; ama siz göremezsiniz. Mademki ceza görmeyecekmişsiniz, onu (canı) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz! Fakat o (ölen kişi Allah’a) mukarrebînden (yakın kullardan) ise ona rahatlık, güzel rızık ve Naim Cennet’i vardır. Eğer o ashâb-ı yeminden (amel defteri sağından verilenlerden) ise: ’Ey sağdaki! Sana selâm olsun!’ denilecektir. Ama yalanlayıcı sapıklardan ise, işte (ona da) kaynar sudan bir ziyafet (eziyet) vardır! Ve (onun sonu) cehenneme atılmaktır.’(9)
Bu âyet-i kerimelerden her akıl sahibi ibret almaya, kaçınılmaz olarak karşılaşacağımız bu ölüm anına kendini hazırlamaya çalışmalı ve yarını için ne noktada olduğunu çokça düşünmelidir. Kişi, ölümü çokça tefekkür ederek kalbindeki gaflet perdesini parçalamalıdır. Dünyaya olan aşırı istek, şehvet ve hırs ancak böyle aşılabilir.
Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir: Peygamber’imiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: ’Lezzetleri yok eden ölümü çok anınız.’(10)
Bir başka hadis-i şerifinde ise: ’Eğer hayvanlar, ölüm hakkında insanoğlunun bildiğini bilmiş olsaydılar, onlardan temiz bir et yiyemezdiniz.’(11)
’Kalbini devamlı ölümü tefekkürle ayık tutan bir insan, malayani şeylerden, haramlardan uzak kalır. Ona nasihat edici olarak ölüm yeter.’(12)
Ölümü çokça hatırlamanın en önemli faydalarından biri de kalbin katılığını gidermesidir. Bir kadın Hz. Âişe (r.anhâ)’ya kalbinin katılığından şikayet etti. Hz. Âişe annemiz buyurdular ki: ’Ölümü çokça zikret! Ölümü çokça zikret! Kalbin rikkate gelecektir.’(13)
Şu fani dünyada muvakkat ömürlerimizle ahiret yurduna, ebedî bir nimete kavuşmak için bütün gayretlerimizi seferber etmezsek, yarını düşünmeden geçici zevklerle ömrü heba edersek, nefislerimize zulmetmiş oluruz. Sonra pişman olsak dahi o yakarışın boş bir lakırdıdan ibaret kalacağını, o manzarayı şu âyet-i kerimenin ışığında tefekkür edelim: ’Onlardan her hangi birine ölüm geldiği vakit: ’Rabb’im! Beni (dünyaya ) geri gönder. Ta ki boş yere harcadığım ömrüme karşılık salih amellerde bulunayım.’ der. Hayır, bu onun söylediği boş bir laftan ibarettir. Onların gerisinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır (geriye dönmekten alıkoyan bir engel (mezar) vardır).’(14)
Dünya ve içindekilerin, hatta eş ve çocukların bile insanı, Yaratan’ına karşı kulluk vazifesini yerine getirmesine engel olmaması gerektiğini, aksi takdirde hüsrana uğranacağını ve ölüm gelip çattığı zamanki pişmanlığın fayda vermeyeceğini yine Rabb’imiz Celle ve Alâ Hazretleri âyet-i kerimesinde kullarına şöyle hatırlatmaktadır: ’Ey îman edenler! Sizi mallarınız ve çocuklarınız Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: ’Rabb’im! Beni yakın bir zamana kadar ertelersen de sadaka verip iyi kullarından olsam!’ demesinden önce size verdiğimiz rızktan (Allah yolunda) harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.’(15)
Kalbi taş, kaya gibi katılaşmış, haramları helâl gibi irtikâp eyleyen, Allah’tan korkmayan, hayâ etmeyen kendisine ölüm hatırlatıldığı zaman nefretle karşılayan bedbahtlar zümresine hitaben Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: ’De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da gaybı da âşikâreyi de (görüleni de görülmeyeni de) bilen Allah’a döndürülecek de, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.’(16)
İbn-i Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Allah’ın Rasûl’ü (s.a.v.) omzumu tuttu ve şöyle buyurdu: ’Dünyada garip ve bir yolcu imişsin gibi ol!’ İbn-i Ömer (r.a.) şöyle derdi: ’Akşama eriştiğinde sabahı bekleme, sabaha çıktığında da akşamı bekleme. Hastalığın gelmeden sıhhatinden, ölümün gelip çatmadan da hayatından faydalan (zamanını boş yere harcama).’(17)
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi bâkî, ezeli ve ebedi olan Allah (c.c.)’dır. Rabb’imizin bize vermiş olduğu ömür, vakit fırsatını iyi değerlendirelim. Ölümü çokça hatırlamaya çalışalım ki kalbimiz rikkate erişsin. En önemlisi ise ölümden sonrası için hazırlanıp amel edelim. Çünkü esas hayat, ölümden sonraki amel ve itaatlerimizin derecesine göre yaşayacağımız hayattır.
Kaynakça:
1. er-Rahman, 55/26, 27.
2. el-Enbiya, 21/34.
3. ez-Zümer, 39/30.
4. Buhâri, Megazi 83, 84.
5. Âl-i İmran, 3/185.
6. en-Nisa, 4/78.
7. Tefsir-i Kâzî, Lokman Suresi.
8. ez-Zümer, 39/42.
9. el-Vakıa, 56/83-94.
10. Riyazü’s-Sâlihîn, H.No: 79.
11. Beyhakî
12. Taberanî, Beyhakî
13. İhyâu Ulumi’d-Din, c. 4.
14. el-Mü’minun, 23/99, 100.
15. el-Münafikûn, 63/9-11.
16. el-Cum’a, 62/8.
17. Riyazü’s-Sâlihîn, H.No: 74.
Lezzetleri Kesip Yok Eden Ölüm
Özlenen Rehber Dergisi 29. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.