Medine...
Rabbimize sonsuz hamd ü senalar olsun, Peygamber (s.a.v.) Efendimize de salât ve selâmların en güzeli olsun.
Sahabe-i kiram, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize, sevgisi de hasreti de büyük olan insanlardır. Onlar Peygamber (s.a.v.) Efendimizi öyle çok sevdiler ki, O’na olan hasretleri de o nispette büyük oldu.
Sahabe-i kiram, Peygamber (s.a.v.) Efendimize öyle büyük bir sevgi ve muhabbet besliyorlardı ki, O’nun huzurunda oldukları halde O’na olan hasretleri hiç bitmiyordu. Hatta sevgi ve muhabbetleri öyle ziyadeydi ki, bu âlemde, dünyada Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte oldukları halde, ahiret yurdunu düşünüyorlardı ve huzur-u Rasûlullah’a gelip Peygamber Efendimizin önünde gözyaşı dökerek: ’Ya Rasûlallah! Biz biliyoruz ki yarın Rabbimiz sizlere ahiret yurdunda en yüksek dereceleri nasip edecek. Bizler bu dünyada Sana olan hasretimizi mescitte, hane-i saadetinizde sizleri görmek suretiyle gideriyoruz; ama yarın mahşer gününde Rabbimiz sizlere en yüksek dereceleri verdiği zaman biz orada Seni nasıl göreceğiz ya Rasûlallah, Sana olan hasretimizi nasıl gidereceğiz ya Habîballah?’ diyerek Peygamber Efendimize olan hasretlerini ifade ediyorlardı...
Hazreti Hanzala bir gün Ebû Bekri’s-Sıddık ile karşılaşır ve: ’Hanzala münafık oldu!’ der. Ebû Bekir Efendimiz şaşkınlığını ifade edince bu sözü niçin söylediğini beyan eder ve der ki: ’Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda olduğumuz sırada bize cennet ve cehennemden söz edilir, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluruz (dünya ve ona ait olan her şeyin sevgisi gönlümüzden çıkıp gidiyor). O’nun huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuza, bağ bahçemize karışınca (bütün dünya ağırlığıyla tekrar üzerimize geliyor) genellikle unutup gidiyoruz.’ Bu hallerini Efendimiz (s.a.v.)’e arz ettiklerinde Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyurur ki: ’Hayır, Hanzala münafık olmadı; ama nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl’e kasem olsun ki siz, Benim yanımdaki hâli dışarıda da devam ettirebilseydiniz melekler sizinle yataklarınızda, yollarda (çarşı pazarda) musafaha ederdi.’
Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki: ’Ümmetim içinde Beni en çok sevenlerden bir kısmı Ben’den sonra gelenler arasından olacak: Mallarını ve ailelerini feda pahasına, beni görmeyi arzu edecekler.’ İnsan, dünyaya ait sevgileri gönlünden çıkarıp attıkça, o gönle Allah ve Rasûl’ünün sevgisi yerleşir. Eğer dünya kalbi istila ederse, gönül Allah ve Rasûl’ünün sevgisinden uzak kalır. Böyle bir kalp ehli, Rasûlullah’a hasret duyamaz.
Kardeşlerim! Medine-i Münevvere’deyiz. Îman şehrindeyiz. Rasûlullah’ın medfun bulunduğu mekândayız. Kalplerinize bakın, Hazreti Hanzala’nın kendisine sorduğu soruyu sizler de kendinize sorun. Şu gönüllerinizde Rasûlullah’ın dışındaki şeyleri söküp atın. İnsanın ömründeki en kıymetli zamanlarından birisi başta Hazreti Allah’ı zikrettiği, Hazreti Allah ile kalbî olarak beraber olduğu an ve akabinde Rasûl-i Kibriya (s.a.v.)’in huzurunda olduğu andır. Öyleyse bu zamanların kadir ve kıymetini iyi takdir edin. Geçen pişmanlıklar geçmişteki güzellikleri kolay kolay bir araya getirmez.
Cenâb-ı Hak bizlere lutfetti ve huzûr-u Rasûlullah’a kavuşmamızı nasip etti elhamdülillah. Ben hangi kelimeyi söyleyeyim de Peygamber’imi anlatayım. Allah (c.c.) öyle sevmiş ki, O’nu (s.a.v.) yer gök bütün zerrelere sevdirmiş, bütün mahlûkat O’nun bereketiyle bereketlenmiştir.
Ayık olunuz! Rasûlullah’ın beldesinde, O’nun huzurunda olan bir mü’min olarak kalbînizi sizi Cenâb-ı Rasûlullah’tan uzaklaştıracak şeylerle meşgul etmeyiniz. Bir çekirdek alacaksanız almayınız. Uykuyu gözlerinize haram ediniz. Vallahi yarın belki de mahşer gününde amel defterimizi açtığımız zaman Rasûlullah’ın Ravza’sına bakan gözler hürmetine Rabbimin af ve mağfiretine nail oluruz.
Muhammed Pârisa Hazretleri hac için bu beldelere ziyarete geldiği zaman Mekke-i Mükerreme’de bakıyor ki bir genç sarrafiyelik yapıyor, altın ve gümüşleri alıyor, satıyor, tartıyor...Allah (c.c.) zindelik vermiş, gençlik vermiş, hilkat güzelliği vermiş. Mübarek de bakıp ona içinden şöyle terennümde bulunuyor: Birçok insan Beytullah’a kavuşmak için hasretle bu beldelere gelirken Allah’ın kendisine sayısız nimet verdiği şu gencin hâline bak ki altın ve gümüşlerle meşguliyet içinde. O bu düşünceler içerisinde uğraşırken o genç dışarı çıkıyor, ellerinde altınlar ve diyor ki: ’Efendim! Bu görmüş olduğunuz altınlar sadece elimizdedir. Onların gönlümüzde yeri yoktur.’ İçimizde bu gencin ayıklığını bulmamız gerekir. Evet, bu beldelerde hiç alışveriş yapmayın da demiyoruz ama kalbinizi ve sınırlı olan şu vakitlerinizi gereğinden fazla alış verişin meşguliyetiyle de öldürmeyin.
Rabbim nasip etti, Rahmetli Efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretleriyle iki defa hacca geldik elhamdülillah... Mübarek Efendim’le buraya geldiğimiz zaman elbette ki onun gönlündeki Allah ve Rasûl’üne itaatin kuvvetinin sebebiyle, çok az zamanımız ancak, yemek yiyecek, akşam sohbet edecek ve iki saat uyuyacak kadar otelde geçiyor, diğer bütün zamanlarımız Mekke’de Beytullah’ta, Medine’de ise huzûr-u Rasûlullah’ta geçiyordu. Peygamberimiz’in o güzel huzûr-u saâdetinde, yerinden hiç kalkmadan saatlerce tefekkür halinde bulunuyor, büyük feyizlerle bizlere de sohbet ediyordu elhamdülillah.
Görüyorum ki kardeşlerimizin gönlünde alışverişin istek ve arzuları kendilerinde gevşeklik meydana getiriyor. Ben isterim ki Rasûlullah (s.a.v.)’den kıl kadar dahi olsa, gönlünüzü oradan ayıracak şeylerle meşgul olmayınız. Bu meşguliyetinizin vebalini sırtımda hissediyorum; ama Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Mübîn’de şunu da ifade ediyor: ’(Ey Habîb’im) Sen hatırlat. Şüphe yok ki Sen ancak bir hatırlatıcısın. Onların üzerlerinde bir zorlayıcı değilsin.’
Öyleyse bize düşen, Mübarek Efendim’den alıştığımız ahlâk üzere, Mekke’de Kâbe-yi Muazzama’da, Medine’de ise Ravza-yı Mutahhara’da Peygamber Efendimizi ziyarete gelmenin edep ve erkânını alıştırmak ve bunu göstermektir. Bundan sonrası, kalbî gayretlerinize ve fedakârlıklarınıza bağlıdır. Çünkü kalplerinizin sahibi Hazretli Allah’tır. Tasarruf O’na aittir. Kalpleri, Zât’ına ve Habîb’ine çeviren Hazreti Allah’tır. Şu halde insan daima bu yakınlık içinde olmalıdır. Kalbini daima Cenâb-ı Hakk’a ve O’nun (c.c.) Habîb’ine yakın halde tutmanın çaba ve gayreti içinde bulunmalıdır. Mübarek Efendim buyurdu ki: ’Oğlum! Allah (c.c.), dostlarının sevgi ve muhabbetini her gönle açmaz!’ Cenâb-ı Hak her kuluna dostunun gönlünü açmaz ise heva ve heveslerle dolu olan gönüllerimize Peygamber Efendimizin sevgisini açmasını beklemek elbette ki büyük bir gaflet olur! Ya Rabbi! Merhamet sahibi Sen’sin Allah’ım! Zelil ve rüsva halde huzûr-u Rasûlullah’a geldik. Dönüşümüzü de böyle yapma Allah’ım! Ya Rabbi! Habîb’inin sevgi ve itaatiyle kalplerimizi tezyin eyle!..
Günlerimiz kısıtlı ve sınırlıdır. Yarın, ayrılık günü, Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizin önünden veda için geçeceğimiz gündür...Es-selâmü aleyke ya Rasûlallah!.. Sen’den nasıl ayrılacağız, bilemiyoruz ya Habîballah!..
Mahşer günü Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizle beraber olmak isteyen, dünyada kalbini ondan ayırmasın! Ashâb-ı Güzin, malını, çoluk çocuğunu ve ailesini Mekke’de müşriklerin elinde bıraktılar da îman yolunda Rasûlullah’a ittiba için Medine’ye geldiler.
Ayık olunuz kardeşlerim! Bir kaç gününüzü Rasûlullah’a ayırma fedakârlığını gösterin. Birer ümmet olarak Ashâb-ı Güzin gibi ’Ben Rasûlullah’a gidiyorum, bu günümü O’na ayırdım!’ diyebilmelisiniz. Rasûl-i Kibriya Efendimizi ziyaret’e gelmişken, ömrümüzden birkaç günümüzü O’na tahsis etmişken, bu dar zamanınızı da dünyalıklarla öldürmeyin, nefislerinize fırsat vermeyin kardeşlerim. Allah (c.c.) bizlerden ve sizlerden razı olsun. Buradan ayrıldığımız günde bizim hakkımızda Rasûl-i Kibriya (s.a.v.) Efendimizin gönlünü, Hz. Ebû Bekri’s-Sıddîk, Hz. Ömeru’l-Fâruk, Hz. Osman-ı Zinnûreyn, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Hz. Fâtıma Annemiz, Cennetü’l-Baki’de yatan tüm Ashab-ı Kiram’ın ve Evlâd-ı Kiram olan Rahmetli Efendim’in gönlünü bizlerden hoşnut eylesin inşallah.
Mekke...
Bu gün Cuma gecesidir. Rasûl-i Kibriya (s.a.v.) buyuruyorlar ki: ’Allah’ın rahmeti cemaat üzerinedir.’ Rabbim rahmetini celb edecek cemaat olma vasfıyla bizleri haiz kılsın inşallah. Öyle olalım ki, bu cemaat Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini celb edecek kalbî letafete ve hassasiyete sahip olsun inşallah.
Kâbetullah, Allah’ın beyti, şeref ve izzeti yüce bir mekân... Dünyada üç mescide yolculuk yapılır. Birincisi Mescid-i Haram, ikincisi Mescid-i Nebevî yani Rasûlullah Efendimizin mescidi ve üçüncüsü Mescid-i Aksa’dır. Rasûlullah Efendimiz, Kâbe’nin şeref ve izzetini artırması için Rabbimize dua etmiştir.
Umre yapıyoruz, Rabbim bizlerden kabul etsin inşallah. Şu an Allah’a hamdolsun Rabbim her birimize umreci vasfını lutfetti. Hz. Allah Kur’an-ı Mübîn’de: ’Umre ve haccı Allah için tamamlayın.’ buyuruyor. Bizler de Kur’an’da buyrulan bu umreyi tamamlayanlar zümresine dâhil olduk elhamdülillah. Ne kadar güzel değil mi? Allah’ımız buyuruyor bizler de itaat ediyoruz, Allah’a hamdolsun.
Buraya Mescid-i Nebevî’den geldik. Rasûlullah Efendimizin yüce ve yüksek ruhaniyetinin tesiri üzerimizdedir. Malumunuz orada yapılanlar bire bin iken burada yapılan ibadetlerin karşılığı bire yüz bindir. Burası direk olarak Beytullah’tır. Vahyin kaynağıdır. Vahyin inmeye başladığı yerdir. Burası, Kur’an’ın bütün kâinata, ins ve cinne yayıldığı ve bu kuvveti taşıyan mekândır. Her an etrafında dönmüş olduğumuz Beytullah melekelerle kuşatılmıştır elhamdülillah. Kâbe’nin üzeri bütün göklere, altı da yerin tüm derinliklerine kadar aynı şekilde Kâbe’dir. İlk olarak Âdem Safiyyullah (a.s.) bina etmiş ve daha sonra İbrahim (a.s.) tarafından yeniden inşa edilmiştir. Makam-ı İbrahim diye Beytullah’ın yanında görmüş olduğunuz yerde, Hz. İbrahim bütün insanları hacca davet etmiştir ve orada Halîlullah’ın (a.s.) ayak izleri bulunmaktadır. Allah’a hamdolsun ki Cenâb-ı Hak onun davetine öyle bir kuvvet vermiştir ki, bu zamana kadar insanlar bu davet icabet ettiler ve bundan sonra da kıyamete dek icabet edeceklerdir. İbrahim (a.s.) her ne kadar bir beşerse de, Allah lisana kuvvet verince hakikatte davet ettiren Hz. Allah’tır.
Türkiye’den gelirken belki de ’Kâbe’ye vardığımız zaman inşallah çokça tavaf ederim, sürekli gözyaşı dökerim’ gibi yüreğimizi taşan çeşitli duygularla birçoğumuzun buraya geldiğine inanıyor ve hissediyorum. Fakat ilk etapta böyle bir yoğunluk yaşayamadığınızın da idrakindeyim. Bundan evvelki konuştuklarım aslında bunu ifade etmek içindir.
Beytullah, Cenâb-ı Hakk’ın yekten nazarını alan bir mekân olduğu için ruh, öyle bir kuvvet taşımalı ki, insan bu ilâhi rahmeti gönül aynasında temaşa edebilsin. Aksi halde insan tavaf eder, döner; ama sadece döner...Kâbe, Rasûl-i Kibriya (s.a.v.) Efendimiz ve Güzide Ashabı’nın Beytullah’ı tavaf ettiği andaki Hz. Allah’a olan teslimiyeti, anlayış ve idrakleri üzere tavaf edilmelidir. Bu hâl üzere Kâbe ziyaret edildiği takdirde ve gerek Mültezem’e, gerek Hacerü’l-Esvet’e karşı insan, ruhunda bu kuvveti hissederek Allah’ın Beyt’ini tavaf ettiği zaman hakikaten Beytullah tavaf edilmiş olur.
Beytullah, insanların gönüllerine gizlenmiş olan heva ve heveslerini, ahlâklarını ortaya döken bir mekândır. Tabiri caizse bir hastanın, hastalık sebebini öğrenebilmek için filmi çekilir, eğer o bir sonuç vermezse ondan da öte hücresel bazda her bir hastalığı ortaya çıkaracak şekilde insanın kimyasını ortaya döken hastalık tespit yöntemleri uygulanır. Beytullah da aynı bunun gibidir. İnsanların ahlâklarını ortaya döker. Çünkü insanın ruhuna rahmet vurdukça, zıddı olan şeyleri dışarı atar. Bu yüzden Mekke’ye, Beytullah’a gelmek çetin iştir. Ahlâklarımıza burada çok dikkat etmemiz lazımdır. Affedici olmak lazımdır. Memleketlerimizdeyken bir kaç saat sohbet için bir araya geldiğimiz zaman, herkes birbirine güzel ve hoş davranıyor; ama iş insanların kendi nefislerine bir sıkıntı olarak döküldüğü zaman, esas o zaman, sevdiğini Allah için sevme, kendisi için sevip istediğini mü’min kardeşi için de isteyebilme vasfının olup olamadığı burada ortaya dökülüyor. Bizim asıl kişiliğimiz, kimliğimiz ortaya çıkıyor. Cenâb-ı Hak da, razı olduğu güzel ahlâkları yaşayan, uygulayan kullarını elbette ki Beyt’indeki bu rahmetten ve ilâhî lûtuflardan mahrum etmeyecektir inşallah.
Mümkün mertebe günümüzü Beytullah’ta geçirelim. Kur’an okuyarak, tavaf yaparak, tekbir getirerek, salât ve selâm okuyarak oraya inen rahmetten istifade edelim. ’Kâbe’ye her gün yüz yirmi rahmet iner. Atmışı tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi de Kâbe’ye bakanlaradır.’ Bu rahmetin dışında kalmayalım kardeşlerim.
Cenâb-ı Hak bu güzel mekândan en güzel bir şekilde istifade etmeyi nasip etsin. Allah gönüllerimize razı olduğu anlayışları ve bizi Kendisi’ne yakın kılacak yolları bize açsın ve kolaylaştırsın.
----------------------------
Not: Muzaffer YALÇIN Hocaefendinin okumuş olduğunuz bu sohbeti, 2004 umre ziyaretinde Mekke ve Medine’de yapmış olduğu sohbetlerden alınmış olup, aslına sadık kalınarak, kısmen yazı diline uyarlanarak ve kısaltılarak kendi izni ve tashihiyle siz okurlarımızın istifadesine sunulmuştur.
Haremeyn Sohbetleri-ı
Özlenen Rehber Dergisi 29. Sayı
çok güzel bir konuya değinilmiş.RABBİM tüm insanlara o güzel mekanları görmeyi nasip etsin inşALLAH.AMİN