Beşeri münasebetlerin iyi bir istikamette gelişmesinde mülayemet (yumuşak olmak) çok önemli bir yer tutar. Âyet-i Kerîme’de: ’(Ey Rasûl’üm) Sen Allah’tan bir rahmet (ve lütuf olarak) onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar etrafından muhakkak dağılıp gitmişlerdi bile. Artık onları bağışla (Allah’tan da günahlarının affını iste...’(1) buyurulması, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in tebliğ ve irşadının başarısında, affın, mülayemet ve hoşgörünün ne kadar önemli olduğu sarih bir şekilde ifade edilmektedir.
Konumuzla alakalı olarak Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in af ve müsamahasını ifade eden bir rivayet şöyledir: ’Ebu Mahzura (r.a.) anlatıyor: ’Biz on iki kişilik bir gurup halinde Huneyn yolunda Rasûlullah (s.a.v.)’in grubuna rastladık ve onlara dahil olduk. Namaz zamanı gelince, müezzin, kafilesine ezan okumaya başladı. O okudukça biz de onun sözlerini alay makamında tekrarlayıp onunla eğleniyorduk. Bu işte elebaşı bendim. Peygamberimiz (s.a.v.) sesimizi duymuştu. Bizi çağırdı ve: ’Kulağıma gelen ses kimin sesi?’ diye sordu. Kimse cevap vermeyince hepimizi ayrı ayrı dinleyerek imtihandan geçirdi. En sonunda benim olduğumu ortaya çıkardı. Öbürlerine gitmeleri için işaret ettikten sonra bana dönerek: ’Haydi ezan oku’ dedi. Ben, hicabımdan başım eğik olarak ayağa kalktım. Fakat bu kalkış boşa idi. Çünkü ezanı bilmiyordum. Bir anda içim kin ve nefretle doldu. O anda benim yanımda dünyanın en fena insanı Peygamberimiz (s.a.v.), en kötü şeyi de bana teklif etmekte olduğu şey (ezan) idi. Sükutum üzerine, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ezanın sözlerini ve okunuş şeklini kelime kelime, cümle cümle bana öğretti. Sonra da elime içinde para olan bir kese sıkıştırdı ve eliyle anlımı, yüzümü, göğsümü okşayarak, ’Barekallah/Allah seni mübarek kılsın’ dedi. ’Yâ Rasûlallah, Mekke de ezan okumama müsaade et’ dedim. ’Ettim’ buyurdu. Artık içimdeki bütün kötü düşünceler gitmiş, yerini hudutsuz bir aşk ve sevgi doldurmuştu.(2)
Aslında müsamahakar davranış, sadece müslümanlara karşı göstermemiz gereken bir vazife, bir vecibe değil, her müslümanın, her tebliğcinin, mümin-kafir herkese karşı, davranışlarında benimseyip takip etmesi gereken bir prensiptir. Bu hususla ilgili olarak, Kur’ân-ı Kerîm’de, firavuna karşı tebliğ yapmak üzere vazifelendirilen Hz. Mûsâ (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.)’a, Cenâb-ı Hakkın mülayemetle davette bulunmalarını emrettiği belirtilir. Âyet-i Kerîme’de: ’Varınca da ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler, yahut korkar’(3) buyurulmaktadır. Firavun gibi, ulûhiyetini ilan ederek küfrün zirvesinde yer alan birisine karşı bile, hitapta ’yumuşak sözlü’ olmak emredilirse, ne kadar kusurlu da olsa müslümanlara karşı nasıl davranılması gerektiği kendiliğinden anlaşılır.
Konumuzla ilgili olarak Aliyyü’l-Kari’nin kaydettiği bir hâdise şöyledir: ’Halife Me’mun’dan rivayet edildiğine göre, kendisine vaaz ve nasihat eden bir vaiz, konuşması sırasında sert bir dille uyarılarda bulunur. Halife, vaize dönerek: ’Be adam mülayim ol! Görmez misin Allah (c.c.), senden daha hayırlı olanı (yani Hz. Musa ve Harun’u) benden daha hayırsız olana (yani Firavuna) gönderdi de mülayim olmasını emretti ve: ’Yanında ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler yahut da korkar dedi’ der.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in ise müslümanlar karşısındaki durumu, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır: ’Andolsun, size içinizden bir peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür. Mü’minlere çok merhametlidir, onlara hayır diler.’(4)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in, ümmetine, ashabına karşı taşıdığı şefkat ve merhamet o derece büyüktü ki, Amr ibnu’l-Âs hazretleri kendisinin Rasûlullah (s.a.v.) tarafından en çok sevilen kimse olduğunu zannederdi ve şöyle derdi: ’Allah elçisi (a.s.) bana yüzü ve sözü ile öyle iltifatta bulunuyor ki ben kendimi insanların en hayırlısı zannettim de: ’Ey Allah’ın Rasûlü! Ben mi yoksa Ebu Bekir mi daha hayırlı?’ diye sordum’ der.
Yine sevmediği kimselere bile mülefit (iltifatlı) ve gönül alıcı davranmak, Rasûlullah (s.a.v.)’in yüce ahlâkına dair prensiplerinden idi. Bu hususla ilgili olarak Hz. Âişe (r.anha)’nın rivayeti de şöyledir: ’Bir gün bir adam Rasûlullah’ın yanına girmek için izin istedi. (Onun ismi zikredilince) Aleyhisselatu vesselam: ’Aşiretin ne kötü adamı’ dedi. Sonra da: ’Müsaade edin girsin’ buyurdu. Adam huzuruna girince, ona yumuşak bir üslupla konuştu. Adam gittikten sonra ben: ’Ey Allah’ın Rasûlü, ona mülayim bir dille konuştun. Halbuki, daha önce hakkında söylediğini söylemiştin’ dedim. Bana: ’Kıyamet günü, Allah indinde, makamca insanların en kötüsü, dil ve davranışların kabalığından kaçınarak insanların terk ettiği kimsedir’ buyurdu.
Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’in mülayemetinin şümulü içerisinde ’nefret ettirmeme, kolaylaştırma ve zorlaştırmama’ prensibi de bizlere emredilmiştir. Ebu Mûsâ (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) herhangi bir işi için bir adam gönderse şu tembihte bulunurdu: ’Sevindirin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın’(5) Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in ’sevindirin’ emriyle, Allah’ın fazlını, sevabının büyüklüğünü, ihsanının bolluğunu, rahmetinin genişliğini, af ve mağfiretinin şümulünü hatırlamak emredilmiştir. Arapça’da tebşir (müjdeleme), sevindiren bir haber getirilmesidir. Öyle ise ’sevindirin’ emriyle, Allah’ın, ibadetleri kabul edeceğini, ibadetlere mukabil sevap vereceğini, günahlardan tevbe etmeye yardım edeceğini bildirmek; affını, mağfiretini çokça zikrederek insanları sevindirmek, müjdelemek emredilmiştir. ’Nefret ettirmeyin’ emriyle de: ’İnsanları inzar ederken (uyarırken), mübalağa ederek onları korkutmayın, öyle ki onlar günahlarının affedilmeyeceği düşüncesiyle Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesmesinler’ demektedir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in bu tembihleri, bir işin görülmesi için vazifelendirdiği memurlarına yaptığı bir tembih olması münasebetiyle, insanlara hizmet sunan, insanlarla münasebeti olan herkesin bu tembihte yer alan ’sevindirme-nefret ettirmeme; kolaylaştırma-zorlaştırmama’ prensiplerini kendisine Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir emri olarak rehber etmesi gerekir.
İslâm’ı yeni öğrenip yaşayacak olan kimselere, dinimizin emir ve nehiylerini bütün incelik ve teferruatıyla birden bire söyleyip, bunları da hemencecik yapmalarını beklemek yanlış bir davranış olacağı gibi, bu davranışımızla, İslâm’ın tatbik edilemez, yaşanamaz bir din imiş gibi gösterilmesine neden oluruz. İşte bu tavrımız sebebiyle insanların da güzel dinimizden nefret etmelerine zemin hazırlayabilir. Bu husustaki en doğru davranış şekli ise; öncelikle en temel ve mühim hususlardan (iman konuları ve farzlar, vacipler vb.) başlayıp azar azar, teker teker söylemek, Allah’ın mağfiretini, cennetin güzelliklerini, nimetlerini hatırlatarak tebliğde bulunup dini sevdirmektir. Ancak vaaz ve nasihatin tamamını ümit üzerine bina etmemeli, korku da katmalıdır. Korku ve ümidi sağ ve sol eller gibi yan yana, ilim ve amali de bir kuşun iki kanadı gibi beraber zikretmelidir. Zaten yüce kitabımız Kur’an’da bir çok ayet-i kerimede korku ve ümit, cennet ve cehennem yan yana zikredilmiştir. Bir âyette, ’altlarında ırmaklar akan cennetler’ anlatılırken, hemen yanındaki âyette ise ’cehennem azabından, tutuşturulmuş alevli ateşlerden’ bahsedilmiştir.
Netice olarak, Peygamberimiz (s.a.v.) rıfk ve mülayemetin, her hayrın başı ve sebebi olduğunu vurgulamış ve: ’Allah refik (rıfk sahibi)’dir. Rıfkı sever ve rıfka mukabil verdiğini başka hiçbir şeye vermez’ buyurmuşlardır. Cenâb-ı Hakk (c.c.), bizlere Zâtının ve Rasülü’nün ahlâkıyla ahlâklanmayı nasip eylesin. Amin
Kaynaklar:
1. Âl-i İmrân 3/156.
2. Beyhakî.
3. Tâhâ 20/44.
4. et-Tevbe 9/128.
5. Müslim, Cihad 6.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)'in Ahlâkında Mülameyet (yumuşaklık)
Özlenen Rehber Dergisi 22. Sayı
Allah (cc.) razı olsun.İslamın güzelliği ve insana verdiği önem bence, naçizane olarak ,bu hoşgörüsünde saklı.İslamı öyle yaşayın ki , sizi öldürmeye gelen sizde dirilsin sözü İslamın güzelliğini anlatan çok güzel bir söz...Ayrıca Mevlana Hz.'leri de Kim olursan ol gel...Bin kere tövbeni bozmuş olsan , putperest olsan da...Bizim dergahımız ümitsizlik kapısı değildir dememiş mi... Allah(cc.) bizi bu güzel dinimizden ayırmasın.Şükürler olsun ki müslümanız...