Özlenen Rehber Dergisi

22.Sayı

İmam Ali Er-rıza (r.a.)

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 22. Sayı
On İki İmam’ın sekizincisi, Muhammed Cevâd Tâkî’nin babasıdır. Nesebi, Ali Rızâ b. Mûsâ Kâzım b. Câfer-i Sâdık b. Muhammed Bâkır b. Ali Zeyne’l-Âbidîn b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib’dir. 11 Zilkade 148/29 Aralık 765 tarihinde Medîne’de doğmuştur. Babası Mûsâ el-Kâzım, annesi Şehd, Neciyye, Necme veya Mersiye adlı bir cariyedir.
Künyesi, babasının künyesi gibi Ebü’l-Hasan’dır. Mûsâ Kâzım Hazretleri: ’Ona kendi künyemi bağışladım’ buyurmuşlardır. Lakabı Rızâ’dır. Babasına dediler ki: ’Halîfe Me’mûn ondan râzı olduğu için mi oğlun Ali’yi, Rızâ diye çağırıyorsun?’ Cevâbında: ’Hayır, Allah Teâlâ ve Rasûl’ü râzı oldukları için.’ buyurdu. Ona uyanlar ve muhâlifleri ondan râzıydı. Rızâ lakabından başka her biri onun üstünlüğünü ifâde etmek için söylenmiş, Sâbır, Zekî, Velî gibi lakapları da vardır.
Ali er-Rıza, bilim ve tasavvuf ehli olması ile tanınmış, babasından hadis rivayet etmiş, Medîne’de Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in mescidinde fetvalar vermiş ve hayatının büyük bir kısmını siyasetten uzak geçirmiştir.
818 (H. 203) senesi, Ramazân-ı Şerîf’in yirmi birinci perşembe günü elli beş yaşında Tûs (Meşhed)’de vefât etti. Namazını halîfe Me’mûn kıldırdı. Me’mûn, İmam-ı Ali Rızâ Hazretlerini çok sever ve sayardı. Kızını nikâh edip, İmam’ı kendine dâmât yaptı. Yerine halîfe olmasını emir ve îlân edip, paralara ismini yazdırdı; fakat, İmam önce vefât etti.
İmam Rıza (r.a.) ilim sahibi büyük bir şahsiyetti. Bu yüzden ’Âl-i Muhammed’in âlimi’ diye ün yapmıştı. O zamanda mevcut dinlerin temsilcilerini Horasan’a davet eden Me’mûn, İmam’la münazara meclisleri tertiplerdi. İmam onları bizzat kendi delilleriyle sustururdu. İmamlığı, tasavvufta rehberliği, yani Kur’ân-ı Kerîm’in manevi hükümlerine kavuşturma vazifesi, bunu kalplere yerleştirmek, tasavvuf hallerine ve derecelerine ulaştırma vazifesi vefatına kadar sürdü. Bâyezîd-i Bistâmî ve Ma’rûf-i Kerhî Hazretleri, İmam’ın sohbeti ile şereflenip yüksek derecelere ulaştılar.
İmam-ı Ali Rızâ Hazretleri Nişâbur’a gelince, yirmi binden fazla alim ve talebe kendisini karşıladı. Dedelerinden gelen bir hadis-i şerîf okuması için yalvardılar. İmam Hazretleri; ’Ben, babam Mûsâ Kâzım’dan, o da babası Câfer-i Sâdık’tan, o da babası Muhammed Bâkır’dan, o da babası Ali Zeyne’l-Âbidîn’den, o da babası Hz. Hüseyin’den, o da babası Hz. Ali’den, o da Rasûlullah Efendimizden, o da Cebrâil (a.s.)’dan, o da Allah Teâlâ’dan’ buyurarak şu hadîs-i kudsîyi okudu: ’Lâ ilâhe illallah kal’amdır (kalemdir). Bunu okuyan, kal’ama girmiş olur. Kal’ama giren de azâbımdan kurtulur.’ İmâm Ahmed ibn-i Hanbel Hazretleri, bu hadîs-i kudsînin ravileri ile berâber okunduğunda bütün hastalıklara iyi geleceğini bildirmiştir.
Sâlih bir müslüman, İmam Ali Rızâ ile ilgili bir menkıbesini şöyle anlatır: ’Peygamber Efendimiz’i rüyamda gördüm. Hacıların konakladıkları mescitte oturuyorlardı. Huzurlarına vardım. Selam verdim. Önlerinde hurma yaprağından örülmüş bir tabakta Seyhânî hurmaları vardı. Bana bir avuç hurma verdi. Saydım, on yedi tane idi. Kendi kendime on yedi yıl ömrüm kalmış, diye tabir ettim. On beş yirmi gün sonra İmam Ali Rızâ Hazretlerinin bu mescitte konakladıklarını duydum. Hemen yanlarına koştum. Rüyamda gördüğüm gibi Rasûlullah’ın oturduğu yerde oturmuştu. Önlerinde de bir tabak hurma vardı. Beni yanına çağırarak bir avuç hurma verdi. Saydım tam on yedi tane idi. Biraz daha hurma istediğimde: ’Rasûlullah’tan daha fazla verilir mi?’ buyurdu.
İbrahim ibn-i Abbâs diyor ki: ’İmam Ali Rızâ öyle büyük alim idi ki, hangi ilimden olursa olsun, sorulan her meseleye çok güzel cevaplar verirdi. Halife Me’mûn, kendisine çok sual sorar, verdiği cevaplara hayran kalırdı. Hazret-i İmam az uyur, çok namaz kılar ve çok oruç tutardı. Muhtaçları arayıp bulur, onlara yardım ederdi. Bir hasır üzerinde oturur, yatacağı zaman da o hasır üzerinde yatardı. Her işinde Allah Teâlâ’ya karşı tam bir teslimiyet ve tevekkül üzere idi. Yüzüğünün taşında; ’Hasbiyallah/Allah Teâlâ bana kâfidir.’ yazılı idi.’
Ebû İsmail Sindî isminde bir zât anlatıyor: ’Bir zaman İmam Ali Rızâ’nın huzuruna gittim. Arabî lisanından hiçbir şey bilmediğim için, Sind (Hindistan’ın kuzey batısında bir eyalet) lisanı ile selam verdim. Selamıma benim lisanım ile cevap verdiler. Yine Sind lisanı ile bazı sualler sordum, Sind lisânı ile gayet açık cevap verdiler. Ben; ’Efendim! Arabî lisanını hiç bilmiyorum; fakat öğrenmeyi çok arzu ediyorum.’ deyince, mübarek elini dudaklarıma sürdü. O anda Arabî konuşmaya başladım. Allah Teâlâ, Hazret-i İmam hürmetine bunu bana ihsan etti.’
Tüccarın biri dil tutukluğundan dolayı güçlükle konuşurdu. Kendi kendine; ’İmam Ali Rızâ Hazretleri Peygamber Efendimiz’in evlatlarındandır. Huzuruna varayım da benim dilime bir ilaç tavsiye etsin.’ diye düşündü. O gece rüyasında İmam Ali Rızâ Hazretlerini gördü. Kendisine, ’Kimyon, sa’ter ve tuzu, su ile karıştır, iki üç kere ağzında çalkala şifa bulursun.’ buyurdu. Sabahleyin uyandığında rüyasını hatırladı; fakat rüya deyip fazla ehemmiyet vermedi. Hazret-i İmam’ın huzuruna gidip, halini arz ettiğinde: ’Senin dilinin ilacını rüyada söylemediler mi?’ buyurdu. Tüccar, tarif ettikleri ilacı kullanınca konuşması hemen düzeldi.
Salih bir zât anlatır: ’Bir gün İmam-ı Ali Rızâ Hazretleri ile bir evin duvarının dibinde duruyorduk. Biraz sohbet ettik. O sırada bir kuş geldi. İmam Hazretlerinin önünde yere kondu. Ötmeye başladı. Dertli olduğu belliydi. İmam Hazretleri bana sordu: ’Biliyor musunuz bu kuş ne diyor?’ Ben de dedim ki: ’Ehl-i Beyt’ten olan Peygamber Efendimiz’in evlatları daha iyi bilirler.’ Hazret-i İmam; ’Bu kuş, şu evde bir yılan olduğunu ve yavrularını yiyeceğini söylüyor. Kalk eve gir ve o yılanı öldür!’ buyurdu. İmam Hazretlerinin buyurduğu gibi eve girdim, gerçekten içeride bir yılan dolaşıyordu. Hemen bir sopa ile yılanı öldürdüm.’
Halife Me’mûn, İmam-ı Ali Rızâ Hazretlerini çok sever, sık sık onunla görüşürdü. Saraya gelişinde saray görevlileri onu karşılar, hürmet gösterirlerdi; fakat bu hürmetleri mecburiyetten idi. Çünkü İmam Hazretlerini sevmiyorlardı. Bir araya gelerek, Hazret-i İmam geldiğinde sarayın perdesini kaldırmamaya ve onu karşılamamaya karar verdiler; fakat Hazret-i İmam’ın her gelişinde ellerinde olmadan kalkıp karşılayıp perdeyi de kaldırıyorlardı. Bir gün Hazret-i İmam geldiğinde yine ayağa kalktılar; fakat perdeyi kaldırmakta biraz durakladılar. O anda bir rüzgar peyda oldu ve perde kalktı. Çıkışında da yine rüzgar gelip perdeyi kaldırdı. Bunu gören saray görevlileri; ’Allah Teâlâ’nın aziz ettiği kimseyi kimse küçültemez!’ diyerek eski âdetlerine devam ettiler.
Rabbim şefaatine nail eylesin!

Yararlanılan Kaynaklar:
1. Târih-i Taberî, c.10, s.251.
2. El-Kâmil Fi’t-Târih, c.6, s.119.
3. İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, c.3, s.98.
4. Câmi-u Kerâmâti’l-Evliyâ, c.2, s.156.
5. Sefînetü’l-Evliyâ (Fârisî), s.26.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.