Özlenen Rehber Dergisi

22.Sayı

Bir Gönül Eri Hz. Abdullah Fârukî El-müceddidî (k.s.)

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 22. Sayı
Muttakîler... Hz. Allah’ın, cennette nimetlerini ve onun fevkinde rızasını kendilerine vaat ettiği seçkin kullar...

Kur’ân-ı Mübîn’de isimleri ve kendilerine hazırlanan nimetler müteaddit defalar zikredilen ve diğer bütün insanların da onların nezdinde aynı ahlâk ve istikamete davet edildiği bahtiyar kullar...
O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını? affederler. Allah Teâlâ güzel davranışta bulunanları sever

Yine onlar ki, bir kötülük yaptıkları, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah Teâlâ’yı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah Teâlâ’dan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. (1)

Onlar iyiliği emrederler, kötülükten alı korlar, namaz?ı dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler. Ve Allah’a ve peygamberine itaatte bulunurlar...(2)

Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.
Onlar, imân edip de takvâya ermiş olanlardır.
Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir. (3)
İşte onları?n mükâfatı,? Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ?ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!(4)
Kur’ânî ahlâkları üzerlerinde bulunduran ve bu güzel ahlâklarla da içerisinde yaşadıkları toplumları aydınlatan, yukarıdaki âyet-i kerîmelerde de vasıfları zikredilen bu sâlih kullar her dönemde var olagelmiş ve onların varlığı insanlık âlemi için bir rahmet olmuştur.
Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri, Kur’ân-ı Mübîn’in çeşitli âyetlerinde bu sâlih kulların vasıflarını vazıh bir şekilde zikretmiştir. Onlara, cennetin nimetlerini ve rızasını müjdeleyerek kıyamete kadar gelecek olan kullarını, sâlihlerin taşımış oldukları o güzel ahlâklara davet etmekte ve insanları takva üzere yaşamaya sevk etmektedir.
Sâlihlerin yaşadıkları hayatın bereketi, sadece içerisinde yaşadıkları zaman diliminde kalmayıp sonraki dönemlere de taşmıştır. Yaşadığımız hayatın gerçekleri göstermektedir ki bir çok insan bu bereketler sebebiyle hidayet yolunda istikameti muhafaza etmektedir. Nice insanlar kendilerinden yıllar evvel yaşamış sâlih insanların sözlerinden, onların örnek yaşayışından ve kalplerinde taşıdıkları Allah’a itaat nurunun kuvvetinden yıllar sonra da olsa istifade etmek suretiyle ihya olmuşlardır. Onlar, sahip oldukları yüksek ilim ve ahlâkları, sonraki nesillere, hem eserleriyle hem de yetiştirdikleri seçkin insanlarla taşımışlardır.

İşte bu yüksek ilim ve ahlâkın zamanımızdaki mümtaz hamîlerinden birisi de, yakın zamanda dâr-ı ukbâya irtihal eyleyen, ehl-i ilim, arif-i billah, sâhib-i marifet, müştak-ı Rasûl ve âl-i beyti’l Mustafa (s.a.v.), mutîı’r-Rasûl, muhyi’s-sünneh ve mürşid-i kâmil, ed-dâ’i ilallah, miskin şâh, hadimü’l fukara, eş-şeyh Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretleridir.
11 aralık 1999’da irtihal eyleyen Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretlerinin seneyi devriyesi nedeniyle bu ayki yazımızda da bir gönül rehberi olan kıymetli üstadımızdan ve yaşadığı hayatın güzelliklerinden bahsedeceğim.
Allah’a ve Rasûlü’ne itaatle geçen ATMIŞ ÜÇ yıllık bir ömür... Ve bu ömrün nihayetinde kavuşulan yüksek bir kemâlât... Bu kemâlâta kavuşma yollarını muhiplerine talim ettiği üç önemli esas...:
Buyuruyorlar ki: ’Ey sâlik, bilesin ki bizim yolumuz üç esâsa bağlıdır. Birinci esas; Tevhîd akîdesinin hâkimiyetidir. İkinci esas ise sünnet-i seniyyenin yaşanmasıdır. Üçüncü esas ise ehl-i beyt sevgisini yaşamaktır ve her sünnet-i seniyye’yi yaşamak bir nefis tezkiyesidir.’

Burada şuna dikkatinizi çekmek istiyorum ki yukarıda belirtilen bu esaslar Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz’in Veda Hutbesi’nde ve onun evvelinde; ’Sizlere şunları bırakıyorum ki onlara uyduğunuz zaman asla sapıtmazsınız’ buyurarak ümmetine tavsiye ettiği hususlardır.
Kıymetli Efendimin, bu düsturları yaşamadaki samimiyeti ve istikrarı, onun hayatına şahit olanlarca açık bir şekilde bilinmektedir. Onu tanıyan herkes yukarıda belirttiğimiz bu esasların ruhuna sirayet edişindeki kuvveti açık bir şekilde görmüştür. Kısacası O, bu sözleri söylemekle beraber aynı zamanda bu düsturların günümüz mümessili olmuştur.
Tevhid’i, gereği üzere yaşamadaki kararlılığı ve titizliliği, Efendimiz (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerini yaşamada ve yaymadaki iştiyakı, bunun yanında da bir çok müminin varlığından bîhaber olduğu ehl-i beyt, sahabe ve onlara duyduğu sevgi, yıldızlara nispetle ay misali Efendim Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretlerinin şahsında bayraklaşmıştı.
Her biri, yaşantımıza anlam, kuvvet ve istikamet veren hayat tablolarından örnekler sunmak suretiyle Efendim Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretlerini daha yakından tanıtmak istiyorum:
Kıymetli Üstadımın, Allah’ın haram kıldığı hususlardan sakınmadaki hassasiyetini şu örnekte görmek mümkündür:
Rahmetli Efendim, içlerinde bizim de bulunduğumuz birkaç öğrencisiyle birlikte, davete icabet maksadıyla Ankara’da maruf bir hocaefendiyi ziyarete gitmişti. Hocaefendinin evine vardığımız zaman evin salonunda bize yer gösterildi. Bizler üstadımızla birlikte salonda otururken, bir müddet sonra, o hocaefendinin hanımı olduğunu öğrendiğimiz yaşlı bir bayan salona girdi. O sırada ev sahibi olan hocaefendi:
-’Efendim, bu eşimdir. Müsaade edin elinizi öpsün!’ dedi. Bu söze son derece kızan Rahmetli Üstadım, bu hareketi dinimizin yasaklayıp haram kıldığını söyler söylemez, o hocaefendi(!):
-’Efendim biz o duvarı/(mahremiyet perdesini) kaldırdık’ dedi. Bu cevaba daha da çok sinirlenen ve bu ziyarete geldiğine de çok pişman olan Efendim:
-’Siz otuz kırk yıl insanlara vaaz-ı nasihat ettiniz, insanlara dinimizin emirlerini anlattınız ve dinimizin emirlerini de çok iyi biliyorsunuz. Allah Rasûlü (s.a.v.) bile bu duvarı kaldırmamışken, siz kim oluyorsunuz da bana böyle bir teklifte bulunuyorsunuz. Vallahi ben, yıkılmasın diye o duvarın (şeriat duvarının) dibinde kırk yıldır bekliyorum (muhafızlık yapıyor, hizmet ediyorum) ve ömrümün sonuna kadar da beklemeye devam edeceğim’ buyurdu. Daha sonra da, fazla kalmadan oradan ayrıldı.
Rasûlullah Efendimiz’e sevgisi ve onun sünnetlerine tabi olmadaki iştiyakını ise şu veciz hâdisede görebiliriz:
Kıymetli Üstadımız bir çok defa hac ve umre ziyaretinde bulunmuştur. İşte bu hac ziyaretlerinden birinde, Mescid-i Haram’da namazını eda eder ve kaldıkları otele gitmek için Kâbe’den ayrılır. Mescidin çıkışında terliklerini koyduğu yerde bulamaz ve kul hakkı geçmemesi için başka birisinin terliğini de giymeden yalın ayak yola koyulur. O sıralarda Mescid-i Haram’ın bazı bölümlerinde tadilat çalışmaları yapılmakta ve geçecekleri yerden tadilat nedeniyle kirli sular akmaktadır.
Terliğinin kaybolmasına ve ayaklarının kirlenmesine önce birazcık üzülen Kıymetli Efendim, bir anda Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in de bu sokaklarda yalınayak çok dolaştığını, kimi zaman müşriklerin attığı dikenlerden, kimi zaman da farklı nedenlerle mübarek ayaklarının incindiğini hatırlar. Böylelikle, farkında olmaksızın Efendimiz (s.a.v.)’in bir hali ile hallenmiş, bir sünneti ile iştigal etmiş olmaktaydı.
Terliklerinin kaybolmasını Hakk’tan gören Üstadımız, ’bildikleriyle amel edene, Allah (c.c.) bilmediği ilimleri nasip eder’ hadis-i şerifi mucibince, farkına varmadan Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in bir sünnetine daha uymayı nasip ettiği için, gördüğü ilk temiz yerde Cenâb-ı Hakk’a şükür secdesinde bulunur ve Allah’a hamd eder.
Kendisini tanıyanlar çok iyi bilirler ki mübarek Üstadım, ömrünü; ’yaşamadığım ve anlatmadığım ne bir emr-i ilâhî ne de bir sünnet-i nebevî kalsın’ anlayışı ve gayreti içerisinde geçirmiştir.
Rasûl-i Zîşân Efendimiz’i ehl-i beytinden ve ashâbından ayrı düşünmek imkansızıdır. Kâinatın Efendisi, ehl-i beytini ve ashâbını çok sevmiş ve onları sevmeyi Hazreti Allah Habîbi’nin diliyle insanlara farz kılmıştır. Efendimiz (a.s.) Kur’an gibi, gökteki yıldızlar gibi, onları ümmetine hidayet rehberi olarak göstermiştir.
Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretleri’nde ehl-i beyt sevgisi bir bambaşkadır. Ehl-i beytin hayat-ı şahanelerini anlattığı bir eser de kaleme alan Üstadımın, ehl-i beyt-i Rasûle duyduğu derin sevgiyi anlatmak gerçekten zordur. Fakat bu mevzuu da onun itaat ve sevgi dolu hayatından bir kesitle siz kardeşlerime aktarmayı uygun gördüm:
Üstadımın hizmetinde bulunan kardeşlerimizin de yakînen bildikleri üzere, Kıymetli Efendim kana kana su içmeyi hiç âdet edinmemiş ve en azıyla iktifa etmeyi kendisine ahlâk edinmiştir. Ehl-i beyt sevgisini talebelerine de yaşatmayı çok isteyen ve her vesile ile sohbetler yapan Kıymetli Efendim (k.s.), tebliğ olması sadedinde biz öğrencilerine irtihalinden az bir zaman evvel bir sırrını şöyle anlattı:
’Evlatlarım! Hz. Hüseyin (r.a.) efendimizin kerbela faciasında günlerce ehliyle birlikte susuz bırakıldığını, ailesi ve akrabaları şehit edildikten sonra da savaşarak ulaştığı Fırat nehrinin sularından da içmesine fırsat verilmeden, suya hasret bir şekilde şehit edildiğini okuyunca çok üzüldüm ve otuz yıl boyunca o günden beridir, Hüseyin efendimiz ve evlatlarının çektiği sıkıntıları bir nebze olsun hissetmek gayesiyle kana kana hiç su içmedim. Ancak Efendimiz (s.a.v.) içtiği için zemzem istisnadır.’
Manevi hayatın terakkileriyle geçen bir hayatın bereketinden nasip almak, Hakk’ın muradı ve Rasûl vârisi olan bu güzide Allah Dostuna bahşedilen anlayış, ilim, irfan, takva ve aşk nimetlerinden hisseyâb olabilmemiz için bizlere bıraktığı düsturlara sımsıkı sarılalım.
İnayet ve ihsan tüm güzelliklerin sahibi olan Hazreti Allah’tandır.


KAYNAKÇA:
1. Âl-i İmrân 3/134,135.
2. et-Tevbe 71,72 vb. âyetler.
3. Yûnus 10/62,63,64.
4. Âl-i İmrân 3/136.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.