Helal Rızık Helal Rızkın Amellere Tesiri,
Özlenen Rehber Dergisi 123. Sayı
يَآ اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ
’Ey peygamberler! Temiz (ve helal) şeylerden yiyin ve salih amel işleyin. Muhakkak ki ben, yaptığınız şeyleri hakkıyla bilmekteyim.’
(el-Mu’minûn, 23/51)
Ekseriyeti Müslüman olmasına rağmen toplumumuzda, Allah ve Rasûlü’nün yasak kıldığı, aklın kabul etmediği haramlar, çirkinlikler her geçen gün artarak, alenileşerek işleniyor.
Allah ve Rasûlü’ne itaatten uzaklığın, kulluk vazifelerini ihmal etmenin, günahları uluorta rahatça işlemenin elbette ki; cehalet, iman zayıflığı, fitne fesadın yaygınlığı vb. birçok sebebi var. Bu sebeplerden biri ve hatta en önemlisi haram yollardan temin edilen rızıktır.
Biz, ’harama sevk edici bir etken olması’ cihetiyle, ’Ey peygamberler! Temiz (ve helal) şeylerden yiyin ve salih amel işleyin. Muhakkak ki ben, yaptığınız şeyleri hakkıyla bilmekteyim.’ (el-Mu’minûn, 23/51) âyet-i kerimesi çerçevesinde bu mühim sebep üzerinde durmak istiyoruz.
Peygamber ve ümmetlerine hitap:
يَآ اَيُّهَا الرُّسُلُ ’Ey peygamberler!’
Cenab-ı Hak bu âyette Peygamberimiz (s.a.v.)’e, her peygambere kendi zamanında yapmış olduğu hitabı bildirmektedir. Bu âyetin haber verdiği üzere insanların en üstünü, en iffetlisi ve en faziletlisi olan peygamberlere ve onların şahsında ümmetlerine, genel ifadeyle tüm insanlığa helal rızık temin edip salih amel işlemek emredilmiştir. Her şeyin sahibi olan Allah Teâlâ’nın peygamberleri ve tüm insanlık için belirlemiş olduğu yaşam sistemi öz olarak budur. Yani ’tertemiz nimetlerden istifade edip salih amel işleme, Yaratan’a kulluk.’
كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ ’Temiz (ve helal) şeylerden yiyin’
İslâm insana, ’her şeyi mubah sayma/ibahiye’ ifratı ile ’dünyayı tamamen terk etme/Ehl-i Kitab’ın uydurduğu ruhbanlık’ arasında orta bir yol çizmiştir.
Allah (c.c.) mü’minlere, ruhbanlığı; yani dünya ile ilgisini kesip tamamen insanlardan uzaklaşarak her türlü lezzetten kendini menetmeyi emretmemiş, bilakis ’temiz (ve helal) şeylerden yiyin’ buyurmakla ruhbanlığı reddetmiştir.
Pek tabi, yaratılış gereği insan, yaşamını devam ettirecek, bunun için de yiyip-içmek, giyinmek, evlenmek, mesken sahibi olmak vb. tasarruflarda bulunacaktır. Bu tasarruflar yanlış değildir. Ancak insanın ihtiyaçlarını en iyi bilen Cenâb-ı Hak, kullarının bu tasarruflarını rızasına muvafık olarak düzenlemiş, istifade ettiği şeylerin temiz ve helal olmasını emretmiş, diğer taraftan pis/haram olan şeyleri ise yasaklamıştır.
الطَّيِّبَاتِ ’Tayyibât’ kelimesinin manası:
’Tayyibat’, ’habis/necis’ terimlerinin zıttı olup; helâl, saf, maddî ve manevî pisliklerden uzak olan tertemiz ve kavam manasına gelir. Bu manalardan:
Helâl; kendisinde Allah’a isyan olmayan,
Saf; kendisinde Allah unutulmayan,
Kavâm ise; nefsi gemleyen ve aklı muhafaza eden
manalarına gelmektedir.
Tayyib, temiz fıtratın kendisine yöneldiği, ondan lezzet aldığı şeydir.
Habis ise; iğrenç, hoşlanılmayıp iğrenilen şey manasına gelip haram kılınan kötü, pis şeyler için kullanılır.
Temiz ve piste ölçü:
Temiz ve piste ölçü dindir. Allah ve Rasûlü’nün temizliğine hükmedip istifade edilmesini yasaklamadıkları şeyler temizdir. Habis/necis olduğuna hükmedip istifadeyi yasakladıkları şeyler ise pistir. Salim (yani fıtrat üzere olan) akıl, dinin eşya hakkında temiz veya pis yönünde vermiş olduğu hükümleri kabul ve tasdik eder. Bazı kendini bilmezlerin: ’İçki, domuz eti, faiz, kumar vb. ne hoş şeyler! Bunlar istifade edilmesi gereken dünya nimetleri. Niçin bunları yasak sayıp da kendimizi bunlardan mahrum edelim. Çirkinlik bunların neresinde?’ vb. sözleri, onların tertemiz insan fıtratından uzaklaştıklarını, akl-ı selim sahibi olmadıklarını ispat eder.
Rızık; aslı ve elde edildiği yol itibariyle necis ve dolayısıyla haram olabilmektedir.
Mesela; domuz eti, kan aslı itibariyle necistir, kullanılması haramdır.
Faiz, kumar, zina, rüşvet, karaborsacılık, hile ve aldatma, hırsızlık ve gasp ile elde edilen rızık ise gayri meşru yollardan kazanıldığı için necis ve haramdır.
Helal rızık ise, bu tür gayri meşru yollardan uzak, içerisinde kimsenin hakkı bulunmayan, İslâm’ın emirlerine uygun bir şekilde elde edilen kazançlardır.
Helal gıdanın amele tesiri:
Rabbimiz, âyetinde helal şeylerden yemeyi sâlih amellerde bulunma emrinden önce zikretmiştir. Bu ise sâlih amelin, helal lokmaya bağlı olduğuna ve ondan neşet ettiğine işaret etmektedir.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Her kim temiz (ve helal) yer, sünnete uygun amel eder ve insanlar onun kötülüklerinden emin olursa (azap görmeden) Cennete girer.’ buyurdu. Bunun üzerine bir adam: ’Yâ Rasûlallah! Muhakkak ki bugün, bu (vasıftaki kişiler) insanlar içerisinde çoktur. (Sonraki zamanlarda nasıl olacak?)’ dedi. (Rasûlullah): ’Benden sonraki asırlarda da (bu özellikte kimseler) olacak.’ buyurdu. (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâiku Ve’l-Vera’u, 60)
Bu hadis-i şerifte helal ve temiz rızık, sünnetle amel etmekten önce zikredilmiştir ki bu, âyet-i kerimeye muvafıktır.
Sünnet, din demektir. Zira her bir işte Efendimiz (s.a.v.)’in örnekliği mevcuttur. O’nun rehberlik yapmadığı, Kur’ân ve Sünnet’te icmalen veya tafsilatıyla açıklanmayan hiçbir mevzuu kalmamıştır.
Her kimin rızkı helalden olur, sünnetle amel eder ve haramlardan, insanlara zulümden kaçınırsa azap görmeden evleviyetle cennete girer. Bu vasıflara sahip olmayan mü’minler ise ancak mahşerî birçok sıkıntı ve azaptan sonra ya da Allah’ın mağfiretine nail olmak suretiyle cennete girebilecektir. Hadiste zikredilen vasfa sahip mü’minler kıyamete kadar var olacaktır. Ancak ilerleyen her bir zaman diliminde azalacaktır.
Helâl rızık, salih amelin ön şartıdır
Evet, helâl rızık, salih amel işlemenin ön şartıdır. İnsanın gıdası, helalden olursa o insanın kalbinde salih amellere karşı istek, ibadetlere karşı iştiyak, bedeninde ise kulluk için canlılık meydana gelir. Bunun aksine, gıda haramdan olursa kalp katılaşır, sahibini harama, gaflete, kötü düşünce ve isteklere sevk eder, bedende tembellik ve uyuşukluk meydana gelir.
Mevlânâ hazretleri buna işaret ederek diyor ki:
’İnsanın nurunu ve kemalini artıran lokma, helal kazanç ile elde edilmiş olandır.
Bir yağ ki gelip kandilimizi söndürüyor, öyle kandil söndürene yağ değil su namı verilir.
Helal lokmadan ilim ve hikmet doğar, aşk ve rikkat hâsıl olur.
Bir lokmadan sen, haset, tuzak, cehalet ve gaflet husule geldiğini görürsen onun haram olduğunu anla!
Hiç buğday ekilip de arpa çıktığını gördün mü? Ata çekilip de eşek sıpası doğuran bir kısrağa rast geldin mi?
Lokma tohum gibidir ki mahsulü fikirlerdir. Keza lokma deniz gibidir ki, incisi fikirlerdir.
Ağızdaki helal lokmadan insanda büyüklere hizmet meyli ve öbür âleme gitmek arzusu zuhur eder.’ (Mevlana Celaleddin-i Rûmî, Mesnevi, c.3, s.832-834, Terc. ve şerh: Tahirü’l-Mevlevî, Şamil Yayınevi, İstanbul.)
Bir makine veya motora uygun yakıt veya yağ konmadığı takdirde kendisinden beklenen işlevi göremez. İnsan da böyledir. İnsanın vazifesi, Rabbini tanıması, O’na kulluk etmesidir. Kendisinden beklenen bu vazifeyi yerine getirebilmesi için ise gıdasının helalden olması şarttır. Bir kimsenin kulluk vazifesini eda etmemesi, rızkının helal olmadığına delildir.
İnsanı en iyi bilen Allah Teâlâ, onun için en uygun olanı:
’Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helâl, tayyib (tertemiz) olmak şartıyla yiyin. Ve şeytanın adımlarına uymayın. Muhakkak ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.’ (el-Bakara, 2/168) buyurarak tarif etmiştir.
Şeytan, insanı saptırmayı kendisine vazife ve prensip edinmiştir. O, insana ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediği şeyleri isnat etmeyi vb. (Bkz., el-Bakara, 2/268; en-Nisâ, 4/60; el-Mâide, 5/91; el-Fâtır, 35/6) kötülükleri emreder, salıklar. (Bkz., el-Bakara, 2/169) Bu nedenle onun insana düşmanlığı apaçıktır. Şu halde insan, şeytanın yolundan yani Kur’an ve Sünnet’te var olmayan her türlü bidat ve masiyetten şiddetle sakınmalıdır.
Amellerin kabulü, helal lokmaya bağlıdır:
Helal lokma, din binasının ayakta kalmasını sağlayan temeldir. Amellerin kabulü de ona bağlıdır. Haram lokma ise kişiyle Allah arasında bir perdedir. Haram lokmadan neşet eden salih amel, dua ve yakarışlar Cenâb-ı Hakk’a yükselmez. Bunu, Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle ifade buyurmuştur:
’Ey insanlar! Muhakkak ki Allah, Tayyib (yani her türlü noksanlıktan münezzeh)tir. Temiz (ve helal) olandan başkasını kabul etmez. Ve muhakkak ki Allah, peygamberlere emrettiği şeyi mü’minlere de emretti ve: ’Ey peygamberler! Temiz (helal) şeylerden yiyin ve salih amel işleyin. Muhakkak ki ben, yaptığınız şeyleri hakkıyla bilmekteyim.’ (el-Mu’minûn, 23/51) buyurdu. Ve (diğer bir âyette de): ’Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz (ve helal) olanlarından yiyin.’ (el-Bakara, 2/172) buyurdu.’ (Rasûlullah) sonra zikretti ki: ’Bir kimse (Allah yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir halde: ’Yâ Rab! Yâ Rab!’ (diye dua ederek) ellerini semaya uzatır. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş olur. Böylesin(in duası)na nasıl icabet edilir?’ (Müslim, Zekât, 19)
Bu hadis-i şerif, İslâm’ın üzerine bina edildiği kaide ve esas konumundaki hadislerden biridir.
Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah Teâlâ, mü’min kullarının itikatta, sözde, amelde, düşüncede her türlü çirkinlikten temizlenmesini istemektedir. Bu ise ancak kazancın helâl olmasına bağlıdır. Amellerin kabul görmesi de ancak bununla olur. Bir kimse dünyalar kadar serveti Allah yolunda infak etse, helal olmadığı müddetçe itibar görmez.
Cenâb-ı Hak, Peygamberlere emrettiği şeyi mü’minlere de emretmiştir ki, bununla ümmet-i Muhammed’in fazilet ve üstünlüğü ortaya konmaktadır.
Duanın kabulü helal lokmaya bağlıdır
Duanın kabul şartlarından biri de helal yoldan rızık edinmektir. Efendimiz (s.a.v.)’in: ’Böylesin(in duası)na nasıl icabet edilir?’ buyruğu, kazancı temiz olmayan kimsenin yaptığı duanın kabul olunmayacağını göstermektedir. Velev ki bu kimse, Allah yolunda cihat, sıla-i rahim, hac, rızık için çalışmak gibi yüce maksatlar yolunda büyük fedakârlıklarda bulunarak uzun yolculuklara çıksın. Halbuki burada duanın kabulü için iki şart gerçekleşmiştir:
Birincisi: Yolcu olmak, sefere çıkmak. Yolcunun duası makbuldür. Zira Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Üç dua kabul olunur, onlar(ın kabul olunmasın)da şüphe yoktur: Babanın (çocuğuna) duası, yolcunun duası ve mazlumun (zulme uğrayanın) duası.’ (Ebû Dâvûd, Salât, 364)
İkincisi: İhtiyaç ile ellerini Allah’a açmak. Selmân (r.a.)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Muhakkak ki Rabbiniz Tebârake ve Teâlâ, haya ve kerem sahibidir. (Kulu), kendisine iki elini kaldır(ıp bir şey iste)diği zaman onları boş çevirmekten kulundan hayâ eder.’ (Ebû Dâvûd, Salât, 358)
Ayrıca saçları dağılıp toza toprağa bulanmış bir halde arz edilen zayıflık, Allah’a rab ismiyle nida etmek gibi icabeti sağlayan durumların da var olmasına rağmen rızkın helal yoldan kazanılması şartı gerçekleşmediği için bu kimsenin duasına icabet edilmez.
Cenâb-ı Hak, ancak takva sahiplerinin amelini kabul eder. Bir âyet-i kerimede şöyle buyruluyor: ’Allah, ancak muttakîlerden (takva sahiplerinden) kabul eder.’ (el-Mâide, 5/27)
Takvanın esası, emirleri yerine getirmek, haramlardan sakınmaktır. Buna göre helal rızık, takva sahibi olmanın baş şartıdır. (Bkz., el-En’âm, 6/152-153)
Amelin kabulünde rızkın helalden olmasının önemini ifade eden bir diğer rivayet de şudur:
’Kişi, temiz (ve helal) nafakayla haccetmek üzere (evinden) çıktığı ve ayağını üzengiye koyduğu, ardından da: ’Lebbeykallâhumme lebbeyk/Emret Allah’ım emret!’ diye nida ettiği zaman bir münadi semadan ona şöyle seslenir: ’Allah haccını kabul etsin ve seni mesut etsin. Azığın helal, bineğin helal ve (bu nedenle) haccın mebrur (yani makbul)dür, günahsızdır (onda günah kiri yoktur).’ (Kişi) pis (ve haram) nafaka ile (evinden) çıktığı ve ayağını üzengiye koyduğu, ardından da: ’Lebbeyk!’ diye nida ettiği zaman bir münadi semadan ona şöyle seslenir: ’Allah haccını kabul etmesin ve seni mesut etmesin! (Ne lebbeyk ne de sa’deyk nidana icabet edilir!) Azığın haram, nafakan haram ve haccın da kabul edilmemiştir.’ (Taberânî, Evsat, c.4, s.65, h.no:5228)
Haram lokmayı ancak ateş paklar
Bir keresinde Sa’d b. Ebî Vakkâs: ’Yâ Rasûlallah! Beni, dua(sı) makbul olanlardan kılması için Allah’a dua et!’ deyince Nebi (s.a.v.) ona: ’Ey Sa’d! Yiyeceğini güzelleştir (yani helal lokma ye), duası makbul olanlardan olursun. Muhammed’in canı elinde olan (Allah)’a yemin olsun ki; muhakkak kul, karnına haram lokmayı atar da ondan kırk günün ameli kabul edilmez. Ve hangi kulun eti haram ve faizden biterse (yani meydana gelirse) onun için cehennem daha uygundur.’ buyurmuştur. (Taberânî, Evsat, c.5, s.34, h.no:6495)
Evet, haram yiyen, hakikatte ateşten bir parça yemektedir. Onun müstehak olduğu şey ancak cehennem ateşidir. Kibir, riya, ucub, haset gibi her türlü kalbî hastalığı temizlediği gibi necis olan haramdan biten eti, kanı, deriyi de ancak ateş haklar ve temizler. Zira Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde:
’Her kimin eti, haramdan bitti (beslendi, meydana geldi) ise, ateş ona daha layıktır.’ (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Et’ime, 93, c.4, s.141, h.no:7164) O kişinin müstehakı ancak cehennemin azgın alevleri içinde yanmaktır, buyurmuştur.
Âhir zaman fitnesi
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyuruyor: ’İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, (o zaman) kişi, (dünyalıktan elde ettiği) şeyin helalden mi, yoksa haramdan mı olduğuna aldırmaz.’ (Buhârî, Buyû’, 7)
Bizler gerçekten de böyle bir zamanda yaşıyoruz. Bu zamanda insanın adı tüketici, toplumun adı ise ’tüketici toplum’dur. İnsanlar ömürlerini, daha çok kazanmak ve tüketmek arzu ve emeli ile beyhude harcamakta, kazandıkları malın ise helalden mi haramdan mı geldiğine hiç aldırış etmemektedirler. Dört ayaklı behaim dahi her önüne gelen otu yemezken, mahlûkatın en şereflisi insanın, kaynağını araştırmadan ’üzümünü ye bağını sorma’ felsefesiyle her önüne geleni yemesi doğru mudur? Bu tür bir anlayış, İslâm’da asla mesnet bulamaz.
Rızkın kaynağını araştırmak, Peygamber ahlakıdır
Peygamberimiz ve onu takip eden Sahâbe (r.anhüm) Efendilerimiz, istifade ettikleri nimetlerin kaynağını araştırmış, soruşturmuşlardır.
Azaba sebep olabilecek, Allah’ın razı olmadığı en ufak bir şeyden dahi kaçınan Peygamberimiz (s.a.v.), rızkının helalden olmasına büyük ehemmiyet gösterir, istifade ettiği şeylerin helal olup olmadığını mutlaka araştırırdı.
Damra b. Habîb’den rivayet edildiğine göre; Şeddâd b. Evs’in kız kardeşi Ümmü Abdillâh (r.anhâ), Nebi (s.a.v.)’e oruçlu iken iftar (edeceğ)i zaman (içmesi için) bir bardak süt gönderdi. Bu, gündüzün başında ve sıcağın şiddetli olduğu (bir sırada)ydı. Rasûl (s.a.v.) (sütü) ona geri gönderdi (ve): ’Bu süt sana nereden (geldi)?’ (diye sordurdu.) (Ümmü Abdillâh): ’Bana ait bir koyundan!’ dedi. (Rasûlullah, tekrar): ’Bu koyun sana nereden (geldi)?’ buyurdu. (Ümmü Abdillâh): ’Onu, malımdan (paramla) satın aldım.’ dedi. Bunun üzerine (Rasûlullah sütü) içti. Ertesi gün olunca Ümmü Abdillâh, Rasûlullah (s.a.v.)’e geldi ve: ’Yâ Rasûlallah! Sana bu sütü, gündüzün uzunluğu ve sıcağın şiddetine (karşı) sana olan şefkat(imden) dolayı gönderdim, ne var ki sen onu elçiyle birlikte geri çevirdin.’ dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Peygamberler bununla, (yani) temiz (ve helal)den başka bir şey yememek ve salih amelden başka bir şey işlememekle emrolundular.’ (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Et’ime, 88, c.4, s.1401, h.no:7159)
Ebû Hureyre (r.a.)’ın Nebi (s.a.v.)’den rivayet ettiğine göre şöyle buyurmuştur: ’Muhakkak ki ben, ailemin yanına dönerim de (bir) hurmayı döşeğimin üzerine düşmüş bir halde bulurum. Yemek için onu kaldırırım, sonra sadaka (hurması) olmasından korkarım da onu bırakırım.’ (Buhârî, Lukata, 6)
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir yiyecek getirildiği zaman ’sadaka mı yoksa hediye mi’ (diye) onun hakkında sorardı. Şayet: ’Sadakadır’ denirse ashabına: ’Yiyin!’ der, kendisi ise yemezdi. Şayet ’hediyedir’ denirse elini uzatır ve onlarla beraber yerdi. (Buhârî, Hibe, 7)
Zira kendisine ve ehl-i beytine sadaka haram, hediye ise helaldi. (Bkz. Müslim, Zekât, 50)
Evet, peygamberler de sair insanlar gibi yerler içerler. Fakat onlar asla, bugün de çoğu kere şahit olduğumuz üzere haramı helali ayırt etmeden, zulüm ve haksızlıkla kazanç elde ederek hayvanlar gibi sırf keyiflenmek ve lezzet almak için yiyip içen ve imkânlarını Allah’a isyanda sarf eden kimseler gibi yaşamamışlardır.
Peygamberler, dünya nimetlerinin ancak helal ve temiz olanından istifade eder, Cenâb-ı Hakk’ın çizmiş olduğu haram-helal sınırına riayet ederler. Zaruret miktarınca istifade ettikleri bu nimetleri de ancak hayırda kullanır, Allah’a itaat ve kulluk için çalışır, salih amel işlerler. Allah’a ibadetle meşgul olup O’na karşı şükürlerini eda ederler.
El emeğini yemek Peygamberlerin yoludur
Peygamberler (a.s.), ancak yeryüzündeki nimetlerden helal dairesi içerisinde istifade etmişler, haramın kokusu dahi kendilerine asla ulaşmamıştır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in: ’Hiçbir kimse, elinin emeğinden yemekten daha hayırlı (temiz, hoş ve helal) bir yiyecek asla yememiştir.’ (Buhârî, Buyû’, 15) hadisi mucibince peygamberler el emeği alın teriyle kazandıklarını yemişlerdir. Allah’ın emir ve yasaklarına karşı en saygılı kullar olan Peygamberlerin, bu husustaki emre de gerektiği gibi en güzel bir şekilde tabi olacakları bir hakikattir.
Bazı peygamberlerin mesleği
Her peygamber muhakkak koyun çobanlığı yapmıştır.
Ebû Hureyre (r.a.)’in Nebi (s.a.v.)’den rivayet ettiğine göre: ’Allah’ın gönderdiği her peygamber mutlaka koyun gütmüştür.’ buyurdu. Bunun üzerine ashabı: ’Sen de mi (koyun güttün yâ Rasûlallah)?’ dediler. (Rasûlullah): ’Evet, Mekke halkı için karârît üzerine (koyun) güdüyordum.’ buyurdu. (Buhârî, İcâre, 2)
Hz. Adem çiftçi,
Hz. Nuh marangoz,
Hz. İdris terzi,
Hz. Musa çoban,
Hz. İbrahim çiftçi,
Hz. Salih (a.s.) tüccar idi. (Bkz., Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Tevârîhu’l-Mütekaddimîn Mine’l-Enbiyâi Ve’l-Murselîn, 175, c.2, s.652, h.no:4165)
Efendimiz (s.a.v.) de bir müddet ticaretle meşgul olmuştu.
’Dâvud (a.s.) da elinin emeğinden yerdi.’ (Buhârî, Buyû’, 15) Nitekim kendisi zırh ustası idi. (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Tevârîhu’l-Mütekaddimîn Mine’l-Enbiyâi Ve’l-Murselîn, 175, c.2, s.652, h.no:4165)
’Zekeriya (peygamber) marangoz idi.’ (Müslim, Fedâil, 45)
’Meryem’in oğlu İsâ (a.s.), annesinin ip eğirip bükmesinden (kazandığını) yerdi.’ (Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, c.4, s.144)
Sahâbe’nin helal gıda hususundaki hassasiyeti
Sahâbe (r.anhüm) de yedikleri içtikleri şeylerin helal olmasına büyük bir titizlik gösterirlerdi.
Ümmet-i Muhammed’in en faziletlisi olan Ebû Bekir (r.a.), her yediği içtiği şeyin kaynağını araştırır, sorardı. (Bkz., Ahmed b. Hanbel, Fedâilu’s-Sahâbe, c.1, s.533, h.no:695)
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ebû Bekr’in bir kölesi vardı. Ona (kazancından) haraç verir ve Ebû Bekir de onun haracından yerdi. Yine bir gün (o köle, kazancından) bir şey getirdi, Ebû Bekir de ondan yedi. Bunun üzerine köle: ’Bunun ne olduğunu biliyor musun?’ dedi. Ebû Bekr: ’O nedir?’ dedi. (Köle): ’Câhiliye (döneminde) bir insan için kehanette bulunmuştum. Hâlbuki ben kâhinliği iyi yapamıyordum. Ancak muhakkak ki ben onu kandırmıştım. (O kişi) bana mülaki oldu da, bana bu (kehanetten dolayı para) verdi. İşte kendisinden yediğin şey (işte bu paradandır).’ dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir, elini ağzına soktu ve karnındaki her şeyi kustu. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 26)
Hz. Ebû Bekir, orucun uzun olduğu bir dönemde kölenin getirdiği yiyeceğin kaynağını sormayı unutmuş ve ağzına götürmüştü. Köle, yiyeceği hangi kazançtan elde ettiğini haber verince derhal kusmuş, temiz olmayan bir şeyin vücuduna girip yayılmasına izin vermemişti. Daha sonra köle, meydana gelen bu hadiseyi Efendimize anlatınca Rasûl-i Ekrem gülmüş ve ardından: ’Yazıklar olsun sana! Muhakkak ki Ebû Bekir, karnına temiz (ve helal) olandan başkasının girmesinden hoşlanmaz.’ buyurarak duruma izah getirmişti. (Bkz., Ahmed b. Hanbel, Fedâilu’s-Sahâbe, c.1, s.533, h.no:695)
Rızık, Allah’ın takdirine göredir
Allah (c.c.), kullarını imtihan etmek için bazı şeyleri haram, bazıları ise helal kılmıştır. Fakat helal dairesi o kadar geniştir ki, harama girmeye ne ihtiyaç, ne de mecburiyet vardır.
Kulun rızkı, Cenâb-ı Hak tarafından takdir edilmiş, belirlenmiştir. Efendimiz (s.a.v.) bu hakikati ifade ederek şöyle buyurmuşlardır: ’Ey insanlar! Allah’tan korkun ve (dünyalığı) istemekte mutedil olun (ifrat ve tefritten sakının). Zira hiçbir nefis (kendisine gelişi) gecikse bile rızkını tamamen almadıkça ölmez. Şu halde Allah’tan korkun ve (dünyalığı) talepte mutedil olun. Helal olanı alın, haram olanı ise bırakın.’ (İbn-i Mâce, Ticârât, 2)
Şu halde Allah’ın kaza ve kaderine inanan bir mü’min, rızkını talep ederken mutedil olmalı, hırsa kapılmamalı, meşru ve helâl yollardan kazanmaya çalışmalıdır. Haramdan sakınmalıdır. Her nefis, kendisine takdir edilen rızkını, tamamen almadan ölmeyeceğine göre harama tevessül etmenin bir manası yoktur.
Haram, helal, şüpheli şeylerin ne olduğunu bilmek gerekir.
Kazançların muhasebe edilmesi, yenilen içilen, istifade edilen şeylerin kaynağının sorgulanması elzemdir.
Haram veya şüpheli olduğu tespit edilen şeylerden ateşten kaçar gibi kaçınmak gerekir.
وَاعْمَلُوا صَالِحًا’ve salih amel işleyin’
Allah Teâlâ, peygamberlerine helal ve temiz şeylerden yedikten sonra salih amel yapmayı emretmiştir.
Yiyip içmekten maksat kulluktur
Bu emirden; insanın yaşamı boyunca yegâne hedefinin nimetlerden istifade edip lezzetlenmek, yiyip içip yatmak, şehvetini tatmin etmek olmaması gerektiği ortaya konmuştur.
İnsan, en mükemmel bir tarzda, üstün vasıflarla donatılmış, yüce gayelere nail olabilecek bir mahiyette yaratılmış mahlûkatın en şereflisidir. Dolayısıyla kulun yaşamı sofra-tuvalet-yatak arasında devam eden kısır bir döngü içerisinde geçmemelidir. İnsan olmanın ve kulluğun gereği; yiyip içerek kazanılan kuvvetle salih amel işlemek, Allah’ın razı olduğu amellere yönelmek, bu vesileyle cennete girip Allah’ın rıza ve cemaliyle şerefyap olmaktır.
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’(Yediğiniz) yemeklerinizi, Allah’ın zikri ve namazla eritin. (Yemek) üzerine uyumayın; yoksa (bu sebeple) kalpleriniz katılaşır.’ (Taberânî, Evsat, c.3, s.404, h.no:4952)
Salih amel; imanın gereği olan, insan fıtratına uygun, Allah’ın razı olduğu, sevdiği ve emrettiği ameldir. Gayr-ı salih amel de; imansızlığın, küfrün gereği olan ameldir. Buna, Hz. Nuh (a.s.)’ın oğlu hakkında Cenâb-ı Hakk’ın: ’Buyurdu ki: ’Ey Nûh! Muhakkak ki o, senin ehlinden değildir. Şüphesiz ki o salih olmayan bir ameldir!’ (Hûd, 11/46) buyruğu bir delildir.
اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ ’Muhakkak ki ben, yaptığınız şeyleri hakkıyla bilmekteyim.’
Bu ifade tehdit ifade eder. Ancak bu tehdit, masum olan Peygamberlerden ziyade Allah (c.c.)’nun, helâl yemek ve haramdan uzak durmakla ilgili hitabında peygamberlerle eşit seviyede muhatap aldığı mü’minleri kapsar.
Kur’ân âyetleri, insanı ihlasa, ihsan haline adapte eder, bu hallere alıştırır. Bu âyet-i kerime de Kur’ânî edep ve kulluk eğitiminin düsturlarından biridir. Allah (c.c.), kulları üzerinde gözetleyici, müheymindir. Her yaptıklarından haberdardır. O’nun ilmi dışında gerçekleşen hiçbir şey yoktur. Kul, hayatının tüm safhasında bunu bilmeli, hissetmelidir. Amellerini kulların itibarına göre değil, Allah’ın gözetimine göre tanzim etmelidir.
***
Salih amel işleyemeyen, salih amele, itaat ve ibadete karşı kalbinde istek bulamayan, yaptığı amelden zevk alamayan kişi, kazancını, yediği içtiği ve istifade ettiği şeyleri kontrol etmeli, kaynağını araştırmalıdır. ’Kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminan bulur.’ (er-Ra’d, 13/28) hükmüne göre kullukla mutmain olmayan, huzursuz kalp sahibi bir kişinin:
Evvela; yaptığı şeyin Allah’ın zikri, kulluğu olup olmadığına,
Saniyen; zimmetine geçirdiği dünyalığın helalden mi haramdan mı olduğuna
bakması gerekir.
İnsanın hiç korkmadan, çekinmeden Allah’ın razı olmadığı şeyleri terk etmesi gerekir. Ebû Katâde ve Ebu’d-Dehmâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle demişlerdir: O ikisi bu beyt(ullah)a doğru çok yolculuk yaparlardı. Şöyle dediler: Çöl halkından bir adam(ın yanın)a geldik. (O) bedevi şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.) elimden tuttu, bana Allah’ın kendisine öğrettiklerinden öğretmeye başladı ve şöyle buyurdu: ’Muhakkak ki sen, Allah’tan korkarak bir şeyi terk edersen, mutlaka Allah sana ondan daha hayırlısını verir.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.34, s.342, h.no:20739)
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Birinizin ağzına toprak koyması, kendisi için, ağzına Allah Azze ve Celle’nin haram kıldığı bir şeyi koymasından daha hayırlıdır.’ (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Bâb:39, c.5, s.57, h.no:5763)
Yani Allah’ın haram kıldığı bir şeyi midenize indireceğinize, toprak yiyin, bu sizin için daha hayırlıdır.
Makalemizi Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen ve buraya kadar anlatılanları özetleyen özlü bir dua ile bitirmek istiyoruz.
Hanzala (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Cibrîl, bana her geldiğinde, mutlaka bana şu iki (duayı yapmamı) emretti. Dedi ki:
اَللّٰهُمَّ ارْزُقْن۪ي طَيِّبًا وَاسْتَعْمِلْن۪ي صَالِحًا
’Allâhümme’r-zugnî tayyiben ve’s-te’milnî sâlihan/Allah’ım! Beni temiz (ve helal) olanla rızıklandır. Ve beni sâlih (amel yapmak hususunda) çalıştır!’ dersin.’ (Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 160. Asıl, s.202) Âmin!
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.