Özlenen Rehber Dergisi

123.Sayı

Helâl-haram Olgusu ve Hz. Abdullah Farukî (k.s.)'nin Helâl-haram Hassasiyeti

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 123. Sayı
İmtihan dünyasında bulunan ve aynı zamanda ağır bir emanet/sorumluluk yüklenen insan dünyada başıboş ve sorumsuz olarak bırakılmamıştır. Bütün yapıp ettiklerinden, kazandıkları ve tükettiklerinden, sağlığından, gençliğinden, gücünden, güzelliğinden, zenginliğinden, fakirliğinden kısacası kendisine verilen herşeyden sorumluluk altındadır. Sorumluluğu mükellefiyet olarak nitelendirdiğimizde insan için kulluk namına yapması ya da yapmaması gereken bazı durumlar ortaya çıkmaktadır. İşte biz de bu yazımızda en temel mükellefiyet olan helal haram olgularını işlemeye çalışacağız. Ana hatlarıyla helal haram olgusu üzerinde durduktan sonra son asırda yetişmiş büyük alim ve arif Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.) Hazretleri’nin helal haram hassasiyetini de eserlerine bağlı kalarak ortaya koymaya, bu mevzuda yaşanmış örnek olması bakımından da zikretmeye gayret edeceğiz. Tevfik Allah’tan...
Haram nedir?

Haram; söz¬lükte, en¬gel olmak, yasak olmak, mümkün olma¬mak, saygı duymak, kişiyi bir iş. davranış veya haktan mahrum bırak¬mak gibi anlamlara gelmekle birlikte, dinî terim olarak ise, Şâri’in ya¬pılmasını kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslupla yasakladığı fiildir. (DİA 16. Cilt Haram maddesi)
Haram Fiillerin Çeşitleri
Haram fiiller iki çeşittir:
1- Haram liaynihî:
Şâri’in, bizzat kendisindeki kötülük se¬bebiyle, baştan itibaren ve temelden haramlığına hükmettiği fiildir. Zina, hırsızlık, adam öldürme, dinen murdar sayılan eti yeme, evlenme manii olanlarla evlenme gibi. Bu tür bir haram fiili işleyen kişi gü¬nahkâr olur ve hem dünyada hem de ahirette cezaya çarptırılma¬yı hakkeder.
2- Haram ligayrihî:
Aslında meşru ve serbest olduğu halde, haram kılınmasını gerekli kılan geçici du¬rumla ilgili olan fiildir. Mesela, bayram gününde oruç tutmak. Esas itiba¬riyle orucun kendisi meşru bir fiildir. Fakat Allah bu fiilin bayram gününde, yapılmasını haram kılmıştır.
Haramlık Hükmü İfade Eden Kelimeler

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerde ve Efendimiz (s.a.s.) de hadislerinde bir şeyin haram olduğu¬nu değişik üslup ve ifade tarzlarıyla bildirmektedir¬ler. Bunları dört başlık altında toplayabiliriz.
1) Bazen ayet ve hadislerde, bir şeyin ha¬ram olduğu "haram" lafzıyla açıkça ifade edilir.
"Anneleriniz, kızlarınız... (ile evlenmeniz) sizlere haram kılındı" (Nisâ, 4/23)
"Meyte, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vuru¬larak öldürülmüş, yukarıdan düşüp ölmüş, boynuzlanıp öldürülmüş, yırtıcı hayvanlarca parçalanmış hayvanlar... ölmeden yeti¬şip kestikleriniz müstesna, size haram kılındı." (Mâide, 5/3)
2) Bazen, "Bir müslümanın malı, rızası olmadıkça, bir başkasına helâl olmaz" (Müsned, V, 72) hadisinde olduğu gibi, o şeyin helâl olmadığı bildirilir.
3) Bazen bir işin yapılması yasaklanıp ondan uzak durulması istenir.
"Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin" (Enam, 6/151),
"Zinaya yaklaşmayın, çünkü o açık bir kötülüktür ve kötü bir yoldur" (Hacc, 22/30)
4) Bazen da bir fiilin işlenmesine ceza tertip edilir. İffetli kadınlara zina iftirasında bulunanlara seksen değnek vurulmasını isteyen (en-Nûr, 24/4), yetimin malını haksız olarak yiyenlerin karınlarına ateş yemiş oldukları ve alevli ateşle cezalandırılacakla¬rını bildiren (en-Nisa, 4/10) ayetlerde olduğu gibi. (Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, el- Vecîz fi Usûli’l-Fıkh/Fıkıh Usulü, Çev. Ahmet Efe, Risale Yay. İstanbul 1996)

Haramdaki Hikmetler
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki haramlar İslam dininin rahmet dini olmasının gerekliliği ve sonucudur. Şöyle ki; İslam haramlarla ferdî ve içtimaî olarak, insanlığı hertürlü sapmadan ve yanlıştan korumak, huzur içinde yaşa¬malarını temin etmek, Rablerinin katına temiz bir alınla çıkmalarını sağlamak iste¬miştir.
İslam bir¬çok hikmet ve sebebe istinaden bazı ha¬ramlar ve yasaklar koymuştur. Şari yasak koymakla kalmamış bu yasakları işleyenlerin gerek dünya hayatlarında ve gerekse de ahiret hayatlarında bir takım cezai müeyyidelere maruz kalacaklarını da açık şekilde beyan etmiştir. Bunun için de, dinen yasaklanan bir fiilin toplumda alenen işlenmesine göz yummak, gayri meşru fiil ve davranışların yaygınlaşmasına seyirci kalmak, hangi değer yargısı adına olursa olsun bunu müeyyidesiz ve tepkisiz bırakmak farklı yönlerde farklı zarar ve haksızlıklara yol açacaktır. Bu tutum öncelikle zayıf iradeli kimselere haramı işleme, gayri meşru kazanca yönelme ko¬nusunda cesaret verecek, helal kazanç ve alın teri peşinde koşanları rencide edecek, toplum düzeninin bozulmasına ve kötü örneklerin artmasına yol açabilecektir.
Çözüm mevzuunda gayri meşru davranış ve kazancın ön¬lenmesi konusunda yegâne tedbir ve çözüm olarak kişilerin itikadî ve vicdanî so¬rumluluğunu görmek ve bunu yeterli say¬mak fevkalade yanlıştır.
Fertlerin dini hassasiyetlerini yitirdikleri, iyiliği teşvik edip kötülüğü önleme görevini ifada zaafa düştükleri dönemlerde, maddî müeyyideden, sosyal baskı ve tepkiden uzak kalan birçok gayri meşru kazanç şekli toplumda hızla yaygınlık kazanmaktadır. Bundan her kesim sorumluluğu oranınca zarar görmekte; en çok da, meşru ile gayrı meşru arasında zihni ve fikri bakımdan git-geller yaşayan bireyler zarar görmektedir. Müslümanlar, Allah’ın yasaklarını gerek maddi unsur ve gerekse nihâî hedef itiba¬riyle iyi kavrayabildikleri ölçüde iyi müslüman olurlar, layık oldukları ölçüde dünyevî ve uhrevî karşılığa ulaşırlar. Öte yandan İslâm dininin birşeyi haram kılışı ve gayri meşru olarak nitelendirmesi birçok hikmete mebnidir. Dinin emir ve yasakları, kulun Rabbi karşısında ciddi bir sınav verişi anlamını taşıdığı gibi, emrin tutulmasının, yasağa uyulmasının kullara yönelik dünyevî ve uhrevî birçok yararı da vardır.
Burada şu hakikatinde görmezden gelinmemesi lazımdır. Dinin haram ve gayri meşru ola-rak ilan edip kaçınılmasını istediği şeyler, müslümanın dünyasını zehir edecek, ona soluk aldırmayacak yoğunlukta ve ağırlıkta ve onu mahrumiyetler içinde bırakacak tarzda da değildir. Aksine her yasağın meş¬ru zeminde alternatifi, daha iyisi ve temizi gösterilmiştir. Çirkin ve kötü olan yasak¬lanmış, iyi ve temiz olan helâl kılınmıştır.
Bir ayrıntı

Hile ve dolaylı yollar gayri meşru olanı helal kılmaz. Bilgisizlik de bu konuda mazeret olmadığı gibi kişinin niyetinin iyi olması da çoğu zaman yeterli değildir. Kişiyi helale götürecek vasıtaların da gayeler gibi meşru olması gerekir. (Buhari Zekat 29; İcare 20) Haramın adını değiştirmek, çoğunluğun o işi yapıyor olması ölçü alınarak haramı meşru görmek de kişiyi dünyevi ve uhrevi mesuliyetten kurtarmaz. Haramdan ve harama yol açan vasıtalardan kaçınmak gerektiği gibi, haram şüphesi taşıyan işler¬den ve kazançlardan da uzak durmak gere¬kir. Efendimiz (s.a.s.)’in şu hadis-i şerifleri bu konuda ihtiyat ve takva sahipleri için güzel bir ölçü sunmaktadır: "Helal apaçık belli, haram da apaçık bellidir. Bunların arasında, halktan birçoğunun helâl mi haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak için bunları (şüphelileri) yapmayan kurtuluştadır. Bunlardan bazısını yapan kimse ise haram işlemeye çok yaklaşmış olur. Nitekim korunun etrafında hayvanla¬rını otlatan kimse de koruya dalma tehlike¬si ile burun buruna gelmiş olur. Dikkat ederseniz her hükümdarın bir korusu var¬dır. Allah’ın korusu da haram kıldığı şeyler¬dir.." (Buhari, Büyü’, 2, Müslim, Musakat, 20).
Helâl nedir?
"Haram"ın karşıtı olan "helâl" sözlükte, bir fiilin mubah, caiz ve serbest olması ve yasağın kalkması gibi anlamlara gelir. Dinî bir terim olarak da helâl, şer’an izin veril¬miş, hakkında şer’î bir yasaklama ve kısıt¬lama bulunmayan davranışı ve onun dinî-hukukî hükmünü ifade eder. (Doç. Dr. İsmail Karagöz vd, Dini Kavramlar Sözlüğü, Helal Maddesi DİB Yay. İstanbul 2006)
Bir hususun dinen helal olduğu genelde üç yolla bilinir.
1) Bir şeyin dinen helâl olması için hak¬kında herhangi bir yasağın bulunmaması yeterlidir. Eşyada aslolan helâl ve mübah olmaktır. Bu yüzden, bir hususun helâl ve caiz olması için bu yönde özel bir açıklamanın yapılmış olması gerekli olmayıp, herhangi bir kayıt ve ya¬sağın bulunmaması yeterlidir.
2) Eşya ve fiilde aslolan helâl oluş olmak¬la birlikte Kur’ân ve Sünnet’te, çoğu zaman belli bir yanlış anlayışı ve kaygıyı gidermek için bir şeyin yapılmasında bir günah ve sakıncanın bulunmadığı da bildirilir. Mesela; Haram kılınan yiyecekler sayıldıktan sonra zaruret halinde bunların zarureti giderecek ölçüde yenip içilmesinde günah olmayacağını bildiren ayet-i kerime gibi. (Bakara, 2/173)
3) Kur’an ve Sün¬net’te o şeyin helâl kılındığının açıkça bildirilmesidir. Nitekim Kur’an’da alışveriş ve ticaretin helâl kılındığı (Bakara, 2/275), Ehl-i kitabın kestiği¬nin ve yemeğinin helâl olduğu (Maide, 5/5), deniz avının helâl kılındığı (Maide, 5/967) bildirilmiştir. (DİA Helâl maddesi 17.cilt)
Helal-Haram önceliği

İslam’da dinî mükellefiyetler arasında önemi itibariyle ilk sırayı, kötülüklerin iş¬lenmemesi ve yasaklardan kaçınılması alır. Bunun için de haramlardan kaçınma, dai¬ma bir ibadetin yerine getirilmesinden veya meşru bir hakkın ifasından daha önemli görülmüştür. Çünkü, kötülüğün işlenmesinin fert ve toplumda getireceği olumsuz etkiler diğerine oranla çok daha fazladır. Bu yüz¬den de, bir konuda helâl ile haram çatışırsa, haramın üstün geleceği, yani helâl olanı yapmak yerine haram olandan kaçınmanın daha öncelik taşıyacağı genel bir prensip ve metod olarak benimsenmiştir.
Takva
Helal haram mevzuu ile alakalı olarak zikredilmeden geçilmeyecek bir diğer husus da hiç kuşkusuz takvadır. Takva sözlükte, korunmak, sakınmak, himaye etmek, bir şeyi ıslah edip düzene koymak, nefsin korktuğu şeylerden korunması manalarına gelir. (Rağıb el-İsfehanî el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’an, v-k-y maddesi Çev. Mehmet Yolcu, Çıra yay. 2006 İstanbul) Dini terim olarak ise, çeşitli eserlerde şu ifadelerle açık¬lanmıştır: Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınmak, Allah’tan korkma azaba götürecek kötü işlerden kendini korumak, nefsi günahtan muhafaza etmek, Allah’tan uzaklaştıracak şeylerden sakın¬mak, Allah’ın korumasına girmek, dinin bütün emir ve yasaklarını titiz bir şekilde uygulamak, ibadette ihlâs ve günahı terk etmek, âhirette insana zarar verecek şey¬lerden kaçınmak, ibadetleri eksiksiz yerine getirmek, Efendimiz (s.a.s.)’e tam anlamıyla bağlanmak. (Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, Takva maddesi, İnkılap yay. İstanbul 2004)
Takva olgusu Kur’ân-ı Kerim’de kademeli olarak üç mertebede ele alınmıştır:
1. Şirk¬ten sakınarak bir tek Allah’a inanmak ve böylece ebedî azaptan korunmuş olmak (Feth 48/26).
2. Emir¬leri yerine getirmek ve büyük küçük bütün günahlardan sakınmak (Araf 7/96).
3. Kalbi Allah sevgisinden uzaklaştı¬racak her şeyden temizleyip, tam olarak Allah’a yönelmek ve bağlanmak (Âl-i İmran, 3/102).

"(O Muttaki kullar) bollukta ve darlıkta Allah rızası için harcamalar yapar¬lar. Öfkelerine hakim olurlar. İnsanları bağışlarlar. İyilik etmeleri dolayısıyla Al¬lah’ın sevgisini kazanırlar. Çirkin bir iş yap¬tıklarında veya (günah İşleyerek) kendileri¬ne kötülük ettiklerinde Allah’ı hatırlayıp hemen tevbe ve istiğfar ederler, kötülükte bite bile ısrar etmezler." (Âl-i İmran, 3/133-135).
Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.)’nin Helal Haram Hassasiyeti

Abdullah Farukî Hazretleri son dönemde yetişmiş büyük bir alim ve ariftir. Hayatı dine hizmet, insanları irşad ekseninde geçmiş, kendisi ve talebeleri ile Rıza-yı Bârî’yi elde edebilme adına birçok hayra imza atmış, İslam davası sadedinde bütün imkanları ile çalışmış bir mücahiddir. Hayatını topluma bakan yönü ile değerlendirdiğimizde ahlakı, cehd ve gayreti, kurduğu Farukîye Vakfı ile yaptığı hizmetler, Özlenen Fark Dergisi ile ulaştığı insanlar, yetiştirdiği talebeler özellikle yaşadığı dönemin şartları da göz önünde bulundurulduğunda gıpta edilecek işlerdir.
Abdullah Farukî Hazretlerini günümüzde anlama ve rehber edinme noktasında birçok vasfı, mümeyyiz sıfatları yanında özellikle haram-helal hassasiyeti noktasından da iyi anlamaya, O’nun şahsında İslam ahlakının yeniden nasıl yaşanabileceğini kavramaya ihtiyacımız var.
Tevhidî Hayat;
Efendi Hazretlerinin hayat anlayışının merkezini tevhid inancı oluşturmakta idi. Bir defa bu gözden ırak tutulamayacaktır, ve bu husus Efendi Hazretlerini anlama noktasında olmazsa olmaz sayılabilecek asliyete sahip bir unsurdur. O (k.s.); olayları tevhid ekseninde değerlendirmesi, hadiselere Hakk’ın emirleri noktasından yaklaşması, etrafındakilere devamlı suretle Allah’a kulluğu, itaati hatırlatması gibi mümeyyiz vasıflara sahip gönül eridir. Hakk’ın emirleri karşısında rikkatli hali, Allah’ın emir ve yasaklarına olan ittiba arzusu ve Hakk’ın emirlerini canından çok sevmesi, bulunduğu her yerde evvel emirde Hakk’ın emirlerinin hakimiyetini nirengi kabul etmesi, Hakk’ın emirlerinin hakimiyeti uğrunda her türlü fedakarlığı yapması yine bu noktada Efendi Hazretleri için zikredilebilecek en belirgin özelliklerdendir. (Abdullah Farukî el-Müceddidî, Zahiri ve Batıni Edebler, Genişletilmiş 2. Baskı, sayfa 10, FİAV yay. Ankara 2000)
Rıza-yı Bâri merkezli bir hayat

Efendi Hazretleri haramları terk ve emirlere ittiba noktasında Allah rızasını merkeze alan bir kuvvetin sahibi idi. O emir ve nehiyleri cennet arzusu, cehennem korkusu ya da sevap kazanıp kazanmamak kaygısı ile yapmaz Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak, sevgisine layık olmak gibi ulvi gayelerle yapardı. Bu bakımdan O (k.s.) Hakk’ın rıza ve hoşnutluğunu herşeyin üzerinde tutardı. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 10) Efendi Hazretleri gerek ibadetlerini ve gerekse de hizmetlerini Allah rızası eksenli yapmakla birlikte ihlas hasletini elden hiç bırakmamış ve hatta bu noktada yalnızken yaptığı ibadet ve evrad/ezkarı başkalarının yanında terk etmeyi dahi hoş görmemiştir. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 79)
Şeriat duvarının bekçisi bir hayat

Efendi Hazretleri aile hayatında da insanların haramlara düşmeden nasıl yaşayabileceklerini kendi hayatları örneği ile çok güzel göstermişlerdir. Mesela bu meyanda birçok müslümanın terk ettiği hatta karşılaştıklarında yadırgadıkları Haremlik-Selamlık gibi bir hasleti Efendi Hazretlerinin hayatlarında her daim müşahede etmekteyiz. (Abdullah Farukî, a.g.e., s.58) Yine bu noktada bir hanımın sokağa çıkarken nasıl bir kıyafet ve halde çıkacağı gibi durumlarda da Efendi Hazretleri çok güzel bir örneklik sergilemişlerdir. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 59)
Efendi Hazretleri kadın erkek ihtilatında o kadar hassassiyet sahibi idi ki; sohbet yapılacak yerlerde kadın elbisesinin, duvarlarda resim, vitrinlerde heykel gibi duran biblo, süs eşyası gibi varlıkların olmamasına bile azami dikkat ederdi. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 68)
O (k.s.) bu hususu haram duvarı olarak nitelendirirdi. Konumu ve yaşı ne olursa olsun asla harama pirim vermez, bulunduğu mecliste haram bir iş cereyan edecekse ona karşı çıkar ve derhal o meclisi terk ederdi. Hayatlarında iken ziyaretine gittiği bir arkadaşının evinde ev sahibinin hanımını Efendi Hazretlerinin elini öpmesi için odaya çağırması üzerine Rahmetli hemen ayağa kalkmış, yapılan işin şeriata aykırı olduğunu söylemiştir. Ev sabinin cüretkarca ’Biz bu haram duvarını çoktan aştık hocam’ cevabına karşılıksa: ’Ben otuz yıldır haram duvarım yıkılmasın diye bekçilik yapıyorum’ cevabını vermiş ve derhal o evi terk etmişlerdir.
Malayaniden uzak bir hayat
Efendi Hazretleri lüzumsuz, boş işleri terk eden, gerektiği kadar konuşup faydasız sözlerden beri duran bir kişiliğin sahibi idi. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 63) Kesin bilgiye sahip olmadığı mevzularda konuşmaz, meseleyi etraflıca öğrenip başkalarına o konu dahilinde sözler söyler, fikirler verirdi. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 65) Talebelerine de bir araya geldiklerinde Allah’ı zikretmelerini, dini ilimleri tahsil etmeleri ve dünya ve ahiret hiç bir işlerine yaramayacak boş işlerden uzak durmalarını devamlı suretle telkin ederlerdi.
Daimi cihadlı bir hayat
O (k.s.) dünya sevgisini gönlünden çıkartmış, devamlı nefsiyle cihad halinde olmuş ve dünya sevgisi gibi bir hasleti gönülden çıkarabilmenin yolunu Cenâb-ı Hakkı bol bol zikretmeye bağlayan yüce ahlakın sahibi idi. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 64)
Efendi Hazretleri kibir, hased, nemamcılık gibi hasletin Allah’ın sevmediği ahlaklar olduğunu ve kişinin bu ahlaklarla kulluk yolunda ve Hakk’ın rızası istikametinde terakki edemeyeceğini çünkü bu tür ahlakların hayvani ahlaklar olduğunu ve terakki ile ruhların seyrine hayvani ahlakların engel teşkil edeceğini taliplilere birçok defa tekrarlamışlardır. (Abdullah Farukî, İslam’da Zikir ve Rabıta, s. 77 FİAV yay., Ankara, 1997)
Bunların yanında Efendi Hazretleri iş hayatında da son derece titiz, İslamî kurallara son derece bağlı bir halde idi. Alış verişlerinde haramdan beri, faiz, sahtecilik, dolandırıcılık, yalan gibi sufli ahlaklardan gayet uzak idi. Hatta o derece ki dükkanı için yaptığı ödemeleri genelde elden yapar zaruri hallerde bankayı kullanırdı. Banka aracılığı ile ödemelerini yapmak zorunda kalacaksa da parasını yatırmadan alacaklıyı arar, paranın bir an evvel bankadan tahsilinin yapılmasını ister, faiz alıp vermediği gibi faizle çalışan bir kurumla münasebetini de en asgari ölçüde tutardı.
Bidatlardan uzak bir hayat;
Abdullah Farukî Hazretleri devamlı zikir meclisleri oluşturur, nefislerin terbiye ve tezkiyesinden Cenâb-ı Hakk’ın zikrinden azami ölçüde istifade ederlerdi. Oluşturulan meclislerde Kur’an ve Sünnete muhalif, Kur’an ve Sünnet’in kerih gördüğü hiç bir hususa asla yer vermezdi. Bu bakımdan zikir meclislerinde çalgı aletleri kullanılmamasının sünnete, takvaya daha uygun olarak değerlendirirdi. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 72)
O (k.s.)’nun meclislerinde kadın/erkek karışık; ibadet, sohbet, zikir gibi hasletler hiç bir zaman ve hiç bir şekilde yer bulamazdı. Kendisi öncelikle bu hususlarda son derece titiz idi. Şu örnek Efendi Hazretlerinin hassasiyetini kavrama noktasında yardımcı olur kanısındayım. O (k.s.) bırakın kadınlarla aynı mecliste bulunmayı, ergenlik çağına gelmemiş, mümeyyiz olmayan küçük kız çocuklarına dahi elini öptürmez, onların erkeklerin arasında babalarının yanında kalmalarına müsaade etmez, onları hanımların bulundukları tarafa gönderirlerdi.
Düğünlerde gelin ve damadın nikahsız bir arada bulunmalarına asla müsaade etmez ve düğün öncesi dini nikah kıyılmasına da hoş bakmazdı. Yine bu pasajda kendi oğlunun düğünlerinde nikah öncesi yan yana gelip fotoğraf çektirmelerine müsaade etmemiş, merdivenleri yan yana çıkmalarına bile izin vermemişlerdir.
Kur’an ve Sünnet eksenli bir hayat
Efendi Hazretleri yukarıda da işaret ettiğimiz gibi dini ve dünyevi işlerinin en başına tevhidi nakşetmiş bir Allah dostudur. O (k.s.)’nun tasavvuf anlayışı ve motod olarak tasavvufa bakışı da hep bu hakikate mebnidir. O (k.s.) çok kere kendisinden nasihat dinlemeye gelenlere şunu söylemişlerdir. ’Bizim yolumuz Allah’ın Kur’an-ı Kerim’inde emrettiği hususların yapıldığı ve haramlarından sakınıldığı bir yoldur. Kur’an’da ne varsa bu yolumuzda da o vardır. Allah neyi yasaklamış ve haram etmişse bizimle ve bizim yolumuzla ilgisi, ilişiği yoktur.’
Efendi Hazretleri, yolu Kur’an ve Sünnet’e uygun olmayan, hali ve yaşantısı günahlara taşıyan ve halinden de tevbe etmeyen kimselerin yolundan şiddetle sakınılması gerektiğini söylerdi. Bu kimselerin adları ne olursa olsun, insanlar velev ki Hak dostu bilsin, onlara tabi olmamak lazımdır anlayışında bir Hak adamı idi. (Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s), İslam’da zikir ve Rabıta, s. 52)
Buradan mürşid-i kamillerin masum oldukları ya da olması gerektiği gibi bir mana çıkartılmamalıdır. Efendi Hazretleri Peygamberlerin dahi zellelere düşmüş olduklarından hareketle mürşid bile olsa her insanın günaha düşebilme ihtimalini her daim göz önünde bulundurmuşlardır. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 52) Ancak hatada ısrar hak adamlarının vasfı değildir.
Bütün bunların nihayetinde ise elinde bir Mürşid-i kamilden almış olduğu icazet bulunsa dahi, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini, şeriat-ı garranın emirlerini yapmayanların Hakk’ın emir çizgisinden ayrılmış olacağını ve elindeki icazetin hiç bir işe yaramayan bir kağıt parçası haline döneceğini yine bütün samimiyetiyle dillendirmektedir. (Abdullah Farukî, a.g.e., s. 57)
Sonuç;

Nihayet olarak söylemek gerekirse kul için helal haram hassasiyeti Hakk’ın hoşnutluğunu, Efendimiz (s.a.s.)’in sevgisini kazanma noktasında elzem bir haslettir. Yaratılışın gayesi kulluk, kulluğun en belirgin göstergesi ise emir ve nehiylere tartışmasız ittibadır. Peki bu nasıl olmalı? Yaşadığımız yüzyılda, aynı asr-ı saadette olduğu gibi emir ve nehiylere tam ittiba olabilir mi? Olabilirse nasıl?
Tüm bu ve bunun gibi sorulara ise Abdullah Farukî el Müceddidî (k.s.) en güzel cevaptır. Evet bütün bu denilenler gibi bir hayat yaşanabilir, böyle bir kulluk sergilenebilir. İşte bize en canlı örnek...
Hayatı İslam’ın müdafaası olan, şeriatın bekçisi, haramın semtine dahi uğramayan, Hakk’ın izniyle batılı zelil duruma düşüren bir gönül insanı, dava adamı, Hak aşığı, Allah dostu...
Rabbim bizlere de O (k.s.)’nun gibi bir hayat yaşamayı lutfetsin...
Rabbim O (k.s.)’nun derecesini, makamını âlî kılsın. Âmin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.