SORU: Bir kimse zekât vermek niyetiyle bir fakiri doyurursa zekâtı eda etmiş olur mu?
CEVAP: Bir kimse zekât (vermek) niyetiyle (örneğin) kendi evindeki (sofrasında) bir yetimi doyurursa, zekâtı eda etmiş olmaz. Ancak yemeği ona verirse o takdirde zekâtı eda etmiş olur. Zira zekâtta ibâha (yani zekât malını fakirin alması için mübah ve serbest eylemek) yeterli değildir, (mutlaka temlik lazımdır).
SORU: Ma’tûh yani aklı noksan (bunak) kimseye zekât vacip midir?
CEVAP: Bir kimsede bunaklık bulunduğu müddetçe kendisine zekât farz olmaz. Zira onun hükmü, aklı eren -sabî mümeyyiz- çocuk gibidir ve sırf ibadet olan bir şey ona lazım gelmez ve zekât da sırf ibadet olduğu için ona farz olmaz.
Zekâtın farziyetini düşüren bunaklık, bir seneyi kaplayan bunaklıktır. Eğer bunaklık bütün seneyi kaplamaz ve -az bir zaman da olsa bunaklık zail olursa- o takdirde zekât farz olur ve bunaklığın hükmü kalkar. İmam Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre ise, ’bu durumda bunak kimse eğer senenin çoğunda ayılmış ise zekât farz olur’ demiştir.
SORU: Zekâtın farz olması için geçmesi şart olan ’yıl’ hangi takvime göredir?
CEVAP: Zekâtın farz olması için malın üzerinden bir sene geçmesi gerekir. Burada ’yıl’dan maksat, şemsî (miladi) değil kamerî senedir.
Şu var ki, malın zekâtını vermek için üzerinden bir senen geçmesi şarttır, ekin ve meyvenin zekâtında yani öşürde ise, ’malın üzerinden sene geçmesi’ ve ’nisap’ şart değildir.
SORU: Bir kimseye zekât vacip olur, lakin zekâtını eda etmeden borçlanırsa hükmü ne olur?
CEVAP: Bir kimse, zekât farz olduktan sonra borçlanırsa üzerinden zekât sakıt olmaz. Zira zekâtın vacip olmasından sonra ârız olan bir durum zekâtın vücûbiyetini düşürmez.
SORU: Sanat sahiplerinin alet edevatlarının (veya bir işi yapmada yahut üretimde kullanmak için satın aldıkları malzemelerin) üzerinden bir sene geçerse ve nisap miktarına da ulaşırsa hükmü nedir, bunlara zekât gerekir mi?
CEVAP: Sanat sahiplerinin alet (edevatlarına veya bir işi yapmada yahut üretimde kullandıkları malzemelere) zekât vacip olmaz. Bu aletler (ve malzemeler), ister (kendisinden) faydalanırken keser ve eğe gibi tükenip bitmeyen olsun, ister (kendisinden faydalanırken) tükenip biten türden olsun farketmez.
(Ancak tükenip biten cins malzeme iki nevi olup, hükümleri de birbirinden farklıdır;
1- Malzemenin kendisinin (özünün) eseri ve izi, kullanıldığı şeyin üzerinde kalmayan
2- Malzemenin kendisinin (özünün) eseri ve izi kullanıldığı şeyin üzerinde kalan)
Eğer (kullanıldıkça) tükenip biten cins (malzeme), sabun (deterjan) gibi aynının (yani kendisinin) eseri (ve izi kullanıldığı şeyin üzerinde) kalmayan neviden ise, bu (tür malzeme ve maddelerde) zekât yoktur. Çünkü (bu durumda usta), aldığı ücreti, verilen emeğin karşılığında (almış olmaktadır).
Eğer (kullanıldıkça) tükenip biten cins (malzeme), aspir, safran (v.b deri tabaklama ve sanayide kullanılan boyalar ve yağlar) gibi aynının (yani kendisinin) eseri (ve izi kullanıldığı şeyin üzerinde) kalan neviden ise, bu (tür malzeme ve maddelerde), üzerinden bir sene geçtiği ve (nisap miktarına da ulaştığı takdirde) zekât vardır. Çünkü (bu durumda) alınan (ücret), malzemenin karşılığında (olmaktadır).
SORU: Bir kimse zekâta niyet ederek, zekât almaya müstehak olan bir kişiye, ’şu parayı sana hibe ettim’ veya ’bu parayı sana borç yahut ödünç olarak verdim’ derse, zekâtı eda etmiş olur mu?
CEVAP: Bir kimse, zekât almaya müstehak olan bir kişiye, kalbinden zekât vermeye niyet ederek, ’şu parayı sana hibe ettim’ veya (geri almama kastıyla) ’bu parayı sana borç yahut ödünç olarak verdim’ derse, zekâtı eda etmiş olur, zira niyette itibar kalbedir lisana değil.
SORU: Bir kimsenin alacağı olur ve bu alacağını da zekâtına saymak isterse, caiz olur mu?
CEVAP: Bir kimsenin alacağı olur, lakin borç verirken zekât vermeye niyet etmemiş ise, bu alacağını zekâtına sayması caiz olmaz.
SORU: Bir kimsenin bir fakirde olan alacağını zekâtına saymasının caiz olmadığını öğrendik. O halde bu alacağı zekâta saymanın yolu nedir?
CEVAP: Bir kimse, fakire borç verirken zekât vermeye niyet etmemiş ise, bu alacağını zekâtına sayması caiz olmaz. Lakin bu alacağı zekâta saymanın yolu vardır: Alacağı olan kişi zekâtını fakir borçlusuna verir. Zira fakir olan borçlusu zekâtı almaya en münasip kişidir, çünkü zekâtını ona vermekle onu borçtan kurtarmış olur. Sonra da ondan alacağını tahsil eder. Zira alacağı olan cinsten mala borçlusunun elinde rastlamıştır ve onu almaya hakkı vardır. Alacaklı kişi zekâtını borçlusuna verdikten sonra, borçlu borcunu vermek istemezse, alacaklı kişi borçlusunu mahkemeye verir.
Şayet alacaklı kimse, zekâtını fakir borçlusuna verdikten sonra fakir borçlusunun borcunu ödemeyeceğinden korkarsa, borçlu, alacaklının hizmetçisini (işçisini) zekâtı kabzetme ve kabzettikten sonra da borcunu ödeme hususunda vekil tayin eder. Vekil, zekâtı kabzedince de bu zekât malı müvekkilin mülkü olmuş olur. Zekât malını alıp da henüz borcu ödemeden önce, borcu ödeme vekâletinden müvekkilin vekili azletme ihtimalinden dolayı, zekât malı vekile ancak müvekkilin olmadığı bir zamanda verilir. Vekil malı alınca da vekâlet yetkisini kullanarak alacaklıya borcu öder.
Şayet alacaklının borç ortağı olur da, fakir borçlusundan alacağı parada kendisine ortak olmasından korkarsa, bunun yolu da şöyledir: Alacaklı alacağını borçlu fakire tasadduk eder, borçlu da kabzettiği parayı alacaklıya hibe edip bağışlar. Böylece alacaklı bu parayı hibe yoluyla aldığı için ortağı da bu paraya ortak olamaz.
SORU: Zekât parasıyla cenaze kefenleme veya hac, cihad yapmak yahut mescid, yol, köprü v.b’lerini imar etmenin caiz olmadığını öğrendik? O halde zekât parasıyla cenaze kefenlemenin ve mescid v.b’lerini imar etmenin çaresi/yolu nedir?
CEVAP: Zekâtın sahih olmasıyla birlikte yukarıda sayılan bu şeylere zekât malını aktarmanın çaresi/yolu, zekât malını bir fakire sadaka olarak vermek ve ona emrederek bunları kendisine yaptırmaktır. Ancak kendisine yukarıdaki yerlere harcaması için zekât malı sadaka olarak verilen fakir kimse, bu emre muhalefet edebilir. Çünkü fakir kimse o malı temlik etmiştir.
(Örneğin), zekât parasıyla cenaze kefenlemenin yolu şudur: Zekât parası bir fakire tasadduk edilir, bu fakir de cenazeyi zekât parasını kullanarak kefenler. Mescidleri onarma ve imar etmede de yol budur. Burada her ikisi de sevap alır. Zekât sevabını zekâtı veren, kefenleme sevabını da fakir alır. Keza ’kefenleme sevabı zekâtı verene de verilir’ denilebilir, çünkü ’hayra delalet eden onu yapan gibidir’, velev ki kemmiyet ve keyfiyet bakımından sevaplar birbirinin aynısı olmasa bile hepsi de sevap alır.
İbn-i Âbidîn devamla şöyle demiştir: Suyûtî’nin ’el-Câmiu’s-Sağîr’ isimli eserinde kaydettiğine göre, sadaka yüz kişinin elinden geçse bile, her birine, ilk başlayanın sevabı hiç eksiltilmeksizin ilk başlayanın sevabı kadar sevap verilir.
SORU: Kiraya verilen gayr-i menkul (taşınmaz) veya menkul (taşınır) mallarda zekât vacip midir?
CEVAP: Fetevâyi Hindiyye’nin zekât bahsinde şöyle denilmiştir; kiraya verilen gayr-i menkul (taşınmaz) mallarda zekât yoktur. Bir kimse evi olup da kiraya verse, bunda zekât gerekmez.
Aynı şekilde kiraya verilen menkul (taşınır) mallarda da zekât yoktur. Bir kimse kiraya vermek için bakır kazanlar satın almış olsa, bunlarda zekât yoktur. Keza koku dükkânı olan bir kimse, kiraya vermek için şişeler veya torbalar satın almış olsa, bunlarda da zekât yoktur.
Zekât, kiraya verilen bu malların gelirlerine gerekmektedir. Çünkü bunları satmak için değil, gelir getirmeleri için satın almıştır. İbn-i Akîl el-Hanbelî’ye göre, gelir getiren her şeyden zekât vermek gerekir. Dolaysıyla bu hüküm, kira için hazırlanan akarlarla (taşınmazlar), kiraya vermek için hazırlanan bütün eşyayı (yani menkul - gayr-i menkul her şeyi) kapsamaktadır. Yani her yıl ana sermaye hesap edilerek, ticari mallarda olduğu gibi bütün bu malların zekâtı verilir.
Asrımızda da gelir elde etmek için, sermaye, toprak ve ticaret haricinde başka alanlara yönelmiştir. Kira geliri elde etmek için iş yeri ve binalar yaptırma veya satın alma, üretim için tesis edilen fabrikalar, geliri için uçak, gemi, otobüs, tır filoları v.s araçlar satın alma, tavuk v.b hayvan çiftlikleri kurma bu faaliyetlerin bazısıdır. Bu gibi malların hepsinden zekât vermek gerekmektedir. Çünkü bu mallarda, zekât vermenin şartı olan nemâ (yani artma, çoğalma, üreme, büyüme, gelişme) mevcuttur. Zekâtın bir malda vacip olup olmaması illete bağlıdır, eğer illet var ise hüküm de vardır. Bu illet nemâ’dır, hüküm ise zekâtın farz olmasıdır ki, o halde bir malda nemâ var ise o malda zekât da vaciptir. Bu mallarda zekâtı vacip kılan illetin yanı sıra, zekâtın meşruiyetinin hikmeti de mevcuttur. Bu hikmet ise, malların sahiplerini temizlemek, fakirlerin ihtiyaçlarını gidermek ki, çağımızda bütün ülkeleri meşgul eden fakirlikle mücadelede, bu mallara sahip zenginlerinde hissesinin olmasının gerektiğidir.
Vehbe Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Bina ve Sanayi Tesislerinin Zekâtı Bahsi
Devrimiz âlimleri, sanayi makinelerinin, marangozun ve demircinin kullandığı el aletleri, diğer meslekî alet, takım ve tezgâhı olarak değerlendirilemeyeceği hususunda da görüş birliğindedirler. Zira bu makineler gelir getiricidir ve nâmi mal sayılırlar.
Buradan hareketle, asrımızda gelir elde etmek için olan atölyeler, fabrikalar, işletmeler ve bilumum sanayi sektöründeki yatırımlar hususunda devrimiz âlimleri, bu malların hepsinde zekâtın farz olduğu mevzuunda görüş birliğine varmışlardır.
Keza devrimiz âlimlerin çoğunluğuna göre, kiraya verilen büyük binalardan, dairelerden, dükkânlardan, düğün salonlarından ve kara-deniz-hava taşımacılığında kullanılan nakil araçlarından elde edilen gelirler de zekâta tabidirler. Zira sayılan bu şeyler gelir getiricidir ve nâmi mal sayılırlar.
SORU: Bir kimse ticaret için bir tarla veya arsa satın alır ve aynı zamanda bu yeri ekip biçerse ne lazım gelir?
CEVAP: Bir kimse ticaret için bir tarla veya arsa satın alır, bu arazi satılana kadar da bu yeri ekip biçerse; arazi ticaret için olduğundan dolayı ona zekât gerekir, ekilip biçildiğinden dolayı da çıkan mahsul için ise öşür vermesi gerekir.
SORU: Sâime olmayan yani senenin yarsını veya daha fazlasını kırda otlayarak değil de yemle beslenerek geçiren sığırlarda zekât var mıdır? Besicilik kastıyla beslenen sığırlarda zekât neye göre verilir?
CEVAP: Sâime olmayan yani senenin yarısını veya daha fazlasını kırda otlayarak değil de yemle beslenerek geçiren sığırlarda, ticaret için değillerse zekât yoktur. (Dolaysıyla besicilik yani besleyip zamanı geldiğinde de satmak kastıyla olan sığırlarda zekât, sâime sığırlarda olduğu gibi sayıya göre değil, ticaret mallarında olduğu gibi kıymetleri üzerinden verilir.)
SORU: Bir kimsenin nisap miktarı malı olur, fakat bu malın tamamı haramdan kazanılmış ise bu kimseye zekât gerekir mi?
CEVAP: Haram mal nisabı dolduruyorsa, bu kimseye zekât vacip değildir. Çünkü (bu malın sahiplerini veya mirasçılarını biliyorsa onlara geri öder), bilmiyorsa da tamamını sadaka olarak vermesi bu kimseye vaciptir ve dolaysıyla malın sadece bir kısmını sadaka yani zekât olarak vermesinin bir faydası olmaz. Zira zaten malın tamamını sadaka olarak vermesi vacip olmuştur.
SORU: Bir kimse haramdan kazandığı malı sadaka olarak verir ve bundan da sevap umarsa hükmü nedir?
CEVAP: Bir kimse haram olan malından bir fakire sevap umarak bir şeyler verirse kâfir olur. Eğer bu haram malı alan fakir kimse bu durumu bildiği halde (parayı) veren bu kişiye dua eder ve veren de bu duaya âmin derse ikisi de kâfir olurlar, bu duaya âmin diyen kimse, alan ve verenden başka üçüncü bir şahıs olursa hepsi kâfir olurlar. İnsanlardan çoğu bundan gafildirler ve cahillerden bu duruma düşenler vardır.
Burada fakire verme şartı yoktur. Şayet bizzat (biaynihî) haram olan bir malla, kendisiyle Allah’a kurbiyet olan (ve sevap umulan) mescit ve benzeri yapılar yapsa hüküm yine aynıdır. Çünkü bunda illet, azabı gerektiren bir şeyden sevap ummaktır ki, bu da ancak o şeyi helal itikad etmekle olur.
Mâsiyeti helal saymak küfürdür, ancak burada helal sayılan mâsiyetin/haramın şartı, haram olan şeyin delilinin kat’î olması (yani zannî olmamasıdır). Buradaki haram ister haram liaynihî olsun örneğin, leş eti, ister haram liğayrihî olsun örneğin, başkasının malı, hüküm aynıdır. Tercih edilen kavil budur.
SORU: Kendisini ilim öğrenmeye ve öğretmeye veren kimselere zekât verilir mi?
CEVAP: Talebenin ve kendisi ilim öğrenmeye ve öğretmeye vermiş/adamış kimselerin zengin bile olsalar zekât almaları caizdir. İlimden murad, şer’î ilimdir. Bunlar çalışıp kazanç elde etmeyen kimselerdir. ’Kendisini ilim öğrenmeye ve öğretmeye vermek’ şartı ile murad, bundan başkası ile ilişkisi olmamasıdır.
Zekât almaları caizdir, zira insanın müstağni olamayacağı bazı şeylere ihtiyacı vardır. Şayet kendisinin bir kazancı olmadığı halde zekât alması da caiz olmazsa, elindekini harcar, muhtaç olarak kalır ve okumaktan ve okutmaktan kesilir. Böylece, dini üzerine alıp taşıyan kalmayacağından din zayıflar. Bu nedenle, ilim talebesine, çalışıp kazanç elde etmeye kudreti olsa bile, zekât vesaire malları isteme hususunda ruhsat verilmiştir.
Şafii ve Hanbelî mezheplerine göre ise, çalışıp kazanç elde etmeye muktedir olmak fakirliğe manidir, dolayısıyla zekât ve sair şeyleri alması ve istemesi ona helal olmaz, ancak (keza bunlara göre de) şer’î ilimle meşgul olup da çalışıp kazanmayı terk eden müstesnadır. Bu kimsenin zekât vesaireyi alması ve istemesi caizdir.
SORU: Bir kadın, kocasının evine gelin gittiği çeyizi sebebiyle zengin sayılır mı? Bundan dolayı zekât vermesi gerekir mi?
CEVAP: Bir kadının, kocasının evine gelin gittiği çeyizinin (cihâz) içindeki ev eşyası, giyilen elbise ve kullanılan kap-kacaklar, bu kadının emsallerine lazım olan şeyler olup aslî ihtiyaçlardandır. (Dolaysıyla bunlardan dolayı ona zekât vacip olmaz.) Ancak çeyizdeki bunlardan hariç, mücevherler-altınlar-gümüşler, kap-kacaklar ve süs eşyaları nisap miktarına ulaşıyorsa, kadın bununla zengin sayılır ve dolayısıyla zekât vermesi gerekir.
Fıkhın Aydınlığında,,,zekat,
Özlenen Rehber Dergisi 123. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.