Muzaffer Yalçın Hocaefendi'nin / Almanya Seyahatinden İzlenimler...
Özlenen Rehber Dergisi 119. Sayı
Ka’b bin Malik (r.a.) anlatıyor:
"Rasûlullah (s.a.s.) hep perşembe günleri yola çıkardı. Perşembe dışında yola çıktığı nadirdi." (Buhari Cihad 103, Ebu Davud Cihad 84)
Farukiye İlim Araştırma Yayma ve Yardımlaşma Vakfı Yönetim Kurul Başkanı ve Özlenen Rehber Dergisi Başyazarı ve Genel Yayın Yönetmeni Muhterem Muzaffer Yalçın Hocaefendi 20 Aralık 2012 Perşembe, 1 Ocak 2013 Salı tarihleri arasında bir dizi irşad ve hizmet çalışmaları için Almanya’ya gitti. Bu ayki yazımızda Hocaefendi’nin Almanya seyahatinden aldığımız notlara faydalı olur inancıyla yer veriyoruz. Rabbim hayırlara vesile kılsın.
Almanya:
Almanya bir federal parlementer cumhuriyettir. On altı eyaletten oluşmaktadır. Başkenti ve en büyük şehri Berlin’dir. 82 milyonun üzerindeki vatandaşı ile Almanya, Avrupa Birliği içinde en çok nüfusa sahip ülke konumundadır. Ülkedeki en büyük azınlık grubunu (2.7 milyon), Türkiye’den gelmiş insanlar oluşturur.
Almanya’da Din ve Dini İnanış:
Hristiyanlık, Almanya’da 53 milyon (%64) müntesibi ile en yaygın olan dini inanıştır. İkinci sırada ise 3.3 milyon inananı ile İslam dini (4%), daha sonra ise her ikisine birden inanan toplam 200,000 kişi (0.25) ile Budizm ve Yahudilik gelmektedir. Hinduizm Almanya’da 90,000 inanana sahiptir (0.1%). Almanya’daki diğer tüm dini topluluklar 50,000’den az sayıda (veya %0,05’ten)inanana sahiptir. Yaklaşık 24.4 milyon Alman ise (29.6%) herhangi bir dine inanmamaktadır. Çoğu Türkiye’den gelen Sünniler ve Alevilerden oluşan yaklaşık 3.3 milyon Müslüman nüfusu ile birlikte az sayıda da Şii’de vardır. Almanya, Batı Avrupa’nın üçüncü büyük Yahudi nüfusuna sahip ülkesidir. 2004’te, Almanya’ya, İsrail’de olduğu gibi, Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen Yahudi nüfusu, Almanya’nın Doğu-Batı bloklarının birleşmesi sırasındaki rakam olan 30,000 ile karşılaştırıldığında 200,000’den fazla bir sayıya ulaşmıştır. Yine bunun yanında yaklaşık 250,000 Budist’te Almanya’da yaşamaktadır.
2005 yılındaki Eurobarometre anketi’ne göre, Alman halkının %47’si "Bir Yaratıcının var olduğuna inanıyorum" derken, %25’i "Bir çeşit ruh veya hayat kaynağının var olduğuna inanıyorum" ve %25’i de "Herhangi bir ruh, yaratıcı veya hayat kaynağının var olduğuna inanmıyorum" düşüncesini benimsemişlerdir.
Dini cemaatler:
Almanya’da Müslümanların en temel oluşumları hiç şüphesiz dini cemaatlerdir. Türkiye başta olmak üzere her Müslüman ülke vatandaşı her ne sebepten ötürü Almanya’ya gelmiş olursa olsun, büyük ya da küçük bir cemaat oluşturmuş ve dini ve milli kültürlerini muhafaza noktasında kendilerine üst çatı meydana getirmişlerdir. Bugünün Almanya’sında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yurt dışı teşkilatlanması olan DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) başta olmak üzere birçok dini, siyasi ve kültürel grupların onlarca mescidi, camisi, eğitim merkezleri ve dershaneleri vardır. Bütün bunların yanında Almanya’da dini cemaatler olarak teşkilatlanan Müslümanlar, henüz kamu tüzel kişiliğini elde edememiştir. Bunun neticesi olarak camiler, bir dizi imtiyaza sahip olan kilise ve havralar statüsünde bir mabet olarak değerlendirilmemektedir. Benzer nedenle, ’din adamı’ veya ’ruhani’ statüsü ile papaz ve hahamlara tanınan konum, yetki ve imkânlar da aynı ölçüde camilerde hizmet veren Müslüman din adamlarına tanınmamaktadır. Kamu tüzel kişiliği alamayan Müslüman cemaatler bugün itibarıyla Hıristiyan dini cemaat ve kiliselerinin temsil ve girişim imkanlarına da sahip değildir.
Almanya’da din eğitimi:
Eskiden beri varlığını muhafaza eden göçmen ailelerin çocuklarının din eğitiminin nasıl olması gerektiği ile ilgili tartışmalar günümüz Almanya’sında da devam etmektedir. Bu konudaki en ciddi sıkıntıyı birinci ve ikinci kuşak Türkler yaşamıştır. Hâlihazırda şuan Almanya’da çalışan Türkleri üçüncü kuşak olarak nitelendirirsek 1960’lı yılların sonu ve 1970’lerin başında Almanya’ya ilk gelen neslin dini öğrenme ve yaşama noktasında gördükleri baskı ve sıkıntılar maalesef 90’lı yılların ortalarına kadarki insanımızın kimlik ve kişilik noktasında kaybedilmelerine sebep olmuştur.
Zamanımızın eğitim sistemi içerisinde İslam Din Dersleri, Kültürler Arası Eğitim, Çok Kültürlü Eğitim ve Dinler/Mezhepler Üstü Eğitim gibi birçok din eğitimi modeli tartışılırken, ilk kuşağın değil din eğitimi almaları, günlük ibadetlerini yerine getirecek yerleri dahi yoktu. Birer insan olarak en doğal haklarından mahrumdular. Uzun yıllar Müslümanlıklarının gereklerini yerine getiremediler. Bugün için genel manada Almanya sınırları içerisinde resmi okullarda Müslüman Türk çocuklarına, Federal Anayasa’nın 7. maddesi 3. fıkrasında belirtilen nitelikte bir İslam din dersi de yaygın olarak ve beklenilen şekilde verilememektedir. Günümüzde İslam din dersleri ve İslam ilahiyatlarının kurulması konusunda ara çözümler önerilmekte ve hazırlanan bazı projeler şuan itibariyle izlenmektedir.
Federal Almanya’da yaklaşık 900.000 civarında okul çağında Müslüman çocuk yaşamaktadır. Müslümanların büyük çoğunluğunun (yaklaşık % 80) Alman okullarında inanca dayalı bir İslam din dersi verilmesini talep ettiği de yine bilinmektedir.
Almanya hükümetleri 1960’lı yılların sonundan itibaren başlayan Türkiye’den işçi göçünü başlangıçta geçici olarak değerlendirmiş ve kalıcı tedbirler almamıştır. Onlara göre çalışmak için gelen Türkler birkaç yıl içerisinde geri yurtlarına dönecek ve Almanya için göçmen/azınlık sorunu diye bir şey olmayacaktır. Onun için Almanlar ilk zamanlar Türkler kendi kültürlerini unutmasınlar diye Türkiye’den öğretmenler istemiş ve Türk çocukların derslerinin bir bölümünü Türkiye’den gelen bu öğretmenlerle karşılamıştır. Zamanla Türklerin Almanya’yı terk etmemeleri ve aksine kalıcı olarak yerleşmeleri üzerine bu uygulamadan vazgeçilmiştir. Günümüzde Türklerde dâhil bütün azınlıklar, Alman okullarında Alman inanç ve kültürüne göre eğitim almaktadırlar. Bu konunun getiri ve götürülerini görebilme adına T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün Almanya’da yapmış olduğu araştırma sonuçları büyük önem taşımaktadır. Buna göre Türk ailelerinin:
• %70’i çocuklarının Almanya’da yetişmesinden,
• %81’i Türk kültüründen uzak yetişmesinden,
• %77,2’si dini değerleri öğrenememesinden,
• %65’i de uyuşturucu ve alkol tehlikesi sebebiyle endişe duymaktadır. (Ahmet Rasim Kalaycı, Almanya’da yaşayan Türklerin aile yapısı ve sorunları araştırması, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Ankara 2007)
Türklerin durumu;
Alman nüfusu çok yaşlı ve nüfuslarının % 10’unu genç Türkler oluşturuyor. Almanlara bu durum hakkındaki düşünceleri sorulduğunda sessiz kalıp, cevap vermemeyi tercih ediyorlar. Çünkü bu yaşlı nüfus ve gittikçe artan genç Türk nüfus onlar için gerçekten bir sorun. Ancak bu durumu bir yandan da kabullenmiş durumdalar ve mümkün olduğu kadar Türk gençleri dışlamak yerine Alman kültürüyle asimile etmeye çalışıyorlar. Madem Türklere muhtacız, Türklerden kaçış yok, o zaman onları Almanlaştıralım mantığı var. Bu konuda ne kadar başarılılar, soru işareti.
Hocaefendi’nin seyahat anlayışı:
Birçok insanın malumu olduğu üzere Muzaffer Yalçın Hocaefendi zaman zaman seyahatlere çıkan bir insandır. Hocaefendi’nin bu seyahatleri daima faydalı bir gaye için ve bir maksada mebni olmuştur. Mesela ilmi birikimini zaman-zaman yaptığı bu seyahatler vasıtasıyla sohbetlerinde aktarmaktadır. Hocaefendi seyahatlerinde birçok faydalı gayeyi bir araya toplamakta, talebelerinin içine düştükleri bir sıkıntıları varsa onları seyahatler vasıtası ile bizatihi kendisi ulaşıp gidermekte, hem onlara ilmi, tasavvufi sohbetler yapıp hem de ameli bakımdan örnek olarak onların her güzel alanda yüksek derecelere ulaşmalarına, bir hayrı alışmalarına gayret göstermektedir.
Hocaefendi: "Biz bu seyahatlere noksanlıklarımızı ikmal etmek için çıkıyoruz, çünkü kemalatın sonu yoktur’ düsturuyla seyahate çıkmakta, yolculuk esnasında gerek beraberindekilerin, gerekse gittiği yerlerde karşılaştığı insanların yanlış hâl ve davranışlarını büyük bir hoşgörüyle karşılayıp, kimseyi incitmeden o hareketlerin, davranışların yanlışlığını güzel misallerle anlatmaktadır. Bunun yanında yolculuk esnasında kendisiyle beraber bulunanların tavırlarını son derece büyük bir dikkatle takip etmekte, insanlara örnek olan kişilerin her an dikkatli hareket etmesi gerektiğini söylemektedir. Yolculukları sırasında, yolculuğa çıkış saatlerine ve gideceği yerlere varış saatlerine dikkat etmesi, hiçbir konuda insanlara sıkıntı olmamaya azami gayret göstermesi, vaktini en faydalı şekilde değerlendirmeye çalışması ve gittiği her yerde geliş maksadı olan Allah’a ve Rasulü’ne itaati her şeyin önüne alması da yaptığı seyahatlerin hedef ve gayesini izhar etmesi noktasında son derece manidardır.
Hocaefendi’ye göre seyahatler bir ideale, bir gayeye hizmet etmeli. Sadece gezmek ya da yeni yerler görmek veya yeni insanlarla tanışmak gibi maksatlarla yolculuğa çıkmayan Hocaefendi, bu tarz düşünceleri iğreti hatta bayağı olarak nitelendirmektedir. O’na göre yolculuklar ve seyahatler, İslam’ın güzelliklerinin gönüllerde yer bulması, Efendimiz (s.a.s.)’in güzel ahlakının sadırlarda makes bulup hayatların o güzel ahlak ile hizaya gelmesi, Müslüman kimliğinin oluşumu ve İslam’ın izzet ve şerefinin ’Müslümanım’ diyen herkesin hayatının her alanında hâkim olması gibi ulvi ve yüce bir maksada hizmet etmelidir.
Hocaefendi’nin çalışmalarının bulunduğu şehirler:
Werdohl:
Werdohl, Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaletinde yer alan bir yerleşim yeridir. Nüfusu 2010 sayımlarına göre 18,706 kişidir. 5000’e yakın Müslümanın yaşadığı bilinmektedir. 20 Aralık 2012 Perşembe günü Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan başlayan yolculuğun ilk menzili Werdohl idi. Werdohl diğer Almanya şehirlerine oranla daha sakin ve selamet bir yer. Hocaefendi Perşembe günü orada bulunan kardeşlere ’Müslüman kimliği inşası’ sadedinde çok veciz ve beliğ bir sohbet ettiler. Ertesi gün şehir merkezinde yer alan büyük bir camide Cuma namazı kıldılar ve Perşembe akşamı ziyaretine gelen cami imam hatibi ve cemaatin yoğun talebinin üzerine Cuma namazı öncesi camide ’Peygamber Efendimiz’e sevgi ve ittiba’ konulu vaaz-u nasihatte bulundular. Hocaefendi sohbetlerinde; Ümmetin Efendimiz (s.a.s.) in sünnet-i seniyyelerine sımsıkı sarılmadıkları zaman dünyada asla ihtilaftan kurtulamayacağını ve asla ıslah olamayacağını ahirette ise asla Allah’ın rızasına erişemeyecekleri hakikatini defaatle dillendirdiler.
Hamm:
Cuma günü akşam namazını Werdohl’deki kardeşlerle cemaat olarak kıldıktan sonra şehirden ayrılan Hocaefendi, Kassel yolu üzerinde bulunan ve aynı zamanda da birçok kardeşimizin yaşadığı yer olan Hamm şehrine uğradı. Hamm, Almanya’nın kuzeybatısında, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde bir şehirdir. Şehir, Ruhr sanayi bölgesinin doğu ucunda, Lippe ve Ahse ırmaklarının birleştiği noktada ve Lippe-Seiten Kanalı kıyısında yer alır. Nüfusu, 2005 yılı itibariyle 180.849’dir. Yine Hamm şehride Türk ve müslümanların mesken kurdukları bölgelerden birisidir.
Burada yatsı namazını cemaatle kılan Hocaefendi ’Müslüman kimliği inşaası’ eksenli sohbetlerinin bir bölümünü de burada yaptı. Sohbetlerinde, Müslümanın iç aleminin Müslümanca olması gerektiği gibi dış dünyasının da Müslümana yakışır hüviyette olması hakikatini üzerine basa basa vurguladılar. Kılık kıyafetimizi, çalışma ortamlarımızı ve özellikle de evlerimizi Müslüman evlerine benzetmemizin gerekliliğini hatırlattılar ve evlerin bir bölümünde Efendimiz (s.a.s.) tavsiyesi üzerine mescidler yapmayı, sofrasını, oda tasarımını ve hatta lavabosunu dahi Müslümana yaraşır şekilde dizayn etmesi gerekliliğini önemle vurguladılar.
Kassel:
Birkaç saat süren Hamm sohbetinden sonra tekrar yola koyulan Hocaefendi, çalışmalarına, hizmetlerine merkez olarak nitelendirdiği Kassel şehrine geldi. Kassel Almanya’nın Hessen eyaletine bağlı bir şehirdir. Tarihi çok eskilere dayanan bir şehir olan Kassel, tarihi öneminin yanı sıra 2007 yılı sonu itibariyle 192.121 kişilik nüfusu ve ekonomisiyle de Almanya için hâlâ önemli bir şehir konumundadır. Kassel ayrıca Türklerin yerleştiği kentler arasındadır. Şehirde hatırı sayılır oranda Türk ve Müslüman nüfus var.
Kassel, Hocaefendi’nin her Almanya ziyaretinde mutlaka uğradığı şehirlerin en başında gelir. Bu ziyaretinde de günlerinin büyük bir çoğunluğunu Kassel’de geçiren Hocaefendi burada bulunan kardeşlere İslam’ın emir ve yasaklarını, Efendimiz (s.a.s.)’in güzel ahlakını ve ’dinin ta kendisidir’ dediği tasavvufun inceliklerini, edep ve erkânını gece gündüz yorulmadan ve usançlık göstermeden yaptığı sohbetlerde anlattı, izah etti.
Diğer yerlerden farklı olarak Kassel’de günlük dersler ve sohbetler düzenlediler. Örneklendirmek gerekirse: Sabah namazı ve işrak namazı kılındıktan sonra kahvaltılar yapıldı, bir iki saat dinlenme molası verildikten sonra öğle namazından yaklaşık bir, bir buçuk saat önce mescitte toplanıldı ve Rahmetli Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.) Hazretlerinin hayattayken kaleme aldıkları ’İslam’da zikir ve Rabıta’ adlı eseri takip edilerek, dinin ve tasavvufun erkânları, incelikleri kardeşlerin çok rahat anlayabilecekleri nezih bir dil ve temiz bir üslup ile anlatıldı.
İslam’da zikir nedir? Delilleri nelerdir? Zikir ile vasıl olunması gereken maksat nedir? Tasavvuf nedir? Tasavvuf İslam’dan ayrı mıdır? Tasavvufta bir rükun olarak Rabıta nedir? Delilleri nelerdir? Gerekliliği var mıdır? Nasıl yapılmalıdır? Gibi zihinlerde yer edinen onlarca soruyu çözüme kavuşturan Hocaefendi hiçbir şey değilse bile Müslümanların zihnindeki bu erozyonu önlemesi bakımından dahi son derece büyük ve mühim bir iş yapmış, yüce ve ulvi bir gayeye hizmet etmiştir. Yaşadığımız çağ maalesef bilgi kirliliğinin en üst safhada yaşandığı çağdır. Özellikle İslami bilgiler alanında bilen bilmeyen, yetkili yetkisiz onlarca kişi söz söylemekte, kalem oynatmaktadır. İşte bütün bunların neticesinde de mevzuları derinlemesine bil(e)meyen Müslümanların zihinleri karışıp akılları bulanmakta, yanlışlar doğru ve doğrular da yanlış gibi değerlendirilmektedir. İşte Hocaefendi Kur’an ve Sünnet eksenli çalışmaları neticesinde bu alandaki yıkımı ulaşabildiği kişilerle sınırlı olmak kaydıyla önleme adına son derece büyük bir gayret sarf etmektedir. Sabah namazından itibaren başlayan irşad faaliyetleri bazı günler gece 2-3’lere kadar sürmekte, Hocaefendi başta olmak üzere meclisinde bulunan herkes büyük bir özveri ile dini daha güzel yaşama adına çaba göstermektedir.
Hocaefendi Kassel’deki günlerine ara verdi ve 29-30 Aralık tarihlerinde Fulda ve Philippsburg şehirlerindeki kardeşleri ziyarete gitti.
Philippsburg:
Philippsburg’ta yine diğer şehirler gibi Almanya’nın önemli yerleşim yerlerinden birisidir. Burada da hatırı sayılır derecede Müslüman nüfusu mevcuttur. Cumartesi günü akşama doğru geldiği şehirde hemen mescid’e uğrayıp namaz kıldı, Kur’an okudu ve Cenâb-ı Hakk’ı zikretti. Akabinde söylediği şu sözler kendi ifadesiyle yaptığı bu yolculukların asıl maksadını çok net bir şekilde izhar etmektedir. ’Buraya geldik Cenâb-ı Hakk’a hamdolsun, işte önce namaz kıldık Rabbimize secde ettik. Kur’an okuduk ve Cenâb-ı Hakk’ın o güzel isimlerini zikrettik, Efendimiz (s.a.s.)’e salat-ü selamlar getirdik. Biz bununla şunu söylemiş olduk: Ya Rabbi bizim geliş ve gidişlerimiz senin için, senin dinini yaymak, emirlerini yerine getirmek için’
Geceyi Philippsburg’ta geçiren Hocaefendi Pazar günü akşama kadarda burada kalıp kardeşlerin sıkıntılarını giderme ve onlara din işlerinde yol gösterip rehberlik etme mesailerini sürdürdüler. Akşam namazını cemaatle kıldıktan sonra bir kez daha yola koyuldular.
Fulda:
Fulda, Almanya’da Hessen eyaletinde yer alan bir şehirdir. Fulda şehri Fulda nehri üzerinde yer almaktadır. Türklerin ve Müslümanların hayli fazla olduğu yerleşim yerlerindendir. Hocaefendi Kassel’e dönüşte uğradığı Fulda şehrinde de insanların ihtiyaçlarına mebni sohbetlerde bulundular, nasihatler ettiler. Özellikle tasavvufun İslam’dan hali olmadığı ve aslında tasavvufun dinin ta kendisi olduğunu vurgulayıcı, bu gerçeği ortaya koyucu sohbetler ettiler. ’Tasavvuf İslam’dan gayrı bir şey değildir. Tasavvuf Allah’ın emir ve yasaklarını, Efendimiz (s.a.s.) in sünnet-i seniyyelerini yaşamak ve bunları yaparken nefislerde var olan riya, kibir, enaniyet, haset, cimrilik, kıskançlık, buğz, gadap gibi kötü ahlakları Kur’an ve sünnet eksenli hasletlerle çözüme kavuşturma sanatıdır. Tasavvuf Allah’a kul olma okuludur. Kulluğu öğrenme yeridir.’
Sonuç:
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz ki bu din yani İslam, hep bu ahlak üzere süregelmiş, tebliğ ve irşad çalışmaları ile bugünlere ulaşmış bir dindir. Efendimiz (s.a.s.) böyle yapmıştır. Mekke’de herkese İslam’ı anlatmış, yetmemiş Taif’e gitmiş, panayırları, çarşı pazarları dolaşmış, Musab bin Umeyr (r.a.)’i Medine’ye bu maksada mebni olarak göndermiş, kendisi gerek Mekke’de Daru’l-Erkam’da ve gerekse de Medine’de Mescid-i Saadet’te hep İslam’ı tebliğ etmiş, anlatmış, kendisi de bizatihi yaşamıştır. Sahabesi de boş durmamıştır. Daha hayatta iken cennetle müjdelenenler dâhil hiç bir sahabe efendimiz İslam’ı tebliğden beri durmamış, zamanın ve mekânın şekline, durumuna göre İslam’ı bu hakikatleri yaşamışlar ve anlatmışlardır. Bunun sağlaması olarak Veda haccına katıldığı kaynaklarda yer alan 120.000 ashabtan sadece 10.000’inin Cennetü’l-Baki’de yer almaları yeterde artar bile.
İşte Hocaefendi’de bu anlayış ve gaye ile yollara düştü ve küfrün cirit attığı, haramların su gibi aktığı diyarlarda İslam’ın gür sedasını haykırdı. Şairin dediği gibi Tohum saçtı bundan 10 yıl önce, işte bu günler o saçılan tohumların neşv-ü nema bulduğu günler olarak karşısında duruyor. Hocaefendi’nin sadece Allah’a güvendiği, hiçbir dünyalık derdi olmadan sırf Allah rızası için irşad ve tebliğe çıktığı bugün çok net bir şekilde görülmektedir.
O gittiği her yere Allah’ın izni ile dinin emirlerini taşıdı, Efendimiz (s.a.s.)’in sevgisini, sünnetini; ashabının, ehl-i beytinin sevgisini, anlayışlarını taşıdı. Dini anlattı. Sadece dini. Allah’ın emirleri ve nehiylerini, Efendimiz’in güzel ahlakını İslam’ı anlattı.
Zaten kendisi de bunu dönüşlerinde Ankara’da yapmış oldukları sohbetlerinde ifade etmişlerdi. ’Ben bu seyahate çıkmadan önce evde şu duayı ettim. Ya Rabbi senin tevhidini anlatmaya, insanlara birliğini, vahdaniyetini anlatmaya gidiyorum. Benden buna muarız hiçbir fiil sadır ettirme’
Allah c.c efendimiz den ve cemaatimizdende allah yolunda gidenlerdende razı olsun.