İmanda Kemal Güzel Ahlakla Bulunur
Özlenen Rehber Dergisi 119. Sayı
Dinin gayesi, tasavvufun maksadı; güzel ahlak
Güzel ahlak, dinimizin temel esaslarından biri olup imanda kemalin bir ifadesidir.
İslâm dini, insanın güzel ahlak sahibi olmasını amaçlar. Bu nedenle mürşid-i kamillerin, nefis tezkiyelerini ve seyr-i suluklarını uhdesine aldığı kişileri sevk ettiği gaye de Kur’ân’da bildirilen ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaşantısıyla bir bir ortaya koyduğu ’güzel ahlak’tır.
Şu halde nefis terbiyesiyle meşgul olan bir salikte Allah (c.c.)’nun sevmediği çirkin bir ahlak varsa izale olup yerine Peygamberî ahlakın gelmesi elzemdir.
Mesela cimrilik, Allah’ın sevmediği ve bir mü’minde bulunmaması gereken bir ahlaktır. Zira Efendimiz (s.a.v.): ’İki haslet vardır (ki bunlar), bir mü’minde bir araya gelmezler. Cimrilik ve kötü ahlak.’ (Tirmizî, el-Birru Ve’s-Sıla, 41) buyuruyor. Nefis tezkiyesinden murat, imanla bir araya gelmeyen bu ahlakın giderek kalbin cömertlik ahlakını kazanmasıdır.
Kibir de çirkin ahlakların başında gelir. Kibir; büyüklenmek, Hakka boyun eğmemek, Hakkı kabul etmemek, Allah’ın razı olduğuna razı olmamak, kendini beğenip diğerlerini küçük görmek demektir. Kibir öyle bir hastalıktır ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Kalbinde, kibirden zerre ağırlığınca bulunan kimse cennete giremez.’ (Müslim, Îmân, 39) buyurarak onun kötülüğünü ifade etmiştir. Tasavvuf terbiyesinden maksat, kişinin kibrin zıttı olan tevazu ile hâllenmesidir. Zira tevazu, Hz. Allah (c.c.)’nun razı ve hoşnut olduğu bir ahlaktır ki Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in ahlakı da tevazu idi. Allah’ın Nebisi (s.a.v.), kendisiyle ilk defa karşılaşmış ve huzurunda titreyen bir kimseye: ’Sakin ol, (benim karşımda titreme). Zira ben kral değilim. Ben ancak, kadîd (yani tuzlanıp güneşte kurutulan et) yiyen bir kadının oğluyum.’ (İbn-i Mâce, Et’ıme, 30) buyurmuş ve o şahsın endişesini gidermiştir. Nice kralların, saltanat sahiplerinin sevgi ve yakınlığına mazhar olmayı kendilerine şeref addedecekleri Efendimiz (s.a.v.) böyle tevazu ehliydi.
Yine haset ahlakı da Cenâb-ı Hakk’ın sevmediği bir ahlaktır. Haset, öyle çirkin bir ahlaktır ki kişiyi iman gibi büyük bir nimetten mahrum edebilir. Buna en bariz misal Yahudilerdir. Yahudiler, Efendimiz (s.a.v.)’in peygamber olduğunu biliyorlardı. Âyet-i kerimede: ’Kendilerine kitap verdiğimiz (Yahudi ve Hıristiyan)lar onu (yani Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden bir takımı bile bile gerçeği gizlerler.’ (el-Bakara, 2/146) buyrulmuş, bu bilgileri ifade edilmiştir. İşte onlar, bu derece iyi bildikleri Peygamberimizi inat ve hasetleri nedeniyle kabul etmediler. Cenâb-ı Hak, onların bu hallerini: ’Karşılığında nefislerini sattıkları şey ne kötü bir şey! Ki o, Allah’ın fazl-ı ihsanından olarak kullarından dilediği kimseye (vahyini) indirmesini haset ederek Allah Teâlâ’nın indirdiğini inkâr etmeleridir. Artık gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap da vardır.’ (el-Bakara, 2/90) buyurarak açığa çıkarmıştır.
İşte tasavvuftaki nefis terbiye ve tezkiyesinden maksat; cimrilik, kibir ve haset gibi çirkin ahlakların gidip yerine Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Kur’ânî ahlakının gelmesiyle imanda kemalata ulaşmaktır.
İman, güzel ahlak münasebeti
İman ile güzel ahlak arasında etle kemik arasındaki bağ gibi kuvvetli bir münasebet mevcuttur.
İman, hayata güzel ahlak halinde yansır. Güzel ahlaklı insanların imanları o nispette güzeldir. Ahlakı çirkin olan kimseler, imanî kemalattan da uzaktır.
Mükemmel imanın ölçüsü; güzel ahlak, iyi huydur. Her şeyin iyi veya kötü olduğu ve bu hususlardaki derecesi bir ölçüye vurularak anlaşılır. Kamil imanın ölçüsü de güzel ahlaktır. Ortaya koyduğu sanat, ustanın maharetine delalet ettiği gibi güzel ahlak da bir Müslümanın iyi ve kâmil oluşunun alametidir.
Ahlakı güzel olanın imanı da kâmil, huyu güzel olmayanın imanı da zayıf olur. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
’İman bakımından mü’minlerin en kâmil olanı, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.’ (Ebû Dâvûd, Sünnet, 16)
Hadis-i şerifin Tirmizî’deki rivayetinde ise: ’…ailesine karşı en fazla lütufkâr olanı.’ (Tirmizî, Îman, 6) ziyadesi vardır ki, bununla aileye, hanım ve çocuklarına karşı lütufkâr olmanın da imanın kemaline işaret ettiği ifade edilmiştir.
İman güzel ahlak münasebetine delalet eden bir diğer rivayet ise şu şekildedir:
(Abdullah) b. Ömer (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikteydim ki Ensâr’dan bir adam O’na geldi. Nebi (s.a.v.)’e selam verdi, sonra: ’Yâ Rasûlallah! Mü’minlerin hangisi daha faziletlidir?’ dedi. (Rasûlullah): ’Ahlak bakımından onların en güzel olanı!’ buyurdu…(İbn-i Mace, Zühd, 31)
Bu hadisler, güzel ahlakın kuvvetli bir imanın mahsulü olduğunu ve ahlak güzelliğinin imanın derece ve kuvveti nispetinde arttığını ifade etmektedir.
Ahlak’ın manası
Hadiste geçen hulk (veya huluk); din, tabiat ve seciye olarak açıklanmıştır. Lisanımızda ’huy’ kelimesinin karşılığıdır. Bazen tabiat kelimesini de bu manada kullanırız.
Ahlak ile, bir bakıma insanın nefsi olan batınî sureti ve vasıfları ifade edilir. Dıştan bakıldığı zaman bir insanı ifade eden, onun iç dünyasını dışarıya yansıtan hususlardır.
Hasen-i Basrî güzel ahlâkı, iyiliği çok yapmak, kötülükten vazgeçmek ve güler yüz diye tarif etmiştir.
Şifâ-i Şerif’in sahibi Kâdî Iyâz ise; güzel ahlâk; insanlarla güzel geçinmek, onlara kendini sevdirmek, onlara acımak, zahmetlerine katlanmak, kötülüklerine sabır, kibri terk, şiddet, gazap ve muahezeden uzaklaşmaktır, demiştir.
Kısacası güzel ahlak, Kur’an’a, Sünnet’e ve akl-ı selime uygun olan söz ve davranışlardır. Kötü ahlak ise; Kur’an’a, Sünnet’e ve akl-ı selime uygun olmayan söz ve davranışlardır.
Peygamberimizin gönderiliş gayesi; güzel ahlakı tamamlamak
Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden biri de Allah’ın razı olduğu yaşantıyı, güzel ahlakı ortaya koymaktır. Binaenaleyh Efendimiz (s.a.v.)’in en önemli görevlerinden biri de, güzel ahlâkı bizzat yaşayarak öğretmektir. O, kendisinden önceki Peygamberlerin temsil ettiği güzel ahlakın değerlerini tamamlamıştır. Nitekim bir hadislerinde bu hakikati şöyle ifade etmiştir:
’(Ben ancak) ahlâkın güzelliğini tamamlamak için gönderildim.’ (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 1)
Âdem (a.s.) ile başlayan hidayet ve iman yolu, güzel ahlak Peygamber Efendimizle mükemmelliğe kavuşmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın: ’Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.’ (el-Mâide, 5/3) âyetini, ’Ey Mü’minlerin annesi! Bana, Rasûlullah (s.a.v.)’in ahlâkından haber ver!’ diyen bir kimseye Hz. Âişe (r.anhâ) annemizin: ’Sen, Kur’ân okumuyor musun? İşte, muhakkak ki Allah’ın Nebisi (s.a.v.)’in ahlâkı Kur’ân idi.’ (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîne Ve Kasrihâ, 18) sözünü ve Peygamberimizin: ’(Ben ancak) ahlâkın güzelliğini tamamlamak için gönderildim.’ (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 1) hadisini bir arada değerlendirirsek ortaya: ’insan-ı kamil olmak, güzel ahlak sahibi olmaya bağlıdır.’ hakikat ortaya çıkmaktadır.
Bu hadis aynı zamanda güzel ahlakın, dini bütün yönleriyle içine alan kapsamlı bir husus olduğunu da ifade etmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v.), güzel ahlakta insanların en üstünüydü:
Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Nebi (s.a.v.), ahlak bakımından insanların en güzeliydi.’ (Buhârî, Edeb, 112)
Enes (r.a.), Peygamber Efendimizin bazen kendi evlerine gelip namaz kıldığını, küçük kardeşi Ebû Umeyr’i üzüntülü gördüğü bir gün onunla ilgilenip gönlünü aldığını söylüyor. Bir peygamber, gönlü kırık bir çocuğu teselli edip yüzü tebessümle doluncaya kadar onunla meşgul oluyor. Bizce bunun belki de hiç kıymeti yok; ama Hz. Allah (c.c.), peygamberini bu güzel ahlak için göndermiş. Peygamberimizin yanında önemli olan, mü’min için de önemli olmalıdır. Ki Hz. Allah, güzel ahlaka kıymet veriyor, çirkin olana değil. Kalp katılığına değil, rıfka (yumuşak kalpliliğe); kaba ve çirkin söze değil güzel ve tatlı olan hak olan sözlere itibar ediyor.
Ve Hz. Enes (r.a.), on yıl boyunca hizmetinde bulunduğu Efendimiz (s.a.v.)’in kendisine hiç kızmadığını, yaptığı bir şey için ’bunu niçin yaptın?’ yapmadığı bir şey için ise ’bunu niçin yapmadın?’ diyerek azarlamadığını, kendisini bir iş için gönderdiğinde oyuna dalıp da gitmediği zaman kendisine çıkışmadığını anlatıyor ve O’nun mükemmel bir ahlaka sahip olduğunu ifade ediyor. Rabbim, Peygamberimizin bu güzel edep ve ahlakıyla bizleri de ahlaklandır!
Peygamber (s.a.v.)’e yakın kılan haslet; güzel ahlak
Dualarımızda ’Yâ Rabbi! Bizi Peygamberimize komşu eyle!’ diyoruz. Peki, bu duanın hakikat olabilmesi için üzerimize düşen nedir?
Peygamberimiz (s.a.v.), ahlak bakımından insanların en üstünü ve gönderiliş gayesi de güzel ahlakı tamamlamak olunca, O’na yakın olmak da ancak O’nun ahlakıyla tezyin olmaya bağlıdır. Bu sebeple, ahlak bakımından en kâmil olan mü’minler, Peygamberimize en yakın sâlihlerdir. Bunu Efendimiz (s.a.v.) şöyle bildirmiştir: ’Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de mevki itibariyle bana en yakın olanınız, ahlâk bakımından en güzel olanınızdır. Bana en sevimsiz olanınız, kıyamet günü de mevki itibariyle benden en uzak olanınız; gevezeler (çok konuşanlar), boşboğazlar ve müfeyhikûn (sözde baskın gelmeye çalışanlar)dır.’ (Tirmizî, el-Birru Ve’s-Sıla, 71)
Peygamberimizin övülen yönü; güzel ahlak
Peygamber Efendimizin Kur’ân-ı Kerim’de övülen yönü, ahlakıdır. Cenâb-ı Hak: ’Hiç şüphesiz sen, elbette ki pek yüce bir ahlâk üzeresin.’ (el-Kalem, 68/4) buyurarak O’nun güzel ahlakını övmüştür. Hz. Allah (c.c.), Efendimiz (s.a.v.)’in bu yönüne işaret ederek mü’minleri güzel ahlaka davet etmiş, güzel ahlakın her mü’minde olması gereken ortak bir vasıf olduğuna işaret etmiştir.
İnsanın derecesini artıran; güzel ahlak
İnsanın en kıymetli varlığı imandır. Bu imanı muhafaza eden, kemal ve kuvvetini artıran, Hak katında muteber kılan ise güzel ahlâktır. Mü’min için güzel ahlakın önemini Efendimiz (s.a.v.): ’Mizanda, ahlâk güzelliğinden daha ağır hiç bir şey yoktur.’ (Ebû Dâvûd, Edeb, 8) buyurarak bildirmiştir.
Şu halde ebedî kurtuluşun yegâne vesilesi olan imanda yüksek bir mertebe elde etmek, mükemmele yaklaşmak isteyen kimse, ahlâkını güzelleştirmek için gayret göstermelidir.
Çoğu zaman insanları, ilmine ya da ameline göre değerlendirmeyiz. Ondan sadır olan ahlaka ve muameleye göre değerlendiririz. Zira nice ilim ve amel sahibi vardır ki çirkin ahlakı sebebiyle sevilmez.
Mübarek efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretlerini ziyarete gelen, ilk defa kendisi ile karşılaşan birçok insan onu anlatırken: ’İlmini ölçecek ilmim, velayetini ölçecek halim yok. Ama gördüğüm hakikat şu ki, çok güzel bir ahlakı var.’ diyorlardı.
Aslında bu sözle ifade edilen, efendimin imanındaki güzelliğidir. Her işinde Cenâb-ı Hakk’ın rızasını ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetini takip etmeyi kendisine yegâne düstur edindiği için ondan, güzel ahlaktan başka bir şey sadır olması da zaten mümkün değildir. İşte bu yoldan maksat da budur.
Mübarek efendim, Zülfadıl köyüne dergâhını kurduğu zaman civarındaki bir çok insandan eziyet gördü, hakaretler işitti. Ama hiçbir zaman onlara aynıyla mukabele etmedi. Hastalandıkları zaman ziyaret etti, sıkıntıları olduğu zaman yardımlarına koştu. Ve neticede birçoğu vefat etmeden gelip mübarek efendimden helallik istemek zorunda kaldı. İşte bu, onun güzel ahlakının bir neticesiydi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde buyuruyor ki: ’Muhakkak ki mü’min, ahlâkının güzelliği sebebiyle (gündüzleri) oruç tutan (ve geceleri de ibadetle) ihya eden (kimsen)in derecesine ulaşır.’ (Ebû Dâvûd, Edeb, 8)
Bu hadislerden anlıyoruz ki güzel ahlak, insanın derecesini artıran bir nurdur, bir kuvvettir. Bu nedenle Efendimiz (s.a.v.), Sahâbeyi Kiram’ı birçok vesile ile güzel ahlaka teşvik etmiş, onlara güzel ahlakı sevdirmeye çalışmıştır.
Enes (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: (Bir defasında) Rasûlullah (s.a.v.) Ebû Zer’le karşılaştı ve (ona): ’Ey Ebû Zer! Sana iki haslet göstermeyeyim mi (ki) o iki (haslet), (yapılması, mükellefin) sırt(ı) üzerinde diğer (haslet)lerden daha hafif, mizanda ise daha ağırdır.’ buyurdu. (Ebû Zer): ’Evet, (bildir) yâ Rasûlallah!’ dedi. (Rasûlullah): ’Sana güzel ahlâkı ve sükutu(nun) uzun (olmas)ını tavsiye ederim. Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah’a) yemin olsun ki, mahlûkat onlar gibisiyle güzelleşmedi.’ buyurdu. (Ebû Ya’lâ, Müsned, c.3, s.174, h.no:3285)
Peygamberimiz (s.a.v.), ashabından İslâm’a ait olmayan, eski alışkanlıklara dayanan bir ahlak ortaya çıktığı zaman ’Sende cahiliye ahlaklarından bir ahlak var!’ diyerek hemen ikaz ediyor, o ahlaktan uzaklaşıp İslâmî ahlaka bürünmesini işaret ediyordu. Nitekim bir defasında Ebû Zer (r.a.), Ashab’tan bir kişiyle sövüşmüş ve onu anasından dolayı ayıplamıştı. Durum Efendimiz (s.a.v.)’e ulaşınca ona: ’Ey Ebû Zer! Onu anasından dolayı ayıpladın mı? Hakikaten sen kendisinde cahiliye (ahlâkı) olan birisin.’ buyurmuş, yaptığı hareketin yanlış olduğunu ifade etmişti. (Bkz., Buhârî, Îmân, 22)
Sünnete tabi olan güzel ahlaka sahip olur
Sünnet, Efendimiz (s.a.v.)’den sadır olan her şeydir. O’nun ibadet ve kulluk ahlakı, Cenâb-ı Hakk’a karşı edebi, insanlara karşı muamelesi, kısacası O’nu mükemmel kılan her şey sünnetin içerisindedir. Kur’ân’ın hükümlerinin bir bir yaşanıp ahlak olarak ortaya konduğu yer sünnettir. Dolayısıyla sünnet-i Rasûlullah’a tutunmada en kuvvetli olanlar, ahlak bakımından da en güzel olanlardır.
Hangimiz cömertlikte Peygamberimizi geçebiliriz. O (s.a.v.), insanların en cömerdi idi…’ (Bkz., Buhârî, Cihâd, 24) Özellikle ramazan ayında Cibril (a.s.) ile mülaki olduğu zaman had safhaya varan cömertliği: ’esen rüzgardan daha cömert’ (Bkz., Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 5) ifadesiyle vasfedilmiştir. Hz. Ebubekir, Hz. Osman (r.anhümâ) efendilerimizin dillere destan cömertlikleri, Peygamber Efendimizin gönül aynasından onlara akseden, hisselerine düşen pay kadardır. Bir ahlakın ümmete yansıması böyle olursa hakikati nasıldır, düşünmelidir?
Güzel ahlaktan maksadımız, Peygamber Efendimizin yaşadığı ahlaktır. Hiç kimse kendi ahlakını ortaya koymayacak. Bu hususta mübarek efendimin şu yolda koyduğu düsturu tekrar edelim: ’Her sünnet-i seniyyeyi işlemek, bir nefis tezkiyesidir.’
Bunun manası şudur: Sen, sana ait olan ahlakları bir bir terk et, onun yerine Peygamber Efendimizin güzel ahlakını ahlak edin. İşte o zaman nefsini tezkiye etmiş, güzel ahlak sahibi olmuş olursun.
Düşünün ki bir kimse, diliyle insanlara eziyet ediyor, eliyle zarar veriyor. Ondan yana hiç kimse emniyette değil. Bir iş yapınca ortaya mutlaka sıkıntı ve zulüm çıkıyor. Ama bununla beraber namaz kılıyor, oruç tutuyor, zikrullah ve tesbihat yapıyor. Önceki saydıklarımız olduğu müddetçe sonraki sayılanlara itibar edilmez. Ahlakın kemale ermediği müddetçe yapmış olduğun ibadet ve taatla Peygamber Efendimize yakınlığı elde bulman mümkün değildir.
Nitekim Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, bir adam: ’Yâ Rasûlallah! Muhakkak ki filan kadın, (nafile) namazının, orucunun ve sadakasının çokluğuyla anılıyor. Ancak o, diliyle komşularına eziyet ediyor. (Bu kadın hakkında ne dersiniz?)’ dedi. (Rasûlullah): ’O (kadın, cehennem) ateş(in)dedir.’ buyurdu. (Adam devamla): ’Yâ Rasûlallah! Muhakkak ki filan kadın da, (nafile) orucunun, sadakasının ve namazının azlığıyla anılıyor. Ve muhakkak ki o (kadın, kesilmiş sütten yapılan) peynirden birkaç parça sadaka veriyor ve diliyle komşularına eziyet etmiyor. (Bu kadın hakkında ne dersiniz?)’ dedi. (Rasûlullah): ’O (kadın) cennettedir.’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.15, s.421, h.no:9675)
Sen güzel ol ki, güzel olan Peygamber Efendimize yakın olasın! Sen bu çirkinliğinle, ahlakı kemalatın zirvesini bulan Allah’ın Nebisi’ne nasıl yakın olacaksın!?
Nefis terbiye ve tezkiyesine çalışan mü’min kardeşim! Ahlakını Efendimiz (s.a.v.)’in ahlakına benzetmedikçe kılmış olduğun namazlar, oruçlar, tesbihatlar seni aldatmasın. Zaten namazı, orucu, tesbihatı hakkıyla yerine getirmiş olsan, ahlakın da güzel olur. Bunlar bir birinden ayrılmayan esaslardır. Zira Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de: ’Muhakkak ki namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.’ (el-Ankebût, 29/45) buyuruyor.
Namaz kıldığı halde kötülüğünden de yanına yaklaşılmıyor. Demek ki hakiki manada namaz kılmıyor. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: ’Nice oruç tutan vardır ki, onun için orucundan nasip sadece açlıktır. Ve nice gece ibadet eden vardır ki, onun için gece ibadetinden nasip sadece uykusuzluktur.’ (İbni Mâce, Sıyâm, 21) buyuruyor.
Allah (c.c.) bizim namazımıza, orucumuza muhtaç değil; ama biz bu ibadet ve taatlarla Peygamber Efendimizin ahlakını elde etmeye muhtacız
İslam, güzel ahlakla kemal bulur:
Peygamberimiz (s.a.v.): ’Çirkin (işler) ve çirkin işleri kasten yapmak İslâm’dan değildir. İslam bakımından insanların en güzel olanı, ahlak bakımından en güzel olanıdır.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.34, s.422, h.no:20831) buyuruyor.
Güzel ahlâk mü’minin imanını tamamlar, mükemmelleştirir. Kemal mertebesindeki iman, kişinin her ameline müessir olur ve yönlendirir. Böyle bir kimse, her işini Allah rızası için ve sünnete uygun olarak yapmaya gayret eder.
Peygamberimiz (s.a.v.), birçok hadislerinde güzel ahlakla, kişinin sahip olduğu imanın, teslimiyetin ve dinin münasebetine işaret etmiştir. Fikir vermesi açısından bunlardan bir kaçını zikretmek istiyoruz:
’Mü’minlerin en kâmil olanı, (diğer) müsülümanların elinden ve dilinden selamette oldukları kimsedir.’ (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Îmân, 23, c.1, s.54, h.no:23)
’Her kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa komşusuna eziyet etmesin. Ve her kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa misafirlerine ikram etsin. Ve her kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa hayır söylesin ya da sussun." (Buhârî, Edeb, 31)
’Güvenilir olmayan kimsenin (kemal derecesinde) imanı da yoktur. Ahde vefakâr olmayan kimsenin (kemal derecesinde) dini yoktur.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.19, s.375, h.no:12383)
Güzel ahlakı kazanmanın yolu ve ehemmiyeti
Nefiste var olan çirkin ahlaklardan; Cenâb-ı Hakk’ın yardımı, bir mürşid-i kamilin terbiyesi ve ferdî gayret ve çaba olmadan kurtulmanın imkânı yoktur. Allah’a hamd olsun, bu yolda terbiye kuvveti mevcuttur. Terbiye ve tezkiye maksadıyla bu yola intisap eden kimsenin, ’itaati’ kendisine ahlak edinmesi lazımdır. Bu iş oyuncak değildir. Bu, iman davasıdır. Çünkü güzel ahlakın karşılığı ’iman’dır. Kişi kalbinde kibir ahlakı kaldığı müddetçe Efendimiz (s.a.v.)’in: ’Kalbinde, kibirden zerre ağırlığınca bulunan kimse cennete giremez.’ (Müslim, Îmân, 39) hadisi mucibince cennete giremez, Cenâb-ı Hakk’ın rızasını bulamaz.
Haset de böyledir. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Hasetten sakının! Zira haset, ateşin odunu yediği gibi sevapları yer (tüketir).’ buyurarak ümmetini hasetten sakındırmıştır. (Ebû Dâvûd, Edeb, 52)
Hiç kimse ’bende bu ahlaklar yok’ diyerek nefsini temize çıkarmasın. Zira her nefis sahibinde bu çirkin ahlaklar mevcuttur. Bazı yaşlı insanları görürsünüz. Hayatının son demlerindedir; fakat dünyaya 25 yaşındaki gençten daha kuvvetli tutunmuştur. Yalan söyler, Allah’ın emirlerini yerine getirmez, dünyalığa tamah gösterir. Ona bunu yaptıran mal hırsı, tul-i emel ve dünyaya bağlılıktır. Çünkü nefsi terbiye olmamış, kalbi ilk günkü gibi dünya sevgisiyle dopdoludur.
İşte tasavvuf terbiyesi, nefsi çirkin hallerinden kurtarıp, Allah’ın razı olduğundan razı olacak bir hale sevk etmeyi amaçlar. O yüzden güzel ahlak, her salikin kavuşması gereken bir kıymettir. Rabbim bu güzel maksada hepimizi ulaştırsın!
Çirkin ahlakı ortaya çıkaran kuvvet
Mübarek efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.), ’İslâm’da Zikir ve Rabıta’ eserinde nefsin merhalelerini açıklamıştır. Emmare nefsin ahlaklarının manada (yani rüya ve seyir âleminde) tezahürü hep vahşi hayvanlardır. Mesela kalbinde kibir bulunan bir insan, rüyasında aslan, kaplan vb. yırtıcı hayvanlarla meşgul olur. Diliyle başkalarını inciten, akrep, yılan görür. Bu, diliyle insanlara eziyet eden, yalan konuşan bir ahlakın sahibini anlatır. Bunlar, çirkin ahlakların mana âlemindeki tezahürleridir. Bunları ortaya çıkaran ise; hak olan kuvvet, yani Cenâb-ı Hakk’ın isimlerini zikredip salih amele tutunmaktır. İşte Allah’ın zikrinin bereketi ve mürşidin nazarı salikin kalbinde yerleşmiş olan çirkin ahlakları ortaya çıkarır.
Rüya ve seyir halleri, bu ahlakların bilinmesinde sadece birer vesiledir. Bunlar olmadan da mürşit, Allah’ın izniyle salikin hallerine bir bir muttali olabilir. Mübarek efendim, dergâhına gelen kimsenin hal ve maksadını birçok defa söylemesine gerek kalmadan Allah’ın izniyle biliyordu. Bu, mübarek efendimin kerametlerinden, kendisine bahşedilen ilimlerdendir.
Şu hadise, buna çok güzel bir misaldir: Bir defasında cemaatle alakası olmayan bir kişi mübareğin hakkında ileri geri konuşuyor ve akabinde ağzı eğiliyor. Şifa bulamayınca ve bir vesileyle Efendi Hazretlerinin hastaya okuyup da Cenâb-ı Hakk’ın şifa verdiğini işitince elinde olmadan huzuruna geliyor. Mübarek efendim: ’Bu hal sana nasıl arız oldu?’ diye sorunca, o kimse: ’Efendim, işyerinde çalışıyordum. Çalıştığım esnada pencere açık kalmış, cereyanın etkisiyle bu hal bana isabet etti.’ diyor. Rahmetli efendim dinliyor, sözü bitince diyor ki: ’Oğlum, sen aynaya baktığın zaman kendini görür müsün?’ O kişi: ’Evet, görürüm tabi!’ diyor. Mübarek: ’Oğlum, şu anda ben de senin kalbini öyle görüyorum!’ diyor. Böyle deyince o kişi başını önüne eğiyor. Yaptığı hatadan dolayı özür diliyor, helallik istiyor.
Peygamberimizin güzel ahlakla ilgili duaları:
Güzel ahlakla muttasıf olan Efendimiz (s.a.v.), Cenâb-ı Hak’tan güzel ahlakı talep edip çirkin ahlaktan da O’na sığınarak ümmetine örnek olmuştur. Makalemizi, Efendimiz (s.a.v.)’in fem-i şeriflerinden dökülen dualarla sonlandırmak istiyoruz:
’Allah’ım! Yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlâkımı da güzel kıl.’ (Taberânî, Kitâbu’d-Duâ, Bâbu’l-Kavl İnde’n-Nazar Fi’l-Mir’âti, c.2, s.983, h.no:404)
’Allâhummehdinî liahseni’l-a’mêli ve ahseni’l-ahlêgi lê yehdî liahsenihê illê ente. Ve gınî seyyie’l-a’mêli ve seyyie’l-ahlêki lê yegî seyyiehê illê ente / Allah’ım! Beni amellerin en güzeline ve ahlakların en güzeline ilet. Onların en güzeline ancak Sen iletirsin. Ve beni, amellerin kötüsünden ve ahlakların kötüsünden koru. Onların kötüsünden ancak Sen korursun.’ (Nesaî, İftitâh, 16)
’Allâhumme innî eûzu bike mine’ş-şigâgi ve’n-nifêgi ve sûi’l-ahlêgi / Allah’ım! (Hakka) muhalefet, nifak (yani iki yüzlülük) ve ahlakın kötülüğünden Sana sığınırım.’ (Nesaî, İstiâze, 21)
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.