Özlenen Rehber Dergisi

106.Sayı

Fethin Görünmez Mimarı, Akşemseddin Hazretleri,

Tahir Türkmen Özlenen Rehber Dergisi 106. Sayı
Unutulmayanlar
’Bir şâha kul oldum ki cihân ona gedâdır.’
Fatih Sultan Mehmet
Fethin görünmez mimarı
Akşemseddin Hazretleri
( Doğum: 1390 / Vefat:15 OCAK 1460 )

Bu aşkı ben bilmez idim
Bu bir acep sevda imiş
Bir zerresi ay ve güneş,
Bir katresi derya imiş.

Bu aşk imiş varlık kamu,
İyi, yavuz, uçmak tamu
Geri kalanı ey amu
Tek bir kuru kavga imiş.

Gah yel gibi döner imiş
Gah od olup yanar imiş.
Gah toz olup tozar imiş
Gah yağmur gah kar imiş.


Osmanlılar zamanında yetişen büyük evliya ve İstanbul’un manevi fatihi. İsmi, Muhammed bin Hamza’dır. Saçının sakalının ak olması veya beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin lakaplarıyla meşhur olmuştur. Evliyanın büyüklerinden Şihabüddin Sühreverdi’nin neslinden olup, soyu Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddik’a kadar ulaşır. 1390 (H. 792) senesinde Şam’da doğmuş. 1460 (H.864)da Bolu’nun Göynük ilçesinde vefat etmiştir.
Babası Şeyh Hamza (Kurtboğan adıyla meşhurdur) âlim biridir ve oğlunu mükemmel yetiştirir. Mübarek, dudak uçuklatacak kadar zekidir. İlmi alanlarda hızla ilerler ve genç yaşta müderris olur. Osmancık medreselerinde talebe okutur. Evet yörede hatırı sayılır bir âlimdir, ancak işin hâkikatına varmak ister. Bunun tek yolu vardır ’ledün ilminde mütehassıs bir velinin’ huzurunda diz çökmek.
Arar, sorar, haberler uçurur dört bir yana. Zihninde iki isim berraklaşır. Bunlardan bir tanesi Halep’teki Zeynüddin Hafi Hazretleridir. Diğeri Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli (k.s.). Akşemseddin Hazretleri yakından başlar. Önce Ankara’ya gider. Ancak Hacı Bayram Hazretlerini kapı kapı teberrû toplarken görür ve yıkılır. ’Neden’ini, ’niçin’ini sormaz bile, oracıktan döner, yürür Halep’e. Ancak yolda gördüğü rüyalarda, nasibinin Hacı Bayram-ı Veli (k.s.) elinden olduğu işaret edilir. Hatta zincirlerle çekilir ki, uyandığında izi vardır boynunda. Şaşkınlık ve pişmanlık içinde Ankara’ya döner. Yüce veliyi orak tırpan çalışırken bulur. Mübarek garibin birine yardım eder ki kan ter içindedir. Akşemseddin bin pişmandır, boyun büker... Ve kavuşur affa. Hacı Bayram Hazretleri bu mütevazı talebesini çok sever, O’na hususi bir ihtimam gösterir.
Fetih-Fatih ve Akşemseddin...

İstanbul gibi bir şehri almak kolay değildir. Dev surlar, haçlı yardımları, derin hendekler, aşılmaz zincirler, Rum ateşi denen bela ve güçlü düşman. Bunlar bilinen şeylerdir ve Fatih her birine tedbir düşünür. Ancak, bazı komutanlar (ki birçoğu baba emanetidir) zafere inanmazlar. Açıktan açığa ’Bu devletin askerine, akçesine yazık değil mi canım?’ derler, ’Maceranın sırası mı şimdi?’
Genç sultanı Bizansla boğuşmak değil, yanındakilerle uğraşmak yorar. Yemeyi içmeyi unutur, uykuyu dağıtır. Kendini fena yıpratır. Geceler boyu ağlar ki yastığı hiç kurumaz. Muhasara başlayalı 50 gün geçer, lâkin gözle görülür bir ilerleme yoktur. Rumlar yıkılan surları anında yapar, o acayip ateşleri ile zemini değil, suyu bile yakarlar. Fidan gibi yiğitler ardı ardına düşerler toprağa. Sultan Mehmet kalabalıklar içinde yalnızdır. Hatta zaman zaman kuşatmayı kaldırmayı düşünür.
Akşemseddin hazretleri onun zihninden geçenleri okur. ’Sakın ha!’ der, ’Asla vazgeçme!’ Zira o, müjdeyi Hızır Aleyhisselam’dan alır. Zaferden zerre kadar şüphesi yoktur. Şehir düşünce, Fatih derin bir nefes alır, büyük güç ve itibar kazanır. Genç sultanın şimdi tek arzusu vardır. Mihmandâr-ı Rasûlullah Hâlid bin Zeyd’in kutlu kabrini bulmak.
Bir keşif ehli...
Akşemseddin Hazretleri kuşatmanın sürdüğü sıralarda türbenin bulunduğu noktaya bir nur indiğini görür. Fatih’i o mahalle götürür. Kısa bir murakabenin ardından iki çınar dalını toprağa diker ve kendinden emin bir ifadeyle. ’Büyük sahabe bunların arasında yatıyor!’ der. Ancak etraftan ’ne malum?’ diyenler olur. Hatta birileri padişaha akıl öğretirler. ’Bu dalları başka bir yere diktir bakalım’ derler, ’ihtiyar molla fark edebilecek mi?’ Fatih denileni yapar, hatta ilk işaret edilen yer kaybolmasın diye mührünü gömdürür. Ama Akşemseddin dallara bakmaz bile, ertesi gün milimi milimine ilk gösterdiği noktaya yönelir. Hatta bir ara durur ’Sultanımızın mührü’ der, ’Ne arıyor orada?’
Büyük veli bakar, bu mevzu çok tartışılacak, şüpheye mahal bırakmaz. ’Kazın!’ buyururlar. Toprağın bir kulaç altından yeşil somaki bir taş çıkar. Üstünde kûfi harflerle ’Hâzâ kabri Halid bin Zeyd’ yazılıdır. Kalabalık bir hoş olur. Derhal türbe ve mescid hazırlıklarına girişirler.
Hekim Akşemseddin...

Akşemseddin ayrıca iyi bir hekimdir de. "Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur." diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobun tarifini o yapmıştır.
Pasteur’un teknik aletlerle Akşemseddin’den dört asır sonra varabildiği neticeyi dünyada ilk defa haber veren yine odur. Buna rağmen mikrop teorisi Pasteur’a mal edilmiştir. Aynı zamanda ilk kanser araştırmacılarından olan Akşemseddin, o devirde ’seratan’ denilen bu hastalıkla çok uğraşmıştır. Sadrazam Çandarlı Halil Paşanın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi’yi tedavi etmiştir. Ayrıca hangi hastalıkların hangi bitkilerden hazırlanan ilaçlarla tedavi edileceğine dair bilgiler ve formüller ilk olarak ortaya koyan da o dur.
Mürşid Akşemseddin...

Akşemseddin, zahirî ve batınî ilimleri bilen birçok âlim yetiştirdi. Oğulları Muhammed Sa’dullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nurullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Miru’l-Huda ve Muhammed Hamdullah ile Harizatü’ş-Şami Mısırlıoğlu, Abdurrahim Karahisari, Muslihuddin İskilibi ve İbrahim Tennuri bunlardan bazılarıdır.
İslambol (İstanbul)’dan kaçış...
Günler geçer, Fatih, Akşemseddin Hazretleri’ne sıkça gelip gitmeye başlar. Öyle ki devlet işleri oyuncak gelir gözüne. Sarayı, otağı bırakıp döşeği tekkeye sermeye niyetlenir. Nitekim bir gün ’N’olur’ der, ’Beni de dervişleriniz arasına alın’.
Akşemseddin, hani Fatih’e baba muamelesi yapan o gül yüzlü muallim birden ciddileşir, celalli bir edayla ’Hayır!’ der, ’Osmanoğullarının dervişe değil, sultana ihtiyacı var!’
Ama Sultan Mehmed’i iyi tanır. Yine gelecek, hem bu kez ısrar edecektir. Buna fırsat vermez. Pılısını pırtısını toplamadan uzaklaşır İstanbul’dan. O yıllarda kuş uçmaz, kervan geçmez bir kuytu olan Taraklı’ya çekilir, sonra Göynük civarlarına yerleşir, kendi halinde talebe yetiştirir. Ama duaları Fatih’le birliktedir.
’Efendi göçtü...’

Akşemseddin Hazretleri bir gün oğlu dört yaşındaki Hamdi Çelebi’yi dizine oturtur. Minik yavru bülbül gibi Kur’an okur. Mübarek bir ara hanımına döner. ’Biliyor musun?’ der, ’Aslında dünyanın mihneti, zahmeti çekilmez ama şuncağızın yetim kalmasına dayanamam. Yoksa çoktaaan göçerdim!’ Hanımı omuz silker. ’Amaaan efendi’ der, ’sen de göçemedin gitti yani.’ Mübarek ’İyi öyleyse!’ deyip kalkar. Göynüklülerle helalleşir ve mescide çekilir. Talebelerine ’okuyun’ buyururlar. Bir ara gözleri kapanır, yüzü aydınlanır. Kolları yana düşer ve berrak bir tebessüm oturur dudaklarına. Müridleri eve koşarlar ’Başınız sağolsun.’ derler, ’Efendi göçtü!’
Hazret Göynük’teki tarihi Süleyman Paşa Caminin bahçesine defnedilir. Daha sonra oğullarının kabri ile beraber bir türbe içine alınır.
Akşemseddin Hazretlerinin Nasihati:

’Her işe besmele ile başla.
Temiz ol, daim iyiliği adet edin, tembel olma, namaza önem ver.
Nimete şükür, belaya sabret.
Dünyanın mutluluğuna mağrur olma.
Ömrüm uzun olsun dersen, kimseye kızma, eziyet etme.
Kimsenin nimetine haset etme. Senden üstün olan kimsenin önünden yürüme.
Tırnağını asla dişinle kesme.
Çok uyumak kazancın azalmasına sebep olur.
Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma.
Gece uyanık ol, seher vakti Kur’ân-ı Kerim oku. Zikrin daima hamd-i Hüda (Allahü Teâlâ’ya hamd etmek) olsun.
Hem Cehennem azabından endişeli ol.
Hasedi terk et, kendini başkalarına medh etme. Namahreme (harama) bakma, harama bakmak gaflet verir.
Kimsenin kalbini kırma.
Düşen şeyi alıp (temizleyerek) yersen fakirlikten kurtulursun.
Edepli, mütevazı ve cömert ol.
Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir.
Yalnız bir evde yatmaktan sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur.’

Eserleri:
1) Risaletü’n-Nuriyye: Tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevap mahiyetindedir. Arapça olup, kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
2) Def’ü Metain,
3) Risale-i Zikrullah,
4) Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli,
5) Malumat-ı Evliya,
6) Maddetü’l-Hayat,
7) Nasihatname-i Akşemseddin.


Kaynaklar
1) Ali İhsan Yurd, Dr. Mustafa Kaçalın, Akşemseddin, Hayatı ve Eserleri, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay., İst., 1994.
2) Ayşe Yücel, Akşemseddin’in Fikir ve Felsefe Dünyası, Gazi Üniv. Sos. Bil. Ens. Basılmamış doktora tezi, Ankara, 1993.
3) Dr. Vahid Çabuk, Solakzâde Tarihi, Kültür Bak. Yay., c.I, Ank., 1989.
4) Orhan F. Köprülü, Mustafa Uzun, ’Akşemseddin’, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c.2, s. 29930


Hazret’in Şeyhi Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerine yazdığı şiiri...
Âşık oldum sana candan
Hacı Bayram pirim sultan
Gönül himmet umar senden
Hacı Bayram pirim sultan

Irak mıdır yollarımız
Taze midir güllerimiz
Hub söyler dillerimiz
Hacı Bayram pirim sultan

Sensin Allah’ın velisi
İki cihanın dolusu
Evliyaların ulusu
Hacı Bayram pirim sultan

Al yeşil sancağı kalkar
Türbesi mis gibi kokar
Altın şem’aların yakar
Hacı Bayram pirim sultan.

Akşemseddin der varılır
Azîm tevhidler görülür
Yılda bir çağı bulunur
Hacı Bayram pirim sultan.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.