İ.H.L’LER VE MESLEKİ DİN EĞİTİMİ…
Din hizmetlerinde ve din eğitim-öğretim faaliyetlerinde görev alacak elemanların yetiştirilmesi için yapılan eğitime ’meslekî din eğitimi’ denilir.
Namaz kıldırmak üzere camilere imamların tayin edilmesi ve bunların nafakaları için maaş bağlanmasına Hz. Ömer (r.a) zamanında başlanmıştır. Daha sonraki dönemlerde din görevliliği, müezzinlik, nikâh, cenaze, çocuk okutma gibi işlerin de yürütüldüğü bir meslek haline gelmiştir.
Ülkemizde orta öğretim düzeyinde İmam Hatip Liseleri, yüksek öğretim düzeyinde ise, İlahiyat fakülteleri, mesleki eğitim veren kurumlardır.
Osmanlının son zamanlarında Batı kültürü, inancı ve düşünceleri toplumu temelinden sarsmaya başlayınca, İslam dininin kemaliyat, yeterlilik ve yüceliğini anlatma gereği ortaya çıktı. İşte bu bağlamda 1 Ekim 1913 tarihinde neşredilen ’Islâh-ı Medâris’ Nizamnamesi ile medreseler yeni bir programa kavuşturulurken, ’Medresetü’l-Vâizîn’ (Vaizler Okulu) ve ’Medresetü’l Eimme ve’l-Hutabâ’ (İmamlar ve Hatipler Okulu) isimleri altında iki okul açılmıştır. Bu okullar bugünkü İmam Hatip Liselerinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Vaizler Okulunun amaçlarında yer alan şu ifadeler dikkat çekicidir: ’Ahkâm-ı Aliyye-i Ku’âniye ve Sünnet-i Seniyye-i Nebeviye dairesinde mevâiz-i hasene-i içtimaîye icrasıyla, Dîn-i Mübîn-i İslam’ın müessis-i medeniyet ve fazilet olduğunu cihân-ı insaniyete neşredebilecek erbâb-ı kemâl-i yetiştirmek.’ Ancak ne yazık ki gerek eğitim çevrelerinde gerekse halk nezdinde hak ettiği ilgi ve değeri bulamamış olan bu okullar, daha sonra ’Medresetü’l-İrşad’ adı altında birleştirilerek tek okul haline getirilmiş, ancak bu okul da savaş yıllarının sıkıntılarından dolayı bir varlık gösteremeden 1924 yılına kadar devam edebilmiştir. Bu medreselerin ilgi görmemesinin ardında yatan neden sözde aydın olan tabakanın ’medreseler iflah olmaz’ düşüncesiyle bu kurumları gözden çıkarmış olmalarıdır.
Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924 tarihinde ise ’Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ kabul edilmiştir. Bu kanunla bütün medrese ve mektepler, ’Maârif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığına) bağlanmıştır. Aynı zamanda medreselerin tamamen kapatılması anlamına gelen bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte ’Maârif Vekâleti’ne devredilen 479 medrese kapatılmış oldu. Bunlardan durumu uygun görülen 29 tanesi ise İmam-Hatip mektebine dönüştürülmüştür.
Bu arada tekke ve zaviyelerin kapatılması, kılık-kıyafet kanunu, bazı unvanların kullanılmasının yasaklanması, alfabenin değiştirilmesi v.b düzenlemeler her alanda etkisini göstermişti. Osmanlı döneminden gelen sosyal gruplardan bir kesim, devrimleri alkışlayıp yapılmakta olan değişimlere din değiştirme talebi ölçüsünde gaz vermeye çalışırken, toplumun diğer kesimi ise endişe ve şaşkınlık içerisinde yönetime güven duymuyor, yapılanları şüpheyle karşılıyordu. Bu karışık ortamda medrese öğrencileri okullarının kapatılmasıyla ortada kalmış, bunlardan az bir kısmı kendilerini İmam-Hatip mektebi öğrencisi olarak bulabilmişlerdi. Bu öğrenciler daha ne olup bittiğini anlayamadan, sarıklı, cüppeli, sarıklı hocalarının yerine karşılarında, papyonlu, fraklı, fötr şapkalı öğretmenler bulmuşlardır. Olanlar bu kadarla kalmamış, derse giren bu yeni görüntülü modern öğretmenler, irtica ve yobazlık olarak niteledikleri geleneksel Müslümanlığı hakaretlerle, ağır ifadelerle karalayarak söze başlamışlardır. Öğrenciler ise bu hakaretlerin hedefinde eski hocalarını, ailelerini ve kendilerini bulmuşlardır.
Bu olup bitenler karşısında veliler böyle bir tablo ile yüz yüze kalınca, İmam-Hatip mektepleri dindar kesim tarafından gözden çıkarılmış idi. Değişim rüzgârına kapılan diğer kesim ise çocuklarını zaten bu okullara göndermiyordu. Üstelik dini hayata karşı kayıtsızlık, resmi makamlarca da teşvik ediliyordu. Din görevlileri devlet memuru sınıfından çıkarılmış, imamlık ve hatiplik görevleri, tamamen fahri olarak veya maaşı halk tarafından karşılanan kimseler tarafından yürütülmeye başlanmıştı. Bundan başka 1927 yılında, bütün ortaokul ve liselerdeki din dersleri resmen kaldırılmıştı. Bu durumda, İmam-Hatip mekteplerinin kapatılması, beklenilen sonuç idi ve öyle de oldu. O dönemlerde ’Maârif Vekâleti’ (Milli Eğitim Bakanlığı) medreseler gibi, Kur’an kurslarını da kendi uhdesine almak istemiş, fakat Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi bunların meslek okulları olarak kendi emrinde kalmasını sağlamayı başarmıştı. Böylece zaten az sayıda olan Kur’an kursları da, medreselerin akıbetine uğramaktan kurtulmuş oldu.
Kapatılmaktan kurtulan Kur’an kurslarında, zaten yeterliliği tartışılır olarak yetişen kimseler, toplumdaki mesleki din eğitimi ihtiyacını karşılamakta da yetersiz kalmışlar idi. Mesleki din eğitimi alanındaki bu boşluğun, ileride ülkenin sosyal yapısında telafisi çok güç açıklar meydana getireceği belli iken, bu konuda duyarsız kalınması ise dikkat çekicidir. Yahya Kemal Kaya, dini terbiye ile yetişmemiş Kemalistlerin, Kur’an’ı anlayıp halka gerçekçi açıdan yorumlayacak aydın din adamları yetiştirme işini ihmal etmelerini bir eksiklik olarak görmektedir. Bu eksiklik ileriki yıllarda kendini çok acı hissettirmiştir, öyle ki, din hizmetleri cahil kimselerin eline kalmış, köylerde çoğu zaman ölüleri gömmek için bir hoca bulunamaz olmuştur. Ahmet Akseki, Diyanet İşleri başkanı iken 1950 yılında hazırlayıp hükümete sunduğu raporunda, feryat edercesine bu acı gerçeği şöyle dile getirmiştir: ’Aradan uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen Milli Eğitim Bakanlığı kanunla taahhüt ettiği vazifeyi yapmamış, yapamamış ve Diyanet İşleri Başkanlığını yakinen ilgilendiren dini vazifelerde istihdam edilecek hiçbir eleman vermemiş olması ve başkanlığın da bu güne kadar din adamlarını yetiştirecek mesleki bir müesseseye sahip bulunmaması yüzünden, bugün memleketin birçok yerlerinde hakiki ve münevver bir din adamı bulmak şöyle dursun, camilerde mihraba geçerek halka namaz kıldıracak, minbere çıkıp hutbe okuyacak bir imam ve hatip bile bulunamamaktadır. Hatta bazı köylerimizde, ölenlerin teçhiz ve tekfini ile ebedi istirahatgâhlarına tevdi gibi en basit dini bir vazifeyi ifa edecek kimseler dahi bulunamamakta ve cenazelerin kaldırılmadan günlerce ortada kalmakta olduğu senelerden beri işitilmekte ve görülmektedir. Bir taraftan halkın sık sık müracaatları, diğer taraftan İslami ilimlere, usûl ve fürûa vakıf olmayan ve zamanın icaplarını, halkın ihtiyaçlarını idrak etmeyen kimseleri din mürşidi sıfatıyla vaiz ve müftü tayin edip de halk arasına salıvermekteki milli ve manevi mesuliyeti düşünerek adeta hayal kırıklığına uğruyor ve vicdan azabı duyuyoruz.’ (Akseki, 1951)
İLAHİYAT FAKÜLTELERİ VE MESLEKİ DİN EĞİTİMİ…
İlk İlahiyat Fakültesi 1924 yılında Dârü’l-Fünûn bünyesinde açılmış ve öğretime başlamıştır. Ancak öğrencisizlikken dolayı 1933 yılında kapatılmıştır. Daha sonra ise 1949 yılında tekrar açılmıştır. İlk açılan bu İlahiyat Fakültesinin öğrenci bulamamasından dolayı kapanmasının ardındaki neden, İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinin hazırladığı bir rapordur. Bu rapor şöyledir;
1- Camilerde sağlık şartlarına uygun ibadet yapılabilmesi için buralara sıralar, elbiselikler konulmalı, içeriye ayakkabılarla girilmesi özendirilmelidir.
2- Bütün ibadetler, ayinler, dualar Türkçe yapılmalıdır.
3- Mabetlerde çağdaş enstrümantal musikiye kesin olarak ihtiyaç vardır, mabetlere musiki aletlerinin konulması gerekmektedir.
4- Bütün ıslahat tedbirlerini gerçekleştirecek projelerin bir ilim merkezi tarafından hazırlanması gerekir. Bu ilim merkezi ise İlahiyat Fakültesidir.
Raporun son cümlesi şöyledir; ’işte ancak bu suretle/bunları yaparak Cumhuriyetin bir ilim müessesesi olan İlahiyat Fakültesi, vatana karşı borçlu olduğu medeni ve asri vazifeyi yapmış olacaktır.’
İşte bu rapor dindar halk üzerinde şok etkisi yapmış, İlahiyat Fakültesine başlangıçta iyi düzeyde olan halkın ilgisi kesilmiş ve böylece kendi sonunu hazırlamıştır.
(Bu yazıyı, Prof. Dr. Suat Cebeci ile yaptığımız sohbetlerden ve kitabından esinlenerek kaleme aldım.)
Meslekî Din Eğitimi Alanında 'İmam Hatip Lisesi, İlahiyat Fakültesi' ve 'Yakın Tarih'ten Bir Nebze?
Özlenen Rehber Dergisi 106. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.