Özlenen Rehber Dergisi

106.Sayı

Alışkanlık, Günahlara Karşı Hissizlik ve Günahı Küçümseme Günahı

Nurettin TAHİR Özlenen Rehber Dergisi 106. Sayı
عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- أَنَّهُ قَالَ: اَلْخَيْرُ عَادَةٌ وَالشَّرُّ لَجَاجَةٌ
Rasûlullah (s.a.v.)’den rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: ’Hayır, alışkanlıktır. Şer ise düşmanlıktır.’
(İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
’Hayır’; insan fıtratına uygun, aklın hoş karşıladığı, Allah rızası kazanmak maksadıyla yapılan ve karşılığı sevap olan iyiliklere denir.
’Şer’ ise; hayrın zıddına, fıtrata muvafık olmayan, akla çirkin gelen, içeriği Allah’a ve Rasûlü’ne isyan olan her türlü kötü iştir. Şer, isyandır, nefsin arzularına uymak suretiyle Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine karşı gelmektir.
’Âdet’ yani alışmak, alışkanlık kazanmak, insanda var olan bir tabiattır. Bu tabiatın gereği olarak hangi iş olursa insanın onda devamlı ve sebat ehli olabilmesi, ancak ona alışmasına bağlıdır.
Şu halde bir kulun felah ehli olması, yani Allah’ın rızası, cennet vb. umduğu nimetlere nail; Allah’ın gazabı, cehennem azabı vb. korktuğu kötü akıbetlerden de emin olabilmesi için ’hayır ehli, hayır sahibi salih bir insan’ olması gerekir. Bunun içinse hayra alışmak lazımdır. Zira Efendimiz (s.a.v.): ’Hayır, alışkanlıktır. Şer ise düşmanlıktır.’ (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17) buyurmuştur.
Efendimiz (s.a.v.), bu hadisleriyle Cenâb-ı Hakk’ın insanın tabiatına yerleştirdiği bu haslete işaret ederek salihlerden olma yolunu ümmetine göstermiştir. O’nun rahle-i tedrisatında yetişen âlim sahâbe Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) da:
تَعَوَّدُوا الْخَيْرَ فَإِنَّ الْخَيْرَ بِالْعَادَةِ
’Hayra alışın, zira hayır alışmakladır.’ (Taberânî, Kebîr, c.4, s.494, h.no:8668) demiştir. İbn-i Mes’ûd (r.a.), bu sözünde; fıtrat üzere olan kalbin kolaylıkla ve memnuniyetle kabul edeceği hayrın devamlı olabilmesi için, alışkanlığın şart olduğunu belirtmiştir.
Hayırdan maksat; insan fıtratına uygun, aklın hoş karşıladığı, Allah rızası kazanmak maksadıyla yapılan ve karşılığı sevap olan her çeşit ibadet, edep, güzel ahlâk ve salih amel olduğuna göre, bir mü’mine düşen görev; bütün bunlara; tecrübe, sabır, sebat ve devamlılıkla alışmaktır.
Bu, hayırlarda böyle olduğu gibi şer işlerde de böyledir. Kişi devamlı olarak yaptığı, bırakmak için gayret sarf etmediği, tevbeye başvurup Cenâb-ı Hakk’a dönüş yapmadığı günahlara, şer olan amel, söz ve ahlâklara alışır. İsyan etmek artık ona kolay gelir. İşte bir kul için en tehlikeli hal budur. Zira belirli bir zaman sonra kişinin devamlı surette yaptığı günahlar kalbinin kararmasına, tevbenin hatırına gelmemesine, gelse ve istese dahi tevbe edememesine, salih amel işleyememesine, günahları terk edememesine neden olur. Devamlı yapıldığı için günahlar, kişi için artık normal bir iş halini alır, tabiat ve ahlak haline gelir. Günahlara alışmak ve devamlı yapmak; şehvete, heva-i nefse eklendiği vakit şeytan ve nefsin iki kuvveti olmuş olur. Bu nedenle artık dinin zorlaması onu söküp atmağa güç yetiremez. O kişi âyet duyar, hadis dinler, vaz-u nasihatlere kulak verir; ama yine de bu günahları terk etmeğe kendisinde güç ve takat bulamaz.
Gıybet, yalan, riya, kalp kırmak, kötü özler konuşmak, aldatmak vb. günahlar, bugün toplumun büyük bir kesimi tarafından sürekli işlendiğinden ve adet halini aldığından artık bunlardan ayrılmak cidden zor hale gelmiştir. Zamanla Müslüman toplumu, bunları küçük görmeye, hafife almaya, bu günahları işleyen kimseleri uyarmamaya, tenkit etmemeye başlamışlardır. Hatta yalan, riya, aldatma vb. yollarla kendilerine ve yakınlarına menfaat sağlamayanlar veya zararı defetmeyenler toplum tarafından tenkit edilir, ayıplanır hale gelmiştir.
İmam Gazâlî (rh.a.) bu hususta kendi zamanında şahit olduğu hali misallendirerek şöyle vasfetmektedir:
’Tekrar etmesi ve görülmesi sebebiyle bir şeyin kalpten düşmesine delalet eden şeylerden biri de (şudur): Muhakkak ki insanların çoğu, bir müslümanı Ramazan (ayın)ın gündüzünde oruç yerken gördükleri zaman, bu hâdiseyi o kadar çirkin görürler ki neredeyse itikatları kendilerini onu tekfir etmeye sevk eder. Hâlbuki bu kimseler (beş vakit) namazı vaktinde kılmayan birçok kimseleri görürler de tabiatları bu (namaz kılmaya)nlardan, oruçlarını geciktirenlerden nefret ettiği gibi nefret etmez… Bunun tek sebebi, namazın çokça tekrar edişi ve onu önemsememenin artmış olmasıdır ki (bu durumun çokça) görülmesinden dolayı kalpten düşer. Yine bu nedenle fakîh bir kimse ipekli bir elbise giyse veya altın bir yüzük takınsa veya gümüş bir kaptan içse nefisler bunu çirkin görür, şiddetle inkâr ederler. Hâlbuki uzun süren bir mecliste insanların gıybetinden başka bir şey konuşulmadığı görülür de kimse bunu çirkin görmez. Oysa gıybet zinadan daha şiddetlidir.’ (Gazâlî, İhyâ Ulûmi’d-Dîn, c.2, s.231)
Câbir b. Abdillâh ve Ebî Saîd el-Hudrî (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Gıybet, (günah bakımından) zinadan daha şiddetlidir.’ (Sahâbeler tarafından): ’(Bu) nasıl olur?’ dendi. (Rasûlullah buna cevaben): ’Kişi zina eder, sonra tevbe eder, Allah da tevbesini kabul eder. Gıybet sahibi ise, gıybet ettiği kişi kendisini affedinceye kadar affedilmez.’ buyurdu. (Taberânî, Evsat, c.5, s.63, h.no:6590)
’Şu halde (zinadan daha kötü olan gıybet, günah bakımından), ipekliyi giymekten nasıl daha şiddetli olmaz? Fakat gıybeti çokça işitmek ve gıybetçileri çokça görmek, gıybetin kalpteki tesirini düşürüp kolaylaştırmıştır.’ (Gazâlî, İhyâ Ulûmi’d-Dîn, c.2, s.232)
İbn-i Âbidîn (rh.a.) de Reddû’l-Muhtâr isimli eserinde şöyle demektedir:
’Yalan söyledikten ve gıybet ettikten sonra (abdest almak menduptur.) Zira o ikisi manevi necasetlerden (pisliklerden)dir. Bu sebeple hadiste varit olduğu gibi yalancıdan fena bir koku çıkar, koruyucu melek o kimseden uzaklaşır.’ (İbn-i Âbidîn, Raddu’l-Muhtâr Ale’d-Durri’l-Muhtâr, c.1, s.197)
إِذَا كَذَبَ الْعَبْدُ تَبَاعَدَ عَنْهُ الْمَلَكُ مِيلًا مِنْ نَتْنِ مَا جَاءَ بِهِ
İbn-i Ömer (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Kul yalan söylediği zaman, söylediği yalanın meydana getirdiği fena kokudan dolayı melek kendisinden bir mil uzaklaşır.’ (Tirmizî, el-Birru Ve’s-Sıla, 46)
Başka bir hadis-i şerifte de gıybet hakkında şöyle varit olmuştur: Câbir b. Abdillâh (r.a.) anlatıyor: Nebi (s.a.v.) ile beraberdik. Bu sırada ağır bir leş kokusu yükseldi. Rasûlullah (s.a.v.): ’Bu kokunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapanların kokusudur.’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.23, s.97, h.no:14784)
’Buna alıştığımız ve burunlarımız bu koku ile dolduğu için bu bize ayan olmuyor. Tıpkı deri tabaklayıcıların bulunduğu yerde oturan kimseler gibi.’ (İbn-i Âbidîn, Raddu’l-Muhtâr Ale’d-Durri’l-Muhtâr, c.1, s.197) Tabakların bulunduğu semtte oturan kimse bir müddet sonra oradan yükselen çirkin ve ağır kokuyu duymaz, hissetmez hale gelir. Zira artık o kokuya burunları alışmıştır.
İnsanın fıtratını en iyi bilen Rabbimiz, takva sahibi mü’minlerin vasıflarını anlatırken: وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ ’İşledikleri (günah) üzerinde bile bile ısrar etmeyenlerdir.’ (Âl-i İmrân, 3/135) buyuruyor.
Şu halde; birçok tehlikeli fitne ve günahın meşrulaştırıldığı, kolaylıkla işlendiği ve tabi bir halde aldığı günümüzde imanını muhafaza edebilmesi için bir mü’mine düşen; büyük küçük demeden günahın her türlüsünden, şüphelilerden şiddetle kaçınmasıdır. İnsanlığı icabı bir hata işlediğinde ise hemen pişman olmalı, gözyaşı dökerek tevbe etmeli, bir daha o günaha dönmemeye azmederek Rabbine söz vermelidir.
GÜNAHI KÜÇÜMSEME GÜNAHI
Bununla birlikte diğer mühim bir husus da ’Günahları Küçümseme Günahı’na düşmektir.
Günah, mana itibariyle Cenâb-ı Hakk’ın emir ve nehiylerine muhalefet etmek, başkaldırmak, isyan etmek demektir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde günahın küçüğü ve büyüğü olmaz, zira günahın aslına bakıldığında; kul ister büyük ister küçük günah işlemekle Rabbine muhalefet içerisindedir. Buna işaret eden bir haberde Evzâî (rh.a.), Bilâl b. Sa’d (rh.a.)’den şöyle rivayet etmiştir: ’Hatanın küçüklüğüne bakma. Lakin kime isyan ettiğine bak.’ (Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s.460)
Cenâb-ı Hak, gazabını günahlar içinde gizlemiştir. Bu nedenle küçük sanılan bir günah, O’nun gazabının tecelli etmesine sebep olabilir. Mü’minlerin annesi Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu:
يَا عَائِشَةُ إِيَّاكِ وَمُحَقَّرَاتِ الْأَعْمَالِ فَإِنَّ لَهَا مِنَ اللّٰهِ طَالِبًا
’Ey Âişe! (Günah sayılan) amellerin küçümsenenlerinden sakın. Zira onlar için (de) Allah (tarafın)dan bir araştırıcı (melek) vardır.’ (İbn-i Mâce, Zühd, 29)
Günahı küçük görmek, işlenen günahın büyük günahlar sınıfına girip cezanın da büyümesine sebep olur. Bu sebeple hiçbir günah, küçümsenmemeli, hafife alınmamalıdır.
Sehl b. Sa’d (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Günahların küçümsenenlerinden sakının! Günahların küçümsenenlerinin misali; bir vadinin ortasında konaklamış bir topluluğun durumu gibidir. Bu (filan şahıs) küçük ince odun getirir, şu (filan şahıs) küçük ince odun getirir, nihayet hamurlarını pişirirler (yani çalı çırpı, hamuru ekmek yapacak derecede çoğalır). Ve şüphesiz, günahların küçümsenenleri, onlarla ne zaman sorumlu tutulursa sahibin helak eder.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.37, s.466, h.no:22808)
Başka bir rivayet ise şöyledir:
Sa’d b. Cünâde (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) Huneyn’den ayrılınca yeryüzünden boş bir yerde konakladık. Orada hiçbir şey yoktu. Nebi (s.a.v.): ’Toplayın; küçük ince odun bulan getirsin; kemik veya herhangi bir şey bulan getirsin.’ buyurdu. (Ravi devamla) şöyle dedi: Bir saat geçmemişti ki biz o (topladıklarımızı) bir yığın haline getirdik. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Bunu görüyor musunuz? Sizin bunu topladığınız gibi günahlar da sizden bir adamın üzerinde toplanır. Şu halde adam Allah’tan korksun da ne küçük ne de büyük günah işlemesin. Zira onlar onun aleyhine sayılacaktır.’ (Taberânî, Kebîr, c.3, s.414, h.no:5352)
Günaha karşı iki türlü tavır vardır. Birisi mü’minin tavrı, diğeri ise çokça günah işlemekten dolayı kalbi kararmış facirin tavrı. Bu iki tavrı da İbn-i Mes’ûd (r.a.) şöyle vasfetmiştir: ’Muhakkak ki mü’min, günahlarını (dağ gibi görür). Sanki kendisi bir dağın altında (eteğinde) oturuyor, (dağın) üzerine düşmesinden korkuyor. Fâcir ise, günahlarını burnunun üstüne konan bir sinek gibi görür, onu şöyle (eliyle) kovar!’ (Buhârî, Deavât, 4)
Günahın mü’minin kalbinde büyümesi, günahı büyük görmesi; Allah’ın celâlini bilmesinden, kalbinin o günahtan nefret etmesinden kaynaklanır. Zira mü’minin kalbi, iman ve salih ameller sebebiyle Cenâb-ı Hakk’a yakınlık kesbetmiş, nurlanmıştır. Allah’tan uzak olmaya, kalp nurunun dağılmasına ve yerine isyan karanlığının gelmesine tahammül edemez, sıkıntıya düşer. Onun bu durumu, günah işlemesine ve günahtan etkilenmesine mani olur. Kişinin günahı küçük görmesi ise ona kalben sevgi ve yakınlık duymasından kaynaklanır. Sevgi ve yakınlık duyması ise Rabbinden uzak olması, imanının zayıf ve kalbinin zulmet içerisinde olmasından kaynaklanır.
Arifler şöyle demiştir:
’Affedilmeyen günah, kulun ’Keşke benim işlemiş olduğum günahların hepsi bunun gibi olsaydı!’ deyip hafife aldığı günahtır.’
’Küçük günah yoktur! Aksine her muhalefet büyüktür!’
Enes (b. Mâlik) (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Muhakkak ki siz, gerçekten birçok amel yapıyorsunuz ki, onlar sizin gözlerinizde kıldan incedir. Muhakkak ki biz, Nebi (s.a.v.)’in zamanında onları helak edici (büyük) günahlar sayardık.’ (Buhârî, Rikâk, 32)
Sahâbelerin günaha bakış açısı bu şekildeydi. Zira onların Allah (c.c.)’nun celâl ve azameti hakkındaki bilgileri, Rablerini murakabeleri herkesten daha çok ve kemal üzere idi.
Yine Sahâbe Efendilerimizin büyüklerinden Ebû Eyyûb el-Ensarî (r.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: ’Muhakkak ki kişi (vardır), iyilik yapar ve ona güvenir, küçümsenen (günahları) unutur da kıyamet günü hataları kendisini kuşatmış bir halde Allah’a kavuşur. Muhakkak ki kişi de (vardır), günah işler ve ondan sürekli korkar, sakınır da nihayet Allah’a emin bir şekilde kavuşur.’ (İbn-i Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, c.10, s.202)
Bu sebeple hiçbir günah küçümsenmemeli, hafife alınmamalıdır. ’Başkaları ne günahlar işliyor, benim günahımdan ne çıkar ki! Millet ne yalanlar söylüyor, ne rüşvetler yiyor! Bundan bir şey olmaz!’ dememelidir. Zehrin azı da çoğu da zehirdir. Bu nedenle bu ve benzeri sözler ve anlayışlar mü’mine yakışmaz.
Bu ve benzeri sözlerle günahları küçümsemek, evvela Cenâb-ı Hak’tan uzak oluşun ifadesidir. Saniyen de bunlar, cehaletten yani şeriatı, haramları, neyin günah olup olmadığını bilmemekten ileri gelmektedir.
Günah oluşu Kur’an ve Sünnetle sabit olan bir günahın günah olduğunu bildiği halde: ’Bu zamanda bu, hiç günah olur mu?’ gibi sözler sarf ederek inat eden ve günahlığını inkâr eden kimseler Allah muhafaza iman dairesinden çıkar.
Rabbim cümlemizi bildiğimiz ve bilmediğimiz her türlü günaha düşmekten muhafaza buyursun!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.