Özlenen Rehber Dergisi

105.Sayı

Emaneti Ehline Tevdi Etmek...

Nurettin TAHİR Özlenen Rehber Dergisi 105. Sayı
İslâm dinini, sair din ve sistemlerden; İslâm toplumunu da, sair toplumlardan üstün ve ayrıcalıklı kılan hususiyetlerin en önemlilerinden birisi de görevleri ehline teslim etmek, her çeşit idare ve vazifeye ona liyakatli, takva sahibi kimseleri getirmektir.
Rabbimiz Teâlâ bir âyet-i kerimede: ’Muhakkak Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, size bununla ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.’ (en-Nisâ, 4/58) buyurarak emanetleri ehline tevdi etmeyi ve insanlar arasında adaletle hükmetmeyi emretmektedir.
Emanetin manası:

Emanet, ister kendisi hakkında olsun, ister başka bir kul veya Rabbi (c.c.) hakkında olsun, insana tevdi edilmiş her şeyi içine alır. Şu halde namaz, hac, zekât vb. her türlü dini mükellefiyet kulun üzerinde Allah’ın birer emaneti olduğu gibi, dünyevî işlerin salahı için gerekli olan her türlü görev ve sorumluluk da yine bu sorumluluğu üstlenen kişiler üzerinde diğer kulların birer emanetidir. Tüm çeşitleriyle emanetler, gereği gibi yerine getirilmezse bunun adı münafıklık alametlerinden olan ’emanete ihanet’ olur.
Peygamberimizin bu husustaki ahlakına bir misal:

Emaneti ehline tevdi etmek ve adaletle hükmetmekle alakalı az önce zikrettiğimiz âyet-i kerimenin sebeb-i nüzulü ile ilgili olarak İbni Abbas (r.anhümâ) şöyle anlatır: Rasûlullah (s.a.v.), Mekke’yi fethettiği zaman Hicâbe vazifesi ve Kâbe’nin anahtarı o sırada kendisinde olan Osman b. Talha’yı çağırdı. Osman b. Talhâ gelince: ’Kâbe’nin anahtarını göster!’ dedi. Osman anahtarı getirip uzatınca, Peygamberimizin amcası Hz. Abbas (r.a.) kalkarak: ’Babam anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Sikâye (hacıları sulama) işine ilâve olarak bunu da bana ver.’ dedi. o dönemde sikâye (hacılara su dağıtma vazifesi) Hz. Abbas’ın uhdesindeydi. Bunun üzerine Osman elini geri çekti. Rasul-i Ekrem (s.a.v.): ’Ey Osman, getir anahtarı!’ buyurdu. Osman da: ’Allah’ın emaneti ile al!’ dedi. Cenâb-ı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz kalktı, Kâbe’yi açtı ve girdi. Çıktıktan sonra Beyt-i Muazzam’ı tavaf etti. Sonra Cebrail (a.s.) anahtarın geri verilmesi emrini indirdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Osman b. Talha’yı çağırarak anahtarı kendisine verdi: ’Muhakkak Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, size bununla ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.’ (en-Nisâ, 4/58) âyetini okudu ve ’Ey Osman, anahtarını al. Bu gün vefa ve iyilik günüdür.’ buyurdu. (Farklı rivayetler için b.k.z., İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.4, s.126)
Bu rivayette açıkça görüldüğü üzere Efendimiz (s.a.v.), Kâbe’nin alakalı bir emanet hususunda baba yerinde olan amcasına dahi öncelik tanımamış ve görevi ehline yani o sırada henüz Müslüman olmayan Osman b. Talhâ’ya tevdi etmiştir. Peygamberimizin bu üstün ahlâkı karşısında ise Osman b. Talhâ’ya İslâm’a girmekten başka bir çare kalmamıştır.
Emaneti zayi etmek, ihanet:
İşin ehli olmak, o iş hakkında derin bilgiye, tecrübeye, maharet ve liyakate sahip olup takva ehli olmak demektir.
Her türlü idarî vazifeyi, onu, en güzel bir şekilde yerine getirecek liyakatli kişilere teslim etmek toplumu ayakta tutan hususiyetlerin başında gelir. Zira liyakatli olmayan bir kimseye, bir işi, mevki ve makamı teslim etmek, her türlü zararı, tehlike ve zulmü kabul edip göze almak demektir.
Kıyametin ne zaman kopacağını soran bir kimseye Efendimiz (s.a.v.): ’Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!’ buyurdu. Bunun üzerine ’Emaneti zayi etmek nasıl olur yâ Rasûlallah?’ diye sorulunca Efendimiz (s.a.v.): ’İş ehli olmayan kimseye havale edilip dayandırıldığı zaman kıyameti bekle!’ buyurarak cevap vermiştir. (Buhârî, Rikâk, 35)
Bilgiye ve liyakate değer verilmeyip işler yetersiz, sorumsuz ve Allah (c.c.)’dan korkmayan insanlara bırakıldığı zaman her şeyin düzeni kısa sürede bozulur. Bugün toplumumuzda şahit olduğumuz düzensizlik ve haksızlıkların temelinde yatan sebep budur. Makam ve mevki sahipleri, işe ehliyetli olmadıkları halde sırf akrabalık ya da cemaat, parti ya da memleket bakımından kendilerine yakın olan kimseleri göreve getirdikleri müddetçe var olan bu zulüm ve haksızlıklar asla ortadan kalkmayacaktır.
Bir görevi tevdi ederken tercih ölçüsü; işten anlamak, liyakatli olmak, dürüst ve takva sahibi olmaktır. Zira Cenâb-ı Hak: ’Allah katında en değerli olanınız, en ziyade müttakî (takva sahibi) olanınızdır.’ (el-Hucurât, 49/13) buyuruyor. Filan kavme, topluma, millete, aileye, cemaate veya partiye bağlı veya üye olanınız demiyor.
Bir hadislerinde Efendimiz (s.a.v.): ’Her kim, o topluluk içerisinde Allah’ın kendisinden daha çok razı (hoşnut) olduğu bir kimse var olduğu halde (Müslüman) bir topluluktan bir adamı (taassup yaparak) bir işe tayin ederse muhakkak ki Allah’a hıyanet etmiştir, Rasûlüne hıyanet etmiştir ve mü’minlere hıyanet etmiştir.’ (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Ahkâm, 21, c.4, s.104, h.no:7023) buyurmuştur.
Buna göre daha ehliyetli, Allah’ın daha çok razı olduğu bir kimse olduğu halde kendisine ya da kendi dünya görüşüne yakın olduğu veya bir menfaat beklediği için bir vazifeyi liyakat sahibi olmayan başka bir kimseye tevdi eden; hakkı olmadığı halde makam, mevki, menfaat, sıra vb. hususlarda belirli kişilere imtiyaz tanıyan kimse haindir.
Bu şekilde hareket eden bir kimse imanın tesis ettiği kardeşlik bağını koparmış, zulme tevessül etmiştir. Hâlbuki mü’minin vasfı, emanete hıyanet değil, riayet etmektir. Zira Cenâb-ı Hak Kelâm-ı Azîzi’nde müminleri överken: ’Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.’ (el-Mu’minûn, 23/8) buyurmuştur.
Hz. Ömer (r.a.)’ın bu husustaki hassasiyeti:
Şu ibretlik kıssa, emanet ve adalet şuurunun sahâbeler nezdinde ne denli yaşandığına ve önemli olduğuna güzel bir misal olsa gerek:
Hasan(-ı Basrî)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: (Bir keresinde) Ömer (rh.a.)’e bir mal getirildi. Bu (durum) Ömer (r.a.)’ın kızı Mü’minlerin Annesi Hafsa’ya ulaştı da (babasının yanına) geldi ve: ’Ey Mü’minlerin emiri! Bu maldan senin akrabalarının hakkı (vardır). Muhakkak ki Allah Azze ve Celle bu maldan akrabalara (vermeyi) emretmiştir.’ dedi. Bunun üzerine (Hz. Ömer): ’Ey kızcağızım! Akrabalarımın hakkı kendi malımdadır. Bu (mal) ise, müslümanların ihtiyacı içindir. Babanı aldatıyor (farkında olmadan ona kötülük yapıyor), akrabalarına ise iyilik yap(mak ist)iyorsun. Kalk (git)’ dedi. O da kalktı. Allah’a yemin olsun ki, (giderken) eteklerini sürüklüyordu.’ (Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, s.145)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.