İlim, Allah Teâlâ’dan Efendimiz’e (s.a.v.), sonra ashabına, sonra tabiuna, sonra Ebu Hanife’ye, sonra da talebelerine intikal etti. Dileyen buna razı olsun, dileyen gücensin. Hakikat değişmez.
-Halef b. Eyyüb-
(Ebubekir Ahmed b. Ali el-Hatib el-Bağdadi, Tarih-u Medineti’s-Selam, Beyrut, 2001, XV, 460.)
Asıl adı, Numan b. Sabit b. Zûta’dır. Daha çok künyesi ile meşhurdur ki, künyesi ise, Ebu Hanife’dir. Künyesi, ’Hak dine meyleden kişi’ anlamına gelen ’Hanîf’ kelimesinin müennes formudur. ’Hanife’ adında bir kızının olduğu, bu yüzden ’Hanife’nin babası’ anlamında Ebu Hanife diye anıldığı söylense de onun Hammad’tan başka çocuğunun olmadığı kesindir. Bu yüzden künyenin birinci seçenekle irtibatlı olması güçlü bir ihtimaldir.
Ebû Hanife, Kûfe’de hicrî 80 yılında doğdu. Hem kendisinin ve hem de ailesinin Arap olmadığı kesindir; onun Farisi veya Türk olduğu şeklinde değişik görüşler vardır. İslâm’ın hâkim olduğu bir ortamda yetişen Ebu Hanife (rah.) küçük yaşta Kur’ân-ı Kerim’i hıfzetti. Kûfe’de dünyaya gelen Ebu Hanife (rah.) ömrünün uzunca bir bölümünü bu şehirde geçirdi. İlk olarak baba mesleği ticaretle ilgilendi. Ömer b. Hureys caddesinde meşhur bir dükkânı vardı. Ticarette son derece güvenilirdi, kimseyi aldatmazdı. Öyle ki ipek borsasında kısa zamanda -bütün dokumacılar nezdinde- saygın bir yer edindi. (Bağdadi, a.g.e, XV, 446.)
O (rah.) bambaşka idi
Ebu Hanife’nin (rah.) akıcı bir dili, eşsiz bir muhakeme gücü, karşı konulamaz ikna yeteneği ve güçlü bir mantık örgüsü vardı. Sesi, kulağa hoş gelirdi. Akıcı bir üsluba sahip idi. İnsanlar saatlerce onu dinledikleri halde hiç sıkılmazlar ve nezih belağatı sayesinde en derin meseleleri bile çok rahatça anlarlardı. Kumraldı. Güzel yüzlü ve görünüşlü, temiz giyimliydi. Hoş bir kokusu vardı. O kadar ki, kokusundan Onun geldiği anlaşılırdı. Ebu Yusuf Onu (rah.) vasf ederken şunları söylemektedir: ’Ebu Hanife orta boyda idi; Ne kısa, ne de uzundu. Yaşadığı asırda mantık ve söz söylemede onun üzerine kimse yoktu.’ (Bağdadi, a.g.e, XV, 482)
O (rah.) takva ehli biriydi
’Ebu Hanife (rah.), zahit, muttaki, abid bir müçtehitti. Yüzüne bakıldığında Allah’tan korktuğu anlaşılırdı.’ Haram işleme endişesi onu eritir-bitirirdi. Şüphe endişesiyle birçok helali terk etmişti. (Hüseyin Saymeri, Ahbaru Ebi Hanife ve Ashabihi, Daru’l-Kutubi’l-Arabî, Beyrut, ty. s. 33.)
Küfe’nin koyunlarına, gasp edilen bir koyun karıştığı zaman konunun uzmanlarına ’Bir koyunun ortalama kaç yıl yaşadığını’ sordu. Yedi yıl cevabını alınca tam 7 yıl koyun eti yemedi. ’Bir gün Ebu Hanife’yi (rah.) birisinin kapısında güneşin altında otururken gördüm. ’Ey Ebu Hanife! Gölgeye gitsen ya’ dedim. ’Evin sahibinden alacağım var. Bu yüzden evinin avlusuna ait gölgede oturmayı hoş görmüyorum.’ (Şihabuddin Ahmed İbn Hacer el-Mekki, el-Hayratu’l-Hısan, Daru’l-Erkam, Beyrut, ty. s. 85.) dedi.
Takvası, fetvasına da hâkimdi. ’İfta’yı zaruret gördüğünden yapmaktaydı. Nitekim kendisi bu hususta şöyle demektedir: ’Eğer ilmin yok olmasından korkmasaydım kimseye fetva vermezdim. Fetva, insanlar için selamet olurken bana ciddi manada sorumluluk yüklemektedir.’ (Saymeri, a.g.e, s. 34.)
Ebu Hanife (r.a.) malı sanki tasadduk etmek için kazanırdı. İnfak ederken insanların şahsiyetlerini yaralamamaya özen gösterirdi. Meclisinde oturan birine para verecekse, herkes dağılıncaya kadar ona oturmasını emreder, huzurda kimse kalmayınca tasaddukta bulunurdu. Eğer sadakayı evlere ulaştıracaksa gece havanın kararmasını, insanların istirahata çekilmesini bekler, tanınmaması için de yüzünü gözünü sarar, sırtında taşıdığı nevaleyi önceden tespit ettiği evlere bırakır ve dönerdi. O kendisi ya da ailesi için giyecek, meyve ya da başka bir şey satın almadan önce bunların aynılarını âlimler için satın alırdı.’ (İbn Hacer Mekki, a.g.e. s. 83.) Devlet adamlarının gönderdiği hediyeleri kabul etmezdi. İnsanlar kendisine hediye verdiğinde ise Sünnet’i ihlal etmemek için kabul eder fakat karşılığında kat kat ihsanda bulunurdu.
Helal kazanç ve dürüstlükten ödün vermezdi. Ortağı, kusurlu bir kumaşı, müşteriye yanlışlıkla hatasını belirtmeden satınca, satılan kumaşın da içerisinde yer aldığı ticari eşyaların tamamının parasını sadaka olarak dağıttı. Dağıtılan malın değeri o zaman için büyük bir meblağ olan 30 bin dirheme tekabül etmekte idi. Bununla da yetinmedi ve gafil davranan ortağından da ayrıldı. (İbn Hacer Mekki, a.g.e. s. 85-86) Zamanla ticareti genişledi, büyüdü, kendisine ait bir ipek dokuma atölyesi oldu. Yanında çok sayıda işçi çalıştı.
O (rah.) âbid bir za’t idi
Ebu Hanife (rah.) çok ibadet ederdi. Kûfe dâhil civardaki bütün şehirlerde onun gece boyu namaz kıldığı dilden dile dolaşmaktaydı. Muhammed el-Leysi, Kûfe’ye gelip halka ’şehrin en abidi kimdir?’ diye sorduğunda insanlar onu Ebu Hanife’ye yönlendirmişlerdi. İmam-ı Azam (rah.) geceleri uyumazdı. Namaz, dua ve yakarış ile meşgul olurdu. Kırk yıl, yatsının abdestiyle sabah namazını kıldı. (Yani uyumayarak geceleri ihya etti.) Ebu Yusuf bu noktada şöyle bir nakilde bulunmaktadır: ’İmam-ı A’zam ile birlikte yürürken, iki kişiden birinin diğerine ’Bu Ebu Hanife, gece hiç uyumaz.’ dediğini işitince bana; ’Hakkımda yapmadığım bir şeyden bahsetmiyor.’ dedi. (Takıyyuddin b. Abdilkadir et-Temimi, Tabakatu’s-Seniyye fi Teracimi’l-Hanefiyye, Daru’r-Rufai, Riyad, 1983, I, 100.)
Ebu Hanife (rah.) bütün zamanlarını ibadete göre ayarlamıştı. Gündüzleri belli bir miktar uyur geri kalan vakitlerini ders ve ibadetle doldururdu. İlmi, ibadetle desteklerdi. Mesele düğümlendiğinde, kitaplar ve müzakereler çözümde yetersiz kaldığında namaza sığınırdı. Talebelerinin yüreklerine tevazuyu kazıyabilmek için de şöyle derdi: ’Bu meselenin çözülememesi Ebu Hanife’nin işlediği bir günahtan dolayıdır.’ İstiğfar eder, kalkar abdest alır, iki rekât namaz kılardı. Mesele hemen çözülürdü. (İbn Hacer Mekkî, a.g.e, s.79.)
O (rah.) zalimden yana olmazdı
Ebu Hanife (rah.) hayatının 52 yılını Emevi, 18 yılını da Abbasi idaresi altında geçirdi. İki İslam devleti gördü. Ne var ki ikisi de ona zulmetti. Ebu Hanife (rah.) hayatının hiçbir döneminde zalimlere dost olmadı. Emevilere baş kaldıran Hz. Ali (r.a.) neslinin yanında yer aldı. Onları, Abbasilere karşı olan mücadelelerinde de destekledi. Ebu Hanife’nin (rah.) mazlumlardan yana tavır alması siyasi iradeyi ciddi anlamda rahatsız etmekte idi; fakat açıkça ona tavır alamıyorlardı. Çünkü adı, civardaki bütün şehirlerde hayırla anılıyordu. Âlimler, en müşkil meseleleri çözmesi için ona getiriyorlardı. O sadece Kûfe’nin değil, bütün ümmetin fakihiydi. Bu yüzden Halife, Ebu Hanife’ye karşı tavır alışını birtakım gerekçelere bağlamak istiyordu. Bu çerçevede ona (rah.) yeni kurulan şehrin yani Bağdat’ın kadılığını teklif etti. Fakat Ebu Hanife bu görevi reddetti. (Muvaffak b. Ahmed el-Mekki, Menakibu Ebî Hanife, (Kerderi’nin Menakibi ile birlikte), Daru’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrut, 1981, I, 429.) Halife, kadılığı kabul etmemesi durumunda kendisini hapsedeceğini ve ağır bir şekilde cezalandıracağını söyledi. O, kabul etmemede kararlılık gösterince hapse atıldı. Halife adamlarını cezaevine gönderip, isteğini kabul etmesi durumunda onu serbest bırakacağını ve ona ikramlarda bulunacağını söyledi; fakat Ebu Hanife (r.a.) ilk görüşüne sadık kaldı. Bunun üzerine Halife, her gün çarşıya çıkarılmasını ve milletin huzurunda ona on kırbaç vurulmasını emretti. Bu durum 12 gün devam etti. Onardan toplam 120 kırbaç vuruldu. (Muvaffak Mekkî, a.g.e, I, 433.)
O (rah.) ömrünü şahadetle mühürledi
Halife tutuklu olduğu günlerde Ebu Hanife’yi (rah.) tekrar sarayına çağırtarak kadılığı kabul edip etmeyeceğini sordu. Ebu Hanife:
- ’Allah devlet başkanını ıslah etsin. Ben bu göreve layık değilim diyorum ya!’
- Yalan söylüyorsun.
Halife ikinci defa Ebu Hanife’ye aynı teklifi yöneltti. Bunun üzerine İmam A’zam:
- ’Emiru’l-Müminin benim kadılığa layık olmadığımı itiraf etti. Çünkü beni yalancılıkla itham etti. Eğer yalancı isem bu işe liyakatim yok demektir. Eğer liyakatsizlik itirafında doğru söyledimse, devlet başkanına bildirdim ki, bu göreve layık değilim.’
Halife Mansur her iki şıkkıyla hakikati ortaya koyan bu cevabı kabul etmedi. Ebu Hanife’yi tekrar cezaevine gönderdi. Sahih olan görüşe göre İmam-ı A’zam Hazretleri ahirete irtihal edinceye kadar zindanda kaldı. Öleceğini hissedince secdeye kapandı ve ruhunu secde halinde Allah Azze ve Celle’ye teslim etti. İnsanlık tarihinin bu en büyük imamı (Sahabe devri istisna) ahirete irtihal ettiğinde takvim hicri 150 tarihini göstermekte idi. (Muvaffak Mekki, a.g.e, I, 442. İbn Hacer Mekki, a.g.e., s. 126.)
O (rah.) yüce anlayış sahibi idi
Bağdat’ın doğusunda gasp edilmemiş temiz bir yer olan Hayzurân kabristanlığına gömülmeyi vasiyet etmişti. O, bu duruşuyla, hediyelerini, makamlarını kabul etmediği zalimlerin gasp ettikleri arazilerde de kalamayacağını ilan etti. Halife Mansur, İmam-ı A’zam’ın vasiyetini işitince istemeyerek de olsa şöyle mırıldandı: ’Ey Ebu Hanife! Diri ve ölü olduğun halde senin hakkında beni kim mazur görür?’
Cenazesine elli binden fazla insan iştirak etti. Cenaze namazı altı defa kılındı sonuncusunu oğlu Hammad kıldırdı. Aşırı izdihamdan dolayı defni ancak ikindiden sonra mümkün oldu. Yirmi gün kabrinde cenaze namazı kılındı. (İbn Hacer Mekkî, a.g.e. s. 127.)
Ebu Hanife’nin tekfin ve teçhizinde bizzat görev alan Abdullah b. Vakıd o günü özetlerken şunları naklediyor: ’Ebu Hanife’yi Hasan b. Umâre yıkadı. Ben de su döktüm. Bedeni zayıftı. İbadet ve Allah yolunda gayret onu eritmişti. Hasan yıkama işini bitirince Ebu Hanife’nin bazı özelliklerini anlattı. Herkesi ağlattı. Naşı omuzlara alındığında öylesine muazzam bir durum oluştu ki, o günkünden daha fazla ağlayan insan görmedim. (Muvaffak Mekkî, a.g.e. I, 433-4.)
Bir Mutlak Müçtehid İmam Azam Ebu Hanife (rah.)
Özlenen Rehber Dergisi 100. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.