Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd-ü senâlar olsun, Peygamber (s.a.s.) Efendimize salât ve selâmların en güzeli ve en ekmeli olsun inşallah.
Mahdut zaman içerisinde Medine’deyiz. Medine-i Münevvere’ye geldik, hamdolsun, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) burada. Cenâb-ı Hakk’ın lütfettiği ölçüde sevgilerimizi izhar için gayret ediyoruz. Zayıfsa sevgimizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz. Sevenler gibi olmaya çalışıyoruz. Biz de Peygamber Efendimizi sevmek ve O’nun tarafından sevilmek istiyoruz.
Cennetü’l-Baki’…
Cennetü’l-Baki’ye gittik Hz. Fatımatü’z-Zehra annemiz orada. Yaklaşamıyoruz; fakat kabirlerini görüyoruz. Üzerinde birkaç taş var. Hemen yanında Peygamber Efendimize benzeyen Hz. İmam Hasan (r.a) efendimiz var. Rasûlullah Efendimizin torunu. Yanında amcası Hz. Abbas, Cafer-i Sadık, Muhammed Bakır efendilerimiz var. Hemen yanlarında Hz. Âişe annemiz olmak üzere bütün Ezvac-ı Tâhirât orada. Rukiye ve Zeynep annemiz de orada, Hz. Osman efendimizin mübarek eşleri.
O ikisi de vefat ettiği zaman Peygamber Efendimiz (s.a.s.): ’Osman’ı evlendirin. Üçüncü bir (kızım) olsaydı mutlaka onunla evlendirirdim. Ben (kızlarımı) onunla, ancak Allah Azze ve Celle’den (aldığım) vahiy dolayısıyla evlendirdim.’ (Taberânî, Kebîr, c.7, s.86, h.no:13926) buyurmuştur.
Biraz ilerde Sa’d Bin Muaz var, Ensârın büyüğü Sa’d bin Muaz. ’Sen emret yâ Rasûlullah, sen şu denize girsen hiç düşünmeden biz de gireriz yâ Rasûlullah!’ diyen Sa’d bin Muaz var.
Cennetü’l-Bakî’ye baktığımız zaman ise kardeşlerim, bu vasıflarını saydığımız insanlar üzerlerinde birkaç taş ve rüzgâr kuvvetli estiği zaman tozu dumana katan incecik kumdan bir toprak var…
Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizin hemen yanında ona komşu olma şerefine nail olmuş iki güzide insan var. Onlar hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Sema ehlinden iki veziri ve yer ehlinden de iki veziri olmayan hiçbir Nebi yoktur. Sema ehlinden iki vezirim, Cibrîl ve Mikâîl’dir. Yer ehlinden iki vezirim ise Ebû Bekir ve Ömer’dir.’ (Tirmizî, Menâkıb, 17)
Kardeşlerim, bunları niçin anlattım biliyor musunuz?
Kâinatın yaratılış sebebi olan Peygamber Efendimiz burada. Onun güzide Ashabı burada ki, onların faziletine dair Peygamber (s.a.v)’den birçok hadis-i şerif rivayet edilmiştir.
Şimdi, üzerlerini örten toprağa bakın, bir de altında yatan kıymetlere bakın. Bizim nasıl bir gözümüz var ki biz şimdi onların üzerindeki toprağı mı, yoksa onları gökteki yıldızlar gibi hidayet kandilleri yapan imanlarını mı görüyoruz?
Ashâb-ı Kirâm’ın Sevgilerine Yetişilemez
Ebû Zerr-i Gıfârî gibi, Ebû Hureyre efendilerimiz gibi Sahebeyi Kiram’ın bazıları, Peygamber Efendimize şöyle hitap ediyorlar: ’Dostum Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle emretti.’ Aradaki ülfete bakın, sevgiye bakın. ’Dostum Rasûlullah bana şöyle emretti’ buyuruyorlar. Onlar hem Rasûlullah Efendimizi çok seviyorlar hem de Rasûl-u Kibriya Efendimiz tarafından çok seviliyorlar, elhamdülillah. Sevgilerini; ’Anamız babamız senin yoluna kurban olsun yâ Rasûlullah’ diyerek bu veciz kelimelerle ifade ediyorlar. Bunu söylerken hep şu hatırıma gelir: Bu sözü söylemek, Sahabeyi Kiram efendilerimizin lisanlarına ne kadar yakışıyor. Çünkü onlar öyle bir hayat yaşamışlar ki, bu sözün sahibi olduklarını ortaya koymuşlar. İşte bizler, o Sahabe efendilerimizin Peygamber Efendimizle beraber yaşadıkları beldedeyiz, hamdolsun.
Ashâb-ı Kirâm’ın İman ve Tâatlerine Yetişilemez
İman, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna bir hibesidir. Biz hiç birimiz imanı elde etmek için bir çaba sarf etmedik, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanıdır, hibesidir. İman tasdiktir, kalben tasdiktir iman. Dil ile ikrar etmek de, onu söyleyenin mü’min olduğunu diğer insanlar yanında izhar içindir.
Hz. Ali efendimizin Cenâb-ı Hakk’a iman ile ilgili bir sözü var. Anlatılmıştır ki bir gün Zi’lib el-Yemânî kendisine sordu ve: ’Ey Emîru’l-Mü’minîn! Rabbini gördün mü?’ dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.): ’Hiç görmediğime kulluk yapar mıyım?’ dedi. (Zi’lib): ’Onu nasıl görüyorsun?’ dedi. (Ali): ’Gözler O’nu, apaçık görüşle idrak edemez; fakat kalpler O’nu iman hakikatleriyle idrak eder…’ buyurdu. (Nehcü’l-Belâğa, c.1, s.178)
Evet, biz itikâden biliyoruz ki bu âlemde Cenâb-ı Hak, dünya gözüyle görülmez. Nasıl ki gece gökyüzünde ayı hepimiz rahatlıkla ve zorlanmadan görüyoruz, yarın mahşerde Rabbim lütuf ederse, inşallah Cemâlullah’ı böyle müşahede edeceğiz. Rabbimizden ümit ediyoruz. Yaratanımızı göreceğiz inşallah. Hz. Ali efendimizin söylemiş olduğu bu söz ise, imanının ne kadar berrak olduğunun bir ifadesidir.
Sahabe Kiram efendilerimiz, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimize, getirdiği iman ve itaat düsturlarına öyle bir teslimiyetle bağlanmışlardı ki, Allah Azîmüşşân (c.c.) kalplerine emsalsiz bir basiret nuru, kuvveti lütfetti de içinde yaşadıkları şu kurak ortamda, altından ırmaklar akan cennetleri görür gibi iman ettiler.
Nasıl bir iman anlayışları var ki, Allah’ın Peygamberi onları sıkıntıya, cihada çağırıyor; sonunda ölüm var, hayatını, ailesini, çoluk çocuğunu yetim bırakma var ama o güzide insanlar koşarak gidiyor. Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) Uhud günü bir kılıç aldı ve: ’Bunu benden kim alır?’ buyurdu. (Sahâbîler) hemen ellerini açtılar. Onlardan her bir insan: ’Ben! Ben!’ diyordu. (Rasûlullah): ’Onu hakkıyla kim alır?’ buyurdu. Bunun üzerine topluluk vazgeçti. Derken Ebû Dücâne Simâk b. Haraşe: ’Onu hakkıyla ben alırım!’ dedi. (Enes devamla) şöyle dedi: ’Onu aldı ve onunla müşriklerin başlarını yardı.’ (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 25)
Diğer bir rivayette kılıcı Rasûlullah’tan alan Ebû Dücâne, şöyle dedi: ’Onun hakkı nedir yâ Rasûlallah!’ dedi. (Rasûlallah): ’Eğilip bükülünceye kadar, düşmana onunla vurmandır.’ buyurdu. (İbn-i Hişâm, es-Sîratu’n-Nebeviyye, c.2, s66)
İşte onlar (r.anhüm) Allah’a böyle iman ettiler. ’Lâ ilâhe illallah’ derken, bir olan Hakk’ın dışındaki her şeyi ellerinin tersiyle ittiler. Bu nasıl bir iman ki, şuan sizin beni, benim de sizleri gördüğümden daha berrak bir şekilde görmüşler. O yüzden sahabenin imanına yetişmenin mümkünü yoktur kardeşlerim. Ancak bilmek gerekir ki Ashâb-ı Güzin efendilerimiz bu nimetlere kolay kavuşmadılar. Bazen dua ederken Rabbimize şöyle niyaz ediyoruz: ’Yâ Rabbi, Sahabe efendilerimizin imanlarını imtihan ettiğin hâl üzere bizlerin imanını imtihan etme!..’ Zannediliyor ki tevazu ile bunlar söyleniyor. Hayır tevazu ile değil kardeşlerim. Allah vermesin, biz o ağır imtihanlarla karşılaşsak belki de şu an var olduğunu ikrar ettiğimiz imanlarımızı bir bir elimizden kaybederiz. Biz umreye, hacca geldiğimizde yürüdüğümüz mesafeyi konuşuyoruz, yediğimiz yemeğin cinsini vb. şeyleri konuşuyoruz, birçok konuda tahammülsüzlük gösterebiliyoruz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Mekke’yi fethettiği zaman ne yedi biliyor musunuz?
Mekke’yi fethetmiş bir komutan! Herkes evine gitti, herkes akrabasına gitti; ama Rasûlullah Efendimizin gidecek bir yeri yoktu. Usâme b. Zeyd (r.anhümâ) ’Yâ Rasûlallah! Mekke’de nereye konaklayacaksın, evinde mi?’ dedi. Bunun üzerine (Rasûlullah): ’Akîl meskenlerden veya evlerden birşey bıraktı mı ki?’ buyurdu. (Buhârî, Hac, 44). Yani amcasının oğlu Âkil Rasûlullah’ın evini sattığı için Efendimizin gidecek bir evi yoktu ve Ümmü Hâni’nin evine misafir oldu.
Bu ziyareti Ümmü Hanî şöyle anlatmıştır: Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hanî (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), yanıma (yani evime) geldi ve: ’Yanınızda (yiyecek) bir şey var mı?’ buyurdu. ’Hayır (hiçbir şey yok), ancak kurumuş (ekmek) parçaları ve sirke var.’dedim. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): ’Onu bana getir. İçerisinde sirke bulunan bir ev katıktan yoksun değildir.’ buyurdu. (Tirmizî, Et’ıme, 35)
Mekke’yi fetheden komutan, Mekke’yi fethettiği gün sirkeye batırılmış yufka ekmeği yedi.
Sahabeyi Kiram Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin nazarının üzerlerine indiği insanlardır. Bu insanların yaşadığı bir iman var. İşte Uhud’a gittik, şehitler efendisi Hz. Hamza (r.a.) Uhud’un bağrında yatıyor. Karşıda Uhud dağları.
Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz buyuruyor: ’Uhud öyle bir dağdır ki, (o) bizi sever, biz de onu severiz.’ (Buhârî, Hac, 54) Uhud ki Rasûlullah Efendimizin arkasından yürüdü. Bu hadiseler burada cereyan etti ve Sahabe efendilerimiz de bu imanı burada yaşadılar.
Medine’de Sevgileri Tazelemek
Memleketlerimizden geldik. Bütün bu hadiselerin nasıl cereyan ettiğini biliyoruz ya, sanki geldiğimiz zaman Hz. Rasûl-ü Kibriya Efendimizle karşılaşacağız. Sanki Ebû Bekir Sıddık efendimizle karşılaşacağız. O celalli haliyle Medine sokaklarını şeytana dar eden Hz. Ömerü’l Faruk efendimizle karşılaşacağız. Ama bir bakıyoruz ki kalplerimiz sanki buz kesilmiş! Subhânallah! Gelirken ilahiler, naatlar söylediğimiz, sevgilerinden gözyaşları döktüğümüz insanların huzurunda, yaşadıkları yere bakıyoruz, üzerlerini toprak örtmüş başlarında birkaç tane taştan başka bir şey yok. Hz. Osman efendimiz orada yatıyor, öldüğü zaman arşın titrediği Saad bin Muaz orada yatıyor.
Ya Rabbi bizim sadırlarımız ne kadar kör ki bu imanı yaşayan insanların yaşadığı lezzeti görmekten uzak. Zannediyoruz ki Hz. Hamza efendimizi seviyoruz. İnsanlar buraya geldiği zaman kaldığı otelin lükslüğünü, yattığı yerlerin genişliğini, imkânların güzel veya geniş oluşunu birbirine övünerek anlatırken, Uhud’da bedeni param parça olan Hz. Hamza efendimizin huzurunda riyakârca, belki birkaç dakika birkaç saniye kalbî bir teessür ile durmakla Hz. Hamza efendimizi ziyaret etmiş mi olacak? Rabbime sığınıyorum, inşallah bizi o hale düşürmez. Ama iman böyle değil kardeşlerim, iman böyle değil. İmanı yaşayanlar ve halleri işte burada...
İtibar kalbedir, İtaatedir.
Kalplerin Cenâb-ı Hak ve Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizin nezdinde kıymet bulması, Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamber Efendimizin emir ve tavsiyelerine tam bir ittiba, tam bir sevgi ve muhabbetle bağlanmaya bağlıdır kardeşlerim. Cenâb-ı Hak inşallah bu geliş ve gidişlerimizi, bu noksanlarımızı ikmal etmek için bir vesile kılsın. Buna gayret etmek ve: ’Yâ Rasûlullah! Senin emir buyurmuş olduğun bir şeyi yıkıp da onun yerine kendi hevamı dinim gibi yaşamaktan uzak duracağım. Allah’ın hoşnut ve razı olduğu ahlakları nasıl ki tek tek ortaya koydun ise ben de her bir ahlakında sana ittiba etmek için bütün gayretimle çalışacağım’ diyerek ahdetmek lazımdır kardeşlerim.
Bu geliş ve gidişlerimiz aslında, bizim imanımız, ahdimizdir, misakımızdır. Rabbimize ve Habîbine karşı, emirlerine ve yasaklarına tam bir şekilde murad-ı ilâhî üzere uyacağımızı ahdettiğimiz bir misakımızdır. Ama her nefsanî davranışımız, şeytanın her bir vesvesesine ve onun aldatmasına tabi oluşumuz, bu misakımızı yıkışımızdır, ondan uzak kalışımızdır.
Burada bir müddet kalacağız ve sonra yurtlarımıza döneceğiz. Yeniden yaşadığımız o dünya hayatının içine bütün hararetiyle gireceğiz. Şu kalplerinize sahip olunuz. Bedenlerinizin uğraştığı şu dünya işlerine şu kalbinizi teslim etmeyiniz.
Allah kulunun kalbine itibar eder: Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): ’Muhakkak ki Allah, ne bedenlerinize ne de suretlerinize bakmaz, fakat kalplerinize bakar.’ buyurdu ve parmaklarıyla göğsüne işaret etti. (Müslim, Birr-Sıla-Âdâb, 10)
İman işte bu kalptedir kardeşlerim. Öyleyse o imanı sahih bir hâl üzere muhafaza etmek için çırpınmak lazımdır.
Mü’min, Rasûlullah ile Ferhân Olur, Mesrûr Olur
Bakın Medine’deyiz. Kimilerini görüyorum ki Mescid-i Nebevî’de oturmak onları daraltıyor. Allah aşkına soruyorum, Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.) burada. Onun huzurunda geçen bir an kendi başımıza geçen bütün ömrümüzden daha kıymetli değil midir? Buradan şu anlaşılıyor: Kalbî ülfetimiz tam olup, tam bir bağ oluşmayınca Efendimiz (s.a.s.)’le bir alış veriş olamıyor. Kapıyı bekle, bekle, bekle bir şey yok! Tabi ki atıyorsun kendini dışarıya. Hani biz Peygamber Efendimizi çok seviyorduk? ’Anamız, babamız senin yoluna kurban olsun yâ Rasûlullah’ diyorduk?...
Mübarek Efendim buraya geldiği zaman, onun haline hayret ederdim. Mescitten dışarı çıkmazdı. Ancak gece istirahat ve sohbet için bir de yemek için dışarıya çıkar, onun haricinde Cenâb-ı Hak müsaade ettiği ölçüde kadem-i şerifte bulunurdu. Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizin mübarek ayaklarının hizasının olduğu yerde. Sonra bütün vaktini Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizin huzurunda geçiriyordu. Şu hadiseyi anlatırsam inşallah, niçin bütün vaktini orada geçirdiğini daha güzel anlarız:
Mübarek efendim Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretleri yine bir gün huzur-u Rasûlullah’ta tefekkür halinde otururken, orada bulunan Müslümanlardan birisi aniden hastalanıyor. Sara hastalığı gibi bir hastalık. Herkes ona bakıyor, hastanın çaresine düşüyor. Mübarek Efendim halini ve tavrını hiç bozmuyor. Mübarek Efendimin lisanından işittim: ’Ne zaman ki Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz bana okumam için izin verdi ondan sonra okudum. Bismillahirrahmanirrahim diyerek daha elimi uzattığım an hasta şifa bulup kendine geldi. Ben, Rasûlullah Efendimizin yanında, onun olduğu bir yerde Rasûl-ü Kibriya Efendimiz izin vermeden asla bir şeye müdahale etmem. Cenâb-ı Hak da şifa lütfetti elhamdülillah.’
Şimdi soruyorum, Peygamber Efendimizle böyle alış verişi olan bir insan dışarıda nerede zaman geçirir?
Umreye hacca gelen kardeşlerimize soruyoruz: ’Umreniz, haccınız nasıl geçti?’ ’Çok güzel geçti elhamdülillah, çok güzel geçti.’ ’Ne yaptın?..’ Vaktin bir tanesini mescitte kılmış, diğerlerinin hepsini otelin mescidinde kılmış. Buraya niye geldin ki? Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizi ziyaret etmek hayattayken onu ziyaret etmek gibidir. Şuan Efendimiz (s.a.s.)’e gösterilmesi gereken edep, hayattayken ona gösterilmesi gerek edep gibidir. İşte Sahabe efendilerimiz öyleydi. Allah (c.c.) onlara Peygamber Efendimizin gönlünden öyle bir iman açmıştı ki şu Cennetü’l-Bakî’de üzerlerini örten o toprak onların hakikatini gizlemeye yetmez. Kimin için gizler? Gözü topraktan ötesini göremeyenler için gizler. Allah’ım bizi de öyle kılma yâ Rabbi! Sadırlarını bu iman ile teyit ettiğin, takviye buyurduğun Sahabe efendilerimizin gönlüne açmış olduğun imanın hakikatini bizim sadırlarımıza da aç yâ Rabbi!
Medine, Hasat Yeridir…
Şu var ki kardeşlerim burası adeta bir hasat yeri gibidir. Niçin? Şu yaşın sahibi olmuşuz, bu zamana kadar bir hayat yaşamışız, şimdi ise o topladıklarımızla, o yaşadığımız hayatla Peygamber Efendimizin huzuruna gelmişiz. Peygamber Efendimizle ülfeti bulmak ve onun kapısının açılması için ise Efendimizin yanında itibarlı olan şeylerle kalbin dolu olması lazımdır. Sen kapıyı çaldığın zaman sana bakılır. İçerinin alâmetleri sende olsun ki sen içeriye çekilesin. Ama sen bu zamana kadar Cenâb-ı Rasûlullah Efendimizin yaşadığı hayata muhalif bir hayat yaşadığın halde, bugün umreye gelmek nasip olmuşsa, öyle hemen nimeti, yakınlığı bulacağını sanma kardeşim. ’Şefaat yâ Rasûlallah! Yâ Rasûlallah kapına geldik, bizi de kabul eyle..’ Öyle yok hemen kardeşlerim! Bunu ümitsizliğe düşürmek için söylemiyorum kardeşlerim, siz böylesiniz de ben sizden daha ilerdeyim diye de değil; fakat ortada bir de hakikat var, bir de imanın hakikatini yaşayan o güzide insanlar var. Yaşanan bir iman var, bir de bizim yaşadığımız hayat var.
Ashâb’ın Fedâkarlık ve Gayretlerine Yetişilemez…
Şimdi o Hz. Ömer (r.a.) efendimiz önümüzde bize rehber olsun isteriz değil mi? Ebu Bekir efendimiz aramızda bize rehber olsun isteriz; fakat onların yaşadığı hayat bize ağır gelir. Biz dünyamızı bırakamıyoruz. Biz sahip olduklarımızdan kopamıyoruz.
Zeyd b. Eslem’in babasından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Ömer b. el-Hattâb’ı şöyle derken işittim: ’Rasûlullah (s.a.v.) bir gün bize sadaka vermemizi emretti. Bu (emir) bende mal bulunduğu bir zamana denk geldi. ’Bir gün Ebû Bekr’i geçersem bugün geçerim’ dedim ve malımın yarısını getirdim. Rasûlullah (s.a.v.): ’Ailene ne bıraktın?’ buyurdu. ’Bunun kadarını’ dedim.’ (Ömer devamla) şöyle dedi: ’Ebû Bekir ise yanındaki (malın) tümünü getirdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ona: ’Ailene ne bıraktın?’ buyurdu. (Ebû Bekir): ’Onlara Allah ve Rasûlü’nü bıraktım’ dedi. ’Seninle hiçbir şeyde ebediyen yarışmam’ dedim.’ (Ebû Dâvûd, Zekât, 40)
Hz. Ebu Bekir efendimizle Hz. Ömer efendimiz bile yarışamamış ki biz hiç yarışamayız. Ancak onların ahlaklarına tabi olma gayretimizi asla yitirmemeliyiz.
Bu güzel insanlar Peygamber Efendimizin arkadaşları, dostları. Allah bu insanlarla bu dini kuvvetlendirdi. O insanlarla bu dini yaydı kardeşlerim.
Bugün Allah bize müslüman olmayı, iman ehli olmayı nasip etti. Müslüman halk eyledi. Allah’a hamdlerin en güzeli olsun. Bunu zayi etmeyelim. Bu imanı yaşayan insanların hayatlarına gücümüz nispetinde, yaşayabildiğimiz kadarıyla tabi olalım. Ama samimi yaşarsak Allah yaşayamadıklarımızdan da bizi mesul tutmaz inşallah.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifinde: ’(Şu halde) ben sizlere bir şey emrettiğim zaman gücünüzün yettiği kadar onu yerine getiriniz. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman ise, onu derhal bırakın!’ (Müslim, Hac, 73) buyurmuştur.
Cenâb-ı Hak inşallah şu sadırlarımıza o imanı yaşayacak letafet, kuvvet, sevgi, muhabbet ve teslimiyet nasip etsin inşallah.
Yâ Rabbi! Şu taştan, toraktan, çaputtan olan perdeleri aşacak basiret ver bize Allah’ım! Hakikati görecek basiret nasip et yâ Rabbî. Zât’ının nezdinde dünyanın, bir sivrisineğin kanadı kadar kıymetinin bulunmadığını görecek göz nasip eyle Allah’ım.
Kalbî Niyâzımız…
Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz hâne-i saadetinde misafirlerini ağırlıyor, onlara yemek ikram ediyordu. Yemekten sonraysa Ashâb’tan bazıları aralarında konuşmaya dalıyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) yemek yendikten sonra kalksınlar istiyordu; ama onlar aralarındaki konuşmadan dolayı bazen unutuveriyorlardı. Efendimiz, Peygamberimiz, O güzel Rehberimiz yüzünü ekşitmiyordu. ’Kalkın, gidin’ demiyordu. Bazen odadan çıkıyordu ki belki anlarlarda çıkarlar diye ama o Sahabe efendilerimiz oturmaya devam ediyordu. Nasıl oturmasınlar ki? Rasûlullah’ın hücre-i saadetinler; ama Cenâb-ı Hak emir gönderdi: ’Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağırılmadıkça, zamanını gözetmeksizin, Peygamber’in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber’i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez…’ (Ahzâb Sûresi, 53)
Peygamber Efendimiz evine gelen misafirine dahi kalkın gidin demiyordu, onun evinden ayrılan hoşnutlukla ayrılıyordu. Yâ Rasûlullah, yâ Habiballah! Yarın bu misafirlerin de buradan ayrılacak! Hani yâ Rasulallah, demiştin ya Veda Haccı’nda Ashabına: ’Kardeşlerim! Ashâbım! Belki bir daha sizinle burada toplanamam’ diye… Bize öyle deme yâ Rasûlallah, bize öyle deme yâ Habiballah!.. es-Selâmu aleyke yâ Rasûlallah!..
Yâ Rabbî! Razı olduğun sevgiyi gönüllerimize aç Allah’ım. Şu sevgilerimizden de razı ve hoşnut ol Yâ Rabbî! Allah’ım! Habib’inin bu misafirlerini de, huzûr-u Rasûlullah’tan hoşnutlukla ayrılan, beldelerine bahtiyar olarak dönen, Cenâb-ı Peygamber Efendimizin sevgisine iştiyakla kavuşan mü’minler kıl bizi yâ Rabbi!
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; bir adam Nebi (s.a.v.)’e: ’Yâ Rasûlallah! Kıyamet ne zaman (kopacak)?’ diye sordu. (Rasûlullah): ’O (vakte) ne hazırladın?’ buyurdu. (Adam): ’O (vakte farzlar dışında) çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım. Fakat ben Allah ve Rasûlü’nü seviyorum.’ dedi. (Rasûlullah): ’Sen sevdiklerinle berabersin.’ buyurdu. (Buhârî, Edeb, 96) Hadisi rivayet eden Enes (r.a.) de: ’Müslümanlar, bu hadisle sevindikleri kadar İslâm’dan sonra hiç birşeyle sevinmemişlerdi.’ demiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.21, s.457, h.no:14073)
Hepsi Peygamber sevdalısı, hepsi peygamber aşığı elhamdülillah.
Allah’ım, yâ Rabbî! Haddimiz değil ama kuluz, istiyoruz, o Sahabe efendilerimizin gönlüne açmış olduğun Habîbine olan sevgiden, aşktan aç Allah’ım… Tekrar gelişimizi de çabuklaştır yâ Rabbî. İman ordusu gibi bu gelen kardeşlerimizle ve nice gelecek olan kardeşlerimizle her defasında daha da kuvvetle ve kalplerimiz bilenmiş bir şekilde Beytullah’ta ve huzur-u Rasûlullah’ta cem olmayı bize lütfet yâ Rabbî...
Nübüvvet Bahçesinde İman Çiçekleri Derlenir...
Özlenen Rehber Dergisi 100. Sayı
Muzaffer YALÇIN Hocaefendi geçtiğimiz cumartesi günü 13.08.2011 tarihinde Kırıkkale'de kalplere nufus eden ve ruhları rikkate getiren bir sohbet irâd buyurdular. Rabbim sırlarını ve hikmetlerini arttırsın. Hocaefendinin şu veciz ve sır çeşmesinden bir bade olan ifadesi beni çok sarstı ve muşgûl etti. Neydi o sözü: Allah Âşk Denizi'ni günahlarla kirlettirmez. Rabbimiz'in Âşk-ı Deryası'na dalma ve orada cevelân etmek isteyen bizler, Âşk Denizi'ni günahlarla kirletmemeliyiz. Âşk Denizi'ne dalanlara âşk olsun...