Müslüman ayık insandır. Bilinçlidir. Bile bile yanlış yapmaz. En azından yapmamaya gayret eder. İmanın gönlüne kazandırdığı bilinç halini yaşantısının her alanına uyarlar, uyarlamaya çalışır. Daima zindelik haline sahip, bilgi ve beceri ile donalı, başkalarını kendi nefsinden daha ziyade bilen bir hüviyettedir. Evet, belki birçoğumuz bu hasletlerden çok uzağız ama olması gereken bu.
İnsanın olaylara referans aldığı kaynaklar birbirinden farklı olabilir. Birçok insan için değerler, algılar, anlayışlar bizdekilere oranla değişik ya da tam aksi şeyler bile olabilir. Kim bilir belki de bu insan olmanın bir neticesidir. Milyarlarca insanın aynı şeyleri düşünmemesi, aynı şeylerden lezzet almaması ya da nefret etmemesi hakikatte Allah’ın varlığının ve birliğinin en belirgin ve en büyük bir göstergesidir. Tabi anlayabilene!
Herkes çok farklı olabilir. Bütün bu farklılıkların yanında biz Müslümanların da farklı olması tabiidir; ama biz Müslümanların farklılığı, hayatı anlama ve anlamlandırma noktasında kendimize, dinin bizlere sunduğu kutsalları referans almak olmalı. Olmalı ki farklılığımız bile ayrı bir fark özelliğimiz ayrı bir özellik olsun.
Neden mi bahsediyorum? ’Duyarlı olmaktan’, ’etrafta cereyan eden olaylardan haberdar olmaktan’ bahsediyorum. Görünenin ardından, bir bakışta fark edilemeyenden ya da bakanların göremediği, bakmakla görme arasındaki ince çizgiden bahsediyorum. Bizi biz yapan, bizim aslımızdan, kısacası kaybetmeye başladığımız ve neyi nerede kaybettiğimizi bir türlü bilemediğimiz insanlığımızdan. Akıl ve sevgilerimizin banknotlara, hisse senetlerine, repo ve mevduat hesaplarına, moda ve yerli yabancı dizilere sıkıştırılıp basitleştirilmesinden, basite indirgenmesinden, kişisel kazançlar uğruna toplumsal kaybedişleri göze alışımızdan, değişen zamana paralel olarak ruh dünyamızdaki bize ait olanların, kendi öz benliğimizin değiştiğinden, aslımıza inat, üzerimizde iğreti duran, yapay ve ithal olduğu ilk görüşte ayırt edilebilen sözde değerlerimizden kıymet addettiklerimizden, vazgeçemediklerimizden, hâsılı şuan bizde olmayan ama aslında olması gereken ya da bizde olup da esasında olmaması lüzum eden her şeyden bahsediyorum.
Örneğin, başta kendi yurdumuz olmak üzere farklı İslâm coğrafyalarında da karşı karşıya kaldığımız küresel ahlâk ve insanlık sorunlarına karşı duyarlılığımız, en fazla hassas olmamız gereken mevzuların başında gelmesine rağmen nedendir bilemiyorum ama yeterince duyarlı olamıyoruz. Galiba parasal açıdan rahatladıkça, ümmetsel açıdan sıkıntıya düşüyoruz. Ceplerimize para doldukça kalplerimizden duyarlılık boşalıyor sanki. Artık bizlerde hayata kapital (parasal) açıdan bakıyor, mutlu olmayı zengin olmayla özdeşleştiriyoruz. Bizim lügatimizde de para; her şey değilse de, çok şey demek anlamına geliyor bir iki asırdır. Para için evler dağıtmayı, ocaklar söndürmeyi bile göze alabiliyoruz kimi zaman. Bizlerde miras için birbirlerine giren kardeşlerdeniz artık. ’Marka’ ’modernlik’ ’imaj’ bizim de hayatımızın vazgeçilmezi olma yolunda hızlıca ilerliyor. Boşalan gönül dünyamızı saklama adına mıdır nedir, sahip olduğumuz elbiselerimiz gardıroplara sığmıyor. Yazlık, kışlık, yürüyüş, spor için derken fazla fazla ayakkabılar ediniyor ’modası geçti’ diye birkaç ay sonra rafa kaldırabiliyoruz hem de Somali’de Etiyopya’da Afrika’nın daha nice yerlerinde kola kutularını ayakkabı yapan Müslümanlardan habersizce.
Maalesef ’Canım bana ne’ ’beni ilgilendiren konu değil’ gibi düşünceler bizlerin de zihinlerinde yer etmiş durumda. Lüksün şaşaanın debdebenin verdiği gurur ve ihtiras ile dünyalık zevklerimizden vazgeçemiyoruz. Alış veriş için gittiğimiz bir mağazada kalite, alışkanlık, iyi tatmin edici olma gibi, kendimizce haklı olduğumuzu düşündüğümüz onlarca bahanelerle, Filistinli Müslüman kardeşlerimize her geçen gün zulmeden İsrail’e ait malları almaktan beri duramıyoruz bile. Ya da Efendimiz (s.a.v.)’i karikatürize etme cüretini gösteren Danimarka’yı olması gerektiği gibi boykot etmedik, edemiyoruz. Onların batıl adına ortalığa sundukları velveleyi bizler Hak adına gösteremiyoruz. Peygamberler Sertâcı Efendimizi (a.s.), her biri farklı faziletlerle mücehhez Ezvâc-ı Tâhirât annelerimizi, Fatımâları, Meryemleri demek ki temsil edemiyoruz ve bu neticedendir ki duyarlı olamıyoruz. Zira bu duyarlılık berrak bir imanın, takva dolu bir kalbin meyvesidir.
Evet, geldiğimiz nokta bu! Ağaran beyazlarımıza oranla, kararan kalplerimizi, düşüncelerimizi ne yazık ki hiç umursamıyoruz. Yemeklerimizin lezzetli olması adına kullandığımız bulyonlarla, envayı çeşit emülgatörlü katkı maddeleriyle birlikte dünyamızın ve en önemlisi ahiretimizin acılaştığını, ellerimizden kayıp gittiğini hiç hesap etmiyoruz. O mamullere verdiğimiz paraların kardeşlerimizin üzerine her fırsatta yağan bombalara dönüştüğünü belki de hiç kabul etmiyoruz. Nedendir bilemiyorum ama duyarlı olamıyoruz. Magazinsel haber ve programlara gösterdiğimiz nezaket ve anlayışı, dini içerikli olanlara gösteremiyoruz. Bize hizmet edenleri eleştirdiğimizin yarısı kadar bile olsa bizden olmayanları eleştiremiyor, daha iyiye sahip olabilme yolunda çaba sarf etmiyoruz. Hizmet adına onlarca fikirler, düşünceler, temenniler ileri sürüyoruz ama iş harekete geçmeye geldiğinde malı, mülkü, evladı, makamı, şanı, şöhreti hep bahane ediyoruz.
Bir futbol maçını, yemek programını seyretme adına TV ekranlarında saatlerimizi harcıyor, bunun yanında beş vakit namazlarımızı ya hiç kılmıyor ya da ’tabirimi hoş görün’ yangından mal kaçırırcasına alelacele kılıyoruz. Sırf bulmacası, bilmecesi için aldığımız gazete ya da dergilerin hakikatte neye ve kime hizmet ettiğini hiç hatırımıza getirmiyor bu düşüncelerle dünyalık keyiflerimizi bozmuyoruz. Daha bütün bunların yanında tiryakisi olduğumuz dizileri, hiç kaçırmadığımız sabah programlarını, abonesi olduğumuz müzik saatlerini, sevdiğimiz ünlü oyuncuları, şovmenleri, aktrisleri, aktörleri ve daha nicelerini ise saymıyorum, sayamıyorum…
Bizler Müslümansız hem de ahir zaman müslümanı. Bu bize hem dünyayı umursamama hem de dünyaya sahip olma manasını ihtiva eder. Evet, bizler dünyayı umursamayacağız. Onu gönüllerimize sokmayacağız. Ondan kaçıp uzaklaşacağız ama yine onu zalimlerin eline vermemek, masum ve mazlumların üzerine zulmü yağdıranlardan onu kurtarmak, huzurun, mutluluğun hâkim olmasını sağlamak adına ona sahip çıkacağız. Dünya bizim hayatımıza değil, bizler İslam’ın aydınlığı ile dünyaya hükmedeceğiz. Dünya Müslümanların gözyaşlarının aktığı bir yer olmaktan, bütün insanlığın neşe ve sürür içerisinde kardeşçe yaşayabildiği bir yer olmayı yine bizlerin, Müslümanların elinde bulmalı. Eskiden olduğu gibi bizler dünyanın değil dünya bizlerin ardı sıra koşmalı. Bizim dünyaya sahip olmamız aslında dünyayı sahipsiz bırakmama adına olacak. Bu nedenlerden dolayı Müslümanlar olarak bizler dünyayı ahreti elde etme adına kazanacağız. Değilse bizim için dünya oyun ve eğlenceden ibaret. Bizler yırtıcı hayvandan kaçtığımız gibi dünyadan kaçarız. Ama mesele o değil. Asıl mesele ahiret ile dünya arasındaki ince mesafenin korunması. Bizler yaklaşık üç asırdır ahireti kazanma adına şeklen dünyayı tepelerken beraberinde içi ve dışıyla, geçmişi ve geleceğiyle dünyayı da kaybettik. Bunun içindir ki, ne cebimiz para ne de kalbimiz Sahabe’nin imanı gibi bir iman ve neticesi olan itaatle doldu. Bugün teknolojiye, güç ve söz hakkına batı sahipse bunun en birinci sebebi üzülerek ifade etmeliyiz ki yine biziz. Bizler olayları İslam süzgecinden geçirerek çağa uyarlama yerine İslâm’ı şekilden şekle sokarak olaylara uyarlama derdine düştük. Bugün itibariyle meydanda hüküm süren sanat, kültür, edebiyat, felsefe dediğimiz şeylerin hemen hepsi bize ait olmayan ithal şeyler. İslam coğrafyasını, yeryüzündeki Müslümanların hayatlarını bilmiyoruz. Yani bizler toplum olarak, ne dünyayı anlayıp algılayabildik ne de ahiret adına büyük işler başarabildik.
Özetleyecek olursak; İslam’ın sadece mekân olarak camiye, zaman olarak Ramazan ayına, Kandil Gecelerine hapsedilmesi en çok bize zarar verdi ve hala da veriyor. Bizler artık İslâm’ın bütününe yönelik bir hayat nizamı sergilemeliyiz. Namaza, zikre, tefekküre, oruca, sadakaya özen gösterdiğimiz gibi kardeş olduğumuz Müslümanların düzen ve dirliğine, birlik ve beraberliğine de değer verip özen göstermeliyiz. Hayatı kendimizin çevresi ile sınırlandırmak, dünyayı yaşadığımız şehir ya da ülke kadar algılamak Allah’ın halifesi olmaya namzet bizler için çok sığ bir düşünce olur. Çünkü biz müslümanız. Bir gün öleceğiz ve hayatta yaptığımız, yapmadığımız, söylediğimiz, söylemediğimiz bütün her şeyden mutlaka ama mutlaka hesaba çekileceğiz.
Bunun için diyoruz ki lütfen biraz duyarlı olalım… Lütfen diğer Müslümanları da düşünelim… Lütfen İslâm’ın şümulüne vakıf olup, hareketlerimizi, düşüncelerimizi, ideal ve hedeflerimizi o doğrultuda şekillendirelim. Çünkü bizim iman aynamız, kendi nefsimiz için arzu ettiklerimizi (tersini de düşünmek mümkün) din kardeşlerimiz için de arzu etmeyi gerektirir. Çünkü biz bir bedenin uzuvlarıyız, bir binanın tuğlaları gibiyiz.
Lütfen Biraz Duyarlı Olalım...
Özlenen Rehber Dergisi 94. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.