Yaratıcımız tarafından ölümün ve hayatın var edilmesi insanlar arasında kimlerin daha iyi ve güzel iş yapacağını sınamak içindir. (Mülk, 67/2) Dünya geçici bir mesken ve meşakkat ve imtihan yurdu (Nisâ, 4/94, En’am 6/32) olduğa göre insanın hele hele müslümanın bunun farkında olması, kendisine verilen ömür sermayesini iyi kullanmasıdır akıllıca olan. Aslın bu olması gerekmesine rağmen insan bazen nefsin ve bazen de şeytanın hilelerine kanıp tuzaklarına düşmekte maalesef. İşte böyle bir durumda haram ve günah çukuruna düşen müslüman kendisi, ailesi, yaşadığı toplum ve inandığı değerlerle sürtüşmeye başlıyor, akıl ve gönül dünyasında gelgitler meydana geliyor.
Dünya ve ahiret görünürde belki farklı şeyler gibi algılansa da aslında birbirleriyle çok yakın ilişki içerisindeler. Çünkü insan kendisine verilen dünya hayatı ile ahiretini kazanmakta ya da kaybetmektedir.
İşte bizde bu çalışmamızda helal kazanç/helal lokma perspektifinden hareketle çalışma hayatından, helal kazanç elde etmeye, oradan da kazancın takva, dua ve toplumsal yapıya etkilerine kadar varan geniş bir yelpazeyi makale boyutunca ele almaya çalışacağız.
İslâm ve Çalışma Hayatı
İslâm ’da çalışarak, emek ve çaba sarf edilerek mal kazanma, kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesi, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmesi maksadıyla meşru yoldan çalışıp helalinden kazanması ibadet ve kutsal bir davranış olarak nitelendirilmiştir.
Çalışma, insan için dünya hayatını devam ettirebilme adına hayati bir zorunluluk olduğu kadar aynı zamanda bir görevdir de. Görevdir, çünkü insan, hem kendine, hem de çevresine karşı görev ve sorumlulukları olan bir varlıktır. En başta varlığı insana, Allah tarafından emanet olarak verilmiş ve varlığını koruması istenmiştir. Bu emaneti korumak onun temel görevlerindendir. Hiç kimse bu emanete ihanet edemez, onda dilediği gibi tasarrufta bulunamaz ve onu yok etmek için çalışamaz. Yeme-içmeyi, barınma ve korunmayı terk ederek onu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakması asla caiz değildir. Bu bakımdan insanın kendi hayatını devam ettirmesi dinen ona yüklenmiş bir görevdir.
İnsanın bu görev ve sorumluluğu Kur’ân-ı Kerim ve Hadis-i şerifler vasıtasıyla kendisine devamlı suretle hatırlatılmıştır. Mesela Kur’ân-ı Kerim insanın ancak çalıştığının karşılığını alacağını (Necm, 53/40) Cenâb-ı Hakk’ın geceyi dinlenme, gündüzü de çalışma vakti kıldığını (Nebe, 78/9-11) beyan etmiştir ki, bunlar birer hatırlatmadır. Yine ’Allah yeryüzünü sizin emrinize vermiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın ve rızık olmak üzere verdiği şeyleri elde ederek istifade edin’ (Mülk, 67/15) ’Namaz kılınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütuf olarak verdiği şeyleri elde etmek için çalışın’ (Cuma, 62/10) âyeti de bu meyanda örnek olarak zikredilebilecek birer örnek emirlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Hadis-i şeriflerinde rızık teminine yönelik çalışma son derece yüceltilmiştir. Örneğin ’Öyle günahlar vardır ki, onları ne namaz, ne oruç, ne de hac affettirir, onları ancak geçim temini için yapılan çalışma siler, götürür’ (Sehâvî, Ahsenü’t-Tekâsîm, Beyrut 1994, s. 157) ’Çalışmaktan elleri nasır bağlayan ve yorgun olarak uyuyan kimse mağfur olur’, ’Âdemoğlundan hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın nebisi Hz. Davud da elinin emeğini yerdi’ (Buharî, Bûyû, 15; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, İcare 15), ’Helal rızık temini için çalışma Allah yolunda cihad etmek gibidir’ (Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 4/6) hadisleri bunu açık bir biçimde göstermektedir. Ayrıca şu hadiseler de, bunu ifade etmesi bakımından zikretmeye değerdir. Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Sa’d b. Muaz (r.a.) ile karşılaşıp tokalaşmış, ellerinin nasırlı olduğunu görünce sebebini sormuş, o da, ailem için çalışmaktan böyle oldu deyince, Efendimiz, ’İşte Allah’ın sevdiği eller’ buyurmuştur. Diğer hadise de şudur: Kays b. Ebu Gareze ticaret yapan bir insandır. Medine’den bazıları Kays ve adamlarını ’simsar’ olarak nitelemektedirler. Bu ifadede biraz kınama vardır. Bu şekildeki niteleme onların ticaret şevkini kırmaktadır. Peygamber Efendimiz ise ’tüccar’ olarak nitelemiştir ki, bu şekildeki niteleme onlar için bir teşvik olmuştur. (Ebu Davud, Büyu, 1; Tirmizi, Büyu, 4)
Çalışmak ve Kazanmak! Ama Nasıl?
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi İslâm dini çalışıp kazanmayı, kişinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduklarının nafakasını temin etmesini tavsiyede bulunmuş ve insanı bunlar ile yükümlü tutmuştur. Ama burada gözlerden ırak tutulmaması gereken asıl önemli husus İslâm dininin, çalışmaya olduğu kadar, helal ve meşru yoldan gelir temin etmeye büyük önem vermesidir. Gerek âyet-i kerimelerde gerekse de Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinde, inanan insanlara, helal yoldan ve alın teri ile kazanmaları, helal ve temiz olan şeylerden yiyip-içmeleri emredilmiştir. (Bakara, 2/168; Mâide, 5/87-88)
Rızkın haram yoldan kazanıp yenilmesi, şeytana uyulması, faiz, kumar, hırsızlık, insanları aldatarak menfaat elde etme, doğruluktan ayrılıp insanlara zarar verme, dolandırıcılık, borç ve yükümlülüklerini yerine getirmeme, borcu inkâr etme, karaborsacılık ve fahiş fiyatla kâr elde etme gibi hasletler de yasaklanmıştır. (Bkz. Bakara, 2/275; Nisâ, 4/29; Mutaffifin, 83/1-5)
Haksız Kazanç
İslâm’ın kul ile Allah arasındaki, insanların birbiri arasındaki muameleleri ve eşya ile ilgili davranışları düzenleyen hükümleri vardır. İnsanın hayatiyetini devam ettirmek için ihtiyaç duyduğu dünya malının helallik ve haramlığı; fıkhî açıdan olduğu kadar mânevî ve rûhânî açıdan da önem arz etmektedir. Nitekim bu konudaki İslâmî tavrı ortaya koyan insanların zulüm ve haksızlık ile yolsuzlukların pençesine düşmemesi için uyarıcı mesajlar veren şu âyet-i kerime hiç unutulmamalıdır: ’Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin! İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah bir yolla yemek için o malları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin!’ (Bakara, 2/188; benzer içerikteki diğer ayet için bkz. Nisâ, 4/29)
Dünya malının haramlığı iki türlü olur. Birincisi; doğrudan hakkındaki hüküm sebebiyle yasaklanmış olanlar domuz eti (Bakara, 2/173; Mâide, 5/3; Enam, 6/115-145) ve şarap (Bakara, 2/219; Mâide, 5/90) gibi. İkincisi ise; elde edilişindeki bozukluk sebebiyle haram olanlar, gasp edilmiş, çalınmış mallar, hileli alışverişle kazanılmış kârlar gibi.
Haksız kazanç insanlar için bütün kötülüklerin başıdır. İnsanların mallarından bir kısmını haksızlıkla yemek için hâkimlere, yöneticilere devlet ve hükümet adamlarına rüşvet vermek ve bu sûretle millete ve halka âit yerleri ve imkânları ele geçirmek, haksız kazanç yollarından bir diğeridir. Rüşvet, bir hakkın iptali veya haksız bir arzunun gerçekleşmesi için kullanılan bir vasıtadır ki hem bireylerin hem de toplumların yozlaşmasına, haktan ayrılmasına sebep olurlar. Rüşvet; Haklıyı haksız, haksızı haklı çıkaran, başkalarının hakkını yediren, haksız hüküm verdiren, çıkar elde eden ve böylece cemiyeti perişanlığa sürükleyen bir vasıtadır. Bu vasıta, nakit para olabilir, taşınır ve taşınmaz mal olabilir, hatır-gönül olabilir ve ’hediye’ adı verilen mal da olabilir. İsmi ve şekli ne olursa olsun rüşvet, adaleti yok eden, zulmü kucaklayan, imanı zedeleyen, yürekler yakan, gönüller parçalayan korkunç bir illet, haksız kazanç yöntemi ve büyük vebal ve haram tuzağıdır. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz ’Allah’ın laneti rüşvet alan ve rüşvet verene olsun’ buyurmuştur. (İbni Mâce 2313, Albânî Sahihu’l-Cami 5114) Bakara sûresi (2/168-188) ve Mâide sûresinde (5/87-88 ) "haksızlık" diye tercüme edilen "bâtıl" kelimesi hırsızlık, hâinlik, gasp, kumar, fâiz, haksız muâmele, sefihlik, isrâf gibi hem kazanma, hem de harcama yollarının gayr-i meşrû olan her türünü kapsamaktadır.
Helâl Kazanç Takva İlişkisi
Helal haram duyarlılığı ile takva olgusu arasında doğrudan ve sıkı bir ilişkinin varlığı âşikârdır. Takva, v-k-y kökünden türemiş bir kelime olup, sözlükte ’korunmak, sakınmak, himaye etmek, bir şeyi ıslah edip düzene koymak, nefsin korktuğu şeylerden korunması’ manalarına gelirken, terim olarak ise; ’Nefsin günaha götüren şeylerden korunması ya da nefsi günahlardan ve onlara götüren şeylerden korumak’ demektir. (Rağıb el-İsfehanî el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’an, Çev. Mehmet Yolcu, Çıra yay. 2006 İstanbul)
Haram lokma yiyen, kendini öldürmüş gibi olur. Çünkü haram insanın helâkine ve âhirette azâbına vesîledir. Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde: "Haramla beslenen hiçbir beden cennete giremez. Cehennem ona daha lâyıktır." (Müslim, Zekât, 65; Dârimî, Rikak, 9; Müsned, II, 328) buyrulur. Bu paralelde büyükler "Yılan çıktığı deliğe girer" derler. Bu söz işin başlangıcı ile sonu arasındaki ilgiye işaret ettiği gibi haramın harama, helalin de helal ve meşru şeylere vesîle olduğunu da ifade etmektedir. Nitekim Sehl b. Abdullah Tüsterî (k.s.) konuyla alakalı olarak şöyle der: "Haram yiyenin âzâları, -kendisi bilsin bilmesin, istesin istemesin- isyân eder. Yediği helâl olan kimsenin âzâları kendisine itâat eder ve hayırlı işler yapmaya muvaffak olur." (İmam Gazzâlî, İhyau Ulûmi’d-Din, 2/92, Çev. Ahmet Serdaroğlu Bedir yay. İstanbul 2002) Yine Sehl b. Abdullah Tüsterî (k.s.)’ye atfedilen bir başka söz daha vardır ki o da haram lokma konusundaki duyarlılık açısından çok önemlidir: "Melekûtu müşâhede etmekten ve vuslata ermekten mahrûmiyete sebep olan iki şey vardır: Haram lokma ve yaratıklara eziyet!"
Helâl rızkın, meşrû ve sâlih amellere muvaffakiyet sebebi olduğu, helâlin sâlih amelden önce emredildiği şu âyetten açıkça anlaşılmaktadır. "Ey peygamberler, helâl ve güzel şeylerden yiyin ve sâlih amel işleyin." (Müminûn, 23/51) Yenilen lokma ne kadar helâl olursa, yapılan amel de o kadar sâlih ve faydalı olur. Bu yüzden sünnette sâdece takvâ sâhiplerinin yemeğini yemeye özen göstermek emredilmiştir. (Ebû Dâvud, Edeb, 16; Tirmizî, Zühd, 56; Dârimî, Et’ımı, 23; Müsned, III, 38)
Allah dostlarından Ebû Süleyman Dârânî (k.s.)’ye göre: "Kim benim zikrimden yüz çevirirse ona güç bir geçim vardır." (Tâhâ, 20/124) âyetindeki ’güç geçim’den murad ’haram lokma’dır. Çünkü helâl kazanmak için kalbî duyarlılık göstermeyen kimse asla kurtuluşa eremez. "Erkek ve kadından her kim mümin olarak yararlı işler yaparsa biz ona güzel bir hayat yaşatırız." (Nahl, 16/97) âyetindeki ’güzel hayat’ı da ’helâl lokma’dır.
Müslüman helal peşinde koşup haramlardan uzak kalmayı kendisine şiar edinme noktasında şüpheli olanlarla arasındaki mesafeyi de iyi ayarlamalıdır. Burası takvayı elde etme gayreti içerisinde olanlar için son derece mühim noktadır. Çünkü şüpheliler haram ile helalin arasında ve insanların birçoğunun fark edemeyeceği gizlilikte bulunan şeylerdir. Efendimiz (s.a.v.) bu hususu hükümdarın koruluğuna girmesi an meselesi olan koyunların koruluk etrafında otlatılmasına benzetmektedir (Buharî, İman 39) ki bu çok tehlikeli bir durumdur. Selef-i sâlihîn, haram şüphesi sebebiyle çok titizlik göstermişlerdir. Nitekim Sahâbeden (r.anhüm) bir topluluk Hz. Osman (r.a.)’ın şehid edilmesinden sonra hiç bir öğün sofralarından karınları tok olarak kalkmamışlardır. Çünkü Hz. Osman (r.a.)’ın şehit edilmesinden sonra Beytü’l-mâl talan edildiğinden bu haram paralar, ticaret, borç ödeme vb. şekillerde Medîne halkının paralarına karışmıştı. Nitekim Abdullah b. Ömer (r.a.), S’ad b. Ubade (r.a.) ve Üsâme b. Zeyd (r.a.) bunlardandı.
İmam-ı A’zam Ebu Hanife (rh.a.) de Bağdad’da bir koyun sürüsünün talan edilmesi üzerine on beş yıl süreyle koyun eti yememişti. Sebebi sorulduğunda: "Bir koyunun ortalama on beş yıl yaşadığını öğrendiğini bu yüzden on beş yıl süreyle aldığı etin, gasp edilen koyunların etlerinden olmaması için böyle yaptığını" söylemiştir. (İbn Hacer el-Mekkî, el-Hayratu’l-Hısan, s. 85, Daru’l-Erkam, Beyrut)
Helal Olmayan Kazanç ve Hayır Hasenat
Burada konuyla paralellik arz etmesi hasebiyle kişinin helal ve meşru olmayan usûl ve yöntemlerle elde ettiği kazançlarından ihsanda bulunup, hayır ve hasenat yapıp yapamayacağı mevzuuyla ilgili olarak da birkaç söz söylemekte yarar var. Haramla kazanılan mal ile hayır yapmak ve hayırlı işlere muvaffak olmak mümkün değildir. Nitekim Cenâb-ı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurur: "Haram mal kazanıp da onunla sıla-i rahim tasadduk ve infak gibi işler yapan kimsenin Allah bütün yaptıklarını bir araya toplar ve kendisini ateşe atar." (Mevsûa etrafi’I Hadis, VIII/92; Benzer rivayet için bkz. Camiu’s-Sağir Muhtasar, Terceme ve Şerhi, 1/268, H.no: 526, Yeni Asya Neş. 2002 İstanbul) Bu durumda olan insanların herşeyden evvel haram yöntemlerle kazanç elde etmeyi bırakması ve biran önce tevbe etmesi lazımdır. Çünkü bile bile haram işlemek, haramda ısrar etmek büyük günahtır. Haramlar Allah’ın koymuş olduğu sınırlardır. Bu hakikat Kur’ân-ı Kerim’de ’...kim Allah’ın sınırlarını aşarsa şüphesiz kendisine zulmetmiş olur.’ (Talâk 65/1 ) ayeti ile dile getirilmektedir.
Helâl Lokma ve Duaların Kabulü
Duâların kabûlü ve semâ kapılarının açılması ile helâl lokma arasında da inkârı mümkün olmayan bir irtibât vardır.
Duâ, Allah (c.c.) ile kul arasında kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifadeyle, kulun istek, arzu ve düşüncelerinin Rabbine takdim edilme şeklidir. Kul erişemeyeceği veya kendi imkân ve gayreti ile elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr-i Mutlak’tan arz eder, O’ndan ister; işte dua kulda var olan bu isteğin adıdır.
Duanın makbul olabilmesi ile ilgili ön şartlar sıralanırken öncelikli olarak dua edecek insanın günahlarına, haksızlıklarına, isyan vesair bütün hatalarına tevbe ve istiğfarda bulunması gerektiği zikredilmiştir. Bu noktada Peygamberimizin (s.a.v.), uzun bir yolculuk esnasında, saçları dağılmış, toz toprak içinde kalmış ve ellerini semâya kaldırıp: "Ya Rabbi! Ya Rabbi!" diye duâ eden bir adamdan bahsederek: "Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş bir kimsenin duâsı nasıl kabul olunur ki!" (Müslim, Zekât 65) dediği zikrolunmakta ve duanın kabulü ile işlenen günahlar arasındaki irtibat ortaya konulmaktadır.
Evet, ’Her bir Müslüman, Allah’a duâ ettikçe Allah onun dileğini yerine getirir ve benzeri bir kötülüğünü ondan siler. Bu duâ günah için ve akraba ile bağını koparmak için olmadığı sürece böylece devam eder.’ (Tirmizî, Da’avât 126) hakikatini duasına ölçü kabul etmelidir; ancak bu, yukarıdaki zikrettiğimiz hadis-i şerif ile birlikte mütâlaa edilmelidir.
Çünkü haramla beslenen vücut eritilmeden; boğazdan geçen lokma helâl olmadan duâlar makbûl olmaz. Bu manada büyükler kendilerine ’ağızdan çıkanların tesirli olabilmesi, ağızdan girenlerin helal ve meşru olmasına bağlıdır’ hakikatini düstur edinmişlerdir.
Helâl-Haram Duyarlılığı ve Toplumsal Yapı
Dinin getirdiği emir ve nehiyler hayatı zorlaştırmaya değil bilakis kolaylaştırmaya yöneliktir. (Bakara, 2/185) Müminler tarafından dinin gerektirdiği olan bu emir ve nehiylere karşı duyarlı olmak, Allah’a olan imanımızı kuvvetlendirir ve zinde tutar. Kul hakkına bulaşmış, insanların mallarını haksız şekilde eline geçirmiş kişilerin ve haram lokmanın, haksız kazancın yaygınlaşmasının zamanla toplumu kokuşturacağı kesindir. Nitekim: Kur’ân-ı Kerim’de yer alan ’Biz işledikleri günahlarından ötürü zâlimlerden kimini kimine musallat ederiz.’ (Enâm, 6/129) âyeti müfessirlerce şöyle tefsir edilmiştir: ’Halkın amelleri fesâd bulunca başlarına, yaptıkları amellere çok benzeyen idâreciler koyarız. İnsanların dinleri fesâda uğrayınca rızıkları da fesâda uğrar.’ (Bkz. Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, 10/185, Çev. Suat Yıldırım, Akçağ Yayınları İstanbul)
Burada helal lokma ile yakından ilgili olması nedeniyle kul hakkı mevzuuna değinmeden geçmenin konuyu eksik bırakacağı kanaatindeyim. Kul hakkı, can, mal, nâmûs ve izzet-i nefs ile alâkalı konularda olur. Can ile alâkalı kul hakkı adam öldürmektir. Genel manada kul hakkı, alış-verişteki hile, aldatma, işçinin ücretini vermemek ya da geciktirmek şeklinde de olabilir. Bu tür kul hakkından tevbe edip kurtulabilmek için insan, ömrü müsait oldukça, kötülük ettiği kadar iyilik etmelidir. Hak sahipleri ile helâlleşmelidir. Bu mümkün olmazsa onun adına iyilik ve infakta bulunmalıdır.
Sonuç
Allah’ın kendisine iman nimetini verdiği müslüman namaz, oruç, zekât, kurban gibi ibadetlere riayet ettiği gibi bu ibadetlerden lezzet alabilmek ve yarın Hakkın huzuruna günahkâr olarak varmamak için kazancının helal ve meşru yollardan temin edilmesine, haram ve günah olan yöntemlere başvurmamaya azami çaba sarf etmelidir. Çünkü haram kalbi öldürür, bedenin cehennem için hazırlanmasına sebep olur. Haram itaat şuur ve lezzetinin önündeki en büyük engeldir. Bunun yanında helal ise Allah’ın rıza ve rahmetine, kulluktan lezzet ve tat almaya vesile olacak büyük nimettir.
Farklı Açılardan Helâl Kazanç ve Etkileri...
Özlenen Rehber Dergisi 94. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.