1. Kur’ân-ı Kerim’in Evrenselliği
Hz. Adem (a.s) ile başlayan insanlık serüveni, bir geli?im ve de?i?im çizgisi takip ederek sürmektedir ve bu serüven kıyamete kadar da sürecektir. Cenâb-ı Allah, peygamberler ve onlar eliyle kitaplar göndermek suretiyle bu geli?imi -di?er bir ifadeyle tekamülü- sa?lamı?tır; ama bu -Darwin ve taraftarla¬rının iddia etti?i gibi- yaratılı? ve varolu?la ilgili bir tekamül de?il; dü?ünce, ya?ayı?, medeniyet, teknik ve benzeri ?eylerle ilgili bir tekamüldür.
(1) Allah (c.c) bir taraftan insanı en güzel bir ?ekilde yaratıp ona la¬zım olacak en lüzumlu maddî manevî teçhizatı (organları ve özellikleri) vere¬rek, bir taraftan da insan olarak takip etmesi gereken yolu ve hayat tarzını, onlar içinden seçti?i peygamberler vatsısıyla bildirerek rubûbiyetini göstermi?tir.
Terbiye etme ve geli?tirme demek olan rubûbiyetin bir neticesi olarak Allah Teâlâ, madden en güzel ?ekilde yarattı?ı insanı, mânen mükemmel olabilme potansiyeli ile donatıp bu potansiyeli kendi iradesiyle iyiye ve güzele do?ru kullanarak insân-ı kâmil olmasını ve böylece ona -meleklere bile vermedi?i- büyük bir ?eref vermeyi istemi?tir. Dolayısıyla da onu bir imtihan dünyası içine bırakmı? ve bu kemalî (manevî tekamülü ve terbiyeyi) kendi kendine kazanmasını murâd etmi?tir; ama onu, en büyük dü?manları ve manevî tekamülünün en önemli engelleri olan nefsi ve ?eytan ile ba? ba?a bırakmamı?, gerekli zamanlarda gönderdi?i ilahî mesajlarıyla yolunu göstermi?, her türlü dü?manı hususunda dikkatini çekmi?tir.(2)
Allah Teâlâ bu mesajları farklı zamanlarda farklı peygamberler ile göndermi?tir. “Biz peygamber göndermedikçe, (hiçbir kavme) azap edecek de?iliz”(3) ve “Biz seni gerçek ile bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”(4) “Her ümmet için mutlaka bir uyarıcı (bir peygamber) gelmi?tir.”(5) “Biz seni, kendinden önce bir çok ümmetler gelip geçmi? olan bir ümmete peygamber olarak gön¬derdik.”(6) buyurmak suretiyle de gönderdi?i mesajların tüm insanlı?ın haberdar olaca?ı ?ekilde yollandı?ını, insanlı?ın hiçbir dönemde Rabbinden habersiz bırakılmadı?ını ve ancak kendisine peygamberin getirdikleri ula?an kimsenin Rabbine kar?ı yükümlü oldu?unu bildirmi?tir.
Tabîî ki pey¬gamber göndermekteki amaç, peygamberin mesajının tüm insanlara ula?masını sa?lamaktır. Mesajın tüm insanlı?a ula?masından maksat ise geldi?i bölgeden co?rafî olarak uzakta olan insanlara ula?masının yanında zaman olarak da mesafeler kat ederek indi?i dönemden sonraki zaman dilimleri içinde de kendisinden haberdar olunması ve geçerlili?ini muhafaza etmesidir. Hele bu kendisinden sonra bir daha asla bir ba?ka kitap gelmeyecek olan Kur’an için vazgeçilmez bir durumdur.
Ancak son yıllarda gerek İslam aleminde ve gerekse de batı dünyasında ortaya çıkan bazı kimseler; Kur’an-ı Kerim tarih içinde zuhur etmi?tir, nazil oldu?u co?rafyanın kelimelerini örflerini kullanmı?tır ve tarihin içinde tekrar tarihe maal olmu?tur, ?imdi artık o hükümler ba?ka zamanlarda ba?ka mekanlarda geçerli de?ildir, dolayısı ile Kur’an tarihseldir, diyebilme cüretini gösterebilmi?lerdir. İslam dünyasında bu tarihsellik tartı?masını ilk olarak ortaya atan Fazlurrahman, Kur’an-ı Kerim’in bir kısım ayetleri ebediyen geçerli olmak üzere gönderilmi?tir; ama ahkama dair bir kısım ayetler ise belirli bir dönemde geçerli olmak üzere gönderilmi?tir.
Bu nedenle ayetlerin bir kısmı tarihseldir ve tarihe maal olup gitmi?tir, iddiasında bulundu. Daha sonra bu istikamette daha ileri gidenler oldu. Fazlurrahman sadece ahkama dair ayetlerin tarihsel oldu?unu ileri sürerken bazıları çıktılar, ibadete dair ayetler, ahlaka dair ayetlerin bu ?ekilde oldu?unu söyleyenler oldu. Hatta daha da ileri giderek akaide dair ayetlerin hakkında da böyle diyenler var ?imdi. Mesela Hasan Hanefi bunlarda biridir.
Belki bunu Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önceki peygamber için söylemek mümkün olabilmektedir; ancak Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberlerin sonuncusudur (7) ve Hz. Muhammed’den sonra peygamber gelmeyecektir. Bu yüzden kendisine peygamber göndermedi?i hiçbir kavmi sorumlu tutmayaca?ını bildiren Allah Teala, son peygamberi ile gönderdi?i mesajın da kıyamete kadar geçerli olması icab etmektedir. İ?te bundan dolayı Hakk Teâlâ; “Şüphesiz o zikri biz indirdik ve kesinlikle onu koru¬yaca?ız.”(8) buyurarak, gönderdi?i önceki kitaplardan farklı olarak, Kur’ân-ı Kerim’i kıyamete kadar, tahriften, kısmen veya tamamen kaybolmak¬tan ve ilave yapılmasından koruyaca?ını bildirmi?tir. (9)
Nitekim, mesela bazen, âlim bir zat yanılarak Kur’ân’ın bir harfini, bir noktasını de?i?tirirse, yanlı? okusa, daha bulu?a bile ermemi? küçücük bir hafız, onun yanlı?ını söyleyiverir. Ufacık çocukların bile muhafızı oldu?u bir kitabı kim de?i?tirebilir? Hasan Basrî, bu muhafazanın, Kur’ân Şeriatını kıyamete kadar baki kılma suretiyle olaca?ını söylemi?tir. (10) Ayette Kur’ân’ı anlatmak için zikr kelimesinin kulla¬nılması, bu kitabın, Peygamber (a.s) öldükten sonra da kıyamete kadar, insan¬lar için bir ikaz, bir hatırlatma, bir nasihat (11) olaca?ına âdeta bir i?aret ta?ı¬maktadır. Bundan dolayı bir ayette; “O, sana ve kavmine bir zikirdir.” (12) denilirken, bir ba?ka ayette de; “O (Kur’ân) ancak bütün âlemler için bir zikirdir.”(13) ’ve mü’minler için bir ö?üt...’(14) buyurulmu?tur...
“Bugün dininizi kemale erdirdim. Size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.” ayeti, Kur’an-ı Kerim kendinden önceki dinler gibi yöresel, millî veya ırkî bir karaktere de?il, evrensel bir niteli?e sahip oldu?unun en önemli kanıtlarından biridir. Binaenaleyh kıyamete kadar inanacak olan herkes için o bir ö?üt, bir ikaz, bir hatırlatmadır.
Cenâb-ı Allah, dünyaya gönderdi?i son mesaj için, merkez olarak Mekke’yi seçti ve ona Ümmü’l-Kura (?ehirlerin anası) diyerek, dünyanın bütün ?ehirle¬rinin manen ona ba?lı oldu?unu bildirdi. Çünkü orada, insanlar için, ibadet¬hane olarak yapılan ilk ev olan Kâbe vardır.(15) Kur’ân mesajının, Mekke mer¬kezinden, halka halka yayılarak bütün dünyaya yönelik oldu?unu bildirmi?tir.” Bu (Kur’an), Ümmü’l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdi?imiz ve kendinden öncekileri do?rulayıcı mübarek bir kitaptır... (16) Aynı ha¬kikat, bir ba?ka ayette çok daha net bir ?ekilde ifade edilerek,
“(Ey Muhammedi) Biz seni, ancak insanların kâffesine (bütününe) bir müjdeleyici ve uyancı olarak gönderdik; fakat insanların ço?u bilmezler.”(17) buyurulmu?tur. O Allah (c.c)’nun gönderdi?i son elçidir. “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası de?ildir; fakat O, Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her ?eyi hakkıyla bilendir.”(18) buyurulmu?tur.
Binaenaleyh insanlar bilse de bilmese de; kabul etse de etmese de, O, bütününe peygamberdir ve mesajı hepsine yöneliktir. Allah Teâlâ onu, sadece insanlara de?il, âlemlerdeki bütün mükelleflere peygamber olarak göndermi?tir. (19) Dolayısıyla da getirdi?i mesajda kıyamete kadar geçerlili?ini koruyacaktır.
2. Ahkamın De?i?mesi Meselesi
İnsanlı?a son peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed (a.s) bir kitapla geldi. Bu kitap, birçok ifadesinde, ne oldu?undan, nereden geldi?inden ve niçin geldi?inden bahsederek kendisini tanıttı: “(Ey Muhammed!) Sana bu Kur’ân, hakîm ve alîm bir zatın katından geliyor.”(20) ayetlerinde bir tenakuz ve çeli?ki olmadı?ı gibi, ihtiva etti?i tevhit, peygamberlik, ahkâm ve mükellefiyetlerin hepsi do?rudur, hiçbi¬rinde kesinlikle bir kusur ve noksanlık yoktur. Dünyadan âhirete, maddeden mânâya, halktan Hakk’a, ?ehevî ve bedenî arzu ve isteklerden samedî nurlarla aydınlanmaya ça?ıran, her ?eyi içinde ta?ıyan bu kitap, e?rilikten, bozukluktan ve batıl ?eylerden temiz ve uzak oldu?u için, hem mükemmel, hem de mükemmil (insanların hallerini ve dü?üncelerini mükemmelle?tiren) bir kitaptır. (21)
“Allah, Kitab’ı, dosdo?ru ve en adil olarak tamamlamı?tır ve Allah’ın kelimelerini, hükümlerini de?i?tirebilecek hiçbir güç yoktur”(22) Kur’an’ın hükümlerinin tarihsel oldu?unu iddia ederek de?i?tirmeye kalmak Kur’an’a bir ihanettir. Onu de?i?tirme yetki ve gücü peygambere bile verilmemi?tir. Bazı kâfirler, bunun yerine ba?ka bir Kur’ân, hükümleri yerine ba?ka hükümler isteyebilirler; ama peygamberin, onu kendili?inden, Allah’ın emri ve izni olmaksızın de?i?tirmesi mümkün de?ildir ve peygamber ancak ve ancak kendisine vahyolunana uymakla görevlidir. (23)
O kitabın de?i?tiril¬meye de zaten ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla koymu? oldu?u hükümler, o andan itibaren kıyamete kadar geçerlidir: “Artık bundan sonra kim, (Allah’ın çizdi?i) sınırları çi?nerse, onun için acı veren bir azap vardır.”(24)
Mesela, Mekke’nin fethinden sonraki ilk yıllarda, Müslüman olmayanların da Kabe’ye girip etrafında ibadet etmelerine müsaade edilirken, gelen nihaî hüküm ile on¬ların Kabe’ye yakla?maları bile yasaklanmı? ve “Artık bu yıllardan sonra onlar Mescid-i Haram’a yakla?masınlar. E?er (bu yasak sebebiyle, ticaretiniz aksa¬yaca?ından dolayı) geçim sıkıntısından korkarsanız, biliniz ki Allah, fazl-u kereminden, dilerse sizi zengin edecektir. Şüphesiz Allah alîm ve hakimdir.”(25)
buyurulmu?tur.
Ayette açık bir ?ekilde, artık bundan sonra bu hükmün yürürlükte oldu?u, ekonomik sebepler dahil, hiçbir sebeple aksi yönde bir davranı?ın caiz olmadı?ı bildirilmi?tir. Ayetin sonu ’Allah, alîm ve hakim¬dir’ gerçe?i ile bitirilerek, âdeta ?u denmek istenmi?tir: ’Ey inananlar! Bu ve benzeri hükümler, size bazı mülahazalarla mantıksız ve hikmetsiz gibi görü¬nebilir. Çünkü sizin ilminiz her ?eyi kavramaya yetmez; ama bilin ki bu hü¬kümler, ilmi ve hikmeti sonsuz olan Allah’tan geliyor’. Nitekim Cenâb-ı Allah, bazı ahkâm ayetlerinin sonunda “Allah bilir, siz bilmezsiniz”(26) bu¬yurarak, hükümlerinin, sonsuz ilmine dayandı?ını söylemi?; insanların kendi ba?larına ortaya koyaca?ı hükümlerin ise hatalı ve noksan olaca?ına, çünkü bilgilerinin yeterli olmadı?ına dikkat çekmi?tir. (27)
İslam Hukuku kaynak itibarıyla ilahidir. İslam Hukukunun temel kayna?ının ilahi olu?u, ?üphesiz onun asla de?i?tirilemez olu?unu gerektirir. Onu tebli? eden Peygamberin bile de?i?tirmeye yetkisi yokken, (28) ba?kalarının böyle bir yetkisi elbette söz konusu olamaz. Kur’ân’ın bu de?i?mez özelli?i Müslümanlar adına ba?aklarını rahatsız etmi?; sınırlı ve eski bir kayna?ın, bu günün ihtiyaçlarına cevap veremeyece?ini dolayısıyla da onun tatbik kabiliyetinden uzak ve tereke mahkumu oldu?unu Müslümanların zihinlerine yerle?tirmeye çalı?mı?lar, bir çok aydınımız da Kur’ân’ın mahiyetini incelemeden bu görü?ü benimsemi?lerdir. (29)
Oysa İslam Hukuku’nun amacı, donmak veya hayatı dondurmak de?il; hayata hem ayak uydurmak hem de yön vermektir. Bu ise İslam hukukunun yeni ortaya çıkan ihtiyaçlara cevap verebilmesi, böylece ya?anılan hayatla paralel yürümesi ile mümkündür. Bunu bizim Fıkıh usulcülerimiz zaten çok da iyi halletmi?lerdir. Yani lafız-hüküm ve maksat demi?ler, hükmü illetinden anlıyoruz, demi?ler, e?er illet (hükme sebep olan keyfiyet) ortadan kalkarsa hüküm ortadan kalkar, illet geri gelirse hüküm de geri gelir demi?lerdir, demi?lerdir. Tarihselciler ise, tarihsel durum tamamen de?i?ti?i için bütün hükümler ortadan kalkmı?tır, iddiasındadırlar; fakat bu iddiadan öteye geçemeyecek bir durumdur.
Modern hukukçularımızdan Prof. Dr. Şakir Berki’ye göre İslam Hukuku, tam ve saf manası ile ilahî hukuk oldu?undan, Kur’ân ve hadislere müstenid ahkamında en ufak de?i?iklik ve içtihat kaypaklı?ına mütehammil de?ildir... Kur’ân zamana göre tebdil edilemez.(30) Yani ?artlar de?i?ti diye kalkıp Kur’an’ın hükümlerini de?i?tiremeyiz.
Zaman de?i?tikçe insanların ihtiyaçları, örf ve adetleri de de?i?ti?inden Kur’an ve sünnetteki delillere dayanmayıp, örf üzerine kurulu cüz’î hükümler de?i?ir; yani ikinci ve üçüncü derecede olan kaynaklar üzerinde de?i?me olabilir; ancak küllî hükümler de?i?mez. Bunlar nass (Kuran ve sünnet) ile sabittir. Klasik dü?ünürlerimizin geneli bu kanaattedir. Son dönem alimlerimizden Osmanlı hukukçusu Ali Haydar Efendi de böyle dü?ünmektedir. (31)
Kur’ân, her konuyla ilgilenmek yerine genel ilkeler ve ölçütler vazetmektedir. Bu ilkeler her dönemde Müslümanların ihtiyaçlarına cevap verebilecek sorunlarına çözüm üretebilecek niteliktedir. Kur’an bir ansiklopedi kitabı de?ildir. Her meseleye do?rudan bir hüküm vermez; ancak ortaya koydu?u bir takım ilkeler silsilesi ile insanlara meselelerini halletmede yol gösterir.
Kur’ân-ı Kerim’in vazetti?i genel ilkeleri sıralayacak olursak;
1. E?yada asıl olan ibahadır. Yani hakkında dinî bir emir veya yasak bulunmadıkça e?yanın aslen helal sayılmasıdır.(2/29.16.14. 22/65)
2. Şûra yapmak gereklidir.(3/159. 42/30)
3. Adaletli olmak gereklidir.(42/15. 65/8)
4. Suç-Ceza dengesi sa?lanmalıdır. (10/27. 42/40)
5. Haksız kazanç haramdır. (4/29)
6. Hayırda yardımla?mak gereklidir. (2/188. 3/130. 5/2)
7. Sözle?melere uymak gereklidir.(5/1)
8. Güçlükler kaldırılmalıdır.(5/6. 22/78.)
9. Zaruret haram olan ?eyi mubah kılar.(2/173. 5/9)
Bunların yanı sıra, uygulamada salt aklın hükümlerine bırakılan hususlar da vardır. Meselelerin gereksiz yere zorla?tırılmaması (2/67.71;58/101), insanların sıkıntıya u?ratılmaması (5/6;22/38; 24/61) istenir. Çünkü Kur’ân-i Kerim, insanlar için bir rahmettir. (32) i?te Müslümanlar bu temel ilkelerden hareketle sünneti ve geçmi? alimlerin içtihatlarını da göz önüne almak suretiyle günün meselelerine kolaylıkla çözüm üretebilirler.
Bazı Müslüman akademisyenler, birtakım dü?üncelere ve kanaatlere sahip olabilirler ve kanaatlerini, kendilerince mantıkî yollarla izah edebilirler. Biz de bu kanaat ve dü?üncemizi, kendimize göre mantıkî ?ekilde izah edebiliriz. Meselâ, özellikle Batılılarca sık sık tenkit edilen ve ça?dı?ı bulunan Kur’ân hükümlerinden, hırsızın elini kesme (33) cezası hakkında, kimi ’Buradaki kesme, eli, kesici bir ?ey ile hafifçe çizip kanatmadır, yoksa tamamen kopartma de?ildir’ diyerek, bu tenkitleri savu?turmaya çalı?ırken, kimileri de ’Kur’ân’ın indi?i dönem toplumu, ticaret ve tarım toplumu oldu?u için, hırsızlık yapanın elinin kesilmesi, o toplum için, en a?ır bir hükümdü. Dolayısıyla o gün için son derece caydırıcı idi; ama bugün, mesela hizmet sektöründe çalı?an in¬sanlar için, hapsedilip, kitap okumaktan mahrum bırakılmak, daha a?ır ve daha caydırıcı bir cezadır’ diyerek, bu gibi hükümlerin günümüze uyarlanması gerekti?ini söylüyorlar. Biz de aksini savunarak rahatlıkla ve gayet mantıkî olarak ?öyle diyebiliriz: Bu ve benzeri Kur’ân hükümleri hâlâ en uygun ve en caydırıcı cezalardır.
On dört asırdan beri kısmen veya tamamen uygulandı?ı yerlerde ve dönemlerde, adaleti sa?lamada ve insanları suçlardan uzakla?tırmada, en güzel örnekleri ortaya koymu?lardır. Bugün medeniyet, teknik ve hukuk devleti olma açılarından örnek olarak görülen Batı, ortaya koydu?u ceza sistemi ile suçlan sadece artırmı?tır. Buna kar?ılık, mesela, Kur’ân Hukuku’nun büyük bir yüzde ile uygulandı?ı Osmanlı Devleti’nde -bilhassa kuvvetli oldu?u dönemlerde- bütün devletleri kıskandıracak bir ?ekilde, suç yoranlarının son derece dü?ük olu?u; hırsızın elini kesme, zina eden evli çiftleri recm etme (ta?layarak öldürme), haksız ve sebepsiz yere birisini öldürene kısas uygulama, gibi bir çok a?ır gibi görünene cezaların, nadir olarak uygulanma mecburiyetinde kalınması, gerçekten enteresandır.
Bugün, vahyedili?inden on dört asır geçtikten sonra, hâlâ bu gibi hükümleri izah edebiliyorsak, hikmetlerinden bahsedebiliyorsak ve bu izahlar ve hikmetler aklı ba?ında birçok ki?i ’tarafından da payla?ılıyorsa; ama öte taraftan, insanların meclislerinde yaptık¬ları kanunlar kısa zaman zarfında izah edilemez, hikmeti görülemez duruma dü?üyorsa, bu da enteresan de?il midir? Biz bütün bunları, o hukukun, kâinatı ve içinde de insanı yaratan ve her ?eyi ile bilenin, ilmi ezelî ve ebedî ku?atanın hukuku olu?una ba?lıyoruz. Aslında bütün Müslümanlar, O’nun ilminin ve hikmetinin her ?eyi ku?attı?ına inanıyorlar. Zaten aksi, inkâr olur. Ne var ki O’nun ayetlerini anlamaya çalı?ırken usûl hatası yapıyorlar ve bazen ayetlerde olmayan ?eyleri, ayetlere söyletiyorlar. Yine bizce, aklı gere?inden fazla i?e katarak, İslâmiyet’e kar?ı gösterilmesi gereken teslimiyeti göstermiyorlar ve bazen onun bir din oldu?unu unutuyorlar. (34)
Kur’ân’ın tarihselli?inden yola çıkarak onu, elfâzını, özel hükümlerini bertaraf edip özünü, amacını, sosyal-ahlakî gayesini anlayıp ça?ımızda bu sosyal ahlakî gayeleri ne ile gerçekle?tireceksek o hükümleri kendimiz vaz edip Kur’ân’ı böyle anlamak, dini böyle anlamak, İslâm’ı böyle ya?amak iddiasında olan insanlara sadece bir ?eyi hatırlatmak gerekir; hem insan hem de insan aklı tarihseldir. Hiç kimse kendini Allah(c.c)’nun yerine koymamalıdır.
Kaynakça:
1. CEBECİ Lutfullah, “Kur’ân’ın Ahkamı Kıyamete Kadar geçerlidir”, I.Kur’ân Sempozyumu 1-3 Nisan 1994, Bilgi Vakfı Yay. s.249
2. BOYACIOĞLU Ramazan, “İslam, İnsan, Hz. Muhammed (s.a.v) ve Evrensellik”, Cumhuriyet Üniv. İlahiyat Fak.Dergisi sayı.1 1996 s.149-159.
3. İsra/15.
4. Fatır/24.
5. Yunus Suresi, 10/47.
6. Ra’d/30.
7. Ahzab, 33/40.
8. Hicr/9.
9. Burada her ne kadar daha önceki ilahi mesajların tahrife u?radı?ı söylense de aslında bu kitaplar Hz. Adem’den Hz Muhammed (a.s)’e kadar hep aynı ilkeleri bünyesinde barındırmı?lardır. Bu nedenle Kur’an’dan önce gelen kitaplar tahrife u?rasa da getirmi? oldukları mesaj asla kaybolup gitmemi?tir. Çünkü Allah (c.c) daha önce yolladı?ı mesala tevhit ilkesi gibi temel ilkeleri Kur’an ile yeniden yollamı?tır.
10. CEBECİ L., a.g.m., s. 252, (Ruh’ul-Meânî, XIV/16).
11. CEBECİ L., a.g.m., s. 252., (Razi, Tefsir-i Kebir, J/432; Zerke?î, el-Burhan, 1/279; Subhi es-Salih, Mebahis, s. 20.)
12. Zuhruf/44.
13. Sad/87.
14. A’raf/2.
15. Âl-i İmran/96.
16. En’am/92.
17. Sebe/28.
18. Ahzab/40.
19. Furakan/1.
20. Neml/6.
21. CEBECİ L., a.g.m., s.255 (Ruh’ul-Meânî, XV7200-202)
22. En’am/115, Kehf/27.
23. Yunus/15.
24. Maide/94.
25. Tevbe, 28.
26. Bakara/232.
27. CEBECİ L., a.g.m., s.256.
28. Yunus/15.
29. ERDOĞAN Mehmet, İslam Hukukunda Ahkamın De?i?mesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İkinci baskı. İst.1994, s.21.
30. ERDOĞAN M., a.g.e., s.21, (Berki Şakir, “İslam Hukunda Adalet Esasları ve Adalet Te?kilatı”, (A.Ü.İ.F.D., c. VI, sayı, I-IV, s.39.)
31. UYANIK M., “Ça?da? İslam Dü?üncesinde Tarihsellik Evrensellik Sorunu”, s.183.
32. Enam/157.
33. Mâide/38.
34. CEBECİ L., a.g.m., s.270.
İlahi Mesajın Evrenselliği
Özlenen Rehber Dergisi 8. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.