Tarih boyunca inancı, bir varlık unsuru olarak değerlendirenlerin gündemini meşgul eden mesele, dinin ve onu vücuda getiren kaynakların sıhhatli bir ?ekilde anla?ılması ve yorumlanmasına ba?lı olarak, Allah’ın muradına mutabık dinî bir söylemi olu?turma çabasıdır.
Bu husustaki çalı?maların temel amacı, dini referans alan insanların ihtilaflardan uzak itikâdî bir alt yapıya ve mutedil bilgi seviyesine ula?tırılmasıyla amel ve ilim ekseninde dönmesi elzem olan ibadet hayatını anlamlandırabilmek, di?er bir yandan da sosyal hayatta materyalist dalgalanmanın ve rant elde etme hırsının yarattı?ı handikaplardan ve buhranlardan bir çıkı? yolu bulmaya çalı?an ve bunu da kendi özünde mevcut olan kuvvetin (imanın), fiile (amele) dönü?türülmesiyle, bu alandaki dinî eksikli?in sa?lam temeller üzerine oturtturulması açısından da ayrı bir önem arz etmektedir.
Ancak bu sınıfa girenlerin, içinde bulundukları ilmî ve manevî krizden, refah düzeyine ula?mı? bilinçli/dini duyarlılı?ı olan bir toplum olu?turmak için ilahî de?er yargılarının mevcut dilin formatına nasıl ve ne kadar yansıtılması gerekti?i cevap bekleyen en hayatî soruların ba?ında gelmektedir. Çünkü sözlü eylem, dinî hakikatleri temsil etti?i oranda zordur. Bir afyon gibi saf dima?ları ateist dürtülerin etkisi altına aldı?ı ideolojik bir zihnî yapıya mahkum olan insanların karanlıkta beliren ı?ı?a bir adım atmaları, söze yüklenen anlamların bir metot içermesiyle do?ru orantılıdır.
Bu anlamda ir?ada memur Müslüman ?ahsiyetlerin din etrafında olu?an itikat merkezli siyasi hareketlerin anlayı? farklılıklarını, ısrarla tartı?ma ortamına ta?ımalarından ziyade, birle?tirici unsurları göz önünde bulundurarak manevî bir ruh boyutuna yönlendirmede birer atlama ta?ı olmayı kendisine görev addedip mümin bir vasfı, yani “iyilikte ve takvada yardımla?mayı” ortaya koymalıdır.
Oysa arzu edilen bu tavrın aksine, uyu?turulmaya müsait cahil bir zümreyi de arkasına alarak dinin sözcülü?ünü sadece kendi cemaati üzerine hamleden, buna kar?ın di?erlerin do?ruları hakkında tatmin edici bir bilgiye sahip olmadı?ı halde onları cehennem çukurunun en a?a?ısına göndermekle yargısız infaz yapmaktan kendisini alamayan, sözde tevhit ehli insanların anlayı?larını dinin merkezine koymak nasıl mümkün olabilir. Sözüm ona tevhit ehli insanlarının toplum bünyesinde, radikal, bölücü söylemleriyle nifak tohumlarını saçmalarına ve böylelikle rahmet olma vasfını ön plana çıkaran dinin imajının zedelenmesine, dinin bizatihi kendisi müsaade etmez.
Do?ru bir yakla?ım olarak ifrat ve tefrit arasında vasat bir tavrı ilke olarak benimseyen, hakikati kelimelere uydurmaktan ziyade, elde edilen anlayı? ı?ı?ında hakikate do?ru yürüme kabiliyetini gösteren insanların sözlü eylemleri her zaman toplumsal mutabakatı ve uzla?ı noktalarını hedef almı?tır. Çünkü dinî telkinler ve bu anlamdaki iletiler e?er muhatabın kabul yelpazesi içinde sunulmazsa, de?er verdi?i inanç sabitelerini korumak adına kendi savunma mekanizmasını kurması gecikmeyecektir.
Zira davet hususunda bize ipuçları veren Rasûlullah Efendimizin Gayr-i Müslimler’e yakla?ım tarzında, onlara teklif etti?i ?ey, peygamberli?ini kabulden yana iradelerini kullanmalarını arzu etmekten çok, iki semavî dinin mensuplarının aralarında ortak olan paydada birle?melerini istemekti. O payda da Allah’ın uluhiyetini tasdikten ba?ka bir ?ey de?ildi.
Davetin süreklili?i ve i?leyi?i açısından takip edilecek metot konusunda bir disiplinin olu?masına zemin hazırlamak, sosyal ya?antıdaki amelî bo?lukları yani, inanç ilkelerini uygulama sahasına geçirmek, dinî bir söylemi va’z etmenin inandırıcılı?ı açısından ilk merhaleyi olu?turmaktadır. Zira geçmi?i ve ?imdisi, dinî hakikatlerle örtü?meyenlerin amelî tutarsızlı?ı, söz merkezli olan daveti, sıkıntıya sokaca?ı bir gerçektir. Ancak inandı?ı de?erlerin potası içinde erimi? ve ona has bir ahlakî tavrı ve üslubu benimsemi? olan insanların, iletiyi alacak hedef kitle kar?ısında sözlü bir iknânın iktidarına ba?vurmayı gerekli görmeyecektir. Çünkü artık onun vücudunun bütün azaları birer dil olmu?, hakikati haykırmaktadır.
Hatip, hitap ve muhatap üçgeninde böyle amelî bir bütünlü?ün olu?masının gereklili?i yanında, a?ırı ve zamansız söylenen ifadeler kar?ısında, ta?ı gedi?ine koyma anlamında vasat bir ifadenin benimsenmesi, dinî söylemin gelece?i ve çekicili?i açısından dikkat edilmesi gereken hususların ba?ında gelmektedir.
Hz. Musa’nın üstlendi?i risâlet vasfıyla, kendi himayesinde yeti?ti?i Firavuna, güttü?ü ilahlık davasından dolayı, ba?ından a?a?ıya azap ya?dıran bir üslup yerine makul ?artlarda iddiasını çürüten bir yolu uygun bulması davetçiye anlamlı bir mesaj vermi?tir; fakat her ?eyden önce bir anlamda toplum mühendisli?ine soyunmu? olan vefakar, fedakar ve feragat ehli olan vasıflı insanların aynı duygu ve dü?ünceyi payla?an di?er gruplarla aralarındaki iç bütünlü?ü sa?lamaları gerekmektedir.
Artık İbn-i Teymiyye’nin anlayı?ı üzerinden hareket tarzlarını belirleyenlerin, Tasavvuf erbabını ve onların sünnet kaynaklı ö?retilerini câhiliyye Araplarının dü?tü?ü ?irkle bir tutmaktan vazgeçmeleri; liyakatli olmadı?ı halde, meselenin ehemmiyetini kavramadan insanları ir?ada kalkı?an ve asla gerçek bir Mutasavvıf olmadı?ı halde söylem olarak bu vasfı kendisine caiz kılan kimi mutasavvıf da -belki böyle bir haricî mantı?ının kalıntısı olan tekfir etme sürecine girmemi? olsalar bile- itikadî ve ilmî yoksunlu?un açık bir ifadesi olan ve sevgide ayarı bilemeden, intisaplı oldu?u Şeyhini, almı? oldu?u yanlı? ö?retiler sebebi ile, oldu?undan daha üst makama çıkararak Peygamberimizin dahi bilemeyece?i sırlara vakıf oldu?undan dem vurmak gibi bir cehaleti terk etmeleri, davetin selameti açısından önemlidir.
Zaman, mekan ve insan gibi unsurları göz önünde bulunduran davetçi muhatap ile hitap arasında yukarıda ifade etti?imiz gibi sıkı bir ba? ve ortak bir nokta olu?turmak zorundadır. Mesela modernle?en dünyanın insanların hayat standartlarını yükseltmedi?ini, despotizmin mazlumların ba?ına her an inen bir yumruk oldu?unu, mora’da , eritre’de, asırlardır kanayan yaramız olan filistinde, cezayirde, gözümüz önünde yakılan ya?malanan ırak’ta ve sözde küresel terörü kontrol etme adına yapılması planlanan daha bir çok yerde emperyalist rejimin mensup oldukları din tarafından bile onay almadı?ı bu zulüm ve toplu yıkım operasyonuna kar?ı insanî merhamet duygularını harekete geçirmesi, bir dinin temsilcisi olmasından çok insan olmanın verdi?i de?ere izafeten bunu yapması, sunulan mesajın içeri?i açısından muhatapta bir sempati ortamının olu?masına zemin hazırlayaca?ı muhakkaktır.
Bu meyanda bir Müslüman’ın etrafında geli?en olaylara kayıtsız kalması dü?ünülemez. Çünkü onun her yönüyle aktifle?en dünyamızda pasifize olmu?, adeta ikinci sınıf bir kompartımanda seyreden kalitesiz ve idealsiz bir insan konumunda tasvir edilmesi, üstlendi?i misyon gere?i tezat bir durum arz eder. O, ya?adı?ımız hayatın, kıyameti soludu?u saatlerde, Rıza adına ne yapabilece?inin endi?esini ta?ıyan yüre?i sevgi dolu asil bir insanın temsilidir.
Burada amaç davetçiyi kutsamak de?il, olması gerekeni ya da kendisine sunulan teklifin en güzel bir ?ekilde sonuca ula?tı?ını görmektir. Ancak müspet olmayı bir türlü beceremeyen insanların samimi duygularla fakat cahilî bir eda ile taassûbiyet gibi bir dü?üklü?e meyletmesi, ba?kalarının do?ruları üzerinden dava’ya bir pay çıkarması, dinin kaynaklarına kar?ı saygıyı yitirip sanki kur’an ve sünnetten ayrı bir ?eymi? gibi daveti ön plana çıkarması, özellikle sünnet konusunda asr-ı saadette uygulaması olmasına ra?men hafife alıcı bir üslubu ?iar edinmesi, sünnetten ve dinden anla?ılması gerekenin kendi anladıkları oldu?u ve samimî Müslümanların bu husustaki inançlarını ve amellerini rencide eden tavırları sergilemesi; haklı davasında haksız çıkmak gibi rahmanî bir bakı?tan yoksun olmanın anlatımı gibidir.
Bu vasıfların dinsel hiçbir yönü olmadı?ı gibi insanî sorumluluklarla da ba?da?tı?ı söylenemez. Çünkü insanların akıllarını kullanmalarından yana te?vikçi olan din, ihtilaflara kaçılarak de?il ittifaklarda karar kılınarak toplumsal bir bütünlü?ü sa?lamayı ve nötrle?en İslâmî duygulara kar?ı bir hassasiyeti gerçekle?tirmek istemektedir.
Cenâb-ı Hakk’ın insanlara yöneli?inin yazılı bir ifadesi olarak her yönüyle mükemmeliyeti yakalayan ku’ran kar?ısında, muhatabın da aynı de?ere yakın bir üslubu dilin bütün esnekli?ini kullanarak olu?turması gerekir. Edebî içerikli anlatımlarla söz merkezli davetin dine has bir dil / söylem meydana getirmesi, öncelikle içi bo?altılmı? dinî kavramlara gerçek asliyetini kazandırarak halkın nazarında mevcut yanlı?lıkların izale edilmesini sa?lamakla gerçekle?ir. Ne garip ki , üzerinde hassasiyetle durulması gereken dinî bir çalı?ma yapılırken, i?in ilmî boyutu hep ihmal edilmekte ve nereye dayandı?ı bilinmeyen duyumsal bir takım veriler tatmin edici bulunmaktadır.
Hülasa, dinî içerikli bir söylemin merhaleleri ve nasıllı?ı konusunda sayılabilme olasılı?ı olan bir çok maddenin ötesinde dine mal edilen ve dil ile üretilen metinlerin ilmî bir arka planının olmaması gibi kendilerinden kaynaklanan bir eksikli?in faturası hep sonraki nesile yansıtılmı?tır. Bu yüzden asıl maksat avurdunu doldura doldura lügat parçalayan ve sadece kendi egosunu tatmin eden bir demagog yeti?tirmek ve böyle bir bencilli?e razı olmak yerine, dinini asıllarından ö?renmek suretiyle Peygamber Efendimizin i?aret etti?i do?rultuda insanlara faydalı olan hayırlı bir neslin inki?afını seyretmek olmalıdır.
Dinî Bir Söylem Nasıl Olmalı ?
Özlenen Rehber Dergisi 8. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.