İslâm dinî, asırlar boyunca çeşitli yöntemlerle anlaşılıp hayata tatbik edilmeye çalışılmıştır. Her metot ya da sistem, bir bakış açısına göre dini yorumlama yoluna gitmiştir. Bu farklı bakış açıları dinimizin ve güzel Peygamber’imizin farklı yönlerinden mülhemdir. Nitekim Kur’an ve Sünnet’in; itikadî, amelî, ahlâkî yönleri vardır. İlk asırdan itibaren Müslümanlar, Kur’an’ı doğru anlama gayreti için tefsir adında bir disiplin oluşturmuşlar, kelâm dinin itikadî hassasiyetini ve fıkıh disiplini de, ameli sorumlulukları sistemleştirmişlerdir ve bir metodolojiler dizisi oluşturmuşlardır. Fıkıh usulü diye bir anlama teorisi de oluşturdular. Tasavvuf ise, dinin diğer alanlarını da ihmal etmeden Efendimizin ahlâk-ı kemalâtını muhafaza için dinin bu yönünü kurumlaştırmıştır. Tasavvuf zihinsel düzeyde bu ahlâkî olgunluğun adı olurken tarikatlar da bu geniş nübüvvet bahçesinde açan farklı çiçeklerin adı olmuştur. Yani tarikatlar, tasavvuf düşüncesinin hayata geçirilmesidir. İfade ettiğimiz gibi aslında bu kurumlar düşünce ve uygulama olarak Hz. Peygamber döneminde var olmasına karşın, bir müessese olarak M.S XII.yy.’dan itibaren yer almaya başladı. Arapça’da ’yol’ anlamına gelen tarikat, tasavvuf litaratüründe ise Allah’a(c.c) yaklaşmak ve onun hoşnutluğunu kazanmak maksadıyla takip edilmesi gereken manevî yoldur. Klasik anlamda H. VI. yy.’dan itibaren toplumun her kesimine hitap eden, özel olarak geliştirilmiş irşat metotları, seyr-i sulûk usûlleri, adaba dair kuralları, zikir anlayışları olan sistematik bir yapıya kavuşturarak İslâm coğrafyasının en uç noktalarına kadar kurulan tekkeler vasıtasıyla önce Irak havalisi, sonra Horasan yöresi ve giderek bütün İslâm beldeleri binlerce tekke ve dergâh ile dolmuştur. Tabiîdir ki İslâm aleminin bir numaralı kurumu haline gelen tekkelerin kendilerine has bir yapısı, çok yönlü fonksiyonları olmuş, bu fonksiyonlarını en iyi ve en sağlıklı bir şekilde yerine getirebilmeleri için işleyiş biçimini hazırlayan nizamnâmeler hazırlanmıştır. Bu konuda ilk düzenleme Ebu Said Ebi’l-Hayr (440/1048) tarafından yapılmıştır. Ancak klasik bir tarikat hüviyetine sahip bir ocak olarak ortaya çıkan ilk tarikat; genel kabule göre Abdü’l-Kâdir Geylânî(ö. 562/1165)’ye nispet edilen Kâdiriyye Tarikatı’dır. Müessese olarak oluşan tarikatlara bir tablo halinde bakacak olursak;
Kâdiriye Abdü’l-Kâdir Geylânî v. 562/1165 Bağdat
Yeseviye Ahmet Yesevî v. 562/1167 Yesi
Rifaiye Ahmet Rufaî v. 578/1182 Basra
Bedeviye Ahmet Bedevî v. 675/1276 Mısır
Şazaliye Ebu Hasan Şazelî v.656/1258 Mısır
Halvetiye Ömer Halveti v. 800/1398 Herat
Sâdiye Saduddin Cibavî v. 700/1300 Suriye
Sühreverdiye Ş. Sühreverdî v.632/1254 Bağdat
Kübreviye Necmuddin-i Kubra v.618/1221 Türkmenistan
Mevleviye Mevlana Celaladdîn-i Rûmî v. 672/1273 Konya
Bektaşiye H. Bektaş-ı Veli v. 669/1270 Hacıbektaş
Nakşibendiye Bahaddin Nakşibend v. 791/1389 Buhara
şeklinde sıralanırlar. İlk olarak milâdî 12. yüzyıldan sonra kurulmaya başlayan tarikatlar, tarihî süreç içinde birçok alt kollara ayrılmışlardır. Öyle ki, bu sayı 400’lere dayanmıştır. En genelde İslâm dünyasında 400 civarında olmakla birlikte aslında bütün tarikatlar, bir tasnife göre 12 ana tarikattan doğmuşlardır. Büyük bir kısmı var olmakla birlikte bütün bu tarikatların, bugün yaşadığı da söylenemez. Bir kısmı süreç içinde yok olmuştur. Yine süreç içinde aynı kaynaklardan beslenen birçok yeni tarikat da ortaya çıkmıştır. Tarikatlar ve onlara bağlı kurumlar tekke, zaviye v.s yüzyıllar boyu sadece ibadet yeri olarak değil; aynı zamanda eğitim-öğretimin yapıldığı, toplumu ilgilendiren güncel meselelerin görüşülüp karara bağlandığı, hükümet konağı, mahkeme, misafirhane, genel ve siyasî bilgi edinme yeri, hatta konferans merkezi olarak hizmet vermiştir. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı Devleti bünyesindeki tekke ve zaviyelerin, köylerin gelişmesinde ve ilerlemesinde büyük bir hizmet yaptığını bilmekteyiz. Zaviyelerdeki Allah dostları yani Mürşid-i Kamiller, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren “köy gençlik ocaklarını” nüfûzları altına alarak buralara tasavvuf ilkelerini yerleştirmişlerdi. Böylece bunlar da şehirlerdeki ahi teşkilatları gibi manevî birlik kazanmışlardı. Tekke ve zaviyelerin bir kısmı devlet tarafından, bilhassa yolculuk için tehlikeli olan yerlerde, tesis ediliyordu. Bu bakımdan dağlarda, korkunç ve tehlikeli boğaz ve geçitlerde tesis edilen tekke ve zâviyeler; askerî sevk ve idareyi kolaylaştırmak, ticarete engel olabilecek eşkiya, haydut vb.. gibi kimselere mâni olmak için birer jandarma karakolu vazifesi de görüyorlardı. Tamamen vakıflara bağlı olan bu müesseseleri hemen her yerleşim merkezinde görmek mümkün idi. Yine Osmanlı Beyliği’nin kuruluşunda Babaîlik, Ahilik gibi tarikatlar mühim rol oynamıştır. 14. yüzyıl sonlarıyla 15. yüzyılda bu tarikatların kuvvetlenerek Anadolu’nun siyasî tarihinde söz sahibi olmaları ise, beyliğin bunları himayesinden doğmuştur. Osmanlı padişahlarıyla devlet adamları tarikat erbabına karşı, kuruluştan itibaren büyük bir hürmet göstermişler, birçoğu tarikat şeyhlerine intisap etmişler ve onların terbiyesinden istifade etmişlerdir. Bunun bir neticesi olarak da, adlarına tekkeler açtırıp vakıflar yaptırmışlardır. Osmanlı sultanlarından bazıları tarikat mensubu kişilerden, savaşa giderlerken gaza kılıcı kuşanmışlar, onları seferde beraberinde götürmüşlerdir. İşte bu hürmet 14. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlılarda Ekberiyye, Bistamiyye, Zeyniye gibi tarikatlerin yaygınlaşmasına vesile olmuştur. Osmanlının son dönemine kadar tasavvufî cemaatler içtimaî hayatta büyük ölçüde etkili olmuşlar ve halkın manevî yaşantısında önderlik etmişlerdir. Bir çok alanda çok önemli şahsiyetler çıkarmışlardır. Tasavvuf sadece manevî tekamülle ilgilenmemiş aksine edebiyat, hat sanatı, tasavvuf musikisî, kelâm, astronomi, gibi bilimsel ve kültürel alanda faaliyet göstererek toplumun kültürel hayatına katkıda bulunmuştur.
Tasavvufun Menşei ve Toplumsal Hayata Etkisi
Özlenen Rehber Dergisi 1. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.