RASÛLULLAH (S.A.V.)’E KARŞI KUR’ÂNÎ EDEBİ MUHAFAZA
لَا تَجْعَلُوا دُعَآءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَآءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ
“(Ey müminler!) Rasûl’ü, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın.” (en-Nûr, 24/63)
Yüce Rabbimiz (c.c.), kelâmı kadîmi Kur’ân-ı Kerim ile müslümanları her yönüyle terbiye edecek, onları kâmil bir iman sahibi ve insan olma vasfına sahip kılacak düsturları ortaya koyup beyan etmiştir. Bu düsturların en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz, Kâinatın Efendisi Rasûlullah (s.a.v.)’e karşı muhafaza edilmesi gereken edep ve saygıdır.
Allah (c.c.), birer iman abidesi olan Sahâbe (r.anhüm)’ün şahsında kıyamete kadar gelecek olan mü’minlere, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize karşı, gerek huzurunda gerek gıyabında konuşma, oturma, izin isteme, yeme-içme vb. birçok hususta edep ve saygıyı emretmiş ve öğretmiştir. Muhtelif âyetlerde beyan edilen bu edep kurallarının her biri munhasır olarak işlenmelidir. Zira ona karşı yerine getirilecek bir edep imanın gereği olduğu gibi, ona karşı işlenecek bir edepsizlik de kişiyi küfre götürecek kadar ciddidir.
Bizler bugün, birçok ahlâkî değerlerden yoksun, dinimizin emirlerinin, ahlâk ve edebinin taliminin de çok zor olduğu bir toplum içerisinde yaşıyoruz. Bu sebeple, Kur’ânî edep kaidelerinin mümkün olduğu kadar çok işlenip gündemde tutulması, imanî ders ciddiyetiyle anlatılması, kalplere nakşedilmesi ve yaşantı olarak ortaya konulması gerekmektedir.
Bir mümin olarak Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’e karşı dikkat etmemiz gereken edeplerden bir tanesi de hiç şüphesiz konuşma ve hitap etme edebidir.
* * *
Birinci Mana:
“Rasûlullah’ın size olan emir, davet ve tebliğini, sizin kendi aranızda birbirinize karşı olan emir ve davetiniz gibi kabul etmeyin. Zira O’nun emrinin yerine getirilmesi, davetine icabet edilmesi her kişi üzerine farzdır.”
Bu âyet-i kerime hakkında Hasan (rh.a.) şöyle demiştir: “Sizi çağırdığı, davet ettiği zaman, Rasûl’ün davetini birbirinize davetiniz gibi kılmayın.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir) Bu manaya, bu âyetin devamı olan, “İçinizden birbirini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilir. O’nun emrine muhalefet edenler, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.” (en-Nûr, 24/63) ifadesi de işaret etmektedir.
Yine Enfâl sûresindeki şu âyet-i kerime de Cenâb-ı Hakk’ın bu husustaki emrine açıkça delalet etmektedir.
“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün (davetine) icabet edin...” (el-Enfâl, 8/24) Yani; ey iman edenler! Size hayat verecek; sizi ıslâh edecek, menfaatınıza olacak şeylere çağırdığı zaman Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin.”
Buradaki manayı kavrayabilmemiz açısından şu rivayet çok önemlidir:
Ebû Saîd İbni’l-Muallâ (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben namaz kılıyordum. Rasûlullah (s.a.v.) bana uğradı ve beni (yanına) çağırdı. Ben namazı bitirinceye kadar O’nun yanına gitmedim. (Namazı tamamladıktan) sonra yanına gittim. (Rasûlullah):
“(Çağırdığım zaman) yanıma gelmekten seni men eden nedir? Allah: ‘Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün (davetine) icabet edin...’ buyurmadı mı?” buyurdu. (Buhârî, Tefsir)
Buradan anlaşan şudur ki; kişi her ne halde olursa olsun Peygamberimiz (s.a.v.)’in emir ve davetine icabet etmelidir. Ve O’nunla beraber olduğu bir işten, meclisten ancak O’nun izniyle ayrılınabilir. Bu Allah (c.c.)’nun kesin emridir. İmanın gereği budur. O’nun emir ve davetine kasıtlı bir şekilde muhalefet etmek, yolunu ve düsturlarını beğenmeyip aşağı görmek küfürdür.
İkinci Mana:
“Rasûlullah (s.a.v.)’i herhangi bir sebeple celâllendirip de O’nun, aleyhinizde dua etmesinden sakınınız. O, bu hususta başkasına benzemez. O’nun duasına hemen icabet edilir.”
O’nun, Allah (c.c.)’ya dua ve niyazı herhangi bir kimsenin dua ve niyazı gibi değildir. O’nun duası Cenâb-ı Hak katında makbuldür. Şayet sizden birisi aleyhinde duada bulunursa kabul edilir ve o kimse helak olur.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in muhtelif zamanlarda müşrikler aleyhinde yapmış olduğu dua kabul görmüş ve o müşrikler deni bir şekilde helak olmuşlardır.
İbn-i Abbas (r.anhümâ) bu âyet-i kerime hakkında şöyle demiştir: “O’nun, aleyhinizdeki duası makbuldür, icabet olunur. O halde onun bedduasından sakının.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)
Üçüncü Mana:
“O’nu, birbirinizi kendi aranızda nida edip çağırdığınız gibi mücerret ismiyle çağırmayın.”
İlk iki manaya nazaran âyet-i kerimenin bu yöndeki açıklaması üzerinde durmak istiyoruz.
Cenâb-ı Hakk’ın zat ismi “Allah (c.c.)” ism-i celâli olduğu gibi Peygamberimiz (s.a.v.)’in alem ismi de “Muhammed (s.a.v.)”dir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in bundan başka “Ahmed, Mustafa, Mahmud” gibi isimleri, “Ebu’l-Kâsım, İbn-i Abdillâh” gibi lakap ve künyeleri vardır. Allah (c.c.) bu âyet-i kerimeyle Peygamberimiz (s.a.v.)’i, alem ismi, lakap ve künyeleriyle nida edip çağırmaktan, bunlarla O’na hitap etmekten menetmiştir.
Mukâtil b. Hayyân, bu âyet-i kerime hakkında şöyle demiştir: “O’nu çağırdığınız zaman; ‘Ey Muhammed’ diye isimlendirmeyin; ‘Ey Abdullah’ın oğlu’ demeyin. Fakat onu yüceltin ve ‘Ey Allah’ın Rasûlü, ey Allah’ın Nebisi.’ deyin. (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)
Katâde ise; “Allah Azze ve Celle, Peygamber’i (s.a.v.)’in yüceltilmesini, tazim edilmesini ve efendi kabul edilmesini emretti” demiştir. (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)
Saîd b. Cübeyr de şöyle demiştir: “Yâ Muhammed, demeyin. ‘Yâ Rasûlallah, yâ Nebiyyallâh, anam babam sana feda olsun!’ deyin.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir)
Mücahid de bu âyet-i kerime hakkında şunu demiştir: “Allah (c.c.) onlara ‘O’nu, tevazu ile ve yumuşak bir şekilde ‘Yâ Rasûlallah’ diye çağırın. Kaba bir şekilde ‘Yâ Muhammed’ diye çağırmayın.”
O zamanki Arap kültüründe isimle hitap yaygın olduğu için İslâm’ı öğrenmek, Müslüman olmak veya başka bir sebeple huzur-u risalete gelenler, Peygamberimiz (s.a.v.)’e; “Yâ Muhammed, yâ Ebe’l-Kâsım, ey Abdullah’ın oğlu” şeklinde hitap ediyorlardı. Bu durum ve bazı münafıkların Peygamberimiz (s.a.v.)’e, eza vermek amacıyla kaba ve şiddetli hitap etmeleri Sahâbe efendilerimizi çok üzüyordu. İşte bu âyet indikten sonra Peygamberimiz (s.a.v.)’e ismiyle hitap etmek, kaba ve sert bir üslup kullanmak yasaklanmış oldu. İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan gelen şu rivayet bu duruma işaret etmektedir: “Onlar, ‘Ey Muhammed, ey Ebal-Kâsım’ derlerdi. Allah, Peygamberi (s.a.v.)’in şânını yücelterek onları bundan menetti. Artık onlar; ‘Ey Allah’ın Nebisi, ey Allah’ın Rasûlü’ dediler.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir; Ebû Nuaym, Delâil)
Peygamberimiz (s.a.v.)’e hitapta sû-i edepten meneden bir çok âyet-i kerime vardır:
“Ey iman edenler! ‘Râinâ (bizi gözet)’ demeyin, ‘unzurnâ (bize bak)’ deyin ve dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.” (el-Bakara, 2/104)
Yahudiler, Efendimiz (s.a.v.) ile konuşurlarken ağız ve dillerini büker, bu şekilde maksatlarını gizlerlerdi. Peygamberimiz’e selam verdikleri zaman “Esselâmu aleykum (Allah’ın selamı üzerinize olsun)” yerine “Essâmu aleykum (Ölüm üzerinize olsun)” derlerdi. Hitap ederken de “Unzurna (bize bak, bizi dinle)” yerine Arapça’da “Bizi gözet” manasına gelen ancak kendi dillerinde alay içeren “Râinâ” kelimesini kullanırlardı. İşte bu âyet-i kerimeyle Allah (c.c.), Rasûlü’ne saygı gösterilmesini, ona eza verecek her türlü söz ve fiilden kaçınılmasını emretmiş ve mü’minleri Yahudiler gibi hitap etmekten menetmiştir.
“Ey iman edenler! Seslerinizi, Nebi’nin sesinin üstüne yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi O’na yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.
Rasûlullah’ın huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, kalplerini takva hususunda imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
(Ey Habibim!) Odaların arkasından sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir. Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (el-Hucurât, 49/2–5)
Bu âyet-i kerimelerde Allah, Rasûlullah (s.a.v.)’in huzurunda konuşma edebini beyan etmektedir. Abdullah b. Zubeyr (r.a.) şöyle demiştir: “Artık Ömer (r.a.), bu âyetten sonra Peygamber’in kendisinden sorup anlamak isteyeceği kadar sesini Rasûlullah’a işittirmez oldu.” (Buhârî, Tefsir)
Ümmetin, Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı muhafaza etmesi gereken edebin mahiyetini ifade eden delillerden birisi de şudur:
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de sair Peygamberlerden bahsederken veya onlara hitap ederken alem isimlerini kullanmıştır. Şu âyet-i kerimeler buna misaldir:
- وَقُلْنَا يَآ اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ “Dedik ki: Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin...” (el-Bakara, 2/35)
- قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ “(Allah şöyle) buyurdu: Ey Nuh! O senin ailenden değildir.” (Hûd, 11/46)
- يَآ اِبْرٰه۪يمُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَاۚ “Ey İbrahim bundan vazgeç!” (Hûd, 11/76)
- قَالَ يَا مُوسٰىٓ اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ “(Allah, şöyle) buyurdu: Ey Musa! Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım.” (el-A’râf, 7/144)
- يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ “Ey Dâvûd! Muhakkak biz seni yeryüzünde halife yaptık.” (Sâd, 38/26)
- اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ “Allah o zaman (şöyle) buyuracak: Ey Meryemoğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi hatırla.” (el-Mâide, 5/110)
- يَا زَكَرِيَّآ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍۨ اسْمُهُ يَحْيٰىۙ “(Allah şöyle buyurdu:) Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz.” (Meryem, 19/7)
- يَا يَحْيٰى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍۜ “Ey Yahya, kitaba sımsıkı sarıl, (dedik.)” (Meryem, 19/12)
Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.)’e ise, ona has bir şekilde direk olarak ismiyle değil, çoğunlukla يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ “Ey Nebi”, يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ “Ey Rasûl” şeklinde hitap etmiştir. Özel bir durumla ilgili olarak ise bir yerde يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ “Ey örtüsüne bürünen”, bir yerde ise يَآ اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ “Ey örtüsüne bürünen” şeklinde hitap etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in alem ismi olan “Muhammed” ismi ise Kur’ân’da sadece dört yerde zikredilmiştir:
1- وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌ... “Muhammed, ancak bir peygamberdir.” (Âl-i İmrân, 3/144)
2- مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَآ اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ... “Muhammed, erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Rasûlü ve nebilerin sonuncusudur.” (el-Ahzâb,
33/40)
3- وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ... “İman edip sâlih ameller işleyenlerin ve Muhammed’e indirilene ki o Rablerinden gelen haktır inananların ise Allah günahlarını örter ve hallerini düzeltir.” (Muhammed, 47/2)
4- مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ... “Muhammed, Allah’ın Rasûlü’dür.” (el-Fetih, 48/29)
Görüldüğü üzere bu âyetlerde “Muhammed” isminin zikrinden maksat, O’nun vasfından ve vazifesinden haber vermek, O’nu diğer peygamberlerden ayırmak ve insanlara O’nun rasûl ve peygamber olduğunu talim etmek içindir. Sair âyetlerde ise O’ndan haber verirken, yine “Nebi ve Rasûl” lafızları kullanılmıştır.
Âyet-i kerimelerin nazmında muhafaza edilen bu husus, Allah (c.c.) katında Peygamberimiz (s.a.v.)’in sahip olduğu yüksek şeref ve mertebeye delalet etmektedir. Zira Arap dilinde bir kimseye ismiyle değil de vasfıyla hitap edilmesinin o kimsenin hitap eden katında şeref ve makam sahibi bir kimse olduğuna delalet eder.
Buraya kadar zikrettiğimiz âyet ve hadislerin delaletinden şu mana çıkmaktadır: Bir ümmet, Rasûlullah (s.a.v.)’le konuşacağı, O’na hitap edeceği zaman, ‘Muhammed, Ebu’l-Kâsım, Abdullah’ın oğlu, Ahmed vb.’ isimlerini kullanmamalıdır. Zira O, kendisine Allah (c.c.) ve meleklerinin salavât getirdikleri Rasûlullah, Habîbullah, Kâinatın Efendisi (s.a.v.) ve bir yaratılmışın sahip olabileceği en yüksek derece ve makamlara sahip olandır. Bu sebeple her mü’minin O’na saygı ve sevgi duyması, layık olduğu vechile O’nu tazim etmesi, gerek huzurunda gerek gıyabında saygı ve edepte kusur etmemesi farzdır. O’nun hakkında konuşup insanlara O’nu anlatırken, O’na hitap ederken, hürmet ve tazimle, gayet alçak sesle, tevazu ve inkisar ile edebi muhafaza etmelidir. “Rasûlullah, Nebiyyullah” vb. isimleri kullanmalı ve salavât getirmelidir.
Bugün saygı gereği bir kimse anne-babasına veya bir büyüğüne ismiyle hitap etmez. Makam ve mevki sahibi birisinin ismine “Bey, efendi” gibi saygı ifadeleri ekler. Ne var ki bugün birçok Müslüman bu ölçüye, Allah (c.c.)’dan sonra her şeyden üstün ve kıymetli olan Rasûlullah (s.a.v.) hakkında dikkat etmemektedir. O’ndan bahsederken çok rahat “Muhammed” ismiyle bahsedebilmektedir. Bunun ne derece yanlış bir hareket olduğu ve nasslarla emredilen edep ölçülerine uymadığı ortadadır. Ancak burada ortaya dökülen söz ve amelden ziyade bunun kalpteki kaynağına bakmak gerekir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı muhafazası emredilen edepler imanla alakalıdır. O’na eza vermek amelleri boşa çıkarır (el-Hucurât, 49/2), Allah (c.c.)’nun gazap ve lanetinin inmesine sebep olur (el-Ahzâb, 33/53,57). Bir hadis-i şerifte; “...Bana eza veren Allah’a eza vermiş olur. Allah’a eza veren de, Allah’ın onu (azabıyla) yakalaması yakındır.” (Tirmizî, Menâkıb)
Sevgi, iman ve itaatte kıyamete kadar bizlere örnek olan Sahâbe Efendilerimizi, Peygamberimiz’e karşı edebe sevkeden, saygıda kusur ettirmeyen, huzurunda başlarında kuş varmış gibi sükunetli kılan imanlarındaki kuvvetten başka bir şey değildir. Yahudiler, peygamberlerine; “İşittik ve isyan ettik” derken onlar “İşittik ve itaat ettik.” demişlerdir. Yahudiler, peygamberlerine; “Ey Musa! Onların kendilerine ait ilahları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilah yapsana” (el-A’raf, 7/138) diye hitap ederken onlar “Anam babam sana feda olsun yâ Rasûlallah” diyorlardı. Bu ise onların Peygamberimiz (s.a.v.)’in; “Sizden biriniz ben kendisine ana-babasından, çocuklarından ve tüm insanlardan daha sevgili olmadıkça (kâmil manada) iman etmiş olmaz.” (Buhârî, İman) hadisini ruhlarında en üst seviyede yaşadıklarının delilidir. Hiçbir Sahâbe Efendimiz Peygamberimiz (s.a.v.)’e ne hayatında ne de irtihalinden sonra ismiyle hitap etmemişlerdir. Hayattayken “Yâ Rasûlallah, yâ Nebiyyallâh, Allah beni sana feda kılsın, Anam babam sana feda olsun!” gibi ifadeler kullanırlardı.
İrtihalinden sonra ise bu ibarelerin yanı sıra “Halilim (dostum), Habîbim (sevgilim)” gibi sevgi ve sadakat dolu ifadeler kullanmışlardır.
Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı edep, vefatından sonra da hayatındaki gibi muhafaza edilmesi gerekir.
Peygamberliği hususunda O’nun hayatıyla ölümü arasında fark yoktur. Zira O, kıyamete kadar hükmü baki olan şeriatın sahibidir. Dolayısıyla her mü’min ve özellikle Peygamberimiz ve O’nun dini hakkında konuşan kimse farz olan edebi muhafaza etmeli ve her ne olursa olsun cüretkâr olmamalıdır. O’ndan bahsetmek, sıradan bir insandan bahsetmek gibi olmamalıdır. Zira O, sıradan bir beşer değildir. İmam Şafiî (rh.a.)’den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Bir kimsenin ‘Rasûl’ demesi mekruhtur. Fakat onu tazim ederek ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki...’ der.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân)
Hakkında konuşurken gönlünde edep ve muhabbetin ağırlığı hissetmeyen bir kimse Rasûlullah (s.a.v.)’le olan kalbî irtibatının kuvvetli olduğunu nasıl iddia edebilir. Ve böyle bir kimseden sünnet-i seniyyenin nuruyla bezenmiş bir hayat yaşaması nasıl beklenebilir?
Allah’ım! Bizi, Habîbin (s.a.v.) hususunda Seni razı edecek hüsn-i edeple ziynetlendir. Kalbimize bunu sağlayacak imanın vakarını ve nurunu yerleştir.
Tefsir / Rasûlullah (s.a.v.)?e Karşı Kur?ânî Edebi Muhafaza
Özlenen Rehber Dergisi 61. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.