Her doğum, doğacak kişinin yakınlarınca önem verilen, heyecanla beklenen bir hadisedir. İnsan dünyaya geldikten sonra ise, onun doğumu ancak o kişinin yüceliği nispetinde hatırlanır, yâd edilir. Bir kişinin yüceliğini ise yaptığı işlerin önemi ve kendisine değer verenlerin konumu belirler. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin doğumunun ehemmiyetini daha iyi anlayabilmek için, önce O’nun Rabbimiz katındaki kıymetini ve yaptığı işlerin önemini ortaya koymamız gerekir ki, bunu anlatmaya ciltler dolusu kitaplar da, bizim kavrayışımız da kâfi gelmez. Buna rağmen kavrayabildiğimiz kadarıyla Rabbimizin O’na verdiği kıymetten ve Efendimizin (s.a.v.) yaptığı işlerin büyüklüğünden bahsederek, bu doğumun bizler için ne denli önemli olduğu üzerinde durmaya çalışacağız.
Cenâb-ı Hak yeryüzünü bu doğuma daha ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (a.s.) ile hazırlamaya başlamıştır. Hz. Âdem ve Havva’yı yeryüzüne indirdikten ve yıllar sonra tevbelerini Efendimiz (s.a.v.) vesilesiyle kabul ettikten sonra, onları Arafat’ta buluşturmuş, böylece insanoğlu ilk kez Efendimizin (s.a.v.) dünyaya teşrif edeceği Mekke arazisine yerleşmişti. Kur’ân’da “Beytullah/Allah’ın evi” olarak vasfedilen Kâbe de, Hz. Âdem tarafından Mekke arazisine inşa edilmişti.
Rasûlullah (s.a.v.)’in dünyaya gelecekleri Mekke şehrinin temelleri böylece atılmış oluyordu. Nuh tufanı ile birlikte Mekke bölgesinde de yaşayan insan kalmamış, Allah bu beldeyi bu kez yine Efendimizin (s.a.v.) atası olan Hz. İbrahim’in eliyle kurdurmuştu. Yüce Rabbimiz, Hz. İbrahim’e oğlu İsmail’i ve hanımı Hacer’i o gün için kupkuru çölden ibaret olan ve başka kimsenin yaşamadığı Mekke topraklarına bıraktırmış, sonraki zamanlarda da Kâbe’yi yeniden inşâ ettirerek, Rasûlullah (s.a.v.)’in doğacağı şehrin kurulmasını sağlamıştı. Doğumunun hazırlığına binlerce yıl öncesinden ilk insanla birlikte başlanması Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize ait bir nimettir.
İnsanların içinde Rabbimizin en fazla kıymet verdikleri hiç şüphe yok ki peygamberlerdir. Rabbimiz onların da her birini eşit tutmamış, farklı kıymetler vermiştir. Rasûlullah (s.a.v.)’e diğer peygamberlere vermediği pek çok nimeti bahşetmesi O’nun, Rabbimiz katındaki emsalsiz değerinin bir nişanesidir. Hz. Musa Aleyhisselâm’a “Len terânî / Beni göremezsin” buyurken, Efendimizi (s.a.v.) miraçta katına yükseltip, Cebrail (a.s.)’in bile ulaşamadığı yakınlığa O’nu ulaştırması da bu nişanelerdendir.
Hakkıyla kavrama imkânımız bulunmadığı için Rabbimizin Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize verdiği kıymet konusunda ez-cümle bunlarla yetinip, Efendimizin (s.a.v.) bizler için önemini ele almak istiyoruz.
Her birimiz, Rabbimizin dilediği anlamda “insan” olabilmenin imtihanı için bu dünyadayız. Ve bu imtihanı kazanıp kazanamamak aklı olan biri için en mühim meseledir.
Rasûlullah (s.a.v.) zamanında yaşayan insanlar nasıl ki iman ve Efendimize (s.a.v.) itaatle zilletten izzete yükseldilerse, günümüz insanı da ancak O’na itaat ve teslimiyetle zilleten yani esfel-i safilîn olmaktan kurtulup gerçek anlamda “insan” olabilir. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz eşref-i mahlûkat olan insanın mükemmel bir modelidir. O, insanlığın kemâlde zirvesidir. Allah’ın istediği insan nasıl olmalı sorusunun cevabı Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Peygamberimiz (s.a.v.), “mükemmel insan” olmakla kalmamış buna nasıl ulaşılacağının yollarını da ümmetine öğretmiştir.
Efendimiz (s.a.v.)’den önce gelmiş tüm peygamberler bulundukları bölgeye ve kısıtlı bir zamana hitap ediyorlardı. Kendilerinden sonra zamanla öğrettiği hükümler unutulup değişiyor, aslını kaybediyordu.
Böylece yeni bir peygamber de henüz gönderilmediyse, o dönemde yaşayan insanlar kendilerini kâmil insan yapacak büyük nimetten mahrum kalıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) ise, hem Yüce Allah’tan gelen Kur’ân-ı Kerîm’in hem de kendi söz ve davranışlarının yazılarak ve yaşanarak kayıt altına alınmasına çok büyük önem vermiştir. O’nun bu dikkati ve titizliği neticesinde hem Allah’tan gelen vahiy, hem de vahyi anlama ve yaşamanın yolu olan sünnet -sahabelerin de gayretiyle- sonraki nesillere ulaştı.
Sahabe’nin bu gayretlerinin neticesinde Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz aramızda bulunmadığı halde yaratıcımız olan Rabbimize yakınlık yolları, Efendimizin (s.a.v.) açtığı hal üzere dimdik ayakta durmaktadır. Bu yolun adı da; “Kur’ân ve Sünnet Yolu” dur.
Rabbimizin sevgisi, yakınlığı, rızası ve dünyadaki imtihanımızı kazanmanın yegâne yolu Efendiler Efendisine (s.a.v.) uymaktır. Bu açıdan Efendimizin (s.a.v) doğumu bizim için tarihte olmuş en önemli hadisedir. Ayrıca insanlığı bu günkü bunalımlarından, zulümden kurtaracak, dünyayı yaşanacak mutlu bir yer kılacak yol da O’nun yoludur. Efendimiz (s.a.v.) hayatında bunu ispat etmiş, babaların kız çocuklarını öldürdüğü, kölelik başta olmak üzere her türlü zulmün, zina, içki, kumar gibi ahlakî çirkinliklerin işlendiği bir dönemi aynı insanlarla “Asr-ı Saadete” dönüştürmüştür. Bundan dolayı Efendimizin (s.a.v.) doğumu bizim için En Kutlu Doğumdur.
En Kutlu Doğum
Özlenen Rehber Dergisi 61. Sayı
maaşallah