Özlenen Rehber Dergisi

61.Sayı

Röportaj...

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 61. Sayı
“Ey muhib! Cenâb-ı Hakk’ı sevmenin alameti, muteriz (itirazcı) olmadan Rasûlullah’a tabi olmaktır.”

“Ey sâlik! Her sünnet-i seniyye, Rasûlullah’ın (s.a.v) aşkına giden kestirme yoldur. Bu öyle bir yoldur ki, Habîbullah ile kişi arasındaki perdeleri yırtarak kal-dırır.”

“Ey sâlik! Rasûlullah (s.a.v)’in yakınlığını kazanmak istiyorsan, O’nun yaşadığı sünnetleri öyle aşk ve zevkle yaşa ki, O’nun yakınlığına eresin.”

Sevginin Hakikatine İtaatle Yol Açılır

- Efendim! Efendimiz (s.a.v.)’in sevgisinden bahsetmeden önce, iman ile sevgi ve itaatin bağından bahseder misiniz?

- Bismillâhirrahmânirrahîm. Hamdlerin en güzeli Rabbimize, salât-ü selâmla-rın en ekmeli de Sevgili Peygamberimize olsun.

Amentünün altı esasından olan Peygamber’e iman, aynı zamanda içeri-sinde sevgiyi de barındırmaktadır. Sevmeden iman edilmez. Biri yekdiğerinden ayrılmayan iki hakikattir. Şu halde Peygamber Efendimize iman ve O’nun sevgi-sini aynı bağlamda telakki etmek gerekir.
Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk’a kullukta, sevgi ve itaati nasıl birbirinden ayırt etmiyorsak, Cenâb-ı Hakk’ın bir emri olarak Peygamber Efendimize sevgi ve itaat de birbirinden ayırt edilmemelidir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus; Efendimiz (s.a.v.)’e olan sevgimizi; ulûhiyet, rubûbiyet sınırına taşımamaktır. Aksi halde böyle bir sevgi hak olmak-tan çıkar, batıl olur.

- Toplum olarak bizler Efendimizi (s.a.v) sevdiğimizi söylüyoruz. Ancak gerek “Sizden biriniz beni ana-babasından, evlatlarından ve tüm insanlardan daha fazla sevmedikçe (kâmil manada) iman etmiş olmaz.” hadisi ve benzeri hadislerde işaret edilen sevgiyi yaşama, gerekse de sünnet-i seniyyeyi hakikati üzere tatbik etme noktasında bazı sıkıntıların var olduğu aşikâr. Acaba, Efen-dimiz’e sevgi ve itaat hususunda bizlere perde olan noksanlığımız ve temel problemimiz nedir?

- Her müminde Peygamber Efendimize karşı muhakkak bir sevgi var. Bunu, içinde yaşadığımız toplumda, Rasûlullah Efendimizin ahlâkından ve sünnetleri-ne ittibadan uzak, günahlarla boğuşan insanların bile Peygamber Efendimizin ismi anıldığı zaman ona karşı olan hürmetini kendi ahlaklarıyla ortaya koyuşların-da görüyoruz.

Ancak, sevgilerimizi hem zahiriyle hem batınıyla, Allah’ın, kullarından murat ettiği hâl üzere şekillendirmek esastır. İşte, sevginin hakikatine yönelince, bu yöneliş bizi Peygamber Efendimizin sevgisini gerçekten yaşayanlara iletir ki Asr-ı Saadet, bu sevginin kemaliyle yaşandığı kutlu zaman dilimidir. Bize düşen, bu sevgiyi taşıyan mümtaz gönüllere bakmaktır. Sevgimizi onların çizgisine taşımaktır.

Sahâbe efendilerimizin gönüllerindeki Peygamber Efendimizin sevgisi hem yaşantı ve itaat, hem de teslimiyet ve fedakârlık yönünden bir insanın yaşayabileceği en üst düzey sevgi örneğidir. İşte günümüz insanlarının sevgi te-lakkisinde Sahâbelerden ayrıldığı nokta budur. Efendimize sevgide, istikameti bulmamız için Sahabe efendilerimizin sevgisine ve sevgilerinin vasıflarına talip olmamız ve onlarla ahlâklanmamız gerekir. Bizim hatamız, sevginin Ashâb’taki tezahürünü almak yerine, içinde bulunduğumuz dünyanın, toplumun, aile dü-zenimizin, yaşantımızın çerçevesine göre bu sevgiyi dar kalıplar içerisinde ya-şamaya çalışmaktır.

Hâsılı, Peygamber Efendimizin sevgisini hak üzere elde edeceğimiz adre-se yönelme noktasında sıkıntımız var. Kendi dağarcığımızdaki sevgiyi hakikat addedip menfi tesirler sebebiyle matlup olunan sevgiden uzak kalıyoruz.

- Efendim! Anlattıklarınızdan mülhem olarak “Efendimiz’i (s.a.v)’i aşk dere-cesinde sevme ve O’na itaat noktasında Sahâbe efendilerimizle aramızda açık bir fark var.” diyebilir miyiz?

- Elbette! Peygamber Efendimizi sevme ve O’na olan aşk hususunda en güzel örnekler, Efendimiz’den bu sevgiyi birebir alan Sahâbe efendilerimizdir. Bizler, “sevgilerin aşk mertebesine yükselebileceği” hakikatini yine onların gönüllerindeki sevgiye bakarak anlayabilmekteyiz.

- Efendim! Sevginin amel ve itaate tesiri nedir? Bunun Sahâbe efendileri-mizdeki tezahürü nasıl olmuştur?

- Allah (c.c.), sevgi boyutundan dolayı amellere kuvvet ve genişlik veriyor. Bunu şu hadis-i şerifte görüyoruz: Hz. Âişe annemiz Peygamber Efendimize soruyor: “Bir kimsenin gökteki yıldızlar kadar sevabı olur mu yâ Rasûlallah?” Peygamber Efendimiz, “Evet, Ömer’in sevabı” buyurunca, Hz. Âişe annemiz “Peki Ebû Bekr’in sevapları nerede?” diyerek sorusunu yineliyor. Efendimiz (s.a.v.), “Ömer’in bütün sevapları, Ebû Bekr’in tek sevabı gibidir.” buyurarak mukabele ediyor annemize. Bir sevabının karşılığı böyle ise buradaki güzellik nedir? Sevgi boyutunun, yani bir kulda iman ile bütünleşmiş o hâlin Cenâb-ı Hakk’ın nezdindeki kıymetinin izharıdır.

Onlardaki o yüksek sevgilerin tezahürlerine dair şu misalleri verebiliriz:

• Hz. Ebû Bekir efendimizin def-i hacet için huzur-u Rasûlullah’tan çıktığı zaman Peygamber Efendimizin cemalini karşısında görüp de ondan utanıp ih-tiyacını gideremeden ağlayarak tekrar içeri girmesi;

• İnsanın en rahat edeceği yer ailesi ve çocuklarının yanı olduğu halde, Sahâbe-i Kirâm’ın (r.anhüm) aile fertlerinin yanında bile biraz önce huzurundan geldikleri Rasûlullah Efendimizi özleyip derhal onu görmek için mescid-i Nebe-vî’ye koşmaları;

• Müşriklerin Efendimiz (s.a.v)’e suikast düzenlediklerini bilmesine rağ-men Hz. Ali’nin (k.v.) hicret günü ölüm pahasına Peygamber Efendimizin yatağına yatması;

• Bedir ve Uhud Savaşı’nda Rasûlullah efendimizi müdafaa hususunda Ashâb-ı Kiram’ın gösterdiği gayretler;

• Sa’d bin Muâz’ın (r.a.) Rasûlullah Efendimize “Yâ Rasûlallah! Şayet sen bir denize yürüsen biz de hiçbir tereddüt göstermeden senin ardından o de-nize dalarız” buyurmaları Sahâbe’den sadır olan yüksek hâllerdir.

Bununla beraber şu da unutulmamalıdır: Bu hâllerde devamlılık şarttır. Ge-lip geçici heyecanlar hakiki sevgi değildir. Asıl olan, itaat ve sevgide istikamet üzere olmaktır. Ashâb’ın (r.a.) sevgileri sadece, kalpte meydana gelen bir coş-ku olarak kalmamış, itaat ve güzel ahlâk olarak kendisini göstermiştir.

Günümüzde tam olarak ne Peygamber Efendimizin sünnetine ne de sev-gisine tutunuluyor maalesef. İman zayıflığı var. Hatta birçoklarında, “Peygam-ber’e iman olmadan Allah’a yol bulunabilir” gibi fasit bir anlayışla iman esasla-rından Efendimiz’i çıkarmaya yönelik gayretlerin olduğunu görünce, artık O’na karşı aşka dönüşecek bir sevgiyi toplum olarak bulmak uzak gözüküyor.

- Efendim! “Sahâbe’den Ebû Mansûre (r.a.), Peygamber Efendimiz saçla-rını okşadığı için o mübarek ellerin değdiği saçlar atılıp gitmesin, hep başımda taşıyayım diye vefatına dek saçlarını hiç kesmemiş.” Bu yönde gelen birçok ri-vayetten dolayı özellikle okumuş kesimde revaç bulan bir anlayış var. Rasûlullah Efendimize bu şekildeki bir sevginin aşırılık olup tevhidi zedelediği düşünülü-yor. Bu nedenle birçok hadis-i şerif de sünnet kapsamında değerlendirilmeyip terk edilmiş durumda. Bu anlayış doğru mudur?

- Peygamber sevgisi hususunda O’na olan ittibadaki hırs ve gayretle tev-hidi ifsat mı ediyoruz, yoksa tevhidin hakikati üzerine mi bulunuyoruz? Bunu anlamak için öncelikle tevhidin ne olduğunu bilmek lazım. Tevhid Allah’ı birlemedir. O’nu (c.c.) ilah olarak birlemede ve kullukta O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Bütün güç ve kuvvetin Hz. Allah’a mahsus olduğunu bilip O’nun bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanmaktır. Bunun zıttına inanmak ise şirktir. Bu dairenin içerisine Peygamber Efendimiz dâhil olmak üzere hiçbir peygamber ortak değildir. Peki, o zaman “Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlullah” kelimei tayyibesinde Rasûlullah Efendimizin yerini nasıl anlayacağız?

Kelime-i tevhidde, “Allah’tan başka ilah yoktur” mertebesine ulaşma nok-tasında tek kapı “Muhammedü’r-Rasûlullah”tır. Muhammedü’r-Rasûlullah’ın isti-kametini, kuvvetini bulmayan “Lâ ilâhe illallah” kısmındaki hakikate asla ulaşamaz. Çünkü Kur’ân-ı Kerim bunu açık bir şekilde beyan etmiş ve Peygamber’e (s.a.v) itaatin Allah’a (c.c.) itaat etmek olduğunu bildirmiştir. Tevhidi emreden Allah (c.c.) tarafından kendisine bu makam verilen Peygamber’i (s.a.v), insan alır da bir kenara koyarsa asıl o zaman tevhitten ayrılmış olur. Rasûlullah Efendimizin sünneti ve sevgisiyle insan, tevhide zıt olan bütün amel ve ahlâklardan temizle-nir. Çünkü Rasûlullah Efendimizin bütün emir ve tavsiyeleri, yasakladığı bütün iş-ler tevhidi zedeleyecek olan hastalıkları yok etmeye yönelik Cenâb-ı Hakk’ın Rasûlullah Efendimize ilâhi vahyinin neticesidir. Tabi, Kur’an Allah’ın kelamıdır ve sözlerin en güzelidir. Hiçbir söz onun mesabesinde değildir. Kur’ân-ı Kerim’de “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha evladır.” buyruluyor. Efendi-mize (s.a.v) duyulan sevgi, tevhide zıt olmadığı gibi ne denli çok olursa ona ittiba ve iman da o denli kuvvetli olur. Rasûlullah Efendimizin yolu tevhit yolu-dur. Kur’ân’ın namazı emretmesiyle Peygamber Efendimizin sevgisini emretme-sini beraber telakki etmemiz gerekir. Bizler, Efendimiz (s.a.v)’i, kendi canımızdan çok sevmedikçe, O bize kendi canımızdan daha evla ve aziz gelmediği müddetçe gerçekten iman etmiş olmayız.

Burada dikkat edilecek bir husus var. Peygamber Efendimizin tehlikesini ifade ettiği üzere, geçmiş dönemlerde insanlar peygamberlerini putlaştırmaya ve ulûhiyet derecesine yükseltmeye kalkışmışlardır. Onların bu yanlışlıkları, peygamberlerini çok sevdiklerinden değil, sevgilerine kendi hevâ ve heveslerinin neticesi olan yanlışlıklarını karıştırmalarından kaynaklanmıştır. Bu durum da onla-rın, peygamberlerini gerçekten sevmediklerinin bir delilidir.

Aşırılık, İslâm’ın koyduğu çizgiyi aşma, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat çizgisini saptırma yönündeki gayrettir. Bu gün aşırılık diye kabul edilmiş olan hususlar, aslında Rasûlullah Efendimizin ve ashabının yapmış olduğu ameller çerçevesin-dedir. Günümüzdeki bazı insanların bu sevgi ve bağlılığa “aşırılık” olarak bak-ması, onların Peygamber Efendimizi sevme ve sünnetine ittiba noktasındaki uzaklık ve acziyetlerinden kaynaklanmaktadır. Sevginin itaat olarak tezahürü aşırılık değildir. Mescidin dışından Peygamber Efendimizin “Oturun” emrini işitince sokak ortasında derhal oturan Abdullah bin Revâha’nın, Peygamber Efendimi-zin “Allah senin, Rasûlü’ne ittibadaki hırsını artırsın” duasına nail olması bunun bir örneğidir.

- Sahâbe-i Güzin’in (r.anhüm) Peygamber Efendimizi görmüş ve sohbet-lerinde bulunmuş olmaları o yüksek sevgiyi kazanma yolunda onlara nasip olan müstesna bir nimettir. Acaba bizim bugün aynı iştiyakı bulabilmemiz mümkün müdür?

- Asr-ı saadet dönemi mümtaz bir dönemdir. Sahâbe efendilerimizin gönlünde yaşadıkları sevgi Allah’ın onlara has bir nimetidir. Bu dinin yükünü on-lar omuzlandılar. Rasûlullah Efendimizi görerek O’nun huzurunda bulunarak, O’nun bir nazarı, bir sözüyle ve ardında namaza durmakla elde ettikleri sevgi-ye aynı kuvvette bu gün kavuşmanın imkânı yoktur. Fakat, Rasûlullah Efendimizin bir müjdesi de var ki gönüllerimize su serpiyor: “Beni en çok seveceklerin bir kısmı benim irtihalimden sonra gelecek ümmetim içerisinden olacaklardır ki on-lar bana kavuşmak için mallarını canlarını feda edeceklerdir” Bu hadis-i şerif, Peygamber Efendimize O’nun nezdinde kıymet bulan bir sevgi kapısının üm-metine açık olduğunun bir müjdesidir. ’Ümmetim içinde bana en çok sevgi duyanlardan bir kısmı benden sonra gelenler (arasından) olacak: Onlardan biri malını ve ailesini feda etmek pahasına, beni görmeyi arzu edecekler.”

- Efendim! Bir mümin olarak böyle bir sınıfa katılabilmek için bu gün ne yapmalıyız?

- Buna şöyle cevap verebilirim. Cenâb-ı Hakk’ın taksimatı dâhilinde Pey-gamber Efendimizin sevgisine istidatlı olur ve istikametlerimiz de Sahâbenin is-tikameti doğrultusunda olursa, yani onlar bu sevgi uğruna neye talip olmuşlar ve neden vazgeçmişlerse biz de onların talip olduklarına talip olur vazgeçtikle-rinden de vazgeçersek, işte o zaman bu sevgiyi elde etme yollarına girmiş olu-ruz.

Peki, onlar nasıl yapmışlar? Onlar, Efendimiz’in (s.a.v) uğruna mallarını, canlarını ortaya koymuşlardır. Bunu örneklendirecek olursak; Peygamber Efen-dimiz, Tebük Gazvesi için orduyu teçhiz etmelerini ashabına emredince Ebû Bekir (r.a.) efendimiz bütün malını getiriyor. Efendimiz (s.a.v.); “Geride aile ef-radına ne bıraktın yâ Ebâ Bekr” buyurunca, “Allah ve Rasûlü’nü bıraktım ey Al-lah’ın Habibi!” diyor. Yine Uhud gününde Rasûlullah Efendimize isabet etmesin diye ona atılan okun önüne kendini siper eden Katâde bin Numan (r.a.)’in gö-zü yerinden çıkıyor...

Rasûlullah (s.a.v) Efendimizi sevmede Sahâbe’nin yolundan istifade ede-bilmek için; evveliyatla onların bu nimeti elde etmek için heva ve heveslerini terk ettikleri gibi bizim de nefsimize ait menfi hasletlerin hepsini terk etmemiz gerekir. “Sizden birisi hevâsı benim getirdiklerime tabi olmadıkça (kamil mana-da) iman etmiş olmaz.” hadisi bu gerçeği ifade etmektedir. Peygamberimizin yasakladıklarından kaçınmak, emrettiklerini iştiyakla yerine getirmek, ahlâklarına sımsıkı tutunmak, bunda istikrar sahibi olmak O’nun sevgisini elde etmede isti-kamet sahibi oluşumuza bir hüccet olmalıdır.

- Efendim! Özellikle ilim ehlinin çektiği bir sıkıntı var. Rasûlullah (s.a.v)’in hadis-i şeriflerinin mücerret tedrisiyle, O’nunla ülfetin ve manevî irtibatın sağlanamaması... Bu neticenin ortaya çıkmasında hadislerde bir nakıslık olduğunu düşünmenin yanlışlığı ortadadır. Öyleyse insan kendisindeki nakıslığı nasıl bulacak, bunu nasıl çözecek?”

- Buradaki temel eksiklik sevginin itaat haline dönüşmemesidir. Zira sevgi-nin hakikatine itaat ile yol açılır. ‘Peygamber Efendimizi sevmek’ denildiği za-man akabinde itaat gelmelidir. Öyle ki bir balığın, içinde bulunduğu suyu bütün zerresinde hissetmesi gibi hayatımıza Efendimizin (s.a.v) ahlâklarının hâkim kılınmalıdır.

Tabi ki insanın şartsız itaat edebilmesi için iç halinin kuvvetli olması gerekir. Bu da itminana ulaşmamış ve daima kötülüğü telkin eden nefsi, bağından kur-tarmak ve sûî ahlâklarından arındırmakla olur. İşte, bu şümullü hale kavuşamayan insan; bir yol, bir kuvvet bulamadığı için okuduklarını yaşantısına intikal ettire-mez. İnsanın bunu tek başına elde etmesi ise çok zordur. Peygamber Efendi-mizin sevgisini gerçek manada yaşayan insanlar da toplumda hakikaten çok az bulunmaktadır. Çünkü Peygamber sevgisi, imanı çevreleyip onu muhafaza eden bir haslet olduğu için muhakkak o imanın karşısındaki kuvvetler bu yakınlık ve itaat halinin bir insanda meydana gelmesine engel olmaya çalışacaktır. İlim ehli ise maalesef bu menfi tesirleri dikkate almamaktadır.

- Bu gün ilim ehli içerisinde bazı kimseler Peygamberimizin bazı sünnetlerini İslâm’la bağdaştıramamaktalar. Bu durumu Peygamber Efendimize iman, sevgi ve itaat çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

- İman, tasdik ve itaat vasfı üzerinedir. Kâmil bir iman, Peygamber Efendi-mizden sadır olana teslimiyeti gerektirir. Sahih ilim ve muteber kriterlerle Efen-dimize nispeti sabit olan sünnetleri İslâm çerçevesinin dışında telakki etmek son derece yanlış ve tehlikelidir. İlim ehlinde bu tehlikeye sebebiyet veren şey; aklı, imanın, itaatin ve Peygamber sevgisinin önüne geçirmiş olmaktır. Bunlar, zamanla akıl yoluyla çözemediği şeyleri iman dairesine koymakta zorlanıyor, ‘yok’ kabul ediyorlar. Aklı, sünnete teslim olamayınca ‘iman böyle bir şey kabul etmez’ diyerek onu imanın dışına itmeye çalışıyor. Kur’an âyetlerine bir şey di-yemediği için Peygamber Efendimizin ahlâkına, sünnetlerine saldırıyor ve ora-daki yaşantı biçimlerini, İslâm’ın ana unsurları içerisinden alıp dışarı atıyor. Kendi aklının kavrayacağı şekle İslâm’ı sığdırmaya çalışıyor. Peygamberimizin yaşadığı ahlâkın içerisinden uymayı arzu ettiği kısımlarını kendisine din olarak telakki edi-yor. Tabi, güya dini yanlışlıklardan koruma adına girişilen bu ameliyeler netice-sinde geriye, İslâm’ın özünden ayrılmış apayrı bir yol çıkıyor. Artık bu kadar şek ve şüpheden, imanî zafiyetlerden sonra bir insanda Peygamber sevgisi kalır mı? Allah (c.c.) alîmdir, habîrdir, kalplerin özünü bilir. Kimin dini ihya etmek ve kimin ifsat etmek gayretinde olduğu bilgisi O’ndan asla saklı kalmaz. İşte ilim yolcusu bu hususa dikkat etmelidir.

- Efendim! İlim ehlinin yanı sıra, sünnetlere uyma hususunda halkta var olan zafiyeti nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Genel manada halkta ise, yaşadığı hayatı din olarak kendisine yeterli gör-me zafiyeti var. Buna dinin hakikatini ifsat eden zahirî engelleri de eklersek, önünde aşılması gereken birçok karlı dağ var demektir. Kulluk, imanın bir in-sandaki en güzel ifadesidir. Hırs, dünya sevgisi, nefsî istek ve arzular ise seve-rek kulluk yapma ve severek ümmet olma önündeki engellerdir. Ahlâkî engeller kalkmadan iman kemal bulmaz ve sevgi de hakikati üzere bulunmaz.

İnsan madde ve manadan oluşan bir varlıktır. Sevgi, bizim bedenimize si-rayet eden ruhun varlığı gibidir. Bir beden bütün vasıfları ile ortada dursa da onu canlı kılan ruh olmayınca hiçbir işe yaramaz. Sevgi de itaat olmadan aynı bunun gibidir. Sevgi, sirayet ettiği bedenin kendisiyle hayat bulduğu ruh gibi Peygamber’e itaatin kuvvetini izhar eden bir mana taşır. Peygamber Efendimi-zin bir sünnetini yerine getirirken o sünnetin iman olarak tezahür eden ahlâkı bizde yok ise, bu amel sevgiden uzak bir taklitten ibarettir. Bu sevgiyi yaşayan insan ise o sevginin önündeki engelleri Cenâb-ı Hakk’ın lütfüyle aşmış ve o sevginin kemâlâtına kavuşmuş demektir.

- Şu halde, nefsin hastalıklarından kurtulmaya çalışmak bu sevgiyi kazanma noktasında çok önemli bir basamak olarak karşımıza çıkıyor!

- En önemli husustur. Sahâbe efendilerimiz Allah’tan gelen bir yardım ile ve Peygamber Efendimizin irşadıyla bu nimete büyük bir hızla kavuşmuşlardır. Onu öldürmek gibi büyük bir hastalığa duçar olmuş bir insan, hidayete ulaşır ulaşmaz onun yolunda ölecek kemâlâta kavuşmuştur. Hz. Ömer (r.a) efendi-miz buna ne güzel bir misaldir.

- Efendim, bu hususta son bir nasihatiniz var mı?

- Tabi! Bir ümmet olarak, ümmet olduğumuzun bilincinde olmaya gayret etmeyi tavsiye ediyorum. Kendisine tabi olduğu Peygamberi’nin getirdiklerine teslim olmada hiçbir tereddüt göstermeyen, zâhirde ve bâtında, bütün yaşan-tısını O’nun gönlüne ve ayaklarının altına teslim eden bir ümmet olmayı tavsiye ediyorum. Bugün içerisinde bulunduğumuz her türlü sıkıntıdan kurtulmanın ye-gâne yolu ümmetliğin hakikatine yeniden kavuşmak, Rabbimizden O’nun nusretini, lütfünü ve inayetini istemektir. Cenâb-ı Hak, ümmeti olduğumuz o güzel Peygamber Efendimiz hürmetine bizi bu nimete kavuştursun ve yarın mahşer gününde de Muhammedî ümmet olmanın vasfını taşıyan bahtiyar mü-minler olarak haşrolmayı nasip etsin inşallah.

Ve’s-selâmü alâ men ittebea’l-Hüdâ!
-------------------
* Bu söyleşi, başyazarımız Sayın Muzaffer YALÇIN hocaefendi ile 2008 Kutlu Doğum etkinlikleri anısına Özlenen Rehber tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • hatice toprak

    efendim rabbim razı olsun yine çok faydalı konulara değinmişsiniz rabbim düşüncelerinizi hakkınızda makbul dualar eylesin

  • zehra kozan

    efendim sizinle tanışmak yeni nasip oldu Allah sizden razı olsun ve başımızdan eksik etmesin biyografisinide istiyoruz inş.

  • Cafer CEYLAN

    Söylenecek, dillendirilecek o kadar çok şey var ki..... Öneme haiz olan, tam bir teslimiyetle Allah'a, O'nun Rasûlü'ne bağlanmaktır. Ahir Zaman olarak nitelendirilen günümüz dünyasında Müslüman ve İslâmım; Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in (SAS) nübüvvetine Ehl-i Sünnet inanç kaideleri doğrultusunda inan insanlarda ne gibi problemler, çıkmazlar var? Bu problemlerden ve çıkmazlardan nasıl kurtulunabilinir? İşte Muzaffer YALÇIN Hocaefendinin yukarıdaki yazısı ve Rehber Dergisi'nde yayımlanan diğer yazıları temelde bu nokta-yi nazar üzerinde duruyor. Bu yazılarda günümüz insanının manevî hastalıkları, teşhis edilerek manevî hastalıklara doğru reçeteler sunuluyor, yazılıyor. Cenab-ı Hakk yâr ve yardımcımız olsun, bizleri doğru yola ilettiği kimselerin yoluna iletsin, doğruda tutsun, biz mücrimleri, imtihan için geldiğimiz şu fanide ölümünü unutarak azgınlıkta haddi aşanlardan eylemesin... Allah'ın sırlarına, hikmetlerine hadd ü hesap olmaz. Allah'a dua ediyoruz: Rabbim bizleri rıza dairende tut, isyanımızdan dolayı oradan kovma... Günahsız ağızlarla birbirimize dua edelim.

  • RUKIYE TASDEMIR

    NE GUZELDIR,FARUKILERIN YOLCULARI,HAREME ULASTIRIR EFENDIMIN GONUL YAZILARI...Rabbim sizi basimizdan eksik etmesin efendim.

  • mehmet ali karaoğlan

    EFENDİM ALLAH SONSUZ RAZI OLSUN İNŞ.

  • şakir hafçı

    kutlu doğum haftasının tüm müğminlere hayılar getimesini Allah(c.c) dan niyaz ediyorum.içinde bulunduğumuz şu günlerde müslümanların azılıkta fakat etkin olan zalimlere karşı mücadele etmeleri gerekiyor.resülullahın hayatı bize rehber olmalı Allaha emanet olun.

  • bülbül

    ümmet olarak ümmet oldugumuzun farkina varmayi nasiü etsin yüce yaradan. onu en güzel sekilde anlatan efendimden allah ve rasulallah gani gani razi ve memnun olsun selam ve durazi olsun ins selam ve dua ile

  • ibrahimdemir

    tevhid penceresinde Rasulullaha imanın hakikati ne güzel izah edilmiş ya Rab! inşallah bu sevgi ve iman mücrim gönlümüzde yankı bulur..

  • mehmet yiğit

    Selamun aleyküm... Rabbim bize içinde bulunduğumuz nimetlerin farkına varıp kıymet bilmeyi nasib eder inşallah... Selamun aleyküm..

  • hacer kaplan

    Rabbbim bize ona layık ümmet olmayı nasip etsin inşallah.Peygamberimiz(SAV)ümmetim ümmetim dediği o günde yüzümüzü kara çıkarmaz inşallah

10 kişi yorum yazdı.