İslâm dininin temel iki kaynağından birincisi Allah Tealâ’nın Cebrail ara¬cılığıyla Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm, ikinci kaynağı ise, Kur’ân’ı bize açıklayan Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetidir. Sünnetin, Kur’ân-ı Kerîm’den sonra, ikinci asli delil olduğunda icma vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber’e nisbeti sabit ve sahih olan sünnetin gereğine göre amel etmenin vücûbu üzerinde âlimler ittifak etmiştir. Onlar, bu konuda Rasûlullah (s.a.v)’a itaati emreden, onu sevmenin Cenâb-ı Hakkı sevmek olduğunu bildiren, ona karşı gelenlere şiddetli tehditler bildiren ayetlere dayanırlar. Bu ayetlerden bir kaçı şunlardır:
’Allah’a itaat edin, Rasûle itaat edin ve kötülüklerden sakının’ (Kur’ân-ı Kerîm 5/92). ’Kim Rasûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur’ (Kur’ân-ı Kerîm 4/80).
’Peygamber size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir’ (Kur’ân-ı Kerîm 59/7).
Allah’ın hükmü gibi, Hz. Peygamber’in sünnetinin de bağlayıcı olduğu ve bunlara dayanan bir hükme karşı gelmenin sapıklık sayıldığı şöyle tespit edilir: ’Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü’min bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur’ (Kur’ân-ı Kerîm 33/36).
Rasulullah (s.a.s)’in emrine aykırı davranmanın sonuçlarına bir ayette şöyle yer verilir: “Bu yüzden onun (Allah Rasûlünün) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok acı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.’ (Kur’ân-ı Kerîm 24/63).
Efendimizin (s.a.v.) hayatında ve vefatından sonra sahabe de onun sünnet ve ahlâklarını yaşama hususunda çok hassas davranmışlardır. Sahabe, Rasûlullah (s.a.v.)’in emir ve yasaklarına uyuyor, helal dediğini helal, haram dediğini haram olarak kabul ediyordu.
Nitekim Muaz b. Cebel (r.a) Yemen’e vali olarak giderken, orada; “Allah’ın kitabı ile hüküm vereceğini, bunda bulamazsa Rasûlü’nün sünnetine başvuracağını” belirtmiştir. Bunu işiten Hz. Peygamber’in rızasını açıkladığı nakledilir (Tirmizi, Ahkâm, 3; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 236, 242). Diğer sahabeler de, herhangi bir mesele hakkında Kur’ân’da bir hüküm bulamadıkları zaman Efendimizin (s.a.v.) sünnetine başvuruyordu.
Ancak bir kısım sapık mezhepler ve marjinal fırkalar, Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetinin İslâm dininin ikinci kaynağı olması hususunda ortaya bazı tutarsız şüpheler atmışlardır. İslâm düşmanları da bu şüpheleri değerlendirerek İslâm ümmetinin düşünce ve inançlarını bulandırmaya çalışmışlardır.
En büyük saadet, iki cihanın en üstün insanı olan Rasûlullah (s.a.v.)’a tabi olmaktır. Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğuna kavuşmak ve cehennem azabından kurtulmak için hayatımızı Onun rehberliğinde düzenlememiz şarttır. Ona uymayanların tevbeleri, zühdleri, tevekkülleri ve duaları kabul olmaz. Onun yolunda olmayanların zikirleri, fikirleri, şevkleri ve zevkleri kıymetsizdir. Evliyalar, Onun sonsuz bahrinden bir yudum içmekle muratlarına ermişlerdir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Efendimizin (s.a.v.) Allah’tan vahiy alarak konuştuğu belirtilir. ’O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O’nun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir.’ (Kur’ân-ı Kerîm 53/3–4) Kitap ve Sünnet’te yer alan hükümler karşılaştırıldıkları zaman şu dört şekil ile karşılaşılır:
1.Sünnet, Kur’ân’daki hükmün aynısını getirir, böylece onu destekler ve güçlendirir. Bununla aynı konuda iki delil oluşur. Biri hükmü tespit eden esas delil, diğeri ise teyit edici sünnet delilidir.
2. Sünnet, açıklanmaya muhtaç Kur’ân âyetlerine açıklayıcı hükümler getirir. Sünnet, Kur’ân’ın mücmel veya müşkil olan yani kapalı ve anlaşılması güç olan lafızlarını açıklar.
3. Sünnet, Kur’ân’da yer alan bazı hükümleri nesheder.
4. Sünnet, Kur’ân’da bulunmayan meseleler hakkında hükümler getirir.
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Kur’ân-ı Kerîm 3/31) Ona tâbi olmak, Onun gittiği yolda yürümektir.
Onun yolu, Kur’ân-ı Kerîm’in gösterdiği yoldur. Ona uymak için önce îmân etmek sonra da Müslümanlığı iyice öğrenerek farzları edâ edip harâmlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekrûhlardan kaçınmak lâzımdır.
Efendimiz (s.a.v.) gelmiş ve geleceklerin en güzeli ve faziletlisi, insanların en merhametlisi, yegâne mürşid ve rehberdir. O ki, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşet zindanına düşenleri gözü ve gönlü yaşlı âşıklar hâline getirmiş, onlara kitabı, sırrı ve hikmeti öğretmiştir. O’nu her şeyden üstün tutmak, emsâlsiz bir aşk ve muhabbetle sevmek, îmânın kemâlindendir. Bu muhabbetin zirvesi, hadîs-i şerîfte şöyle beyân edilir:
“Sizden biriniz beni, ana-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe hakkıyla îmân etmiş olmaz!..” Bu hadîs-i şerîf imânın kemâlinin Efendimizin (s.a.v.) muhabbeti ile yeşereceği hususunda ne güzel bir tembih ve îkazdır. Aşk tohumu, ancak O’nun muhabbet toprağında yeşerir. O’nun muhabbet toprağında yeşerenlerin başında gelen ashâb-ı kiram, tariflere sığmayan bir aşk ikliminde yaşamışlardır.
Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in bir sohbetinde Sevbân (r.a.) Habîbullâh’a pek derin ve dalgın bir surette bakıyordu. Gâyet de ızdıraplı bir hâli vardı. Öyle ki onun bu hâli, Âlemlerin Efendisi’nin dikkatini çekti. Merhametle sordular:
–Ey Sevbân! Nedir bu hâlin?
Sevbân (r.a.), bu iltifat ile muhabbet çağlayanı hâline gelen sevdalı gönlüyle şöyle dedi:
–Anam, babam ve bu cânım sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Senin hasretin beni öyle yakıp kavurmaktadır ki, nûrundan ayrı geçirdiğim her an bana ayrı bir hicran olmaktadır. Dünyada böyle olunca ahirette nice olur diye dertleniyorum. Orada siz peygamberlerle beraber olacaksınız. Benim ise, ne olacağım ve nerede bulunacağım belli değil! Üstelik cennete giremezsem, sizi görmekten tamamen mahrum kalacağım! Bu hâl beni yakıp kavuruyor ey Allah’ın Rasûlü!”
Efendimiz (s.a.v.), Sevbân ile birlikte sahabeden zaman zaman vâkî olan bu ve benzerî hicranlı sözlere ve ayrıca kıyâmete kadar gelecek olan ümmetin muhabbet ve aşk kâfilesinin yanık gönüllerine sürûr dolu bir müjde sadedinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kişi sevdiği ile beraberdir...”
Tabiî ki, samimî muhabbet, itaat ve teslimiyet şartı ile...
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah’a isyan etmiştir.’ (Kütüb-i Sitte, H. no: 5988)
Efendimiz (s.a.v.): ’İmtina edenler hariç, bütün ümmetim cennete girecektir!’ buyurmuşlardı. ’İmtina edenler de kim?’ dediler. ’Kim bana itaat ederse cennete girer, kim âsi olur (itaat etmezse) o imtina etmiş demektir!’ buyurdular. (Kütüb-i Sitte, H. no: 4515)
Rasûlullah (s.a.v.)’in hadislerinden istifade ve feyiz, onun sünnetlerini vahy-i İlahî’nin bir ürünü bilerek tam bir teslimiyetle karşılamamız ile olacaktır. Hadislerin hüsnü zanla karşılanması gerekir. Sünnet vahiy midir, Arap örfü müdür, Rasûlullah (s.a.v.)’in şahsî ictihadı mıdır, mensuh bir hadis midir gibi şeytanın vereceği vesveseler hadislerden istifadeyi azaltır, belki de tamamen bertaraf eder. Aksi takdirde hadisin feyzinden, irşadından nasipsiz kalır, ortaya çıkacak boşluğu beşerî, şeytanî heva ile doldururuz. Çeşitli vesvese ve desiselerle hadisi devre dışı bırakma gayretinin gayesi de budur.
’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin. Sizden olan idarecilere de. Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Peygamberine götürün. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız (bunu böyle yapın) Bu daha hayırlıdır. Netice olarak daha güzeldir.” (Kur’ân-ı Kerîm 4/59)
Görüldüğü gibi âyetin başında ’Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin’ buyrularak ’itaat edin’ emri iki defa zikredilmiştir. Aslında Allah’a itaat, Peygambere itaat demektir. Buna rağmen itaat emrinin iki kez zikredilmesi, ’Kur’ân’da zikredilmeyip sadece sünnette zikredilen hükümlere uymak gerekmez’ şeklindeki vehim ve kuruntuları bertaraf etmek ve Rasûlullah (s.a.v.)’in hiçbir kimse için sabit olmayan müstakil ve özel bir itaat edilme hakkına sahip olduğunu beyan etmek içindir.
Yine âyet-i kerimenin devamında: ’Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz onun hükmünü Allah’a ve Peygamberine götürün’ buyrulmaktadır. Elbette ki anlaşmazlık konusu olan meseleyi Allah’a götürmekten maksat, Allah Tealâ’nın kitabı olan Kur’ân’a başvurmaktır. Meselenin hükmünü Rasûlullah (s.a.v.)’a götürmekten maksat ise Rasûlullah (s.a.v.) hayatta iken bizzat kendisine götürmek, vefatından sonra da sünnetine başvurmaktır. Böylece ayetin cümle ve kelimelerinden sünnetin şer’î bir delil olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
’Rasulullah’ın bu hükümlerine sadece o hayatta iken uymak gereklidir. Vefatından sonra onun hükümleri bizi bağlamaz’ diyebilir miyiz? Bunu söylemekle delilsiz bir iddiada bulunmuş olmaz mıyız? Böyle bir iddia ne derece doğru olur? Bugün Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetini kabul etmeyen bir insan onun hangi hükmünü kabullenmiş olur?
Şayet Efendimize (s.a.v.) itaatin bir anlamı olmasaydı, onu Allah’a itaatle birlikte zikretmenin manası ne olurdu? Onun sünnetini reddederek, ona itaati hiçe sayanlar, bu âyetler karşısında ne cevap vereceklerdir?
Âyetlerde Allah’tan korkmanın; Allah’a ve Rasûlü’ne itaatle olacağı, müminlerin Allah’ın ve Rasûlü’nün hükmüne çağırılmaları halinde ’işittik ve itaat ettik’ diyecekleri belirtiliyor. ’Ben sadece Kuran’a itaat ederim, hadisler beni bağlamaz’ diyenler, takvaya nasıl erişebilirler ve mümin olma sıfatını nasıl muhafaza edebilirler?
Allah Tealâ, kendisiyle birlikte Peygambere itaat etmeyenleri kınamakta ve onları küfürle vasıflandırmaktadır. Öyleyse ne yapacağız Peygamberimize uyacağız. Peygambere uyma, sünneti kabullenme, yaşama ve yaşatma dışında nasıl mümkün olacaktır? Peygamberin söylediklerine uymadan ve yaptıklarını yapmadan ona itaat edilmesi hiç mümkün müdür?
Rasûlullah (s.a.v.) çeşitli hadis-i şeriflerinde bizlere sünnetine uymamızı, sünnetine tabi olduğumuz takdirde sapmayacağımızı, hadisleri zihninde muhafaza edemeyenlerin yazarak onu muhafaza etmelerini, ezberlenen hadislerin insanlara nakledilmesini emretmiş ve sünnetine karşı çıkacakların kendilerini beğenen kişiler olacaklarını haber vermiştir.
Efendimizin (s.a.v.) sünnet ve ahlâklarını yaşamayı ve yaşatmayı hor görerek kabul etmeyen o kişilerin vay haline! Zirâ “O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken: ‘Ah keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere itaat etseydik!’ derler.” (Kur’ân-ı Kerîm 33/66) “Ey iman edenler, Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin!” (Kur’ân-ı Kerîm 8/20)
Efendimizin (s.a.v.) şu müjdesi sünneti yaşamanın ve yaşatmanın önemini bir kez daha izah etmektedir:
“Sünnetimin unutulmaya yüz tuttuğu zamanda sünnetimi işleyene yüz şehit sevabı vardır.” Efendimize (s.a.v.) uymak, saadete kavuşturur. Cenâb-ı Hak, hepimizi dünya ve ahiretin efendisi Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) tâbi olmak saadetiyle şereflendirsin.
Rasûlullah (s.a.v.)' E İtaat
Özlenen Rehber Dergisi 61. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.