’De ki; vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim ancak akrabaya sevgi ve ehl-i beytime muhabbettir.’
(Şurâ sûresi, 23. Âyet)
Ey İmam (r.a)! Ne vakit muharrem gelse, sevenlerinizin boğazına bir düğüm, yüreklerine bir hançer saplanır. Size olan sevgileri kimileri ifrat sanır, bir o kadarı sevgisizlikle tefrite gömülür. Halbuki kimin sevgisi aşacaktır gül çehrenize bir buse konduran Beşerin Efendisi’nin sevgisini. Sen O’ndansın, O da senden. Ne zaman isminiz anılsa, sizi Sevgili Dedenizin omuzlarında görür gibi oluruz, daha sonra da ‘Muhammed ümmetindenim’ diyenlerin kıymet bilmez işleri sevgimizi hüzünle karıştırıverir. Doğduğunda binlerce melek tebrik etmişti sizi. Şehid olduğunuzda gökyüzü karanlığa bürünmüştü. .Ancak siz ‘Cennet geçlerinin Efendisi’siniz. Şu duamıza âmin der misiniz:
“Allah’ım Ehl-i Beyti bize, bizi Ehl-i Beyt’e aç. Gönlümüzü onların yakınlık kokan sevgileriyle doldur. Bu sevgimizden ötürü Cihan Güneşi Efendimizi bizden hoşnut kıl. Ahirette de Ehl-i Beyt âşıklarıyla haşret ve Kevser havuzundan Ehl-i Beyt’in elinden içmeyi nasip et.”
* * *
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) ciğerparesi İmam Hüseyin, Hz. Fatıma (r.anhâ) validemiz ile Hz. Ali (r.a.) Efendimizin ikinci oğullarıdır. Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının beşinde dünyaya teşrif etti. Çocukluğu, Mübarek dedeleri, Âlemlerin Sultanı’nın (s.a.v) yanında, şefkat ve sevgisinde geçti.
İbn Abbas (r.a) anlatır: Rasûlullah (s.a.v) her sabah namazını kıldıktan sonra mübarek yüzünü Ashab-ı Kiram’a çevirirdi. Üzüntülü kimseler görmezse mesrur olurlardı.
Bir gün sabah namazından sonra yüzlerini döndürmeden Hazret-i Ali (r.a)’yi çağırdılar. Beraber mescitten çıktılar. Ashab-ı Kiram nereye, niçin gittiklerini anlayamadılar. Tekrar dönerler diye oturdular. İkisi Hazret-i Fatıma (r.anhâ)’nın evine gitmişlerdi. Hazret-i Ali (r.a) kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emretti. Hazret-i Hüseyin (r.a) doğmuştu. Melekler tebrik etmek için gelmişlerdi. (Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar, Abdullah Farukî el-Müceddidî ( k.s.), s.273)
Güzel isimleri Cebrail (a.s.) tarafından bildirilmişti. Bu isim, Hz. Harun’un (a.s.) oğlunun ismi olan Hüseyin ismiydi. Hz. Hüseyin, Peygamberimize çok benziyordu. Hz. Ali (k.v): “Hasan, Rasûlullah’a (s.a.v) göğsünden başına kadar olan kısmında, Hüseyin de bundan aşağı olan kısmında çok benzerdi” (Ahmed b. Hanbel Müsned, 1, 108) buyurmuşlardır.
Sevgili Peygamberimiz torunlarını çok severlerdi. ’Allah’ım! Ben, bunları seviyorum. Onları Sen de sev.” (Tirmîzî, V, 661), ’Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır’, ’Hasan ve Hüseyin’i seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288) buyururlardı.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e gönüllerince oynayıp eğlenmeleri için eşlik eder, bir çocuk gibi onlarla oynardı. Hz. Hüseyin, Rasûlullah (s.a.v) ile devecilik oynamak istediklerinde Efendimiz (a.s) hemen yere eğilir ve onları mübarek sırtına alırdı. Arkasından da ’Bundan güzel deve olabilir mi?’ buyururlardı.
Efendimiz (a.s) namaz kılarken torunları yanına gelirler ve secdeye gitmesini adeta dört gözle beklerlerdi. Secdeye giden Hz. Peygamber (s.a.v.) ’in kutlu omuzlarına çıkarlardı. Allah Rasûlü, çok sevdiği bu iki yavruya bir zarar gelmemesi için, onlar ininceye kadar secdede kalırdı.
Peygamber Efendimiz, bir gün, cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, güreşmeye başladılar. Peygamber Efendimiz gülerek ’Ha gayret Hasan; göreyim seni, yakala Hüseyin’i!’ diyerek Hz. Hasan’ı kayırınca, Hz. Ali: ’Yâ Rasûlallah: Hüseyin’i kayırmalı değil miydin? Hasan daha büyüktür’ dedi. Peygamberimiz: ’Baksana Cebrail’de, Hüseyin’e: ‘Ha gayret Hüseyin göreyim seni’ diyor’ buyurdular. (Zehebî, Siyer Alâmü’n-Nübelâ, 111, s. 190-191)
’Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden kiri, günahı gidermek, sizi tertemiz yapmak ister.’ (Ahzab sûresi, 33/33) âyet-i kerimesi nazil olduğunda, Ümmü Seleme annemizin evinde Peygamber Aleyhisselam mübarek kızları Hz. Fatıma’yı, Hz. Hasan’ı ve Hz. Hüseyin’i (r. anhüm) çağırdı. Onları bir örtü içine aldı, o sırada Hz. Ali (r.a) geldi, onu da örtü içine alarak: ’Allah’ım bunlar benim Ehl-i Beytim’dir, bunlardan günah kirini gider, kendilerini tertemiz yap!’ diyerek duada bulundu.
* * *
Yedi yaşında dedesini kaybeden Hz. Hüseyin (r.a), sekiz yaşında da annesini kaybetti. Küçüklüğünden itibaren özenle yetiştirilen Hz. Hüseyin, ilk eğitimini Allah’ın Elçisinden (s.a.v) aldı. Daha sonra babasının gözetiminde Ebu Abdurrahman es-Sülemî (r.a) tarafından Medine Mescidi’nde, diğer çocuklar ile birlikte kıraat okudu. Babasından da fıkıh dersleri aldı. Bu gayretlerin sonucunda bir fakih ve muhaddis olarak yetişti. Nitekim muhtelif kaynaklarda kendisine ait fetvaların yanı sıra dedesi, babası ve diğer bazı sahabelerden rivayet ettiği hadisler de bulunmaktadır. (Yrd. Doç. Dr. M. Mahfuz Söylemez, Hz. Hüseyin (r.a))
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, gerek yaşları ve gerekse tahsil ettikleri ilim nedeniyle ilk iki halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almadılar. Hz. Osman (r.a) zamanında, İslâm sancağının daha da ileri bir noktada dalgalandırılması amacıyla yapılan fetihlere, o da ağabeyi ile beraber bir nefer olarak katıldı ve Said b. el-As’ın komutasında gerçekleşmiş olan Horasan’ın fethinde kendisine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirdi. Daha sonra, Hz. Osman’ın (r.a) evini kuşatan isyancılara karşı babası Hz. Ali (r.a) tarafından yine ağabeyi ile beraber halifeyi korumak ve evine su taşımakla görevlendirildi.
Babasının halifeliği sırasında Hz. Hüseyin (r.a), onun bütün seferlerine katıldı. (İslâm Ansiklopedisi, D.İ.B. Yay. Hz. Hüseyin maddesi)
Babalarının şahadetinden sonra ağabeyi Hz. Hasan’a biat etti. Hz. Ali (r.a), kendilerine, abisine itaat etmesi hususunda vasiyet buyurmuşlardı, o da bu emri sonuna kadar yerine getirdi. İmam-ı Sadık (r.a) bu konuda şöyle demiştir: “İmam-ı Hüseyin (r.a), Hazret-i Hasan’a (r.a) hürmeten önünden hiç yürümemiştir.”
Hz. Hasan (r.a), Hz. Muaviye (r.a) ile anlaşmaya varıp hilafeti ona devredince, Hz. Hüseyin de ağabeyine itaat etmiş ve Medine’ye yerleşmiştir. Burada zühd ve takvaya dayalı bir hayat sürdü. Bütün vaktini Allah’a (c.c) itaat ile geçirmiş ve her gece bin rekat namaz kılmıştır. Tarih ve siyerciler, Hz. Hüseyin (r.a) Efendimizin yirmi beş defa yürüyerek haccettiğini ve her gece bin rekat namaz kıldığını haber vermektedirler. (A.g.e., Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s), s.269)
Hz. Hüseyin’in hususi özelliklerine gelince onu tam manasıyla Peygamber Ocağı’nda yetişmiş bir gül gibidir diye tarif ederiz. Yiğitlik ve şecaat sahibiydi. Geceleri Medine’nin karanlık sokaklarında tebdili kıyafet içinde kapı kapı dolaşırdı. Fakirlerin kapısına uğrar, ihtiyaçlarını bırakır, kimseye görünmeden kaybolurdu. Tanınmamak için de yüzünü örter ve sadece gözleri görünürdü. Medineliler, bu yardımların kimin tarafından yapıldığını bilmezdi.
* * *
Saltanatla iş başına gelen Yezit, Ashab-ı Kiram’dan bir çoklarının istememesine rağmen herhesten zorla biat almaya çalışıyordu. Kendisine biat etmeyenleri de cezalandırmak istiyordu. Medine valisi Velid’ten, kendisi gibi günahları açıktan işleyen ve Asahâb-ı Güzînin istekleri olmadığı halde zorla işbaşına gelen birisine biat etmeyeceğini bildiği Hz. Hüseyin’i biata zorlanmasını istiyordu. Hatta Yezid’in adamlarından Mervan, Medine Valisi Velid’e, Hz. Hüseyin eğer Yezid’in halifeliğini kabul etmezse O’nu öldürebileceğini söyler. Bu duruma çok kızan Velid, “Sen benim için dinimi yıkacak bir şey tavsiye ediyorsun. Yemin ederim ki Hüseyin’i öldürmek suretiyle dünyanın her yanına, üzerine güneşin doğup battığı bütün mal ve mülküne sahip olacağımı bilsem yine de bunu istemem” diyerek tavsiyesini reddetmiş ve Hz. Hüseyin’le (r.a) görüştükten sonra O’nun Medine’den ayrılmasına müsaade etmiştir. Bu gelişmeden sonra da Hz. Hüseyin (r.a), Mekke’ye yerleşmiştir. (İslâm Ansiklopedisi, D.İ.B. Yay. Hz. Hüseyin maddesi.)
Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmeyip Mekke’ye gittiği haberini alan ve aralarında Müseyyeb b. Necebe, Rifaâ b. şeddad, Habib b. Muzahhar ve Süleyman b. Surad el-Huzaî’nin de bulunduğu Kûfe’nin ileri gelenleri, sayısız mektup göndererek Onu Irak’a davet ettiler.
Bunun için durumu yerinde incelemek üzere amcasının oğlu Müslim b. Akil’i bu şehre gönderdi. Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sekafî’nin evinde konaklayan Müslim, Hz. Hüseyin (r.a) adına 18.000 kişinin biatını alınca kendisine haber gönderdi ve bir an önce Kûfe’ye gelmesini istedi. Hz. Hüseyin (r.a), Müslim tarafından gönderilen bu haberlerden sonra Kûfe’ye gitmek üzere hazırlanmaya başladı ve hicri 61/680 yılı Zilhicce ayının üçüncü günü Kûfe’ye hareket etti.
Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gelmek üzere yola çıktığı, halkın önemli bir kısmının kendisine biat ettiği haberi Kûfe valisi Nu’man b. Beşir’e ulaşınca, vali buna sevinmemekle beraber, ciddi bir önlem almak için de harekete geçmedi. Çünkü o, Hz. Peygamberin torunu Hüseyin’e (r.a) karşı gelişecek bir hareketin içerisinde yer almak istemiyordu. Bunu fark eden Emevî taraftarları, durumu Emevî halifesi Yezid b. Muaviye’ye bildirdiler. Yezid, Nu’man b. Beşir’i valilikten aldı ve yerine Ubeydullah b. Ziyad’ı atadı.
Hiç zaman kaybetmeden Basra’dan Kûfe’ye hareket eden Ubeydullah, önce Kûfe’deki Hz. Hüseyin taraftarlarını sindirmek için harekete geçti ve Hz. Hüseyin adına Müslim b. Akil’e destek veren grubu dağıtmaya çalıştı. Ubeydullah b. Ziyad ve Kûfe’nin ileri gelenleri bu insanları, Suriye’den gelmekte olan askerler ve aldıkları yardımların kesilmesi ile tehdit ettiler. Müslim b. Akil ve Hz. Hüseyin’e (r.a) verdikleri desteği çekmeleri durumunda, kendilerine yapılmakta olan ekonomik teşviklerin artırılacağı vaadinde bulununca halk dağıldı. Halkı dağıtmayı başaran Ubeydullah b. Ziyad, Hz. Hüseyin adına biat toplamakta olan Müslim b. Akil ile onu koruyan Hani b. Urve’yi yakalatarak öldürdü.
Kûfe’ye gitmek için yola çıkmış olan Hz. Hüseyin, es-Sa’lebiye geldiğinde, Kûfelilerin ihanetine uğradığını ve Müslim b. Akil’in, Ubeydullah b. Ziyad tarafından şehit edildiğini öğrendi ve geri dönmek istedi. Ancak Müslim b. Akîl’in çocukları ileri atılarak, ’Allah’a yemin ederiz ki ya intikamımızı alırız, ya da Müslim’in tattığını tadarız’ diyerek, Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gitme hususunda ikna etmeye çalıştılar.
Bunlardan bazısı Hz. Hüseyin’e kendisinin Müslim b. Akil gibi olmadığını, Kûfe’ye ulaşması durumunda halkın etrafında toplanacaklarını belirttiler. Bununla ikna olmuş gibi görünen Hz. Hüseyin (r.a), Kûfe’ye doğru yoluna devam etti. Zübale denilen yere geldiğinde, Müslim b. Akil’e elçi olarak gönderdiği, Abdullah b. Yaktur’un da öldürüldüğü haberini aldı.
Öte taraftan Müslim b. Akîl ve Hanî’yi öldüren Ubeydullah b. Ziyad, Kûfe’den Hz. Hüseyin’e destek amacıyla gidebilecek olanları engellemek ve Hz. Hüseyin tarafından Kûfe’ye gönderilebilecek olan elçilerin şehre girişine mani olmak için, Husayn b. Numeyr komutasında 4.000 kişilik kuvveti Kadisiye’ye gönderdi. Hac ve umre amacı dışında Mekke yönüne gidecek olan hiç kimsenin geçmesine müsaade etmemelerini emretti. Kûfe’yi abluka altına alıp, giriş çıkışları kontrol etmeyi başaran Ubeydullah, daha sonra Hurr b. Yezid et-Temimî’yi 1.000 kişilik bir kuvvetle Hz. Hüseyin’in gelişini durdurmak üzere gönderdi ve Hz. Hüseyin’in biatını almadan kendisini kesinlikle bırakmamasını emretti. Hurr, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye girişine engel olmasına rağmen kendisine saygıda kusur etmedi, namaz vakitlerinde onun arkasında namaz kılıyor, sofrasında kendisine eşlik ediyor, sohbetine katılıyordu. Hurr’un, Hz. Hüseyin’i (r.a) cezalandırmayacağını anlayan Ubeydullah b. Ziyad, bu amaçla Ömer b. Sa’d b. Ebi Vakkas’ı dört bin kişilik bir kuvvetin başında gönderdi. Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin’e uygulanmakta olan ablukayı daha da daralttı. Direnişini kırmak için Fırat nehrinden içme suyu almalarına dahi müsaade etmedi. Hz. Hüseyin, Kûfe’ye giremeyeceğini anlayınca, geldiği yere geri dönmesine müsaade edilmesini istedi.
Hz. Hüseyin’in bu isteği Ömer b. Sa’d tarafından Ubeydullah’a iletilince, kabul etmedi ve Hz. Hüseyin’in hiçbir şart ileri sürmeden kendisine biat etmesini, aksi takdirde öldürülmesini emretti.
Netice itibarıyla Yezid b. Muaviye’ye biat etmeye zorlanan Hz. Hüseyin bunu kabul etmedi ve 61/680 yılında, Ömer b. Sa’d komutasındaki ordu tarafından, Ubeydullah b. Ziyad’ın emriyle, beraberindeki yetmiş iki kişi ile birlikte Kerbelâ’da şehit edildi. Hz. Hüseyin’in şahadeti Emevîler’in durumlarını sağlamlaştırmadı, aksine daha da zorlaştırdı. Zira bundan sonra başta Kûfe olmak üzere, İslâm âleminin birçok yerinde çıkan hadiselerin temelinde, Hz. Hüseyin’in (r.a) şahadeti yatacaktır (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Yayınları, c.2, s.328).
Tarihte çok derin izleri olan ve “Kerbela Vakası” olarak anılan bu olay 10 Ekim 680, hicri takvime göre de Muharrem ayının 10. günü meydana gelmiştir. Bu olaydan erkeklerden yalnızca Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Âbidin (r.a) sağ olarak kurtulmuş, nesl-i pakî Mustafâ’nın bu kanadı halen Mısır’da medfun olan bu zât-ı kiramdan zuhur etmiştir.
Hz. Hüseyin’in (r.a) katillerinden veya onların arkadaşlarından, bir belaya uğramadan ölen yoktur. Hz. Hüseyin’in (r.a) şehid edilmesinden sonra şöyle bir olayın yaşandığı rivayet edilir:
“Ubeydullah b. Ziyad ve arkadaşlarının başlarını Kufe mescidine getirdiler. Oradakiler: ‘Geldi’ dediler. Sonra bir yılan geldi. O başların arasına girdi.
Ubeydullah b. Ziyad’ın burnundan içeri girdi. Biraz durdu. Sonra çıktı. Yine etraftan ‘Geldi, geldi’ dediler. Yine o yılan geldi. Evvelki gibi yaptı. Böylece birkaç defa tekrarlandı.” (A.g.e., Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s), s.269)
Cennet Gençlerinin Efendisi Hz.imam Hüseyin (r.a)
Özlenen Rehber Dergisi 47. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.