Özlenen Rehber Dergisi

47.Sayı

Gavsu'l-âzam İmâm-ı Sakaleyn Hz. Şah Abdulkâdir Geylânî (k.s.) - IV

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 47. Sayı
HAYATINDAN KESİTLER

SIDK VE DOĞRULUKBir gün Abdülkâdir Geylânî’ye; ’Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?’ diye sordular.

Buyurdular ki:
’Temeli, sıdk ve doğruluk üzerine attım. Asla yalan söylemedim. Yalanı kâğıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana; ’Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın’ dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip; ’Beni Allah’ın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdat’a gidip ilim öğreneyim. Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim’ dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. ’Haydi, Allah selâmet versin oğlum. Allah için ayrıldım. Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem’ dedi. Küçük bir kafile ile Bağdat’a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan’ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi. Kafilemizi bastılar. Kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. ’Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?’ diye sordu. ’Kırk altınım var’ dedim.

’Nerededir?’ dedi. ’Koltuğumun altında dikili’ dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu; fakat o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler. Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. ’Altının var mı?’ dedi. ’Kırk altınım var’ dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. ’Neden bunu söyledin?’ dediler. ’Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım’ dedim. Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve ’Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum’ dedi. Bu pişmanlığından sonra tevbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. Yanındakiler de, ’İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tevbe etmekte de reisimiz ol’ dediler. Sonra, hepsi tevbe ettiler. Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. İlk defa benim vesilemle tevbe edenler, bu altmış kişidir.’

HASEDİN ZARARLARI

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin sohbetleri ile hasta gönüller şifa bulur, katı kalpler yumuşardı. İnsanların manevî hastalıklarını tek tek bildirir, onları tedavi ederdi. Hasedin, kıskançlığın Allah’ın gazabına sebep olacağını şöyle anlatırdı:

“Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum. Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin îmanını zayıflatır. Mevlâ’nın yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allah’ın gazabına uğratır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.); ’Allah, hasetçi kimse nimetimin düşmanıdır, buyurdu’ diye bildirmiştir. Efendimiz (s.a.s) bir hadîs-i şerîfte; ’Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer’ buyurdu. Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin hususunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allah’ın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse, Allah’ın kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde bulunmaktadır. Sen onu, Allah’ın bu ihsanından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok câhil olduğunu gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allah sana zulmetmez. Allah senin için takdir ettiğini, sana nasip olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.

HANBELÎ MEZHEBİNE GÖRE AMEL ETMESİ

Gavsu’l-A’zam Abdülkâdir Geylânî (k.s.) bir gün, İmâm Ahmed bin Hanbel’in kabrini ziyâret etti. Yanında evliyadan bir cemaat da vardı. Kabrin başında okudular. İmâm Ahmed bin Hanbel manada kabirden çıktı, elinde gömlek vardı. Gömleği verdi ve birbirlerinin boynuna sarıldılar. Sonra İmâm Ahmed; ’Ey Seyyid Abdülkâdir! Fıkıh, tasavvuf ile helâlin, haramın ilmi sana muhtaçtır.’ buyurdu.

Hz. Pîr, bir gece Rasûlullah Efendimizi rüyâda gördü. Bu arada Ahmed bin Hanbel’i de gördü. Bir eliyle sakalını tutmuş, Rasûlullah Efendimizden rica ediyor ve; ’Ey Allah’ın Rasûlü! Oğlun Muhyiddîn Seyyid Abdülkâdir’e buyur da, bu zayıf ihtiyarı himaye etsin’ diyordu. Efendimiz (s.a.s) tebessüm buyurarak: ’Ey Seyyid Abdülkâdir! Bu şeyhin ricasını kabul et’ buyurdu. Rasûlullah (s.a.s)’ın emri ile, onun ricasını kabul etti ve sabah namazını Hanbelîlerin namazgâhında kıldı. Hâlbuki Hanbelî namazgâhında imamdan başka kimse olmazdı. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri oraya gelince, pek çok kimse de ardından gelip, mescidi doldurdu ve boş yer kalmadı. ’Eğer Gavsu’l-A’zam o gün, Hanbelî namazgâhında hazır olmasaydı, Hanbelî mezhebi unutulacaktı’ denilmiştir. Bundan sonra Hanbelî mezhebine göre amel etti.

Yüce Allah, bizleri şefaatlerinden, âl-i himmet ve nazarlarından ayırıp mahrum etmesin. Âmin.

Yararlanılan Kaynaklar
1. Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî (Mûsâ bin Yünûnî).
2. Behcetü’l-Esrâr (Ali bin Yûsuf).
3. Kalâidü’l-Cevâhir fî Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî.
4. Tefricü’l-Hâtır fî Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir.
5. Tenşîtü’l-Hâtır fî Menâkıb-i Gavsü’l-Â’zam.
6. Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ; c.2, s.89.
7. Tabakâtü’l-Kübrâ (Şa’rânî); c.1, s.126.
8. Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.290.
9. Nefehâtü’l-Üns.
10. Şezerâtü’z-Zeheb; c.1, s.198.
11. Hadîkat-ül-Evliyâ; 2’nci kısım, s.32.
12. El-A’lâm; c.1, s.17.
13. Mir’âtü’l-Haremeyn; c.3, s.139.
14. Nûrü’l-Ebsâr; s.224.
15. El-Bidâye ve’n-Nihâye; c.12, s.52.
16. Fevâtü’l-Vefeyât; c.2, s.2.
17. Ahbârü’l-Ahyâr.
18. Tabakâtü’l-Evliyâ; s.246.
19. Mu’cemü’l-Müellifîn; c.5, s.307.
20. Sefînetü’l-Evliyâ; c.1, s.58.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.