“Kur’ân-ı Kerim hiç kuşkusuz, hüküm ve hikmet sahibi, güçlü ve üstün, çok övülen âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.”(Fussilet, 42.) Allah’ın nuru, insanlara bir öğüt ve uyarı kaynağı, doğruyu yanlıştan ayıran, sözlerin en güzeli Kur’ân-ı Kerim’in her âyet-i celîlesi, O’nun, Allah tarafından indirildiğinin ve korunduğunun bir delilidir.(En’am, 6/115; Hicr, 15/9.) Diğer semavî kitaplar gibi Kur’ân-ı Kerim’de çelişkiler ve tahrifler mevcut değildir. Kur’ân-ı Kerim’in Allah’ın sözü olduğuna ve tahrif edilmediğine dair diğer bir delil de, Kur’ân-ı Kerim’deki bilimsel, bilme ışık tutan ve ancak gelişen teknolojiyle açığa çıkan, anlaşılabilinen âyet-i kerimelerdir. İnşaallahhü Teâlâ, “Bilme Işık Tutan Kur’an” adı altında bir araştırma yazı dizisi, başlatmak istiyoruz. Kadir-i Mutlak olan Allah (c.c) bizleri bu niyetimize muvaffak kılar.
EVRENİN VAR OLUŞU
Hiçbir şey yokken, örnek edinmeksizin ilmiyle, muhayyilemizin kavrayamayacağı bir şekilde meleklere, insanlara, cinlere, hayvanata, nebatata, cemadata, göklere ve yere, aya, güneşe, yıldızlara, galâksilere hülasa burada zikretmediğimiz ve bilmediğimiz diğer küçük, büyük âlemlere, varlıklara Allah Teâlâ Hazretleri, “Ol.” emriyle tecelli etmiş; bütün bu küçük, büyük canlı ve cansız varlıklar hemen oluvermiştir. Allah kuşkusuz hak olarak yaratan ve sözü hak olandır, yarattığını da batıl olarak yaratmayandır. Yine O kuşkusuz gaybı ve müşahede edilebileni takdir eden ve bilendir. Evrenin bir başlangıcının olduğu, sonsuzdan beri var olup sonsuza gitmediği, yukarıda ifade olunduğu gibi her şeyi hak, hikmet ve bir ölçüye göre örnek edinmeksizin yaratan Allah-ı Azimü’ş-Şan tarafından, “Ol.” emriyle yaratıldığı ve bir başlangıcının olduğu farklı surelerde; fakat aynı paralelde olan, aralarında asla çelişki bulunmayan âyetlerle sabittir.(1)
Bilimsel çalışmalarla (makalelerle) çağımıza ışık tutan ve İslâmî noktalarda çarpıcı araştırmalarla dikkatleri üzerine toplayan araştırmacı yazar Harun Yahya bu konuda Kur’an Mucizeleri adlı bilimsel kitabında şöyle diyor: “Kur’ân-ı Kerim’de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır: ‘O gökleri ve yeri yoktan var edendir...’(2) Kur’an’da verilen bu bilgi, (evrenin; göklerin ve yerin yoktan var olduğu) çağdaş bilmin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Bugün astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. ’Büyük Patlama’, orijinal adıyla, ’Big Bang’ teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Büyük Patlama teorisi bugün evrenin var oluşu ve başlangıcı konusunda bütün bilim çevreleri tarafından ortak kabul gören yegâne bilimsel açıklamadır.
Big Bang’den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında madde, enerji ve zaman yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kur’an’da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir.”(3)
Yine araştırmacı yazar Harun Yahya:
“NASA’nın 1992’de gönderdiği Cobe uydusunun hassas tarayıcıları Big Bang’den sonra tüm evrene yayıldığı varsayılan radyasyonun kalıntılarını buldu. Bu buluş evrenin yoktan var edildiği gerçeğinin bilimsel bir açıklaması olan Big Bang teorisinin ispatı oldu.”(4)
Evrenin var oluşu, bundan bir asır önce, bu ilim sahası ile uğraşan bilim adamlarının önemli bir bölümü tarafından göz ardı edilen bir kavramdı. Bunun nedeni ise, 19. yüzyıldaki bilim anlayışının, “evrenin sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza gittiği varsayımını” benimsemesiydi. Evreni inceleyen bilim adamlarının çoğu, zaten sonsuzdan beri var olan bir maddeler bütünüyle karşı karşıya olduklarını sanıyor ve evren için bir ’yaratılış’ yani başlangıcı olduğu gerçeğini kabule yanaşmıyorlardı. Çoğu alanda olduğu gibi evrenin yaratılışı noktasında da insanlık, bir karanlık içinde gemisini yüzdürüyordu.
Bu ’sonsuzdan beri var olan ve ilmî delillere dayanmayan, sadece bir varsayım olan evren’ fikri, Batı düşüncesine materyalist felsefe ile birlikte girmişti. Eski Yunan’da gelişen bu felsefe, “maddeden başka bir varlık olmadığını savunuyor ve evrenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini” öne sürüyordu. Aslında materyalizm, Ortaçağ’da Kilise’nin hâkim olduğu dönemde rafa kaldırılmıştı; ama Rönesans’tan sonra Batılı bilim ve fikir adamlarının yeniden Eski Yunan kaynaklarına merak sarmaları ile birlikte, materyalizm de yeniden kabul görmeye başladı.
Materyalist evren anlayışını Yeni Çağ’da ilk kez savunan kişi ise, ünlü Alman düşünür Kant oldu. Kant, evrenin sonsuzdan beri var olduğunu ve bu sonsuzluk içinde her olasılığın mümkün sayılması gerektiğini öne sürdü. Kant’ın yolunu izleyenler, sonsuz evren fikrini materyalizmle birlikte savunmaya devam ettiler. 19. yüzyıla gelindiğinde ise, evrenin bir başlangıcı, yani yaratılış anı olmadığı şeklindeki iddia, geniş bir kabul görür hale gelmişti. Karl Marx, Friedrich Engels gibi diyalektik materyalistlerin şiddetle sahiplendikleri bu iddia, 20. yüzyıla da taşındı.
Söz konusu ’sonsuz evren’ fikri, her zaman için ateizmle iç içe oldu. Çünkü evrenin bir başlangıcı olması, Allah tarafından yaratıldığı anlamına geliyordu ve buna karşı çıkmanın tek yolu da, hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı halde, ’Evren sonsuzdan beri vardır.’ iddiasını öne sürmekti. Bu iddiayı ısrarla sahiplenenlerden biri, 20. yüzyılın ilk yarısında yazdığı kitaplarla materyalizmin ve Marksizm’in ünlü bir savunucusu haline gelen Georges Politzer idi. Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri adlı kitabında, ’sonsuz evren’ modelinin geçerliliğine güvenerek yaratılışa şöyle karşı çıkıyordu:
“Evren yaratılmış bir şey değildir. Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde, evrenin Tanrı tarafından belli bir anda yaratılmış olması ve evrenin yoktan var edilmiş olması gerekirdi. Yaratılışı kabul edebilmek için, her şeyden önce, evrenin var olmadığı bir anın varlığını, sonra da, hiçlikten (yokluktan) bir şeyin çıkmış olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ise bilimin kabul edemeyeceği bir şeydir.”(5) Dikkat edilirse Politzer bu düşüncesini bilme dayandırıyor. Bir düşüncenin bilimsel olması için deneylerle lâboratuar ortamında ispatlanması lâzımdır. “Bu ise bilimin kabul edemeyeceği bir şeydir.” demekle bir iddia bilimsel olmaz. Maalesef insanlık yıllarca bilim adı altında ideolojilerini, duygularını tatmin etmek isteyen yalancılar tarafından bilim sahtekârlığı yapılarak kandırılmış ve kandırılacaktır da...
Evrenin Genişlemesi ve Big Bang’in Doğuşu
1920’li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından çok önemli yıllardı. 1922’de Rus fizikçi Alexandre Friedmann, Einstein’in genel görecelik kuramına göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını ve en ufak bir etkileşimin evrenin genişlemesine veya büzüşmesine yol açacağını hesapladı. Friedmann’ın çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun da saptanabileceğini belirtti.
Bu bilim adamlarının teorik hesaplamaları o zaman çok ilgi çekmemişti; ancak 1929 yılında gelen gözlemsel bir delil, bilim dünyasına bomba gibi düşecekti. O yıl California Mount Wilson gözlemevinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yaptı. Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsıyordu. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. (Gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe incelmesi gibi.) Hubble’in gözlemi ise, bu kanuna göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu. Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galâksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç ise, “evrenin genişlemekte’ olduğuydu.
Kısa bir zaman önce Georges Lemaitre tarafından ’kehanet’ edilen bu gerçek, aslında yüzyılın en büyük bilimadamı sayılan Albert Einstein tarafından da daha önceden dile getirilmişti. Einstein 1915 yılında ortaya koyduğu genel görecelik kuramıyla yaptığı hesaplarda evrenin durağan olamayacağı sonucuna varmıştı; ancak bu buluş karşısında son derece şaşıran Einstein bu ’uygunsuz’ sonucu ortadan kaldırmak için denklemlerine ’kozmolojik sabit’ adını verdiği bir faktör ilâve etmişti. Çünkü o sıralar, astronomlar ona evrenin statik olduğunu söylüyorlardı, o da kuramının bu modele uymasını istemişti; ancak sonradan bu kozmolojik sabiti ’kariyerinin en büyük hatası’ olarak tanımlayacaktı.
Hubble’in ortaya koyduğu evrenin genişlediği gerçeği, kısa bir süre sonra yeni bir evren modelini doğurdu. Evren genişlediğine göre, zamanda geriye doğru gidildiğinde çok daha küçük bir evren, daha da geriye gittiğimizde ’tek bir nokta’ ortaya çıkıyordu.
Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu ’tek nokta’nın, korkunç çekim gücü nedeniyle ’sıfır hacme’ sahip olacağını gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya ’Big Bang’ (Büyük Patlama) dendi ve bu teori de aynı isimle bilindi.
Big Bang’in gösterdiği önemli bir gerçek vardı: Sıfır hacim ’yokluk’ anlamına geldiğine göre, evren ’yok’ iken ’var’ hale gelmişti. Bu ise, evrenin bir başlangıcı olduğu anlamına geliyor ve böylece materyalizmin: ’Evren sonsuzdan beri vardır.’ varsayımını geçersiz kılıyordu.
Nitekim Zâriyat sûresinin 47. âyet-i celîlesinde, göklerin, yerin ve her ikisi arasında bulunanların mâliki, biri diğeriyle tam uyum içerisinde sapasağlam yedi gök inşa eden, yaratmasında hiçbir çelişki ve uygunsuzluk bulunmayan, göklerde ve yerde saklı ve aşikâr olanları hak üzere bilen ve bizlere güzel, düzenli bir biçim veren, musibet vermeyeceğinden emin olunmayan ve hitap etmeye güç yetirilemeyen, her şey üzerine şahit Allah (c.c.): “Biz göğü ’büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.” buyurmaktadır. Âyet-i celilede geçen “gök” kelimesi Kur’ân’ın pek çok yerinde “uzay ve evren” anlamında kullanılmıştır.(6) Allah Teâlâ Hazretleri göğü (uzay, evreni) büyük bir kudretle bina ettiğini ve genişlettiğini bildirmektedir. Bugün gelişen teknolojik aletlerle saptanan bulgular ve lâboratuar ortamında yapılan deneylerle ispatlanan evrenin genişlediği ve zamanda geriye gidildiğinde çok daha küçük bir evrene, daha da geriye gittiğimizde tek bir noktaya ulaşıldığı gerçeği Kur’an’ı Kerim’de 1400 yıl önce verilen aydınlatıcı bilgilerle bir uyum içerisindedir.
’Sabit Durum’ Denemesi
Big Bang teorisi, kendisini destekleyen delillerin gücü nedeniyle, kısa sürede bilim dünyasında kabul görmeye başladı; ancak materyalist felsefeye ve bu felsefenin temelindeki ’sonsuz evren’ fikrine bağlı kalmaya kararlı olan astronomlar, Big Bang’e karşı direnmeye ve sonsuz evren fikrini ayakta tutmaya çalıştılar. Bu çabanın nedeni, önde gelen materyalist fizikçilerden Arthur Eddington’ın ’Felsefî olarak doğanın şu anki düzeninin birdenbire başlamış olduğu düşüncesi bana itici gelmektedir.’(7) sözünden anlaşılıyordu. Eddington da tıpkı Politzer gibi duygularından sıyrılamıyordu.
Big Bang teorisinden rahatsız olanların başında dünyaca ünlü İngiliz astronom Sir Fred Hoyle geliyordu. Hoyle, bu yüzyılın ortalarında ’steady-state’ (sabit durum) adında, 19. yüzyıldaki sonsuz evren fikrinin bir devamı olan yeni bir evren modeli ortaya attı. Hoyle evrenin genişlediğini kabul etmekle birlikte, evrenin boyut ve zaman açısından sonsuz olduğunu iddia ediyordu. Bu modele göre, evren genişledikçe madde, gerektiği miktarda, birdenbire, kendi kendine var olmaya başlıyordu. Tek görünür amacı materyalist felsefenin temeli olan, ’sonsuzdan beri var olan madde’ dogmasını desteklemek olan bu teori, evrenin başlangıcı olduğunu savunan Big Bang kuramıyla taban tabana zıttı.
Sabit durum teorisini savunanlar uzunca bir süre Big Bang’e karşı direndiler; ama bilim aleyhlerine işliyordu. Bilim adı altında duygularına, ideolojilerine kanarak körü körüne bilimsizlik yapıyorlardı.
Big Bang’in Zaferi
1948 yılında George Gamov, Georges Lemaitre’in hesaplamalarını geliştirdi ve Big Bang’e bağlı olarak yeni bir tez ortaya sürdü. Buna göre evrenin büyük patlama ile oluşması durumunda, evrende bu patlamadan arta kalan belirli oranda bir radyasyonun olması gerekiyordu. Üstelik bu radyasyon evrenin her yanında eşit olmalıydı.
’Olması gereken’, bu kanıt çok geçmeden bulundu. 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araştırmacı bu dalgaları bir rastlantı sonucunda keşfettiler. ’Kozmik Fon Radyasyonu’ adı verilen bu radyasyon uzayın belli bir tarafından gelen radyasyondan farklıydı. Olağanüstü bir eşyönlülük sergiliyordu. Başka bir ifade ile yerel kökenli değildi, yani belirli bir kaynağı yoktu, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu. Böylece uzun süredir evrenin her yerinden eşit ölçüde alınan ısı dalgasının, Big Bang’in ilk dönemlerinden kalma olduğu ortaya çıktı. Üstelik bu rakam bilim adamlarının önceden öngördükleri rakama çok yakındı. Penzias ve Wilson, Big Bang’in bu ispatını deneysel olarak ilk gösteren kişiler oldukları için Nobel Ödülü kazandılar.
1989 yılına gelindiğinde ise, George Smoot ve onun Nasa Ekibi, Kozmik Geriplan Işıma Kâşifi Uydusu’nu (COBE) uzaya gönderdiler. Bu gelişmiş uyduya yerleştirilen hassas tarayıcıların, Penzias ve Wilson’ın ölçümlerini doğrulaması yalnızca sekiz dakika sürdü. Sonuçlar, tarayıcıların kesinlikle evrenin başlangıcındaki büyük patlamanın sıcak, yoğun konumunun kalıntılarını gösterdiğini kanıtladı. Çoğu bilimadamı COBE’nin başarısını Big Bang’in olağanüstü bir şekilde onaylanması olarak yorumladı.
Big Bang’in bir diğer önemli delili ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarı oldu. Günümüzde yapılan ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang’den arta kalan hidrojen-helyum oranının teorik hesaplanmasıyla uyuşuyordu. Eğer evren, bir başlangıcı olmadan, sonsuzdan geliyor olsaydı, evrendeki hidrojen tamamen yanarak helyuma dönüşmüş olurdu.
Tüm bunlarla birlikte Big Bang bilim dünyasında kesin bir kabul gördü. Scientific American dergisinin Ekim 1994 sayısındaki bir makaleye göre, evren sürekli, düzenli olarak genişliyordu ve Big Bang modeli yüzyılımızın kabul görmüş tek modeliydi.
Fred Hoyle ile birlikte uzun yıllar sabit durum teorisini savunan Dennis Sciama, ardı ardına gelen ve Big Bang’i ispatlayan tüm bu deliller karşısında içine düştükleri durumu şöyle anlatır: “Sabit durum teorisini savunanlarla onu test eden ve bence onu çürütmeyi uman gözlemciler arasında, bir dönem çok sert çekişme vardı. Bu dönem içinde ben de bir rol üstlenmiştim. Çünkü gerçekliğine inandığım için değil, gerçek olmasını istediğim için ’sabit durum’ teorisini savunuyordum. Teorinin geçersizliğini savunan kanıtlar ortaya çıkmaya başladıkça Fred Hoyle bu kanıtları karşılamada lider rol üstlenmişti. Ben de yanında yer almış, bu düşmanca kanıtlara nasıl cevap verilebileceği konusunda fikir yürütüyordum. Ama kanıtlar biriktikçe artık oyunun bittiği ve sabit durum teorisinin bir kenara bırakılması gerçeği ortaya çıkıyordu.”(8)
Evreni Yoktan Kim Var Etti?
Big Bang’in bu zaferi ile birlikte, materyalist doğmanın temeli olan ’sonsuz evren’ kavramı da tarihe karışmış oluyordu. Peki, o zaman Big Bang’den önce ne vardı ve ’yok’ olan evreni büyük bir patlama ile ’var’ hale getiren güç neydi?
Elbette ki bu soru, Arthur Eddington gibi diğer materyalistlerin de hoşuna gitmeyen gerçeği, yani Yaratıcı’nın varlığını göstermektedir. Ünlü ateist felsefeci Anthony Flew, bu konuda şunları söyler:
“İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Ben hâlâ ateizme inanıyorum; ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.”(9)
Kendisini ateist olmak için körü körüne şartlandırmayan pek çok bilim adamı ise, bugün evrenin yaratılışında sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı’nın, yani Allah’ın varlığını kabul etmiş durumdadır. Örneğin ünlü Amerikalı astrofizikçi Hugh Ross evrenin Yaratıcı’sının tüm boyutların üzerinde olduğunu şöyle açıklar:
’Zaman, olayların meydana geldiği boyuttur. Eğer madde, patlamayla birlikte ortaya çıkmışsa, o zaman evreni meydana getiren nedenin evrendeki zaman ve mekândan tamamen bağımsız olması gerekir. Bu bize Yaratıcı’nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu gösterir. Aynı zamanda Yaratıcı’nın bazılarının savunduğu gibi evrenin kendisi olmadığını ve evreni kapladığını, sadece evrenin içindeki bir güç olmadığını kanıtlar.’(10)
“Ve kalplerinin üzerine, Kur’ân’ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabb’ini Kur’an’da ‘bir tek’ olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar.”(11)
Kaynakça:
1. Naziat, 79/27–30; Sad, 38/27; En’am, 6/101; Enbiya, 21/30; Bakara, 2/117; Nahl, 16/40; Meryem, 19/7–9.
2. En’am, 6/101.
3. Yahya, HARUN, Kur’an Mucizeleri, s.11, Araştırma Yayıncılık, İstanbul 2004.
4. Yahya, HARUN, Kur’an Mucizeleri, aynı yer.
5. Politzer, George, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, s.84, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1989.
6. Bakara, 2/29; Büruc, 85/9; Nebe, 78/12; Mülk, 67/3
7. S. Jaki, Cosmos and Creator, Regnery Gateway, Chicago, 1980, s. 54.
8. Hawking, Stephen, Evreni Kucaklayan Karınca, Alkım Kitapçılık ve Yayıncılık, 1993, s. 62–63.
9. Margenau, Henry, Roy Abraham Vargesse. Cosmos, Bios, Theos. La Salle IL: Open Court Publishing, 1992, s. 241.
10. Ross, Hugh, The Creator and the Cosmos: How Greatest Scientific; Discoveries of The Century Reveal God, Colorado: Nav Press, revised edition, 1995, s. 76.
11. İsrâ, 17/46.
• Bu makalenin yazımında Harun YAHYA’nın “Evrenin Yaratılışı” adlı kitabından faydalanılmıştır.
Evrenin Var Oluşu
Özlenen Rehber Dergisi 35. Sayı
Bi- ismi Allah Allah için çalışıp, ömürünü bu uğurda tüketen insanlara selam olsun. Pek Muhterem kardeşim; Yazı içerik ve konu bakımından fevkalade olmuş. Lakin yazı; Cenab-ı Allah'ın Kuran-ı Kerimde ... bunda düşünen insanlar için bir ibret vardır.. diyerek işaret ettiği şahıslara yönelik olmuş. Ama yine de bunu okuyacak kardeşlerimin tefekküre dalıp imanlarını da tazeliyecekleri şüphesiz. Selam ve dua ile